18 Mayıs 2018 – IX. Dönem Edebiyatta Savaş ve Barış Atölyesi, 14. Toplantı

0
Want create site? Find Free WordPress Themes and plugins.

Konusunu ‘Edebiyatta adalet arayışları’ olarak belirlediğimiz IX. Dönem Edebiyatta Savaş ve Barış Atölye’sinin 2 Mayıs Çarşamba akşamki ondördüncü ve son oturumunun tartışma konusu W.Shakespeare’in (1564-1616) Venedik Taciri (1596-98) isimli eseriydi. Asuman Kafaoğlu Büke yazarın edebi kişiliği ve yaşadığı dönemin kitaptaki yansımaları hakkında bilgi verdikten sonra kitabı Atölye katılımcılarının değerlendirmesine açtı.

En büyük oyun yazarlarından biri olarak değerlendirilen İngiliz şair yarattığı karakterlerde insan doğasının en değişmez özelliklerini benzersiz bir şiir diliyle yansıtması nedeniyle, yaşadığı yüzyıldan bu yana her çağda ve her ülkede en sık sahnelenen oyunların yazarıdır. Hayatına ilişkin araştırma yaparken üzerinde uzlaşılmış bir biyografi bulmak zordur, kesin belge ve bilgi çok azdır. Shakespeare’in gerçek adı ve kim olduğu konusunda da pek çok tartışma yaşanmıştır. Kimi kaynaklar 1564’te Stratford’da doğan William Shakespeare adındaki kişiyi işaret ederken, diğer bir görüşe göre Oxford Kontu Edward de Vere’nin kullandığı mahlas olduğu söylenmektedir.

Yine de uzlaşılan birkaç nokta vardır. 1564 yılında Warwickshire’da Stratford-upon-Avon’da doğar. Babasının ticaretle uğraştığı, büyük bir olasılıkla Stratford’daki ortaokulda öğrenim gördüğü, 18 yaşındayken evlendiği, bu evlilikten dört çocuğu olduğu, daha sonraları Stratford’u terk ettiği ve 1592’ye kadar ki yaşamına ilişkin bilginin olmadığı söylenir. Bu tarihte bir oyun yazarının yazdığı bir kitapçıkta Shakespeare’e değinilmesi, hatta onun başkalarının oyunlarını çalmakla suçlaması nedeniyle bu sırada bir tiyatro topluluğunda yazar ve oyuncu olarak çalıştığı bilinmektedir. 1594’e gelindiğinde, Chamberlain Topluluğu’nun önde gelen bir oyuncusudur, aynı yıl oyunları yayımlanmaya başlar.

Döneminin bütün özelliklerini taşıdığı oyunlarının başarısı üzerine kazancı arttığı, Kraliçe I. Elizabeth döneminin sonlarında varlıklı bir yaşam sürdüğü, kendi oyuncu topluluğu için 1599’da Londra’da yaptırılan Globe Tiyatrosu’nun hisselerinin bir bölümünü satın aldığı bilinmektedir. Londra’da birkaç yıl daha kaldıktan sonra Stratford’a dönerek burada yaşamaya başladığı, büyük bir olasılıkla son oyunlarını da burada yazdığı kaydedilir. 23 Nisan 1616’da Startfort’ta, katıldığı bir şölenin ardından ölür. Mezar taşında yazanlar ise adeta, tarihi sorgulayacaklara bir uyarı niteliğindedir.

“Kadim dost,

İsa aşkına, dağıtma bu mezarın tozunu.

Bu mezar taşını koruyanı tanrı korusun.

Ve kemiklerimi yerinden oynatana lanet olsun.”

Shakespeare’in oyunlarında en çok hayranlık duyulan şeylerden biri, onun yapıtlarındaki karakterlerin ‘kitap karakterleri’ gibi gözükmemesidir. Bu karakterler bir oyunda değil de yaşamda karşılaşıldığında görür görmez tanınacak kadar gerçek kişilerdir. Trajedilerinde kahramanların asıl sorunu kendi kusurları ya da zayıflıklarıdır ve bunlar çoğunlukla acımasızlık, hırs, kıskançlık, bencillik gibi hoş olmayan özelliklerdir. Öyle canlı karakterler yaratır, onların iç dünyasını ve acılarını öylesine sevecenlikle sergiler ki, izleyiciler onlara yakınlık duyar, başlarına gelenlere üzülür. Böyle canlı karakterler yaratması, oyunun öyküsü gerçek dışı bile olsa, kişilerin inandırıcı olduğu anlamına gelir ve karakterlerin şiir diliyle konuşmaları bile onların inandırıcılığını zedelemez.

