30 Nisan 2015 – Edebiyat Atölyesi VI. Dönem 14. Kitabı – İstanbul

0
Want create site? Find Free WordPress Themes and plugins.

içerikKonusunu ‘Polisiye edebiyatında savaş ve barış’ olarak belirlediğimiz VI.Dönem Edebiyatta Savaş ve Barış Atölye’sinin, 30.04.2015 tarihinde yapılan on dördüncü ve son buluşmasında, Faruk Sevim İngiliz yazar Joseph Conrad’ı(1857-1924) ve kitabı Gizli Ajan’ı tanıtıp tartışmaya açtı. Yurtsever bir Polonyalı ailenin çocuğu olarak Ukrayna’da doğan Józef Teodor Konrad Korzeniowski, sürgün edilen anne ve babasıyla birlikte bir dönem Rusya’da yaşar. Çevirmen olan babası Çarlık Rusya’sına karşı 1863 isyanlarına destek veren eylemleri katıldığından Sibirya’ya sürülür.Bir süre sonra önce annesi sonra da babası ölür. Conrad, Krakov’da yaşayan dayısı tarafından büyütülür. Öğrenciliği başarısızdır ama eğitmenleri onun 15 yaşında ‘büyük bir yazar olacağını’ söylediğini bildirirler.

1874 yılından itibaren  Marsilya’da bir Fransız şirketinde, 1884’den 1893 yılına kadar da bir İngiliz denizcilik şirketinde denizci olarak çalışır. 1890′da Belçika sömürgesi olan Kongo’da bir buharlı geminin kaptanlığını yapar. Yolculuğu sırasında karşılaştığı zulüm manzaralarına dayanamayıp kısa bir süre sonra bu işi bırakır. 1893 yılında, 36 yaşındadır ve hastalığının da etkisi ile denizcilikten uzaklaşır, yazarlığa başlar. Denizcilik hayatı, hikâye ve romanlarının pek çoğuna konu ve tema sağlar. 1924 yılında İngiltere’de ölen Conrad, anadili olmamakla birlikte İngiliz dilinin en önemli yazarları arasında yer alır. Dilindeki belli belirsiz yabancılığı, anlatmayı sevdiği iç dünyaları, çeşitli yorumlara açık çetrefil kişilikleri anlatmakta başarıyla kullanır. 1886 yılında İngiliz, 1889 yılında Rus vatandaşı olur.

Romanları önceleri gazete ve dergilerde yayınlanmaya başlar. İlk romanını 1895 yılında yazar. 1896’da egzotik bir roman yazar ve bununla ünlenmeye başlar. 1910 yılında devletten maaş alıncaya kadar para sıkıntısı çeker. 1913 yılında yazdığı Talih isimli romanı ile üne kavuşur.

Edward Said, yaptığı araştırmada, Joseph Conrad’ın  yaşamını üç bölümde inceler.

1. Bölüm: 1890-1913: Önemli eserlerini yazdığı dönem. Lord Jim, Nostromo, Gizli Ajan

2.Bölüm: 1913-1918: Şan ve şöhrete eriştiği dönem, Talih’i yazdığı dönem.

3.Bölüm: 1918-1924: Terörle işinin bittiği, huzura erdiği dönem.

‘Yazar olarak okuyucunun dikkatini toplamaya çalışıyor, yazmanın gücü ile duyurabiliyor, hissettirebiliyor, görmesini sağlıyorsunuz. Yazılarımda cesaret, korku, cazibe gibi kavramları dile getirmiş oluyorum’. Kitaplarında gerçek anılarını o kadar çok kullanır ki, gerçek anıları ile romanları birbirine karıştırılır.

Atölyemizin konusu olan Gizli Ajan 1907 yılında basılır. Kitaba konu olan, olaylar 1886 yılının Londra’sında geçmektedir. Roman temel olarak anarşizm ve terör kavramı, eleştirisi üstünden kurgulanmıştır.

