19 Mart 2014 – Edebiyat Atölyesi V. Dönem Onbirinci Kitabı – İstanbul

0
Want create site? Find Free WordPress Themes and plugins.

image_106881V.Dönem Edebiyatta Savaş ve Barış Atölye’sinin onuncu  toplantısında Didem Arslanoğlu bize İsrail’i tanıtan bir sunum yaptı. Ardından Asuman Kafaoğlu-Büke İsrailli yazar Amos Oz ve kitabı Kara Kutu’yu tanıttı ve tartışmaya açtı. İsrail çok farklı ülkeden, çok farklı etnik kökenden  gelenlerin yaşadığı bir ülke. Gelenek ve göreneklerin çok çeşitli olduğu İsrail’de halkın ortak kültürü büyük ölçüde son iki yüzyıldır Batı Avrupa’dan  gelen göçmenlerin getirdiği Batı Kültürü. 19. ve 20. Yüzyılda   büyük göçmen gruplar beraberlerinde birçok yeni kültürü de getirip kültürel çeşitliliği arttırmış. İsrail topraklarının dışında, Yahudi nüfusun 750.000 kadarı (yaklaşık %12.5’i) yurt dışında yaşamakta.

     Tevrat’a göre İsrailoğulları’nın tarihi  M.Ö. 1800 yıllarına kadar gitmekte. Nuh’un torunu Terah’ın oğlu  Avram, (tanrı sonradan onun adını ‘ulusların babası’ anlamına gelen Abraham olarak değiştirmiştir)M.Ö.1.500’lerde, Harran’da yaşarken, 75 yaşında  tanrının ¨Mısır Irmağından Fırat Irmağına kadar uzanan toprakları senin soyuna vereceğim’ demesiyle  Kenan Ülkesine göçer.

     Kenan Ülkesi, Şeria Nehri‘nin batısındaki Filist Krallığının olduğu, günümüzdeki İsrail, Filistin ve Lübnan toprakları ile Ürdün, Mısır ve Suriye‘nin kıyı kesimlerini kapsayan bölgedir.

     İbrahim, oğulları İsmail ve İshak, İshak’ın oğlu Yakup    (rüyasında tanrıyla güreşip onu yeniyor ve tanrıyı yenen anlamında İsrail adını alıyor), Esav, Yuda (ya da Yahudi sözcüğüne kaynaklık eden Yahuda) bu ‘Vaat edilmiş topraklarda’ yaşıyor, çoğalıyor ve zenginleşiyorlar. Kıtlığın başlamasıyla Yakup ailesiyle Mısır’a yerleşiyor. Daha sonra Musa onları Mısır’dan çıkarıp,‘on emir’in verileceği Sina çölüne götürüyor. Tanrı, 40 yıl onları çölde cezalandırdıktan sonra Yeşu önderliğinde vaat edilen topraklara geri geliyorlar.

     Bugün Yahudilerinİshak‘ın soyundan geldiğine, İsmail’in ise Arapların atalarından olduğuna inanılır.

     Yahudiler, antik çağdaki ulusal toprakları olarak gördükleri İsrail Diyarı‘nda iki defa siyasi otonomiye sahip oluyorlar. İlki M.Ö. 1350’den M.Ö. 586 yılına, Birinci Tapınak’ın yıkılmasına kadar süren dönem ikincisi ise M.Ö. 140 ile M.Ö. 37 yılları arasındaki Haşmonayim Krallığı dönemi.

     Bu topraklar, MÖ. 516-70 yılları arasında Babilliler tarafından işgal ediliyor, Kudüs ve Tapınak yakıp yıkılıyor, Yahudiler Babil’e sürgüne gönderiliyor ve  ilk Yahudi Diasporası yaşanıyor. Daha sonra topraklada  Persler, Yunanlılar, Roma İmparatorluğu hakimiyet kuruyor. Roma İmparatorluğu Yahudiye’ye Palaestina (Filist Krallığı adından) diyor. Daha sonra da Bizans, Arap, Memluk ve Osmanlı egemenlikleri hüküm sürüyor.

      ‘Vaat edilmiş topraklardaki iki siyasi egemenliklerinin dışında Yahudilerin çoğunluğu diyasporada, yani sürgünde yaşamış ve sürekli göç etmek zorunda kalmış, yaşadıkları ülkelerde azınlıkta kalarak baskıya uğramışlar.