Venedik Taciri oyunun ilk adı ‘Venedikli Yahudi’dir. Çok gelişmiş bir kurgusal yapısı ve çok gelişmiş karakterleri vardır. İki önemli özelliğinden biri 16. yüzyılda yaygın olan Yahudi düşmanlığı özelinde ırkçılık, diğeri de edebiyat tarihinin kuşkusuz en güçlü, akıllı ve sevimli kadın kahramanı Portia’ya yer verilmesidir.

Atölyemizin ana teması açısından Shakespeare’in Venedik Taciri oyunundaki en temel hukuki vurgu sözleşmenin/akitin gücüdür. Bir borç sözleşmesi oyunun temel ilişkisini oluşturur; oyunun dramatik omurgasını oluşturan bu hukuki ilişkidir. Bu ilişkiye bağlı olarak çeşitli toplumsal konular ve değerler oyun boyunca gündeme gelir. Oyunun tefeci karakteri Shylock bir Yahudidir. Hıristiyanlığın egemen olduğu bir toplumda, 16. yüzyılda Yahudilere nasıl davranıldığı, onlarla ilgili toplumsal düşünüşten kaynaklanan yargılar oyunda ağırlıklı bir yer tutar. Zengin toplumsal çağrışımları olan bu oyunda para ilişkileri karşısında dostluk ve aşk ayrı bir kutbu oluşturur. Oyunun geçtiği Venedik şehri o dönem gelişmiş ticareti, iyi işleyen hukuk düzeni, bütün dünyanın görmek için can attığı turistik nitelikleriyle, ‘Avrupa’nın başkenti’ konumundadır.

Tüccar Antonio, dostu Bassanio’ya vermek üzere tefeci Shylock’tan aldığı üç bin dukalık borç karşılığında bir borç senedi imzalar. Noterde imzalanan senedin şartlarını tefeci Shylock çizer.

“Falan yerde filân gün aldığım şu parayı,

Koşulan şarta göre, vaktinde ödemezsem,

Vücudumda nereden beğenirse oradan

Tam bir librelik eti ceza olarak alsın.”

Senedin ‘şakacıktan’ şartı, gerçeğe dönüşür ve iflas eden Antonio borcunu vadesinde ödeyemeyince, Shylock, mahkemeden, bir libre et kesme şartının yerine getirilmesini ister. Shylock, icra memurunu, canlı insan bedeninin bir parçasını haczetmek için göreve çağırır. Olumlu bir yanıt alamayınca bu işlemi bizzat kendi yerine getirmek için mahkemeye bıçağını ve terazisini getirir.

Venedik Taciri, ticari sözleşme hürriyetinin mutlak olduğu bir toplumda, bu hürriyetin insan canına kasteden niteliğini ortaya koyan çarpıcı bir durumu sahneye yansıtır. Oyunun gelişiminde Antonio’nun kalbini keserek, alacağını tahsil etmek isteyen Shylock’u durduracak hiçbir yasal, meşru güç bulunmadığı görülür. Bir Yahudi tefeciyi değil, Venedik yurttaşı Antonio’yu seven, koruyan Dük bile, borç senedinin hükmü karşısında yapacak bir şey bulamaz. Yönettiği mahkemede Shylock’u merhamete davet eder ve Antonio’ya acıma duygusunu dile getirmekle yetinir.

Yazar adım adım şakacıktan yazılan akıldışı şartın, nasıl gerçeklik kazandığını ikna edici biçimde gösterir. 1598’de yazıldığı tahmin edilen Venedik Taciri’nde akıldışının ve insanlıkdışının olağan ve meşru hale geldiği bir toplumsal düzeni, bir hukuk düzenini keşfeder, kapitalizmin yeni geliştiği koşullarda, ona dayalı hukuki ilişkilerin insan yazgısına kayıtsız bu acımasız yüzünü ortaya koyulma biçimini görürüz.