Gizli Ajan, 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra Amerikan medyasının atıf yaptığı kitapların başında gelir. Terörizm konusunda yazılan ilk romanlardan biri ve bir başyapıt olarak anılır. Joseph Conrad’ın Greenwich Gözlemevi’ndeki gerçek bir bombalama eyleminden esinlenerek yazdığı bu roman, politik şiddetin anlamsız doğasını sergiler.

Gizli Ajan, bir casusluk ve politik şiddet romanı olarak tanımlansa da, aynı zamanda insan psikolojisine dair derinlikli, sarsıcı gözlemleri ve çözümlemeleriyle, ortaya koyduğu unutulmaz karakterlerle, Conrad’ın yirminci yüzyılın ilk büyük yazarı olarak tanınmasını sağlar. Bundan yaklaşık yüz yıl önce ilk yayımlandığında karanlık doğası nedeniyle sansasyon yaratan bu kitap, bugün hâlâ tüm dünyada ilgiyle okunmaktadır. Gizli Ajan’da masum insanların ölümüyle sonuçlanan böylesine ‘anlaşılmaz’ eylemlerde bulunanların zihinlerinde neler olup bittiğini anlatmaya çalışan Conrad, terörizmin günümüzdeki ‘açıklanamaz’ yıkıcılığına ilişkin öngörüleri nedeniyle edebiyatın Nostradamus’u olarak adlandırılmaktadır.

Joseph Conrad, romanın olumsuz eleştiriler alacağından kaygılanarak, kitabın önsözünde bu romanı nasıl kurguladığını ayrıntılı bir şekilde açıklama gereği duyar. Romanın çıkış noktası, yazarın bir arkadaşıyla yaptığı sohbet sırasında, arkadaşının sözünü ettiği Greenwich Gözlemevi bombalanmasıdır. Yazarın arkadaşı, bombayı atan kişinin yarım akıllı birisi olduğunu ve kız kardeşinin bu olaydan sonra intihar ettiğini söylemiştir. Bu anekdot kitabın temel kurgusunu oluşturur. Daha sonra yazarın eline,1880’lerin sonunda Londra’da dinamitli eylemler yapıldığı sırada görev yapmış bir Emniyet Müdürünün yazdığı anı kitabı geçer. Daha sonra da aklında, önce romanın arka planı olan karanlık ve kalabalık bir şehir, sonra da karakterlerin hatları şekillenir.

Roman, 1886 yılı Londra’sında geçmektedir. Bay Verloc’un casus olarak yaşamı ve çevresinde gelişenler anlatılır. Verloc Londra’nın karanlık ve arka bir sokağında, vitrininde göstermelik ıvır zıvır bulunan bir dükkân işletmekte, eşi Winnie, zihinsel engelli kayınbiraderi Stevie ve kayınvalidesiyle birlikte yaşamaktadır. Verloc’un arkadaş çevresi anarşiye inanan kişilerden oluşmaktadır Bu grup, İşçi Sınıfının Geleceği adlı bir anarşist kitapçık yayınlamaktadır.

Verloc S.S.C.B. olduğu hissettirilen bir devletin casusluğunu yapmaktadır. Aynı zamanda İngiliz polisine de bilgi veren bir casustur ve emniyet onu bir muhbir olarak kullanmaktadır.

Bir gün elçiliğe çağrılır ve Birinci Kâtip Vladimir tarafından işe yaramaz, tembel bir casus olduğu söylenerek azarlanır. Vladimir uluslararası baskı yasalarının İngiltere tarafından daha kolay kabul edilmesi için Verloc’tan bir terör eylemi düzenlemesini ister. Bu eylemin sırf yakıp yıkmaya yönelik amaçsız ve insanların kutsal bir şey saydığı bilime yönelik olmasını, bu nedenle de Greenwich Gözlemevine yapılmasını ister.   Verloc, Greenwich Gözlemevinin bombalanması için, kendisini çok seven ve ona çok bağlı olan, zihinsel engelli kayınbiraderini kullanır. Ancak Stevie’nin tökezlemesi sonucunda bomba elinde patlar ve ölür. Durumu öğrenen Winnie şoka girer, kocasını affetmez ve kalbinden bıçaklayarak öldürür.