            Hem göçmen hem de mülteci olarak yaşadıkları bu deneyim, Yahudi kimliğini ve dini uygulamalarını birçok yönden şekillendirdiğinden Yahudilerin tarihinde önemli bir unsur olmuşturuyor.  Bu göçlerin en büyük ve önemlileri şunlar:

  • Yahudilerin atası İbrahim, Keldanilerin yaşadığı Ur‘dan Kenan ülkesine gelen bir göçmendir.
  • İsrailoğulları, Musa’nın yol göstericiliğinde Mısır’dan Çıkış’ı gerçekleştiriyor.
  • İsrail Krallığı’nın sakinleri, Asurlular tarafından daimi sürgüne gönderiliyor ve tüm dünyaya dağılıyorlar.
  • Yehuda Krallığı’nın sakinleri, Babilliler tarafından sürgün ediliyor, daha sonra Pers Ahameniş İmparatoru Büyük Kiros’un hükümdarlığı döneminde, Yehuda’ya geri gönderiliyor, ancak Roma İmparatorluğu tarafından yeniden sürgün ediliyorlar.
  • Roma İmparatorluğu döneminde, yaklaşık 2.000 yılda, Roma topraklarının dört bir yanına dağılıyor, bir bölgeden diğerine sürülüyor, dinlerini özgürce uygulayacak kadar serbest yaşayabildikleri yerlere yerleşiyorlar. Diyaspora süresince, Yahudi yaşamının merkezi Babil’den İber Yarımadası’na, Polonya’ya, Amerika Birleşik Devletleri’ne ve Siyonizm sonucunda da İsrail’e kayıyor.
  • Orta Çağ ve Aydınlanma dönemi Avrupa’sında pek çok defa yaşadıkları topraklardan kovuluyorlar; 1290’da 16.000 Yahudi İngiltere’den, 1396’da 100.000 Yahudi Fransa’dan, 1421’de, binlercesi Avusturya‘dan kovuluyor. Bu Yahudilerin büyük kısmı Doğu Avrupa’ya, özellikle de Polonya’ya yerleşiyor.
  • 1492’deki İspanyol Engizisyonunun ardından, İspanya’daki yaklaşık 200.000 Sefarad Yahudisi İspanyol krallığı ve Katolik Kilisesi tarafından ülkeden kovuluyor. Bunu Yahudilerin 1493 yılında Sicilya‘dan (37.000 Yahudi) ve 1496 yılında Portekiz’den kovulmaları izliyor. Bu kişilerin büyük kısmı Osmanlı İmparatorluğu, Hollanda ve Kuzey Afrika’ya kaçarken bir bölümü de Güney Avrupa ve Ortadoğu’ya göç ediyor.
  • On dokuzuncu yüzyılda, Fransa’daki dine bakılmaksızın herkese eşit vatandaşlık tanıma politikası, (özellikle Orta ve Doğu Avrupa’dan) Yahudilerin bu ülkeye göç etmesine yol açıyor.
  • Aralarında 1880-1925 yılları arasında Amerika Birleşik Devletleri’ne göç eden iki milyonu aşkın Doğu Avrupa Yahudi’sinin de bulunduğu milyonlarca Yahudi Yeni Dünya’ya geliyor.
  • Doğu Avrupa’daki pogromlar, modern Antisemitizm’ in yükselişi, Holokost ve Arap milliyetçiliğinin ortaya çıkışı gibi etkenler çok  sayıda Yahudi’nin bir ülkeden diğerine, bir kıtadan diğerine hareket ve göç etmesine, sonunda da toplu olarak İsrail’e gelmesine neden oluyor.
  • İran İslam Devrimi birçok İran Yahudi’sini İran’dan kaçmaya zorluyor. Bunların çoğu ABD’ye ve İsrail’e, küçük bir bölümü de Kanada ve Batı Avrupa’ya sığınarak cemaatlerini oluşturuyorlar.
  • Sovyetler Birliği‘nin yıkılması ile birlikte, o zamana kadar ülke sınırlarını terk etmelerine müsaade edilmeyen Yahudilerin birçoğunun gitmesine izin veriliyor, bu da, 1990’ların başında İsrail’e doğru bir göç dalgası yaratıyor.