Sözleşme ve dostluk karşıtlığı da oyunun önemli bir vurgusudur. Zengin bir tüccar olan Antonio’nun tefeciden borç alma nedeni dostu Bassanio’ya yardım edebilmektir. Shylock ile Antonio arasında iki güçlü çatışma konusu vardır. Birincisi Shylock Yahudi olduğu için Antonio’nun aşağılamalarına maruz kalmıştır, Antonio suratına tükürmüş, başkalarının gözü önünde itip kakmıştır onu. İkincisi tefeci için daha etkilidir, Antonio onun müşterilerine faizsiz borç vererek, işlerini bozmuştur.

Belki de, Shylock, Antonio’yu ona ettiği hakaretlerden çok, sözleşmeleri hükümsüz kılacak bir tutum içinde olduğu için öldürmek ister. Antonio, “Çok defa onun elinden bana sığınan borçluları hacizden kurtardım ben, işte bana kini bu,” der. Antonio, faiz istemediği gibi, dostlarına hiçbir senet almadan, geri ödeme süresi vermeden borç vermektedir. Bu da toplumun dayandığı sözleşme hukukunu tanımama anlamına gelmektedir. Dostluk, sözleşme ilişkisini yadsıma üzerine temellenir. Bu aynı zamanda başka bir akıl düzleminde yaşamak demektir. Sözleşme ile dostluk karşı karşıya gelir. Shylock’un akıl düzlemine göre, bu yüzden ‘budala’ sözünü hak etmiştir. Yazar tüccar ile tefeci arasında, Hıristiyan ile Yahudi arasında bir çatışma kurar. Shylock tutuklanan Antonio için zindancıya bu durumu açıklar.

“Zindancı, ona iyi dikkat et: merhametten

Bahsetme şuna buna boş yere para veren

Budala. Hey zindancı ona iyi dikkat et.”

Oyunda hukuk kavramları benzetmelerde, günlük konuşma içinde karşımıza çıkar. Salarino, Shylock’u kastederek, “Elbette, hâkim şeytan olunca hüküm de böyle olur.” der. Hâkim, hüküm kavramları mahkemeyi çağrıştırır. Shylock’un Yahudiliği ve onunla özdeşleştirilen şeytanlığı biraz sonra olacaklardaki tutumuna ilişkin önyargı yaratır. Shylock’un kaçan kızıyla ilgili, “Benim etim, benim kanım bana karşı azgınlık etsin ha?” der. “Benim etim, benim kanım” sözleri, sözleşmenin gereklerinden bir libre et ve ortalığa saçılacak kanla birlikte düşünülür.

Shylock, gemileri fırtınada battığı haberleri gelen Antonio için “Bonosuna iyi baksın. Bana tefeci derdi: haydi bakalım bonosuna iyi baksın. Hıristiyanlık marifeti diye ödünç paralar verirdi; eh bonosuna iyi baksın,”der. Olacakları önceden haber vermektedir. Senetteki en önemli şart, etinden bir libre et kesme şartı, şimdiden Yahudinin öç hayallerini canlandırmıştır. Sanki şehvetle bu anı arzulamaktadır.

Salarino, tehlikeyi ortaya koymak ister, “Herhalde borcunu vaktinde ödeyemezse etinden et kesecek değilsin ya: hem ne işe yarar ki?” Shylock yanıtlar: “Balıklara yem olur bir işe yaramazsa. Dişe dokunmasa da hıncımın gözü doyar. Bana hakaret etti, beni yarım milyon zarara soktu. Zarar etsem sevinir, kazanırsam eğlenir, milletimi horgörür, pazarlığımı bozar, dostlarımı soğutur, düşmanlarımı kızıştırır; sebep nedir bunlara? Çünkü Yahudiyim ha?” Shylock’un kendi açısından kin duymakta ne kadar haklı olduğunu, uğradığı haksızlığı somut örneklerle belgeler. Söyledikleri, Yahudilere uygulanan ırkçı zulme karşı bir savunmaya, dinci Hıristiyan bağnazlığının yargılamasına dönüşür.