Cinayetten sonra evden kaçan Winnie, polis korkusu ile evin çevresinde dolaşıp durmakta olan kocasının arkadaşı Yoldaş Ossipon ile karşılaşır. Winnie, Verloc’un, yurtdışına kaçma planıyla bankadan çektiği tüm parayı yanına almıştır. Paradan ve kadından yararlanmak isteyen Ossipon, Winnie ile birlikte Avrupa’ya gitmek üzere anlaşır. Ancak paraları Winnie’den aldıktan sonra gemiye binmez. Winnie gemiden atlayarak intihar eder. Yaptığının dehşetiyle dengesini yitiren Ossipon gazeteden öğrendiği haberle, iflah olmaz bir biçimde, paraları da harcayamadan ruh sağlığını yitirir.

Roman modern dünya politikasını anarşizm ve terörizm kavramları ile birlikte ele almaktadır. Romanda anarşizmin insani değerlerle olan çelişkisi gözler önüne serilmekte, ayrıca egemen politik mekanizmaların ne kadar ikiyüzlü olduğu anlatılmaktadır. Rusya Büyükelçiliği katibi, İngiliz bakan, polis müdürü, egemen politik kurumların temsilcileri olarak, kendi şiddet yanlısı planlarının uygulamalarını anarşistlere taşeron olarak yaptıran kişilikler olarak betimlenir.

Romanda anarşizmin yıkıcı etkileri, şiddet yanlısı, insanı önemsemeyen yıkıcı eylemleri anlatılır. Bu yıkıcılık toplumsal olduğu kadar tek tek bireysel öykülerde de kendisini gösterir. Winnie ve kardeşi Stevie anarşizmin masum kurbanlarıdır. Romanda anarşizmin devrimci ideallerinin aslında yıkım ve ölüme yol açtığı üzerinde durulur. Yazar karakterlerin konuşmalarında, tavırlarında ve düşüncelerinde ironik bir yaklaşımla durumu anlatır.

İnsan olarak casuslar, politikacılar ve anarşistlerin ikiyüzlülükleri, bencillikleri ve sahtekârlıkları anlatılır. Anlatıda modern dünyanın kaosu bir anarşizm örneği olarak yerini alır. Romandaki anarşistler aslında hiçbir örgüte bağlı değildir kendi kendilerini anarşist ilan etmiş kişilerdir. Politik hedefleri birbirlerinden farklıdır. Konuşmaktan başka bir şey de yapmazlar. Anarşist kahramanların gerçekte anarşist bir ruh taşımadıkları da vurgulanır.

Anarşist kişilerin hepsi tembel ve şişman olarak ele alınır. ‘Bir sendika lideri bile olamayacak kadar tembel’ ,’Bu kopuk da-tıpkı diğerleri gibi- tembelin teki’, ‘Domuz gibi şişman’, ‘Büyük ve genleşmiş şahsiyet’.

Verloc düşkün bir karakter olarak betimlenir. Romandaki rolü ‘değersizlik, ikiyüzlülük, pasifliktir’. Bazı bölümlerde insancıl, duygusal, cömert, iyi bir eş olarak tanımlanırsa da  Stevie’yi ölüme gönderince tüm iyi özellikleri sona erer. Verloc’un anarşist arkadaşları da tembellik, yalancılık, ikiyüzlülük, sahtekârlık konularında ona benzemektedirler. Verloc ve arkadaşlarının, Stevie ile ilgili tanımlamaları ırkçıdır; ‘Bu delikanlı dejenere olmuştur… Dejenerasyonun çok iyi bir örneği. Kulak memelerine bir göz atmak yeterli’. Vladimir nedensiz, insanları şoke edecek bir saldırı ister, saldırı dine veya siyasilere değil bilime yönelik olacaktır. Ama o da ırkçı söylemler kullanır. Oryantalist bakış açısıyla ötekileştirir. ‘Yalancı köpek dedi. Bay Vladimir az çok Şarklı bir ifadeyle’, ‘Bir Türk bile daha edepli davranırdı’, ‘O Alman subayını domuz gibi boğazlardı’. Müfettiş, anarşistleri hırsızlardan daha mantıksız bulur.

