Geçtiğimiz hafta göçmenlerle ilgili yaşanan bir dizi gelişme ve bu gelişmelere gösterilen tepkiyle, 24 Nisan’da ABD başkanının 1915’te gerçekleşen olayları soykırım olarak adlandırmasına gösterilen tepkide ortak bir yön var.
Oturduğu tarihsel bağlam açısından kuşkusuz ki 24 Nisan bambaşka yönlere sahip. 1915, bambaşka bir olay, bir halka yönelik sistematik bir katliam ve ardından gelen bir dizi gelişmenin “şöyle değil de böyle” yaşanmasında etkisi oldu.
Ben sadece, göçmen sorununa gösterilen bir tepkiyle 24 Nisan’da ABD başkanının kullandığı ifadeye gösterilen tepkinin benzerliğinin altını çizmeye, bazı siyasi figürlerin tepkilerinin temelinde yatan apaçık ırkçılığı göstermeye çalışacağım.
İktidar blokundan gelen açıklamaları bir kenara bırakırsak, muhalefetten gelen seslerdeki ırkçı tonlama gerçekten ürkütücü. Solda durduğunu söyleyen isimlerin bile oy vermekle yetinmeyip övüp parlattığı İmamoğlu, göçmenlerle ilgili, “Göçmenlerin kendi memleketlerine dönüşü mutlaka sağlanmalı” demişti. Suriyelilerin geri dönüşü için kolları sıvamıştı. Danimarka’da aşırı sağcıların izlediği politikaları burada “çağdaş belediye başkanı” savunuyordu. Aynı belediye başkanı, “ABD yönetiminin 1915 olaylarıyla ilgili ifadelerini şiddetle kınıyorum” diyerek girdi lafa.
“Düşman ordusu ile iş birliği yaparak Türk ordusunu arkadan vuranlara karşı gereken önlemi alan Talat, Enver ve Cemal Paşaları rahmetle anıyorum. Bugün olsa yine yaparız. Arkadan vuranı vururuz.” Bu sözleri söyleyen ise Ümit Özdağ. Suriyeliler hakkında her sabah bir yalan söyleyerek güne başlayan birisi: “50 bine yakın Türk vatandaşı 50 bin kişi resmen aç. Suriyelilerin yüzde 32,6’sı ise fazla kilolu, yüzde 27,7’si obez.”
1915 yılında Ermenilerin yaşadıklarını küçümseyen, bunu hakkettiklerini söyleyen, yine olsa yine yaparız diyenler, bugün de Suriyeliler, göçmenler söz konusu olduğunda aynı tepkiyi gösteriyorlar.
Karşımızdaki saldırgan bir ırkçılık. O kadar saldırgan ki Ermenilerin, bu toprakların vatandaşı olduğunu görmeyecek kadar çığırından çıkmış.
İnkâr ve gerçeklerin gündeme gelmesine karşı saldırgan ırkçılık, kuşkusuz ki Taner Akçam’ın 1915 olaylarının niteliğinde yattığını söylediği zayıflıktan kaynaklanıyor. Bir felaketi, daha gerçekleşirken gizlemek, yaşananın bir katliam olmadığını daha tehcir emrini verirken planlamak, tüm tarihin de bir inkâr tarihine dönüşmesini olanaklı kıldı.
Irkçı gürültü, bir tartışma yapmadan gerçekleri boğmanın ve bu tepkilerin kökeninde yatan zayıflığı gizlemenin aracı olduğu için, bilinçli olarak gündeme getirilen bir yöntem. Bu yöntemi iştahla kullananların karşı olduklarını iddia ettikleri iktidardan esasen hiçbir farkları olmadığı da ortada.
(Marksist.org)