Temasını ‘Alman Edebiyatında savaş ve barış’ olarak belirlediğimiz Edebiyatta Savaş ve Barış Atölyesi’nin XIII. Döneminin 24 Kasım Çarşamba günkü ikinci toplantısında önce çevirmen Atilla Dirim ile Almanca dili konusunda bir sohbet yaptık. Ardından Murat Tekelioğlu bizlere Friedrich Schiller’in (1759-1805) hayatı ile ilgili bilgi verdikten sonra, yazarın Wilhelm Tell (1804) isimli kitabını tanıttı ve Atölye katılımcılarının tartışmasına açtı.
Çağdaş Alman edebiyatının Goethe ile birlikte kurucularından sayılan Schiller, Marbach Württemberg’de, beş kız tek erkek çocuk olarak dindar bir ailede doğup büyüdüğü için, gençliğinin büyük bir bölümünü daha sonra oyun yazarlığını etkileyecek olan İncil’i inceleyerek geçirir. Ailenin taşındığı Ludwigsburg’da Württemberg Dükünün dikkatini çeker ve onun ısrarı ile, hukuk öğrenimi görmek üzere askeri akademiye girer. Daha sonra okul Stuttgart’a taşınınca Schiller’in tıp öğrenimine geçmesine izin verilir. Schiller kısa yaşamının önemli bir bölümünde, kendi kendine tedavi etmeye çalıştığı hastalıklarıyla boğuşmak zorunda kalacaktır. Okuldayken Rousseau ve Goethe okumaya başlar, şiirler yazar, yayınlar ve ilk oyunu olan Haydutlar’ı da bu dönemde yazmaya başlar.
1779 Yılında mezuniyet sınavını verir vermez doktorluktan istifa ederse de bu isteği ancak bir yıl sonra kabul görür. İstifasının üstünden bir sene geçtikten sonra da Haydutlar’ı bitirir. ‘Amaç araçları meşru kılar’ atasözünün aksini savunan ve düzyazıyla kaleme alınmış olan bu oyun Mannheim’da sahnelenir. Dönemin ruhunu yansıtan bir toplumsal eleştiri olan eser, baskı yönetimine karşı çıktığı için büyük bir başarı kazanır. Yıllar sonra Schiller, bu oyun nedeniyle Fransız Cumhuriyeti’nin onursal üyesi yapılır. Württemberg Dükü oyundaki başkaldırı ruhundan hoşlanmaz, eserin oynanmasını yasaklar, Schiller 14 gün cezaevinde yatmak zorunda kalır, şiir ve oyun yazması da yasaklanır. Haydutlar eserini coşku ile seven genç kitle ise bu karara büyük bir öfke duyar, nasıl Goethe’nin Genç Werther’in Acıları adlı eserinin yayınlanmasından sonra gençler arasında bir intihar salgını başladıysa, Haydutlar’ın sahnelenmesinden sonra da gençler arasında yaygın bir şekilde haydut çeteleri kurulmaya başlanır.
Şiir ve oyun yazmasının yasaklanması üzerine Schiller dükün baskısından kurtulmak için Stuttgart’tan kaçıp Mannheim’e gider. Kaçışı sırasında yanında olan arkadaşı Andreas Streicher daha sonra bu kaçışı bir kitap haline getirip yayımlar. 1783’te Schiller maaşlı oyun yazarı olarak Mannheim Tiyatrosu’na girer, burada bir yıl çalışır, o yıllarda çok yaygın olan sıtma hastalığına yakalanır, işini aksatır ve tiyatrodan kovulur. Kovulduktan sonra maddi sıkıntılar yaşamaya başlayınca Leipzig’e taşınır. Burada Christian Gottfrie Körner adlı arkadaşının yanında kalmaya başlar ki Körner 4 yıl boyunca Schiller’in tüm eserlerinin basılmasının masraflarını karşılayacaktır. Bu dönemde “Thalia” dergisinde birçok öyküsü yayınlanır ve bu öyküler daha sonra Onursuz Suçlu adıyla basılır.