Conrad romanda sonucu ölüm ve yıkım olan anarşizmin yararsızlığını, anarşizmin nasıl kendisini yok ettiğini göstermeye çalışır. Devrimci ideallerin arkasına saklanmış, kendilerini anarşist, terörist ilan eden kimselerin, aslında eşitlik, halkın özgürleştirilmesi vb. ideallerle ilgilerinin olmadığını, kendi çıkarları söz konusu olduğunda kolayca bencil, ikiyüzlü olabildiklerini anlatır. Bütün devrimci idealler yaşanan olaylarla boşa çıkmaktadır. Politik kurumlar da teşhir edilir. Rusya Büyükelçiliği, İngiltere Dış İşleri Bakanlığı, Emniyet teşkilatı ahlak ve insanlık dışı metotlar uygulayabilen devlet kurumları olarak eleştirilir.

Romandaki anarşist, casus, politikacı, polis karakterlerin hiçbirinde etik duyarlılık görülmez. Maddi çıkarlar, sahtekârlıklar, insani değerlerini yozlaştırır ve sonucunda Stevie gibi masumların bu dünyada barınamadıkları anlatılır. Romanın sonunda cebinde her an patlatılmaya hazır bomba olan Profesörün varlığı ile yazar okuyucuyu ‘terör her an içimizde’ mesajı ile baş başa bırakır.

Atölyemiz, romanda, kadınlarla ilgili yaklaşımlar da ayrımcı ve ötekileştirici olarak değerlendirdi. Winnie Verloc zihinsel engelli kardeşine ve annesine sağlayacağı imkânlar için kocasıyla evlenmiş, kocasını sevmeyen, eğitim düzeyi düşük, mutsuz bir kadın olarak anlatılır. ‘Bayan Veloc’un becerisiyle yaratılan hayat’, ‘Saygın aile hayatının temelini oluşturan, lüzumsuz söz ve hareketlerden kaçınılarak sürdürülen sağduyu ve sakınımlı bir uyumdu bu’, ‘Bayan Verloc’un annesinin ince hesabı’. Winnie Verloc hayatında önemli yere sahip erkekler tarafından ihanete uğramış bir kadındır. Bu ihanetler sonucunda da önce sevmediği bir adamla evlenir, sonra katil olur, en sonunda da akli dengesini yitirerek intihar eder. ‘Köşeye sıkışan her kadın gibi yüksek sesle ağlamıştı’, ‘Kızlar sık sık erkek çocuğun iyiliği için feda edilir’, ‘Yoksulların o bitmez tükenmez sızlanmalarını sıralamak’, ’Bir erkeğin olması gerektiği kadar –yani fazlasıyla- düşkündü karısına’, ‘Neticede kadınların sıkıcı varlıklar olduğu düşüncesi belirdi’. Diğer bir deyişle erkek egemenliğindeki bir toplumda erkeklerin eylemlerinin kurbanı olur.

Roman kahramanlarından etkilenen gerçek kişiliklerle ilgili yapılan bir araştırmada, Gizli Ajan romanındaki karakterler de incelenmeye alınır. Bu çalışmada, Conrad’ın Gizli Ajan romanının, faaliyetlerini uzun yıllar ‘Unabomber’ adıyla sürdüren ve tutuklanmadan önce 16 bombalama olayı gerçekleştirerek 3 kişiyi öldüren, 23 kişinin de yaralanmasına sebep olan terörist Ted Kaczynski’nin en büyük ilham kaynaklarından biri olduğu anlaşılmıştır. Kendisiyle yapılan  röportajlarda Ted Kaczynski, bu kitabı düzinelerce kez okuduğunu, bir nüshasını yatağının başucunda sakladığını ve kendisine rol model olarak, yanında daima bir bombayı hazır ederek dolaşan anarşist karakter ‘Profesör’ü seçtiğini söyler. Çalışmada ayrıca, Unabomber’in kaldığı otellerde kendini Conrad adıyla kaydettirdiği de belirtilir.