     Teodor Herzl’in 1897’de, İngiliz desteği ile Yahudi Devleti kurmak amacıyla topladığı I. Siyonist kongrede ‘Yahudilerin bir ulus oldukları ve atalarının vatanı olan İsrail’de yaşama ve diğer özgürlüklere sahip olma haklarının olduğu’ teziyle ilk Siyonizm çalışmaları başlıyor.

     I.Dünya Savaşıyla birlikte Filistin ve çevresinde dengeler değişmeye başlıyor, İngiliz Manda Yönetimi kuruluyor. 1917’de, İngiltere Filistin’de Yahudi halkları için bir vatan kurulması sözü veriyor. Balfour Deklarasyonu olarak anılan bu mektupta, nüfusun %93’ünü oluşturan Arap ve Hristiyanların hakları gözetilmediğinden Araplar için bu konu Filistin sorununun özünü oluşturuyor.

     İngiltere mandası altındaki Filistin’e Siyonist Proje kapsamında yüzbinlerce Yahudi göç edince Arap topluluklarda öfke ve isyan başlıyor. Nisan 1920’de,Filistinli Araplar ayaklanıyor ve Milliyetçi Arap devriminin başlangıcını oluşturuyorlar. 1922’de İngiltere’nin düzenlediği bir nüfus sayımı, Yahudilerin sayısının, Filistin’deki 750 binlik nüfusun yüzde 11’ine ulaştığını gösteriyor. Bundan sonraki 15 yılda 300 bin Yahudi daha bu topraklara göç ediyor.

     Filistin’i 1920’den beri idare eden İngiltere, Siyonist-Arap sorununu çözme sorumluluğunu 1947’de Birleşmiş Milletlerce devrediyor. Yahudiler bu tarihte toprakların %6’sını ellerinde tutarken nüfusun üçte birini oluşturuyorlar. İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya merkezli olarak yaklaşık 6 milyon Yahudi öldürülüyor. Nazi zulmünden kaçan yüz binlerce Yahudi’nin de buraya ulaşması çözüm arayışını daha da acil hale getiriyor. BM’nin kurduğu özel komite, bölgeyi Filistin ve Arap devletleri arasında paylaştırmayı planlıyor. Paylaşım planı, Filistin’in yüzde 56,47’sini Yahudi devletine, yüzde 43,53’ünü de Arap devletine bırakıyor. Kudüs ise uluslararası bir idare altında tutuluyor. Filistinlilerin reddettiği plan uygulanamıyor.

     İsrail Devleti, 2 bin yıldır kurulan ilk Yahudi devleti olarak Tel Aviv’de 14 Mayıs 1948’de saat 16:00’da ilan ediliyor. Karar, son İngiltere birliklerinin bölgeyi terk ettiği ertesi gün yürürlüğe giriyor. Filistinliler, 15 Mayıs’ı ‘El Nakba (Felaket)’ günü olarak anıyorlar.

     Bu tarihten sonra,

 

  • 1964’de FKÖ kuruluyor.
  • 1967’da ‘ 6 Gün Savaşları’ patlak veriyor.
  • 1973 Yom Kippur  (Kefaret Günü) Savaşı çıkıyor.
  • 1979’da İsrail ve Mısır barışı imzalanıyor.
  • 1982’de İsrail Lübnan’ı işgal ediyor.
  • 1987-1993 Yılları arasında İntifada ayaklanması yaşanıyor.
  • 2002’de Batı Şeria yeniden işgal altına alınarak 700 Km.lik Utanç duvarı inşaatı başlıyor.
  • 2006’da İsrail Lübnan’ı işgal ediyor.

 

     Bütün bu şiddet ve savaş sonunda bugün, 1946 yılında bugünkü İsrail topraklarında yaşayan Arap çoğunluğu azınlığa düşüyor ve tecrit altında yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Bugün bu topraklarda 4.8 milyon Yahudi, 1.8 milyon Arap ve Yahudi olmayan halk yaşamaktadır. Batı Şeria ve Gazze’de ise 3.3 milyon Filistinli tecrit ve işgal altında yaşamaktadır.