1785’te yazdığı “Ode an die Freude” (“Neşeye övgü”) adlı şiirini sonradan Alman besteci Ludwig van Beethoven Dokuzuncu Senfonisinin sonundaki koro bölümünde kullanır. Şiirin son dörtlüğü şöyledir:
Kardeş olun ey insanlar, bunu ister tanrımız
Bu dünyada her şey geçer, en son sana dost kalır
İnsanlığa doğruluğa göğsünü aç korkmadan
Hür doğmuştur insanoğlu hür yaşamak hakkıdır”
Schiller bu yıllarda Dresden yakınlarındaki Tharandt’a taşınır ve beş perdelik tarihsel bir dram olan Don Carlos adlı eserini tamamlar.Don Carlos aynı yıl yayınlanır ve sahnelenir. Oyun, İspanya’daki mutlak krallık ve engizisyona karşı, Aydınlanma Çağı’nın özgürlükçü düşüncesini ve cumhuriyet yönetimini savunmaktadır.
1787’den 1789’a kadar Weimar’da yaşayan Schiller, bu arada tarih yazarlığına yönelir. Hollanda halkının İspanya yönetimine karşı ayaklanışını anlatan “Birleşik Hollanda’nın İspanyol Yönetiminden Ayrılmasının Tarihi” adlı eserini kaleme alır. Aynı dönemde İtalya gezisinden dönen Goethe’yle tanışır.
Büyük bir borç yükü altında olan Schiller istemese de 1789 yılında Jena’da profesör olmayı kabul eder ve tarih eğitimi vermeye başlar. Burada çok sevilen yazarın “Dünya Tarihi Nedir ve Ne Amaçla Okutulur” adlı ilk dersi çok büyük bir kitle tarafından dinlenir, amfiye sığmayan dinleyicilere daha sonra daha büyük bir amfide tekrar ders verir. Aynı yıl Ruhların Tanığı isimli romanı basılır. 1790 yılında yılında Charlotte von Lengefeld ile evlenir ve 4 çocuğu olur. 1793 Yılına kadar Jena Üniversitesi’nde tarih profesörü olarak çalışmaya devam eden Schiller, Otuz Yıl Savaşı Tarihi adlı iki ciltlik yapıtını bu dönemde yayımlar. Evlendikten sonra birçok hastalığa yakalanan Schiller tüberküloza da yakalanır ve hastalık peşini hayatı boyunca bırakmaz.
1794 yılında Goethe, Schiller’e, birlikte Horen dergisini çıkarmayı önerir, aynı yılın eylül ayında Schiller, Goethe’nin evinde 2 hafta geçirir. Schiller nikahsız evliliğe karşı olduğu için Goethe birlikte yaşadığı Christiane Vulpius ile arasındaki nikâhsız evliliği Schiller’den saklar, Vulpius ve çocuğu bu dönem boyunca evde birer hayalet gibi yaşamak zorunda kalır. Sonrasında Schiller bu durumu Goethe’nin tek kusuru olarak niteleyecekti. Goethe de buna cevap olarak ilişkisini ‘Seremonisiz bir evlilik’ olarak niteler. Öbür taraftan Goethe’de Schiller’in iskambil oyunları ve tütüne olan düşkünlüğünden rahatsız olmaktadır.
Alman edebiyatının aydınlanma çağına damgasını vuran Schiller ve Goethe’nin Alman toplumunun ahlâk ve estetik değerlerine büyük katkıları olur. Kant’tan sonra katı Alman disiplini ve görev ahlâkının yerleşmesinde bu ikili de oldukça etkili olurlar. Daha sonra bu disiplin ve görev anlayışı Nietzsche tarafından eleştirilecektir.
1795 yılında Schiller, “Doğal ve Duygulu Şiir Üzerine” araştırmasını tamamlar, estetik konusundaki yazılarını topladığı İnsanın Estetik Terbiyesi üzerine Mektuplar’ı yayınlanır, Goethe ile hazırladıkları aylık dergi Horen’in ilk sayısı çıkar, Herder, August Wilhelm, Alexander von Humboldt, Friedrich Hölderlin gibi zamanın en ünlü yazarları ve filozofları dergiye katılmaya başlar. Schiller 1796 yılından 1800 yılına kadar, edebiyat dergisi Musenalmanach’ı yayımlar ki bu dergide de yine aynı isimlerle birlikte çalışır.