Gerek romanda gerekse bugün, gündelik hayatta anarşizm hep şiddet yanlısı bir yaklaşım olarak ele alınır. Oysaki anarşizm  toplumsal otoritenin, egemenliğin, baskının, erkin ve hiyerarşinin tüm biçimlerini ortadan kaldırmayı savunan politik felsefeleri ve toplumsal hareketleri tanımlayan sosyal bir terimdir.

Bu hareketler genellikle, merkezi politik yapılar, üretim araçlarının özel mülkiyeti ve ekonomik kurumlar yerine toplumsal ilişkilere dayanan gönüllü etkileşim ve özyönetimi savunur, özgürlük ve otonomiyle karakterize edilen bir toplumu arzular. Bu felsefeler, anarşi terimiyle özgür bireylerin gönüllü etkileşimine dayanan bir toplumu, bireylerin ve toplulukların alınan kararlardan etkilendikleri ölçüde söz sahibi olması düşüncesini ifade eder.

Zorlayıcı kurumlara ve toplumsal bazlı hiyerarşilere karşı olmak anarşizmin asli ilkelerindendir. Anarşizm gönüllülüğe dayanan bir toplumun nasıl işleyeceği konusunda olumlu bir görüşü de ifade eder. Anarşist felsefeler arasında çeşitlilik vardır. Şiddetin anarşizmdeki yeri, ne tür bir ekonomik sistemin olması gerektiği, çevre ve endüstriyalizm hakkında sorular ve diğer hareketlerde anarşistlerin rolleri gibi farklı alanlarda çeşitli görüşler bulunmaktadır. Anarşist akımlar bu nedenlerle birbirlerinden çok farklı ve hatta birbirlerine karşı da olabilirler. Ortak özellikleri bütünsellikten yoksunluk, anti dogmatizm, devrimcilik, çelişki ve tutarsızlığı tutarlı kabullenme, birey özgürlüğüdür. Şüphecilik ve değişim en büyük özellikleridir. Dogmatik düşüncelerin tümüne karşı çıkarlar.

İnsan doğasının iyiliğine güvenmek, karşılıklı yardımlaşma ve dayanışmaya dayalı toplumların hiyerarşiyi ortadan kaldıracağına inanmak, anarşizmin temel varsayımlarıdır. Yönetim ve buyruklara, insanın buna ihtiyacı olmadığı için karşı olduğunu söylerler. İnsanların yönetilmesine karşıdırlar. İnsanların kendini yönetebilmesinin mümkün olduğunu, devlet adlı ebeveynin gerekli olmadığını söylerler.

Anarşizm, geleneksel siyasete karşıdır; devletin ve şiddetin olmaması temel ilkeleridir. Parlamento sahte bir kurumdur, halkın iktidarı değildir, bu yüzden oy vermemek gerekir. Devlet, doğası gereği kötüdür. Partiler düzenin elemanlarıdır.

Bireyci anarşizmde devlet, vergi, askerlik, polis, kanun ve hatta toplum ve her türden kollektivite yok kabul edilir. Devletin yok olmasını kabul eder, düzenin sağlanmasını doğal hale bırakırlar. Kendi kendine işleyen bir ahlak düzeni, yasasız ve devletsiz işleyebilir. Yerel cemaatler doğrudan dayanışma ile devlet, sermaye, kiliseye karşı özgürlükleri savunabilir. Bu toplumsallıkta sınır tanımama ana ilkedir.

