Faruk Sevim
Dolar 4 TL’ye, Euro 5 TL’ye dayandı. Gösterge faizler yüzde 13’ü geçti. Bütün bu gelişmeler, Merkez Bankası piyasayı rahatlatmak için 3 Milyar Dolarlık tahvil satışı yaptıktan sonra oldu. Çünkü gündeme düşen “ekonomi ile ilgili iki yeni KHK yayınlanacak” haberi, piyasaları aniden paniğe sevk etti. Zaten bıçak sırtında giden döviz – TL dengesi aniden TL aleyhine bozuldu.
OHAL koşullarının, keyfi KHK yayınlama alışkanlıklarının ekonomide nelere yol açtığını sürekli görmekteyiz. Hukuksal olarak kendini güvende hissetmeyen yerli ve yabancı yatırımcılar hızla ülkeden kaçıyorlar, döviz ve faizler almış başını gidiyor. Hükümetin ise bütün bu gelişmeler karşısında tek yapabildiği piyasaya karşılığı olmayan TL sürmek.
Hükümet, dünya kapitalizminin krizine ek olarak kendi yarattığı OHAL sistemi ile krizin daha da derinleşmesine yol açıyor. Üstelik enflasyona yol açarak krizin faturasını yoksullara çıkarıyor. Enflasyonu engellemek için hiçbir şey yapmadığı gibi, sürekli karşılıksız para basarak daha da körüklüyor.
Son bir yılda ekonomik göstergelerin büyüme rakamları dışında tümü kötüye gidişi anlatıyor. Hükümet ise sadece büyüme ile ilgili rakamları gözümüze sokmaya çalışıyor. Bugün geldiğimiz noktada bu büyümenin hormonlu, sağlıksız bir büyüme olduğu artık açıkça görülüyor. Öyle bir büyüme sağlanıyor ki, enflasyon, işsizlik, döviz kurları, faiz oranları, dış ve iç borç, cari açık hep birlikte yükseliyor. Kısaca istihdamsız büyüme olarak adlandırılan bu büyüme türü, sıcak para girişine endeksli bir büyümedir. Giren ve ekonomiye saman alevi gibi canlılık veren sıcak para, çıkışı ile pek çok sorunu da çıktığı ülkeye bırakır ve öyle gider.
Nitekim bugünlerde yaşadığımız ani döviz yükselişleri borsadan ve tahvillerden çıkmakta olan sıcak paranın geride bıraktığı yıkımlardır. Türkiye kapitalizmi bu yıkımlarla uzun bir süre boğuşmaya devam edecek. Çünkü sanayideki ithalat ihracat dengesi, montaja dayalı sanayi nedeniyle sürekli açık veriyor. Turizm gelirleri, OHAL koşullarında yeterince turist gelmediği için bu açığı kapatmaya yetmiyor. Açığı kapatabilecek doğrudan yabancı sermaye yatırımı hukuksal sistemimizdeki sorunlar ve özellikle OHAL nedeniyle gelmiyor, hatta var olanlar kaçıyor. Bütün bu gelişmeler üst üste eklendiğinde dövizin TL karşısında değerlenmesi kaçınılmaz hale geliyor.
Bu yıl petrol fiyatlarında başlayan yukarı yönlü hareketi de olanlara eklediğimizde ekonomik krizin çok yakınımızda olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bütün bu karmaşada Türkiye için tek avantaj, 2017 yılında ABD ve Avrupa’da bir önceki yıla göre ekonomilerin büyümeye başlaması, dolayısıyla Türkiye’nin ihracat olanaklarının artması oldu. Ama zaten katma değeri düşük ürünler üretildiği için ihracat artışı, aynı zamanda ithalatı da artırıyor, döviz ihtiyacında pek azalma olmuyor.
Günümüzde Türkiye ekonomisindeki darboğazın odak noktası krediler. 2001 krizinde faizler bir anda yüzde üç bine fırlamıştı, ama kredi kullanımı bugünkü ölçüde yaygın değildi. Kredilerin GSYH’ya (Milli Gelire) oranı yüzde 13’lerdeydi, toplam büyüklüğü 66 Milyar TL idi. Bugün bu oran yüzde 70’lere dayanmış durumda. Bankaların dağıttığı kredilerin toplamı 2 trilyon TL’yi geçti. Bu nedenle faizlerdeki en ufak kıpırdanma anında iflaslara yol açabiliyor. Bankalar ticari kredi faizlerini artık yüzde 18’lere çekmiş durumda. Konut kredileri yüzde 14’lerde seyrederken ticari kredilerdeki bu yükseklik, yatırımları büyük ölçüde engelliyor.
Ama dövizde (euro ve dolar ortalamasında) bir yılda yaşanan yüzde 40 artış, faizleri yüzde 18’lerde tutmayı da irrasyonel hale getiriyor, çünkü hiçbir banka bu rakamlar ortadayken piyasadan TL mevduatı toplayamaz, topladığı döviz mevduatını bu faiz oranları ile dağıtamaz. Bankaların uzun süre dövizdeki yüzde 40 artış ile faizlerdeki yüzde 15’lik düzey arasındaki makasa dayanması mümkün olmaz. Yani ya faizler artacak, dövizdeki artış oranını yakalayacak, ya da dövizdeki artış durdurulacak.
Merkez Bankalarının en temel görevi, kendi ülke parasının değerini korumaktır. Bunun için kasalarında döviz veya altın bulundururlar, kötü günlerde satıp paranın değerini korurlar. Ama Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasında yeterince altın ve döviz de kalmadı. Yani sonuçta Merkez Bankasının elinde tek bir imkân var, faizleri yükseltmek, ama onu da AKP Genel Başkanı istemiyor.
Kısaca ekonomide tam bir kısır döngüye girmiş bulunuyoruz. İşçi ve emekçi örgütleri süreci dikkatle izlemeli, krizin faturasının emekçilerin sırtına yüklenmesine karşı çıkmalıdır. Bunun için özellikle sokaktaki gerçek enflasyon sürekli izlenmeli, ücretlere enflasyon oranının üzerinde zam yapılması sağlanmalıdır. Hükümetin karşılıksız para dağıtan, enflasyonist politikaları teşhir edilmelidir.
Bu yazı Marksist org web sitesinde ayınlanmıştır.