Zamanın gericilerinin bir kâfirlik çağı olarak nitelendirdiği bu dönemde Schiller ve Goethe bu gerici akımlara karşı manzum yergiler yazarlar. İlk yayınlandığında büyük etki yaratan fakat etkisi çabuk kaybolan bu yazın türünün yararsız olduğuna karar vererek kalıcı eserlere yönelirler. Schiller’in teşvikiyle Goethe, “Wilhelm Meister’in Çıraklık Yılları”nı 20 yıl aradan sonra tamamlar. Schiller de Goethe’nin teşvikiyle Otuz Yıl Savaşları dönemindeki olaylar üzerine kurulu üç bölümlük tarihseli bir trajedi olan Wallenstein adlı oyununu tamamlar.
1798 yılında Fransa tarafından verilen Fahri Vatandaşlık belgeleri Schiller’e teslim edilir, 1799’da da ailesiyle birlikte Weimar’a taşınır, orada 1802 yılında soyluluk unvanını alır. 1800 yılında “Maria Stuart”ı, 1801‘de “Orléans Bakiresi”ni ve “Yeni Yüz Yılın Başlangıcı” adlı şiiri, 1803’te “Messinalı Gelin” çalışmasını, 1804’te de “Wilhelm Tell”i bitirir, ardından da tamamlayamayacağı “Demetrius”u yazmaya başlar.
Hastalığı giderek ağırlaşan Schiller 9 Mayıs 1805’te akciğer iltihaplanması sebebiyle Weimar’da hayatını kaybeder. Otopsi raporuna göre Schiller’in sol akciğeri tamamen tahrip olmuş, böbrekleri iflas etmiştir. Arkadaşının ölümü üzerine yaşadığı üzüntüyü “Kendi varlığımın yarısını yitirdim” diyerek ifade eden Goethe ancak bir sene sonra kendine gelebilecektir.
İlerleyen yıllarda Schiller’in mezarı ile ilgili söylentiler çıkmaya başlar. Bu söylentiler yoğunlaşınca 1826 yılında mezarı açılır ve cesedin onun olmadığı anlaşılır. Daha sonra bulunan mezarı, düşes Anna Amalia Kütüphanesi’nin bahçesine getirilir. Bu sırada Goethe’nin arkadaşının kafatasını ödünç aldığı ve masasının üzerine koyarak “Schiller’in Kafatasını İncelerken” adlı bir şiir yazdığı iddia edilir. Nihayetinde Schiller 1827 yılında Weimar mezarlığına gömülür. Goethe de öldükten sonra aynı mezarlığa gömülecektir.
Schiller çalışma masasında her daim çürük elma bulundurup bunun yaratıcılığını arttırdığına inanır. Ayrıca ‘Çanta çalmak bir suç, servet çalmak bir cüret, taht çalmak ise yücelik göstergesidir. Suç büyüdükçe kabahat küçülür’ sözünün de sahibidir.
Atölyenin bu akşamki konusu olan Wilhelm Tell tarihte yaşamış bir kişidir. Rütli komplocularından bahseden ilk yazılı kaynak 1474 tarihli ‘Sarnen’in Beyaz Kitabı’dır. Kitabın yazarı Hans Schriber isimli bir kâtiptir. Bu kitapta Wilhelm Tell’den ismen bahsedilmezse de varlığı yer alır.
Tell’in adının geçtiği ilk yazılı eser dönemin önemli tarihçilerinden olan Aegidius Tschudi’nin 1550 tarihli İsviçre tarihini anlattığı Chronicon Helveticum adlı eserinde ismen bahsedilmektedir. Schiller oyunu için ana kaynak olarak bu kitaba başvurmuştur. Oyunda anlatılanlar ile kitapta yazılanlar neredeyse birebir aynı olmakla birlikte en önemli fark, oyunda anlatıldığının aksine Tell’in de Rütli komplocularından biri olmasıdır. Tschudi’nin yazdıklarına göre Wilhelm Tell 1354 yılında nehirde boğulmak üzere olan bir çocuğu kurtarmak isterken hayatını kaybetmiştir.