Bir diğer anarşist kol ise şiddeti savunur. Eylem ile propagandayı itici güç olarak görür. Buna savunmacı şiddet derler ve suikastlarla düzeni sarsmayı öngörürler. Anarşizmin tarihi aslında eski Yunana kadar gider. Sözcük Yunancada yöneticisiz anlamındaki anarchos’dan gelir. Anarşizm terimi kullanmasalar da, Stoacı Zeno ve Sinoplu Diyojen ilk anarşistler sayılabilirler. Sade hayat sürmek gerektiğini ve herkesin özgürlüğü için bireye müdahalenin asgari olması gerektiğini söylemişlerdir. Fransız Devrimi öncesinde Jean-Jacques Rousseau’nun özgürlük yazıları akımın oluşmasına yol açanlardandır.19. Yüzyılda laik yönetimlerle birlikte dinin sorgulanması, tüm otoritelerin eleştirisine yol açar, Avrupa’da tüm otoriteleri sorgulayan ve reddeden fikirler oluşur. Her şeyin yeniden değerlendirildiği bu ortamda anarşist temelleri atan İngiliz William Godwin(1756–1836) olur. İlk zamanlar özgürlük anlayışları nedeniyle ‘liberteryen’ olarak anılırlar. Ancak daha sonra liberalizm ve anarşizm zıt akımlar olarak gelişir. Anarşizm ismini veren ve kamuda bunu duyuran kişi Pierre-Joseph Proudhon(1809-1865) olur ve anarşizmin kuruluşunu en çok etkileyen filozof kabul edilir. Max Stirner(1806-1856), görüşleri kadar yaşamıyla da anarşist tarihin ilginç ve önemli bir ismidir. Mihail Bakunin (1814-1876) düşünce insanından ziyade bir eylem insanı olarak görülür. Başladığı hiçbir kitabı tamamlamamış ve  dünyanın dört bir köşesinde eylemler yaparak yaşamıştır.Peter Kropotkin (1842-1921) entelektüel birikimi ile yaşadığı dönemde ün yapmış, ‘Karşılıklı Yardımlaşma’ görüşü ile anarşist felsefeye yeni boyutlar eklemiştir. Emma Goldman(1869-1940) eylemci anarşistlerdendir.

1907 yılında, ilk kez Amsterdam’da Uluslararası Anarşist Kongresi 14 ülkeden temsilcilerin katılımıyla gerçekleşir. Hareketin önemli isimleri arasında kabul edilen Errico Malatesta, Pierre Manatte, Luigi Fabbri, Benoil Broutchoux, Emma Goldman, Rudolf Rocker, Christiaan Cornelissen Kongreye katılırlar. Çeşitli konuların ele alındığı Kongre’de özellikle anarşist hareketin örgütlülüğü, kitlelerin eğitimi, genel grev ve anti militarizm konuları üzerinde durulur. Tartışmanın merkezinde ise anarşizmle sendikalizm arasındaki ilişki yer alır. Monatte sendikalizmin devrimci bir tutum olduğunu ve toplumsal devrimin koşullarını yaratacağını savunurken, Malatesta sendikalizmin kendi başına yeterli olmadığını düşünür. Ona göre sendikalar reformist, hatta kimi zaman muhafazakar bile olabilirler. ABD sendikaları buna örnektir. Vasıflı işçilerce oluşturulmuş bu sendikaların kimi zaman, vasıfsız işçilere karşı ayrıcalıklarını koruma yönünde eylemlere giriştiğini söyler.

Dünya savaşları ve Sovyetler Birliği ile birlikte anarşizm dinginlik evresine girer.Soğuk savaş sonrasında tekrar kök düşüncelere dönülmüş, yeni bakış açıları geliştirilmiştir.

Anarşizm birçok farklı tutum, eğilim ve düşünce okulunu barındıran bir felsefedir. Değerler, ideoloji ve taktikler, hala üzerinde anlaşma sağlanmamış ortak sorunlardır. Uygarlık, teknoloji ve demokratik süreçler keskin biçimde bazı anarşist eğilimlerce eleştirilirken başka anarşistler tarafından alkışlanabilmektedir. Anarşizmin, kapitalizm, milliyetçilik ve din ile olan ilişkisi yaygın olarak tartışılmaktadır. Marksizm, komünizm, anarko kapitalizm gibi ideolojilerle karmaşık ilişki biçimlerine sahip olan anarşizm; hümanizm, kutsal otorite, bireysel çıkar veya çeşitli alternatif etik doktrinler ışığında şekillenmiştir. Irk, cinsiyet ve çevre konusunda ise anarşist tutum 18. yüzyıl felsefesinden bu yana önemli değişiklikler göstermiştir.

