28 Nisan 2019 – Edebiyatta Savaş ve Barış Atölyesi, X Dönem, 13. Toplantı

0
Want create site? Find Free WordPress Themes and plugins.

Edebiyatta Savaş ve Barış Atölye ‘sinin ‘İtalyan/Roma Edebiyatında savaş ve barış’ olarak belirlediğimiz Döneminin on üçüncü oturumunun konusu Italo Calvino’nun (1923-1985) Örümceklerin Yuvalandığı Patika isimli eseriydi. Şenol Karakaş, yazarın hayatı, yaşadığı dönemin özellikleri hakkında bilgi verdikten sonra kitabı Atölye katılımcılarının değerlendirmesine açtı.

Calvino 1923’te Küba’da doğar. İki yaşında ailesiyle Küba’dan İtalya’ya göç eder. II. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru askere alınsa da İtalyan ordusundan kaçarak partizanlara katılır. İki yıl süreyle İtalya-Fransa sınırında işgalci Almanlara ve faşist yurttaşlarına karşı savaşır. Gazetecilik yapar, İtalyan Komünist Partisi’nde bir süre aktif olarak çalışır, 1954 yılında Macaristan’ın SSCB tarafından işgaliyle komünist partiden ayrılır.

Bir süre halk edebiyatı alanında eserler verdikten sonra, asıl güzelliğini göstereceği ‘büyülü gerçeklik’ akımına katılır. Kurmaca yazarlığının yanı sıra, Komünist Parti üyeliği, Einaudi Yayınevi’ndeki görevi, gazetelerle çeşitli dergilerdeki yazıları aracılığıyla, II. Dünya Savaşı sonrası İtalyan kültürünün en önemli adlarından biri,  grotesk edebiyatın İtalyan elçisi olur. İtalya’da birçok edebiyat ödülü kazanır ve 1985’te, geçirdiği beyin kanaması sonucu Siena’da ölür

Her ne kadar post modern yazar dense de, bu sıfat yetersiz kalır; o modern, post modern, hümanist ve komünist yazarlığın özelliklerini taşır. En büyük özelliklerinden birisi herkes için kitap yazmasıdır. Çocuk kitabı sayılabilecek kadar basit ve eğlenceli kitaplar yazdığı kadar, daha kitabın kapağından araştırma yapmanıza neden olabilecek kadar anlaşılması zor kitaplar da yazar.

‘Daha önce yazdıklarımdan memnun olmadığım ve bir biçimde onu düzeltmek, tamamlamak, bir alternatif sunmak istediğim için”  yazıyorum der. ‘Yazmak her zaman, daha önce yazılmış bir şeyi silmeye ve onun yerine yazmayı başarıp başaramayacağımı bilmediğim bir şeyi koymaya çalışmaktır.’

Calvino çağımızın en önemli öykü yazarlarındandır. Yıldız tozlarının uzayda kapladığı alan, ayın çekim gücü gibi ilgimizi hiç çekmeyecek bilgileri, her düzeyde okuru yakalayabilecek ironik ve en önemlisi hayatın içinden anlatımıyla unutulmaz kılmıştır. Bilimsel çıkış noktası ile örtüşen bir fikir, olay örgüsüne yön verir. Ama bu fikre her zaman bir düş, bir duygu kılıfı geçirilmiş, hep bir ya da iki öykü kişisinin sesi verilmiştir.

Italo Calvino, klasikleri niçin okumamız gerektiğini şöyle anlatır: “Stendhal’i severim, çünkü yalnızca onda bireysel ahlaki gerilim, tarihsel gerilim, yaşam atılımı bir bütün oluşturur: romanın çizgisel gerilimidir bu. Puşkin’i severim, çünkü berraklık, ironi ve ciddilik demektir. Hemingway’i severim, çünkü yalınlık, abartısızlık, mutluluk arzusu, hüzün demektir. Stevenson’u severim, çünkü sanki uçar. Çehov’u severim, çünkü gittiğinden daha öteye gitmez. Conrad’ı severim, çünkü derin sularda seyreder ve batmaz. Tolstoy’u severim, çünkü kimi zaman “hah, şimdi anlıyorum nasıl yaptığını” duygusuna kapılırım, oysa bir şey anladığım yoktur. Flaubert’i severim, çünkü ondan sonra artık onun gibi yapmayı düşünemez insan. Altın böcek’in Poe’sunu severim. Huckleberry Finn’in Twain’ini severim. Cengel kitaplarının Kipling’ini severim. Nievo’yu severim, çünkü birçok kez yeniden okuyup ilk okumamda aldığım zevki aldım. Gogol’u severim, çünkü açıkça, kötülükle ve ölçüyle çarpıtır. Dostoyevski’yi severim, çünkü tutarlılıkla, öfkeyle ve ölçüsüzce çarpıtır.