Babanın çocuğunun başındaki elma ile imtihanı teması aslında çok daha önceden beri Kuzey Avrupa’da anlatılmakta olan bir hikâyedir. Bununla ilgili elimizdeki en eski kaynak 12. Yüzyılda yaşamış Saxo Grammaticus isimli Danimarka’lı bir tarihçiye aittir. Saxo Grammaticus’un anlattığı hikâye, Harald Blutooth isimli Danimarka kralı ile maiyetinde bulunan Toko isimli savaşçı arasında geçmektedir. Kuzey Avrupa ile İtalya arasında ticaret yolunun durağı olan İsviçre’ye bu hikâyenin İtalya’ya giden Kuzey Avrupalı tacirler tarafından getirildiği düşünülmektedir.
Friedrich Schiller İsviçre’ye hiç gitmemiş, oyunu yazması için kendisini bu konuda bilgi sahibi olan, İsviçreli karısı cesaretlendirmiştir. Tschudi’nin kitabından faydalanarak 1804 yılında tamamladığı oyun aynı yıl 7000 kopya basılır, 17 Mart 1804’te Johann Wolfgang Goethe’nin yönetiminde Weimer’da sahnelenir ve oyun, yıllar içinde Wilhelm Tell’i dünyanın hemen her yerinde bir bağımsızlık ve vatanseverlik simgesine dönüştürür. Rossini’nin Schiller’in oyunundan yola çıkarak bestelediği aynı isimli operası 1829 yılında Milano’daki La Scala operasında sahnelenir. Ama o dönemde şehir hala Habsburg İmparatorluğu’nun bir parçası olduğu için hikâye İsviçre yerine İskoçya olarak değiştirilir.
Oyun Türkçeye ilk kez 1896 yazında Trablusgarp’te sürgünde olan Abdullah Cevdet tarafından çevrilir, aynı yıl Kahire’de “Giyom Tel” ismiyle basılır. 1897 yılında Abdullah Cevdet diğer pek çok jöntürk gibi İsviçre’ye, Abdülhamid’e muhalif Jön Türklerin merkezi haline gelen Cenevre’ye gider. Bu dönemde. Giyom Tel de, Jön Türkler’in ilk popüler yabancı kahramanı olur. Jön Türkler kendilerini özgürlük, erdem ve despot yönetime karşı mücadele eden Giyom Tel’ler olarak görürler. Giyom Tel’in cumhuriyet dönemindeki ilk baskısı ise 1934 yılında, yayıncısı Mustafa Reşit’in, kitabın özsözünde İsviçrelilerin karlı Alp Dağlarında vatanlarını kurtarmak için yaptıkları toplantıları, Erzurum ve Sivas kongrelerine benzeterek “Kitabın her satırı, aklımıza Kurtuluş Savaşı’nı getirmelidir” diyerek basılır.
Nazilerin Wilhelm Tell ile iki yüzlü bir ilişkisi olur. Almanya’da iktidarı ele geçirdiklerinde, kendilerini diğer ülkelerdeki etnik Almanların kurtarıcıları olarak gördükleri için önce Tell’e sahip çıkmış, dönemin önemli komutanlarından Hermann Göring’in kadın arkadaşının başrolünde olduğu Tell’i yücelten bir film çekmişlerdir. Ancak birkaç yıl sonra komşularına saldırmaya başlayınca diğer halklar tarafından Tell’in hikayesindeki işgalci güç olarak görülmeye başlanırlar. Hitler, genç bir İsviçreli olan ve sonrasında genç Wilhelm Tell olarak anılacak Maurice Bavaud tarafından düzenlenen suikasttan son anda kurtulunca, Schiller’in oyununun sahnelenmesi yasaklanır.
Oyun günümüzde İsviçre’nin ulusal kimliği açısından önemli figürlerden biri konumundadır. Her yaz Interlaken’de ve Altdorf’da düzenlenen festivallerde, açık hava tiyatrolarında kapalı gişe oynamaktadır.