Shakespeare, herkese, sahne denen mahkemede kendini savunma hakkını tanır. Kişilerine alabildiğine adil yaklaşır, sahne üzerinde kendi sözünü söylemelerine fırsat verir, karşıtları kendi bakış açılarından alabildiğine eksiksiz konuşturmaya çalışır. Ayrıca gerçeğin çelişkili yapısını hep göz önünde tuttuğu gibi, kişilerinin çelişkili niteliklerini de unutmaz. Borcunu tahsil etmede gaddar tefeciyi, ezilmiş, horgörülmüş bir Yahudi olarak dinlerken, onun kininin haklı temelleri olduğunu anlatır. “Yahudi insan değil mi? Bizi yaralarsanız akmıyor mu kanımız? Birbirimize benziyorsak bizim horgörülmemiz neden?” Sonunda iş gelir intikama dayanır: “E bir Hıristiyan bir Yahudiye haksızlık ederse gene Hıristiyanların âdetince o Hıristiyan neye uğrar? Elbette intikama. Sizin bana öğrettiğiniz alçaklıkları ben de size tatbik edeceğim; bu çok zararlı olacak ama derslerimden fayda göreceğim.” Schylock, kararlıdır ve kendini temize çıkaracak gerekçeleri sıralar. Biraz sonra yapacağı ‘alçaklığın’ gerekçeli kararını ilan eder. “Ama bütün bunları bana uygulayan, öğreten siz Hıristiyanlar, yani egemenler oldunuz; “derslerimden fayda göreceğim”, der; ben de size aynı karşılığı vereceğim. Shakespeare çatışan tarafları sahneye çıkarmış, değerlendirmeyi yapacak, yargıyı verecek seyircilere ortamı hazırlamıştır.

Sözleşmenin iki tarafı vardır: kaybeden ve kazanan. Venedik Taciri, ticaretin hüküm sürdüğü bir toplumda kişilerin çıkarlarının birbirine karşıt olduğunu ve birinin felaketinin ötekinin mutluluğu demek olduğunu 16. yüzyılda ortaya koymaktadır. Tefecinin mutluluğu borçlunun felaketi demektir.

Oyunda başka sözleşmeler de yer alır. Bir tanesi babasının vasiyeti gereği, bilmece saklı üç kutudan doğrusunu seçenle evlenecek Portia’nın öyküsüdür. Altın, gümüş ve kurşundan üç kutudan birinde saklı Portia’nın resmini bulan onunla evlenmeye hak kazanacaktır. Buradaki çözüm de, Venedik Taciri’nin temel düşüncelerinden birini oluşturur: görünüşlere aldanmadan gerçeği aramak. Altın ve gümüşün gösterişine kapılarak onları seçenler kaybederken, kurşunu seçen Bassanio kazanacaktır. Shakespeare düşüncesini Bassanio kutuların başındaki konuşmasından anlarız.

“Dışyüzün görünüşü böyle aldatabilir.

Dünya hâlâ süslerle avunup aldanıyor.

Kanunun karşısında ne çürük, ne lekeli

İddialar en tatlı bir sesle yumuşayıp

Kötülüğünü nasıl talâkatle peçeler.

Din de böyle, bir günah ne kadar iğrenç olsa,

Çatkın bir surat çıkar ustalıklı bir sesle

Kabahati örterek kara kaplı kitapta

Bir söz bulur koskoca günahı sevap eder.

(…)

İşte süs: nihayet en tehlikeli denizi

Yaldızlayan bir kıyı; esmer Hint güzelini

Örten güzel bir yaşmak; bir sözle: kancık asrın

Akıl sahiplerini kafese koymak için

Takındığı iğreti, göstermelik hakikat.

İşte sen gösterişli, dış yüzü süslü altın,

Sen ey Kral Midas’ın kaskatı kahvaltısı,

Seninle hiç işim yok; seninle de işim yok

Sen renksiz, basbayağı köle, kulların kulu.

Fakat, sen fakir halli sen, gösterişsiz kurşun.

Sade tehdit ediyor, bir şey vaadetmiyorsun.

Beni sözünle değil, özünle çekiyorsun;

Seni seçiyorum ben, sonu saadet olsun!”

Burada dile getirilen düşünceler, mahkeme salonunda izlenen süreçle de doğrulanmış olur. Görünüşte Shylock yasalara göre sonuna kadar haklıdır. Görünüşte erkek, gerçekte kılık değiştirmiş bir kadın, Portia, hukuk doktoru yargıç rolünde, birden bire sorunu Borçlar Hukuku düzleminden Ceza Hukuku düzlemine kaydırarak, haklı Shylock’u, suçlu Shylock’a çevirir. Görünüşlerin aldatıcılığına kapılmamak gerekir. Shakespeare’in her zaman yaşamdan yana dramı, gösterişsiz kurşun kutunun seçiminde alçakgönüllülüğü estetize eder.