Balzac’ı severim, çünkü kâhindir. Kafka’yı severim, çünkü gerçekçidir. Maupassant’ı severim, çünkü yüzeyseldir. Mansfield’i severim, çünkü zekidir. Fitzgerald’ı severim, çünkü halinden memnun değildir. Radiguet’yi severim, çünkü gençlik geri gelmez bir daha. Svevo’yu severim, çünkü yaşlanmak da gerekir. 19’uncu yüzyılda, Paul Valéry’nin –denemeci Valéry’nin– kilit bir konumu vardır: Valéry, zihnin düzeniyle dünyanın karmaşıklığını karşı karşıya getirir. Bu çizgiye, içerik yoğunluğu artan sırayla olmak üzere Borges, Queneau, Nabokov ve Kawabata’yı yerleştireceğim…”

Calvino faşizm yönetimin baskıcı dönemi altındaki İtalya’da doğar ve yaşar. Çökmüş ekonomi ve siyasi kargaşa içindeki İtalya’da Mussolini, 1919 senesinde çeşitli muhafazakâr, anti-komünist ve anti-kapitalist grupları, kurduğu Faşist Mücadele Birliklerinin İttifakı örgütünde bir araya getirdi. Ekim 1922 de Mussolini önderliğindeki faşistler toplam 26.000 kişi ile beraber Napoli’den Roma’ya büyük Roma yürüyüşünü yaparlar.  Savaş sonunda istediğini elde edemediği için hayal kırıklığına uğramış olan İtalyan halkının durumunu Mussolini’nin düzeltebileceğine inanan Kral III. Vittorio Emanuele, toplumsal krizi şiddetsiz bir yolla çözmek için 31 Ekim 1922 tarihinde Mussolini’yi başbakan olarak atar.

Mussolini ilk olarak, kısa bir sürede, muhalefeti ve demokratik kurumları ortadan kaldırır. Devleti, komünizm ve liberal demokrasiye aynı derecede düşman olan Faşist Partide kişiselleştirir. İtalya’daki karmaşık durumu fırsat bilerek, Akdeniz’e eski Romalıların deyimi olan ‘Bizim Deniz’ (Mare Nostrum) der ve Roma İmparatorluğu’nun yeniden kurulması gibi söylemleri ile milliyetçiliği güçlü bir unsur olarak kullanır. Doğu Akdeniz ve Anadolu’yu yayılma alanları arasında saymaktan çekinmez.

Birinci Dünya Savaşı’nda Hitler’in yanında yer alır. Saldırgan politikası ile diğer ülkelerce tepki çeken İtalya,  Habeşistan’ı işgal ettikten sonra diğer ülkelerce dışlanır. 1936 Yılında Almanya ile Berlin-Roma mihveri kurularak Hitler’in İtalya üzerinde daha etkin bir konuma geçmesi sağlanır. İkinci Dünya Savaşı’nda etkin olamayan İtalya’da huzursuzluk egemen olur. Mussolini, istediğini elde edemez ve halk tarafından tepkilere maruz kalır. Komünistlerin önderliğindeki direnişçilerin ülkede etkili olması ve müttefiklerin 1943’te Sicilya’ya çıkartma yapmasının ardından Kral III. Vittorio Emanuele, Mussolini’yi görevden alır ve tutuklattırır.

Hemen ardından Almanya, Kuzey İtalya’yı işgal eder ve Hitler’in emriyle, Alman askerleri Mussolini’yi 12 Eylül 1943’te tutuklu bulunduğu otelden kurtararak önce Roma’ya sonra Viyana’ya kaçırır. Almanya’nın savaşı kaybetmesiyle Mussolini İspanya’ya kaçmak üzere yola çıkarsa da yolları partizanlar tarafından kesilir.  Zırhlı aracıyla uzaklaşmayı başaran Mussolini’nin kaçışı uzun sürmez, partizanlarca yakalanır ve Ulus Kurtuluş Komitesi kararıyla orada kurşuna dizilir. Mussolini ve yandaşlarının cesetleri Milano’daki Loreto Meydanında ayaklarından asılarak teşhir edilir.

1943 İle 1945 yılları arası, İtalya’da ‘Sivil (iç) Savaş’ dönemi olarak anılır. Bu dönem 8 Eylül 1943 yılında İtalya ile Müttefikler arasında ateşkes ilanı ile başlar ve bir direniş dönemi olarak yaşanır. Tarihçiler sivil savaş döneminde İtalya’da dört cephede mücadelelerin sürdüğünü söyler.