 

     1939 Doğumlu yazar Amos Oz işte bu topraklarda doğup büyüyor, bu topraklar onun bireysel biçimlenişine kaynaklık ediyor.14 Yaşındayken annesi intihar ettikten sonra evi terk edip ortaklaşa kullanılan bir yerleşim  bölgesi olan kibutza yerleşiyor, yazarlığa da burada başlıyor. Kibutz tarafından Kudüs’teki Hebrew Üniversitesi’ne eğitime yollanıyor,1963’te mezun olup felsefe ve edebiyat hocalığına başlıyor, 6 Gün Savaşı’na (1967)ve Yom Kippur Savaşı’na (1973) katılıyor. 1960’da evlenip üç çocuk sahibi olduktan sonra da,  1986 yılına dek ailesiyle birlikte kibutzda yaşamaya devam ediyor.

İşçi Partilidir ve kendini siyonist olarak tanımlar. 2006’da, ‘Mümkün olduğunca (!) sivil halkın korunması, sadece Hizbullah’ın hedef alınması’ koşuluyla Lübnan işgalini destekliyor çünkü yazara göre bu bir ‘kendini koruma savaşı’ydı.

     Yazar bir yandan 2008-2009 İsrail-Gazze anlaşmazlığında Hamas’a karşı girişilen saldırıyı onayladığına dair destek metni imzalıyor bir yandan da Gazze’de masum halkın zarar gördüğünü, sivil halkın öldürüldüğünü, bu durumun bir savaş suçu olduğunu ve buna göre suçluların yargılanması gerektiğini savunuyor,‘Hamas yalnızca bir terörist örgüt değil, aynı zamanda bir düşünce, fanatik ve umutsuz bir ideal. Bir düşünceyi güç kullanarak yıkamazsınız, onu ancak daha iyi bir fikirle yıkabilirsiniz’ diyordu.

     Yazarın baş yapıtlarından sayılan Kara Kutu 1986’da yayımlanıyor. Yıkılmış bir evliliğin mektuplar aracılığıyla süren gerginliğini anlatan bir kitap. Bir evliliğin, sona ermesinden yedi yıl sonra açılan kara kutusu.

     Mektuplarda, erkekler dünyasında sıkışmış bir kadın kahraman İlan’yı tanıyoruz. Onu ablukaya almış erkeklerin, eski kocası, yeni kocası, oğlu, eski kocasının avukatı ve hatta erkek egemen söylemi benimsemiş ablanın ağzından, şiddet dozu yüksek ve hastalıklı aile ilişkilerini izliyoruz. İlana da boş durmuyor, mektupları eski kocasını kışkırtan bir silah, gizli bir erotizm yüklü baştan çıkarma aracı olarak kullanıyor.

     İlana, kendi kendine de şiddet uygulayan bir kadın. Edilgen değil, kontrolcü, hapsedildiği erkek egemen dünyanın kabuğunu kırmaya çalışıyor. Adeta bu dünyaya savaş açmış durumda. Kışkırtıyor, aşağılıyor, üste çıkmaya çalışıyor, alttan alıyor… Eski kocasına ‘Seni zalimliğine rağmen sevmedim ben; canavarın kendisini sevdim’ diyor. Kendini aşağılayan erkeklere tutkuyla bağlanan,dişiliğini öne süren bir kadın. 2 Kocasına sürekli onları sinirlendirecek, kıskandıracak, kışkırtacak şeyler söylüyor/yazıyor, bundan adeta zevk alıyor. Ardından da ‘nefretten gözlerin mi kararıyor?’ diye soruyor. Sanki bir erkeğin sevgisini/ilgisini ancak böyle hissedebiliyor gibi.

     Yazar, dünyanın farklı yerlerinden, Avrupa, Rusya, Kuzey Afrika’dan, farklı şartlarda büyümüş ve farklı kültürlere sahip insanların (Yahudilerin) bir araya gelerek kurduğu devleti anlatırken traji-komik bir üslup kullanıyor.  Eski koca Alek’in dinden uzak, mesafeli, bilim adamı tavrıyla yeni koca Mişel’in aşırı dindar, muhafazakâr tavrı romanda politik bir gerilim yaratıyor.

     Amos Oz, en derin nefreti anlatırken içindeki sevgiyi, aşkın içinde nefreti hissettiriyor. Nefret ve aşk bıçak sırtında duruyor, her an biri diğerine dönüşebiliyor.

