25 Mayıs 2010 – Edebiyat Atölyesi IX – İstanbul

0
Want create site? Find Free WordPress Themes and plugins.
Edebiyatta Savaş ve Barış Atölyesi IX

Edebiyatta Savaş ve Barış Atölyesi’nin dokuzuncusunu 25 Mayıs salı günü, Zehra Yaman, Ömer Şarlak ve Merve Merdane’nin yazar, dönem, İspanya İç Savaşı sunumlarından sonra Ernest Hemingway’in Çanlar Kimin İçin Çalıyor kitabını tartışarak yaptık.

Kitap 1940 yılında yazılmıştır. Haziran 1937’de, Guernica bombalandıktan sonrasının İspanya İç Savaşı’ndaki 3-4 günü anlatan bir savaş romanıdır.

1936-1939 Yılları arasındaki İç Savaş’ta Enternasyonel Tugaylar’da yer alan ve dağlarda faşistlere karşı savaşan gerilla güçleri arasında bulunan Amerikalı bir İspanyolca profesörü olan Robert Jordan’ın gözünden savaşın anlamsızlığı sorgulanmaktadır. Robert Jordan patlayıcı konusundaki uzmanlığı dolayısıyla Segovia şehrine yapılacak bir saldırıyı desteklemek için bir köprüyü havaya uçurmakla görevlidir. Romandaki tüm karakterler bu görevin ölümlerine sebep olacağını düşünmekte ve ölüm sebeplerini sorgulamaktadırlar.

Kitabın adı, şair John Donne‘ın bir katedralde başrahip olduğu dönemdeki vaazlarından birinden alıntılanmıştır; “Ada değildir insan, bütün hiç değildir bir başına; anakaranın bir parçasıdır, bir damladır okyanusta; bir toprak tanesini alıp götürse denize, küçülür Avrupa, sanki yiten bir burunmuş, dostlarının ya da senin bir yurtluğunmuş gibi, ölünce bir insan eksilirim ben, çünkü insanoğlunun bir parçasıyım; işte bundandır ki sorup durma çanların kimin için çaldığını; senin için çalıyor.”

Tüm kitaplarında olduğu gibi bu kitabında da Ernest Hemingway için yapılmış tanımlamanın geçerli olduğunu konuştuk; ölümle oyun oynuyor. 1.Dünya Savaşı’na gönüllü gitmesini, savaşı bütün detayları ve taktikleriyle başarı ile vermesini, boğa güreşini sevmesini, iki kez intihar girişiminde bulunup sonuncusunda başarılı olmasını yazarın bu ölüm ile olan oyununa bağladık.

Savaşın öldürmekle başladığını, savaşın yalnızca, tek ve mutlak anlamda ölüm, öldürmek ve ölmek olduğunu konuştuk.

İnsanlığın “Yüreğimizi açacak bir şeye gereksinmesi var; din, sevgili, ideoloji…” ve işte bunun için savaşacak bir şeyi hep bulma ihtiyacı duyduğunu konuştuk. “Cumhuriyeti koruyacaksak, kazanacaksak, öldürecektik”, “Kardeşlik duygusu için savaşabilirsin”, “Kendilerine duyulan güveni kötüye kullanan, görünümleri insanın içinde başkaldırı duyguları uyandıran amiralleri öldürüp yok ederiz elbette. Yok edilir onlar. Cinayete kurban gitmezler”, “Savaşanların savaşmayanlara kini vardır”, “Sabah insan öldüreceği için seviniyordu”.Öldürmek için neden aramak yerine savaşmamak için yolların aranmasının değerli olduğunu vurguladık.

Çünkü; “öldüğün zaman ne hangi ulustan olduğun ne de hangi siyasete bağlı olduğun anlaşılır”,”öldürdüklerim yüreğimi acı ile doldurur. Barbarlık bu”, “savaşta öğrenilen hiçbir şey basit değildir”, “öldürmek yozlaştırmaz mı”,”adam öldürmeye inanmamalısın”.

“Ölmek hiçbir şeydir”. “Ama yaşamak, bir tepenin yamacında rüzgarla salınan bir buğday tarlasıydı. Yaşamak, gökyüzünde dolaşan atmacaydı. Tahılın savrulduğu, samanların uçuştuğu harman yerinde, tozlar içinde duran toprak bir testideki suydu yaşamak. Bacaklarının arasındaki bir attı yaşamak…bir tepeydi,  bir koyaktı, bir dereydi kenarında, vadinin uzak kıyısında, tepelerin ötesindeki ağaçların uzandığı…”

Ernest Hemingway’in savaşla ve ölümle hesaplaştığı çok değerli cümlelerinin, paragraflarınının yanı sıra savaşmayı yücelttiği çok sayıda satırı da olduğunu şaşırarak gördük.

Cumhuriyetçilerin, guardiya civilleri ve faşistleri cezalandırmak için halkı linçe yönlendirirken,kasaba halkındaki sürü ruhunu nasıl dalga dalga yükseldiğini başarı ile anlattı gibi, faşistlerin Cumhuriyetçi bir köyü, aileleri nasıl katlettiklerini, belediye başkanının kızına nasıl tecavüz ettiklerini de aynı edebi başarı ile ve ilkel duyguları dışa vurarak anlattığını konuştuk.

Ancak yazar ayırımcıydı. Şaşırarak gördük ki çingenelerle, zencilerle, ayyaşlarla…farklı olanla sorunları vardı. “Eğer bir devrim daha yapacak olursak, bence, en başta temizlenmesi gereken ayyaşlardı”, “Çingene, beş para etmezin teki. Ne bir siyasi düşüncesi var ne de disiplini. Hiçbir konuda güvenemez insan ona… Askerlikten bağışlanmalı bunlar. Ya da fiziksel ve zihinsel özürlüler gibi…”

Yazarın ayrıca kadınları bakış açısı da sorunluydu. Sanki kadınlar savaşta her türlü “hizmeti” karşılayan, savaşan erkekleri rahatlatan tarafıydı. “Onun  ülkesinde kadın erkeklerden önce yemek yemezdi”, “ayak yıkar, viski bardağını doldururdu”.

Dokuzuncusunu yaptığımız Edebiyatta Savaş ve Barış Atölyesi’nin, daha önceleri çok farklı duygu, düşünce ve değerlendirmelerle okuduğumuz kitapları nasıl bambaşka bir paradigma ile okumamıza, irdelememize, dikkatimizi yönlendirmemize yaradığını, Atölye’nin tek tek bizlerde yaptığı katkıları konuştuk. Dilimize, düşüncelerimize, dünyaya bulaşmış savaş ve şiddet ruhundan arınmanın çok da kolay olmadığını bir kez daha gördük. Barış kültürünü toplumda yerleştirmeden önce bizlerin bile barışı özümsemesinin ne denli zor ve yaman bir iş olduğunun ayırtına bir kez daha vardık.

Son atölyemizde, çalışmalarımızı nasıl yazılı sunum haline getireceğimizi,bizim yaşadığımız bu değerli deneyimi,farkı okumaları nasıl bir kitap haline getirerek başkaları ile paylaşabileceğimizi konuşacağız.

Son atölyemizi 8 Haziran’da yapacağız. A.H.Tanpınar’ın  Beş Şehir kitabını tartışacağız.

Did you find apk for android? You can find new Free Android Games and apps.
Share.

Comments are closed.