Türkiye, bütün bir ömrünü barışa adamış insanların bir çırpıda katledilebildiği bir ülke. Geçtiğimiz hafta, ömürlerini barışa, gerçeklerin ortaya çıkartılmasına adamış iki insanla ilgili gelişmeler yaşandı.
Hrant Dink’in ikinci dönem duruşmaları diyebileceğimiz ve öldürülmesinde ihmali ya da doğrudan katkısı bulunan kamu görevlilerinin de yargılandığı davaların 100. duruşması gerçekleşti. Hrant’ın Arkadaşları olarak, 100. duruşmada da adalet nöbetine katıldık. Hrant Dink’in öldürülmesinin üzerinden neredeyse 13 yıl geçti. Ama hala cinayet, tüm kapsamıyla açığa çıkartılabilmiş değil. Devlet, o dönem hedef tahtasına hangi karanlık örgütlenmeyi aldıysa, Hrant Dink cinayetinden o sorumlu tutuluyor. Oysa çok net bir şekilde bildiğimiz gibi devlet mekanizmasının hemen her katmanından görevlilerin karanlık örgütlenmeleri, medyanın ırkçı hedef göstermeleri, yargıda kasıtlı cümle kaydırmalar ve çarpıtmalarla hazırlanan iddianamelerle gerçekleştirilen yargılamalar, 301. Madde gibi ayrımcı ve insan hakları aktivistlerini “ötekileştirici” bir işlev gören yasanın hedef tahtasına alması, siyasilerin Ermeni Soykırımı üzerinden Hrant Dink’e yönelik nefret söylemini sık sık kullanmaları, içinde ırkçı, derin devletle bağlantılı isimlerin Hrant Dink’i yargılandığı davalarda rahat bırakmamaları ve giderek bir linç havasının örgütlenmesi, 2007 yılının 19 Ocak’ında gerçekleşen cinayetin taşlarını döşeyen gelişmelerden bazıları.
Hedef göster-linç örgütle-katlet!
Oysa, Hrant Dink, ne kendisini hedef gösterenlerin iddia etikleri türden şeyler söyleyen ya da yazan birisiydi ne de halkların eşit koşullarda bir arada yaşamasının, ama gerçekleri bilerek yaşamasının dışında bir amacı vardı.
Hrant Dink, kelimenin tam anlamıyla bir barış insanıydı.
18 Kasım 2006’da “Pen Award fikir ve düşünce özgürlüğü ödülü”nü alırken şunları söylemişti: “Biliyorsunuz bazıları Başkan Bush gibi demokrasiyi ihraç etmek için başka yöntemlerle çalıştılar. Bunun için de bombaları kullandılar. Irak’ı bombaladılar. Onun silahlı kuvvetleri vardı. Ama dünyadaki insanların bir de silahsız kuvvetleri var. O silahsız kuvvetler bizleriz. Bizim silahımız bomba değil, bu ödüller. Keşke biz, Bush’tan önce davransaydık. O Irak’a bombaları yollamadan önce biz Irak’a ödüller yollasaydık. Ben onun için size şunu hatırlatmak istiyorum. Biz çok güçlüyüz gücümüzün kıymetini bilelim.”
Hrant Dink katledildi.
Aynı yöntemle, “hedef göster-linç örgütle ve katlet” yöntemiyle aramızdan çekip alınan bir diğer barış insanı da Tahir Elçi’ydi. Geçtiğimiz hafta Tahir Elçi’nin katledilmesinin 4. yıldönümüydü. Katıldığı televizyon programında fikirlerini söyledi, söyledikleri milliyetçi bir saldırganlıkla çarpıtıldı, hakkında savcılık soruşturması başlatıldı, nefret dalgasıyla yüz yüze kaldı ve bir basın açıklaması yaparken katledildi.
Tahir Elçi, ölmeden kısa bir süre önce konuştuğu basın açıklamasında, “Buradan bir çağrı yapmak istiyoruz. Biz bu tarihi bölgede, birçok medeniyete beşiklik etmiş ev sahipliği yapmış bu kadim bölgede insanlığın bu ortak mekanında çatışma, operasyon istemiyoruz. Savaşlar çatışmalar silahlar operasyonlar bu alandan uzak olsun diyoruz.” demişti.
Tıpkı Hrant Dink gibi kardeşlik, barış, eşitlikten başka bir perspektifi yoktu.
Onu da aramızdan aldılar.
İki insan hakları aktivistinin anısı barış mücadelemize ışık tutmaya devam edecek.
(Marksist org)