Anarşistler şiddet ve kargaşa için savaşan kişiler olarak görülse de birçok anarşist ‘tüm şiddet biçimlerine’ karşı çıkar. Bazen yalnızca kendini savunmayı haklı görürken, bazen de tam bir pasifizmi (barışseverlik)destekler. Tüm şiddeti reddedenler olduğu kadar şiddeti tek yol olarak görenler de mevcuttur.

Anarşizm XIX.yüzyılın son otuz yılında Fransa, Rusya, İspanya ve İtalya’da aydın gruplar vasıtasıyla önemli etkiler yapmıştır. Bütün “yabancılaşma” biçimlerine karşı çıkar. Dinlerin bütün uygulamalarının baskıcı olduğunu, genel seçimler yoluyla bile olsa, siyasî otoritenin devlet tiranlığına yol açacağını, toplumsal kurumlara süreklilik sağlayan kuralların insanları köleleştireceğini söyler. Günümüzde, XIX. yüzyıl sonlarındaki eli bombalı anarşist görüntüsü, kelimenin felsefi anlamına ağırlık veren ülkelerde kaybolmuştur. Fakat Türkiye gibi Batılı kavramları geriden takip etmekle yetinen ülkelerde anarşist ve anarşizm terimleri bir siyasî düşünce sansürünün aleti durumundadır. Gerçekte anarşizmi karakterize eden eşitlikçilik ve mutlak özgürlük fikridir. Bu fikirlere bağlananlar zaman zaman radikal sosyalist veya Marksist gruplar içinde yer alırlar. Daha ılımlı olanlarıysa sanayinin tam demokratik işleyişi görüşünün savunmasını üstlenirler.

Devrimci Malatesta, Neçayev, Bakunin, evrimci Kropotkin, kooperatifçi Proudhon anarşistler arasında sayılır. Bireyci anarşistler (anarko-pasifistler)şiddeti reddeder; Tolstoy, Thoreau, Gandi bu anlayışı benimseyenlerdir. Bireyci anarşitler arasında Aristoteles, Epikür, Diyojen, Albert Camus, Thomas Jefferson, Montaigne, Nietzsche, Marquis de Sade, Sartre, Adam Smith, Oscar Wilde sayılabilir.

İnsan doğasının iyi olduğu, doğa durumu içinde iyiye yöneleceği noktasındaki görüşleri göz önünde bulundurarak, yüzyılı aşkın bir sürede çok farklı kollara ayrılmış olan anarşist düşüncede, her anarşist tarafından benimsendiği söylenemese de, genel anlamıyla ortak iddiaları şunlardır;

1.İnsanlar tabiatları itibariyle iyi kalplidirler, ancak,    yönetim tarafından yozlaştırılırlar.

2.Toplumun tabii ve hür olmasına karşılık devlet istismar    edici (sömürücü) ve tahakkümcüdür.

3. İnsanlar gönüllü işbirliği yoluyla birbirlerini tamamlayan, fakat her çeşit zorlama tarafından hüsrana uğratılan sosyal hayvanlardır.

4. ‘Yukarıdan gelen’ reformlar onları başlatan otoritenin    damgasını taşır ve bu yüzden değersizdir.

5.Sosyal değişme devrimci eylemle, hatta belki de şiddetli   eylemle gerçekleştirilmelidir.

Biz de insanlar arasında uyuma, karşılıklı anlayış ve hoşgörüyle oluşan bir ortama, insanın denge, huzur ve güven içinde olacağı günlere, barışa olan özlemimizle, Edebiyatta Savaş ve Barış’ın bir dönemini daha bitirdik. Dünya’da hala, masa başlarında yapılan hesap ve kitaplarla masum insanlar öldürülmeye devam ediyor. Dünya daha fazla kana bulanmadan bu yüzyıl artık barışın yüzyılı olsun istiyoruz. Barışa söz verelim! Barışalım artık!

 

AtölyeBAK

Did you find apk for android? You can find new Free Android Games and apps.
Share.

Comments are closed.