     Kara kutu sayfa sayfa açıldıkça yanlış anlamaların, yanlış davranışların bedellerinin ne denli ağır ödendiğini görüyoruz.

     1970’ler, İsrail’de  6 Gün Savaşları (1967) ile Yom Kippur  (1973)Savaşı arasında geçen yıllar. Yazar işte hem toplumsal hem de bireysel şiddetin yoğun olarak yaşandığı bu yılları anlatıyor bize. Ülkede ve bireylerde genel bir umutsuzluk egemen. Tek umut filizi İlana’nın oğlu Boaz’ın kurduğu, ilkel tarım toplumlarına dönüşü simgeleyen ama yine de gelecek, umut aşılayan çiftliği.

     Semavi üç din, yeşerdiği bu topraklarda olduğu gibi kitapta da etkin. Dinler ve yazılı metinleri, onlara dayalı yaşam ve düşünce biçimi bir şiddet aracı olarak genişçe yer alıyor kitapta. ‘Kılıç tutanların hepsi kılıçla helak olacaklar (İncil)’, ‘Zaferi, yıkımı olacak (İncil)’, ‘Din kitaplarının hepsinde mutluluk yasak’, ‘Mutsuzluk bir şükran kaynağı’. Ancak yolda, eylemde var mutluluk;‘Yolda kamil olana ne mutlu’. ‘Tevrat’a inanmayan bir Yahudi tarladaki hayvandan daha beterdir’,‘Nasralı İsa yılanlar gibi akıllı güvecinler gibi akıllı ol diyor’,‘Her insan yakınlarının bekçisidir. Tabii her Yahudi de!’, ‘Bir Yahudi hayata iyi vakit geçirmek için gelmedi’.

     Sanki tarih boyunca şiddet konulu bir tez yazılsa ağırlığı din kitaplarına vermek gerekir görüşünü doğrularcasına şiddet yüklü, şiddete yol gösteren, aracılık eden, kışkırtan satırlarla, metinlerle karşılaşıyoruz.

     Yazar yaşanılan topraktaki diğer yaşayanları aşağılamayı, Yahudi toplumundaki kast sistemini,  hayvanlara yönelik şiddeti de yoğun olarak hissettiriyor. Kadının yaşlanmasının fizyolojik belirtileri aşağılayıcı bir dille uzun uzun betimleniyor. ‘Araplar mı? Pislik’, ‘Arap mı at mı?’, ‘Faslılar kadar acı çeken Almanlar’, ‘Bir Yahudi de bir Arap kadar putperest olabilir’. ‘Neden benden yüksek bir kadınla evlenip gururlandım?’, ‘Dört kez ateş edilen deve’, ‘ Taşla serçe öldürmek’, ‘Köstebekleri dumanla boğmak’, ‘Ölü fare yakmak’.

     Yazarın yüzyıllardır savaşla, acı ve kanla beslenmiş bu toprakların gerçeklerini idealize etmeden sunduğunu görüyoruz. Ancak, gerçek hayatında bir sarkaç gibi bir bu yana bir o yana salınan düşünceleri, metninde de dil ve duygularında bir barışçıl bir şiddet yüklü satırlar olarak salınıyor. Kitap duygusal şiddetin çok yoğun olduğu bir metin olarak belleğimizde yer ediyor ve duygusal şiddeti fazla olan birinin geleceği konusunda bizi kaygıya sevk ediyor.

     ‘Vaat edilmiş toprakların nerede olduğunu, çıkış yolunu nasıl bulacağını anlamaya çalışan’, ‘günahın kefareti olarak acı’ çeken İsrail halkının gerçekliği, tarım toplumlarında mevsimlere ve doğal olaylara göre tanımlanan zamanın bu topraklarda savaşa göre tanımlanması, Atölye’mizce İsrail Ülkesinin gelecek günleri konusunda kaygı duymasına yol açtı. Diğer yandan barışa duyduğumuz gereksinimi, taşıdığımız umut ve arzuyu,ulaşmak için gösterdiğimiz çabalardaki kararlarımızı pekiştirdi.

    

Did you find apk for android? You can find new Free Android Games and apps.
Share.

Comments are closed.