Oyun Tell’in kişisel hikayesi ile kantonların bağımsızlık hikayeleri olarak iki ayrı koldan ilerlemektedir. Tell, “İnsan sadece kendine güvenebilir. Güçlü insan en çok yalnızken kuvvetlidir” diye yolculuğuna başlar. Gessler niye şapkasına selam vermediğini sorunca da “Affedin beni efendim. İstemeden oldu. Sizi hiçe saydığımdan değil, ihtiyatlı olsam adım Tell olmazdı. Merhamet diliyorum, bir daha olmayacak” diyerek alttan alır. Ailesinin hayatı tehlikeye girince sonrasında Küssnacht’daki geçitte Gessler’i beklerken, kendini işleyeceği cinayete ikna etmeye çalışır. “Sessiz sakin yaşardım ben. Okum sadece orman hayvanlarını hedef alırdı. Düşüncelerim cinayetle kirlenmemişti. Benim barışçıllığımı bozan sen oldun. Bendeki uysallığın sütüne sen canavarlığın zehirli mayasını kattın. Gaddarlığa alışmama sen sebep oldun. Çocuğunun başına ok savuran insan pekâlâ düşmanın kalbini de vurabilir” der. “Bu yaban geçitte, aklında cinayet fikri, oturmuş pusu kurmuş düşmanının başına, ama yine aklında siz varsınız çocuklarım. Sizin tatlı masumiyetini savunmak amacıyla babanız şimdi yayını öldürmek için gerecek. Cinayeti işledikten sonra da silahını bir kenara kaldıracaktır” diye neden savaş açtığını anlatmaya çalışır. Onunki haklı (!) bir savaştır. Yayının nerede olduğunu soran oğluna “Bir daha asla görmeyeceksin. Kutsal yerlerde muhafaza ediliyor. Bundan sonra hiçbir ava hizmet etmez artık” diyerek haklı savaşın galibi olarak savaşmayı bıraktığını anlatır. Ama arbettasını yine de benzer bir amaç için çıkaracağı kutsal(!) bir yere saklar.
Amcası, Avusturya Kralını öldürdükten sonra yardım istemek için yanına gelen Parricida aralarında benzerlik olduğunu iddia edince Tell deliye döner; “Seni uğursuz! Makam hırsıyla işlenen kanlı bir cinayetle bir babanın haklı meşru müdafaasını nasıl karşılaştırırsın? Sen çocuklarının aziz başını mı savundun? Ocağının kutsallığını mı korudun? En korkunç sonu çocuklarından uzak mı tuttun? Temiz ellerimi göğe açıyorum. Sana ve suçuna lanet okuyorum. Ben senin kirlettiğin kutsal doğanın intikamını aldım. Hiçbir ortak noktamız yok seninle. Sen cinayet işledin, ben en kıymetlimi savundum.”
Atölye bu ve benzeri gelip gitmeler nedeniyle eserde, her ne kadar barışçıl ifadeler olsa da, çocuğunun intikamını almak için de olsa Tell’in bireysel savaşını haklı bulmamıştır. “Ateşli bir intikam duygusu aktı içime” diyen Unterwaldenli Melchthal’i Schwyzli Stauffacher, “İntikamdan söz etmeyin. Olanların öcünü almak değil, bizi tehdit edern belanın karşısına dikilmek istiyoruz” diyerek savaşlarının mubah olduğunu ilan eder.
Feodalizmi sona erdirecek köylü ayaklanmalarının başladığı dönemleri anlatır eser. Serf olan köylülükten tarım işçisi ve küçük tarım tüccarı haline dönüldüğü yıllardır. Aslında yeni yeni mülkiyet haklarının bilincine vardıkları ve sermaye birikimine başladıkları dönemlerde, elde ettikleri haklardan vaz geçmemek için mücadele ediyorlardır. Gelen feodalizmin dağılmasının, tarım ve ticari kapitalizmin ayak sesleridir. Zulüm isyanı getirir, ezilenlerin mağduriyetiyle hak kavgasıdır başlayan. Bir süre sonra mülkiyetin korunması adına mutlakıyetten ulus devletlerine geçilecektir. Burada artık şiddet tekeli devletin eline geçecektir.
Wilhelm Tell’de önce acılar anlatılır, ardından isyan, savaş başlar. Atölye’de karşı durmamız gerekenin ‘ezilenlerin öldürme hakkının olduğu’ düşüncesini reddetmemiz olduğunu konuştuk. Yine kitapta gelişen olayların bugünkü sistemin içinde de olduğunu irdeledik. Kitapta ayak seslerini duyduğumuz kurumsal şiddetin, hak ihlallerinin, çıkar uğruna doğaya zarar verme hallerinin, özgürlükleri sınırlamalarının bugün, yerleşmiş sistemde de aynı biçimde yürütüldüğüne dikkat çektik.