  1. Vatanseverlerin işgal edilen bölgelerde Almanlara karşı savaşımı,
  2. Sınıf mücadelesi sürdüren komünistlerin, Sovyetler Birliği’nin desteğiyle direnişi sistem değişikliğine dönüştürme savaşı,
  3. Yirmi yıl süren faşizm döneminde örgütlenmiş, özellikle gençler üzerinde etkili olan ulusal faşistlere karşı ülke genelinde yürütülen, geniş çaplı mücadele,
  4. II. Dünya Savaşı yorgunu, partizanlara güvenmeyen, partizanların silahlı mücadelesi sebebiyle yaşam koşullarının zorlaştığına inanan , ‘gri bölgede’ konumlanan geniş bir halk kesiminin antifaşist olması için verilen savaşım. 1945 yılına gelindiğinde, gri bölgede bulunan bu kararsız halk kesimi, tümüyle antifaşist olur.

Örümceklerin yuvalandığı patika, direniş hareketine katılmış ve mücadelenin içinde gözlemler yapma fırsatı yakalamış olan Calvino’nun ilk romandır. Roman, antifaşist Einaudi Yayınevi tarafından, o tarihte editör olan Cesare Pavese’nin önerisiyle 1947 yılında yayınlanır. Kitabın 1964 yılındaki yeni baskısında, Calvino kitabı elden geçirmiş ve önemli değişiklikler yapmıştır. Kitap Cesare Pavese’nin ‘Ay ve Şenlik Ateşi’ ve Beppe Fenoglio’nun ‘Özel bir Mesele’ adlı eserleriyle birlikte, direnişi ve onun insan karakterinde yarattığı izleri en iyi anlatan üç kitaptan birisidir.

1964 yılındaki baskısına yazdığı önsözde, “İlk kitabı hiç yazmamış olmak daha iyi olurdu. İlk kitap yazılmadığı sürece insan, yaşamında bir tek kez kullanabileceği başlama özgürlüğüne sahiptir… ‘Anlatacak pek çok şey var, savaş… Yazdığım bir kitap, onu yazarken yok ettiğim şeyin- yaşamım boyunca korusam, belki de son kitabı yazmamamı sağlayacak olan, ama yalnızca ilkini yazmama yeten o deneyim- yerini asla dolduramaz.”

Eser Atölye ’de etkileyici, masalsı, ‘büyülü gerçekçilik’ ürünü bir roman olarak değerlendirildi. 1964 yılında yazdığı önsözde de ifade ettiği gibi, direnişçileri yüceltmeden antifaşist direniş anlatılıyor. Hem faşistlere hem de direnişçilerin kutsallaştırılmasına bir meydan okuyuş olarak düşünülebilir.  Lümpen bir antifaşist birliği, bir çocuğun gözünde, çocuğun iç dünyasındaki çelişkilerin, karar, öfke, beklenti, umut ve hayal kırıklıklarının, kısacası büyüme serüveninin dinamikleriyle işlenerek masalsı bir havada kaleme alınmış.

Eserde yer alan az sayıda kadının hepsi kötü bir eylem içindeler; ihanet ediyorlar, sorun kaynağı oluyorlar, geçmişte eyledikleriyle erkeklerde kalıcı travmalara yol açıyorlar. Oysa öykünün akışı açısından zorunluluk olmayan bu durumlar, yazarın tercihi olarak değerlendirildi. ‘Sonu kötü biten bütün öyküler bir kadınla başlar, hiç şaşmaz bu. Şu söylediğimi aklının bir köşesine yaz: savaşın tek suçlusu kadınlardır…’, ‘dünyanın en kötü takımının kadınlar olduğunu anlamış.’, ‘Kurbağalar kaygan ve yapışkandır, pürüzsüz ve çıplaktır, tıpkı kadınlar gibi.’, ‘Kadınların tamamı izne çıkan askerlerle sevişir, onlardan para alır.’

Romanın saf kötülüğe yönelik bölümleri, gereksiz şiddet kullanımı, hayvan düşmanlığı, silah merakı, silahı elinde tutanın üstünlük kurma eğilimi, faşizmin hegemonya kurma süreçlerinin bir alegorisi olarak görüldü. Özellikle kitabın son bölümlerinde birlik denetçisinin ağzından aktarılan bölümler, 1947 yılında kaleme alınan kitabın siyasal içeriğinin güncelliğini etkileyici bir şekilde gösteriyor. Toplumsal sınıfların tasnifi, kitle hareketlerinin güdüsü, faşist hareketin kitle tabanıyla antifaşist bir hareketin kitle tabanını birbirinden ayıran ‘haklılık ve fikirler’ vurgusu oldukça etkileyici. “Tabancalar da, mekanizmalarını inceleyip haklarında konuştuğunda, artık birer öldürme aracı olmaktan çıkıyor, tuhaf ve büyüleyici oyuncaklara dönüşüyorlar.”

İtalyan partizanların savaş sonu ruh halleri ‘Hezimete uğramış gibi değil, yeni sona eren savaşın galipleri gibi hissediyorduk,’ olarak anlatılıyor. ‘Biz toplumsal bir devrim yapmıyoruz, ulusal kurtuluş mücadelesi veriyoruz da ondan. Halk İtalya’yı kurtardığında, burjuvaziyi sorumluluklarıyla yüzleştireceğiz.’ Aydın ve yazarların durumu ise, ‘Konuşma özgürlüğüne yeniden kavuşmak, bizde anlatma takıntısına dönüştü.’

Savaş tüm tarafları olumsuz etkiler. ‘Alman, yuvasını çocuklarla doldurmuştu ve şimdi, savaş yüzünden evinden uzak düşünce, işgal altındaki ülkelerin fahişeleriyle dostluk kurarak sevgi özlemini gidermeye çalışıyordu.’, ‘Siyasi tutuklular, yüzlerindeki morluklardan, sorgulamayı yürütenlerce kırılan kemikleriyle yürüyüş tarzlarından belli oluyor. ’İnsan yaşamı denen o kan ve çıplak bedenler öyküsünün içinde yalnız ve yitmiş hissediyordu kendisini.’, ‘Gerçek bir tabancası olan kişi herzeyi yapabilir, büyük bir adam gibidir o. Kadınlarla erkekleri ölümle tehdit ederek, onlara istediği her şeyi yaptırabilir.’, ‘Şimdi namluyu ağzına koyup diliyle tadını duyumsayabilir.’, ‘Hiç hapse girmemiş kişi erkek değildir.’,

Yenilenen ceza hukukuyla baskısı artan faşizm döneminde, insanlar çaresizdir. ‘Ceza yasası yanlış. Ömrümüz boyunca neleri yapamayacağımızı yazmışlar… Ama insanın belli koşullarda, bunları yapmak yerine neler yapabileceğini yazmamışlar.’

Kapitalist sistem de eleştirilmektedir. ‘İnsanların bütün yaşamları boyunca çalışmak zorunda bırakılmaları, zalimliğin ta kendisi.’, ‘Az çalan hapsi boylar, çok çalan han hamam sahibi olur.’ , ‘Emperyalizmin nedeni aşırı üretimdir! Savaşı kim ister? ‘Savaşın asla bitmeyeceğini ve savaşı kimin istediğini anlamadıklarını söylüyorlar.’ Jandarma, ‘Savaşı öğrenciler istedi,’ diyor. ‘Emperyalist burjuvazi, söyle ona, pazarı bölüşmek için savaşan, burjuvazidir.’, ‘Kodaman takımı, gariban bir jandarmanın hayal bile edemeyeceği maaşlar alan, bununla yetinmeyip gelirlerini arttırmak için jandarmaları savaşa gönderen takım.’, ‘Pazarı bölüşmek için savaşan, burjuvazidir.’

‘O öfkesini silahlarla değil, sözcükler ve akıl yürütmelerle boşaltıyor… Onun için hiçbiri ondan hoşlanmıyor.’, ‘Ama savaştıkça, sözcüklerin hiçbir anlamı olmadığını görecekler. ’Neden savaşıyorlar öyleyse?’, ‘Her şey bizi özgürleştirmeye değilse, çocuklarımızı özgürleştirmeye, insanların kötü olmayabileceği öfkesiz, dingin bir insanlık kurmaya hizmet edecektir.’, ‘Savaşın anlamı bu. Bütün aşağılanmışlıklarımızdan güç alarak, insani, temel, adı konmamış bir kurtuluş dürtüsü: İşçinin sömürüden kurtuluş, köylünün cehaletten kurutuluşu, küçük burjuvazinin takıntılarından kurtuluşu, paryanın yozluktan kurtuluşu.’, ‘Hepimiz intikamını almak istediğimiz gizli bir yara uğruna savaşıyoruz.’

‘Tarihin yanlarında yürüdüğü insanlar’ olarak ‘Her adımım tarih… Belki önemli şeyler yapmayacağım ama tarih adsız küçük jestlerden oluşur. Ölmeden önce yapacağım her şey, ölümüm de, tarihin küçük bir parçası olacak ve şu an aklımdan geçen bütün düşünceler, yarınki tarihimi, insanlığın yarınki tarihini etkileyecek,’ bilincimizle Edebiyatta Savaş ve Barış Atölyemizin X.’cusunu bitirdik.

Biliyoruz ki, ‘Artık korkmayacak bir noktaya ulaşmak: İnsanın nihai amacı işte bu!”

Bunun için küçük jestlerden oluşacak barışın tarihini yazmaya devam etmeye devam edeceğiz. Başka bir temayla barışı arayacağımız yeni Atölye ’ye kadar,

Barışla kalın. 

Atölye BAK 

Did you find apk for android? You can find new Free Android Games and apps.
Share.

Comments are closed.