Portia çizgisinde gelişen olay örgüsü, dostluk ilişkisi boyutuna aşk ilişkisi boyutunu da katar ve her ikisini ticari sözleşmenin ördüğü çıkar ilişkisinin karşısına koyar. Sözleşmenin hukuku yaşama kastederken, dostluğun hukuku yaşamı pahasına aşka katkıda bulunur. Bu arada başka türlü sözleşmeler de görürüz. Bassanio ile Portia arasındaki evlilik sözleşmesinin simgesi bir yüzüktür. Bununla büyük bir mülkiyet değişimi de gerçekleşmiştir. Ama dayandığı ilişkinin sevgi olması, onun en ağır şartının sevginin yitirilmesi olması, borç sözleşmesiyle niteliksel farkını gösterir. Portia, bu sözleşmeyi şu sözlerle açıklar:

“Daha şimdi bu güzel mülkün, yurdun sahibi

Ev halkımın hanımı kendi kraliçemdim;

İşte şimdi bu anda bu evle evin halkı

Ve karşınızda kendim hep siziniz efendim

Bu yüzükle onları beraber veriyorum.

Düşürür, kaybeder, ya birine verirseniz,

Aşkınızı mahvolmuş biliniz ve o zaman,

Benim bu yüzden size darılmak hakkım olur.

Yüzük de sözleşme yerine geçer. Senetten temel ayrımı, gönüllerin arasındaki bir ilişkiyi temsil etmesidir. Gönül sözleşmesidir ama köşk, uşaklar, topraklar getirdiğine göre senetten daha geniş kapsamlı gücü olduğu söylenebilir. Bu sözleşmenin şartları arasında da et ve kan eksik değildir. Bassanio şöyle söz verir:

“Fakat şu parmağımdan

Bu yüzük ayrılırsa ruhum da bedenimden

Öyle ayrılır gider: o zaman cesaretle,

‘Artık Bassanio öldü.’ diyebilirsiniz siz.”

Ele alınan her şey başka bir şeye dönüşür; borç senedi idam fermanı dönüşürken, yüzükten malikâne tapusu çıkar. Her şeyin bittiği düşünüldüğü bir çıkmazda önde güneşli yollar açılır.

Yaşam sözleşmeler zinciridir ve sözleşme yaşamın her evresinde herkesin karşısına çıkar. İnsan hayatına kasteden de bir ticari sözleşmedir. Salanio evlenmek üzere olan Bassanio’ya Venedik’te zor durumdaki dostundan haber getirir:

“Para bulunsa bile Yahudi almayacak.

Daha şimdiye kadar ben insan kılığında

Böyle insan kanına susamış, gözü kızmış

Hiçbir mahlûk görmedim. Gece gündüz demiyor,

Dükü sıkıştırıyor: hakkı hak edilmezse

‘Şehrin hürriyetine bu bir tuzaktır.’ diyor.

Yirmi tüccar hem Dükün kendisi, en ileri

Gelen şehir âyanı, onu yola getirmek

İçin uğraşıyorlar, fakat o haciz,

Adalet, senet diye tutturduğu haince

Dâvasından kimse, hiç kimse vazgeçiremez.”

Burjuvajinin geliştiği kapitalizmin bu aşamasında sözleşme feodal beyin, dükün de üzerindedir. Onun da sözleşmeyi hükümsüz kılmaya gücü yetmez, çünkü yeni yeni formüle edilmeye başlanan ‘hukuk devleti’, gücü, iktidarı yavaş yavaş ele geçiren yeni sınıfı korumaktadır. Shylock işi temelinden ele alır; şehrin hürriyetiyle, sözleşmenin dokunulmazlığını özdeşleştiriyor. Ticari sözleşmenin hâkimiyetinde şehrin hürriyeti, kaybedenin canını almakla korunabiliyor. Shylock’un sözleşmesinde ‘borcunu ödeyemezse, alacaklıya bir libre et kesme hakkı tanınacak’ ibaresi yer alır. O da buna dayanarak, Antonio’nun kalbini kesmek ister, para ödenmesini de kabul etmez. “Sözleşmenin gereğini yerine getirin” der. Kapitalist sözleşmenin anlamını Shakespeare uç noktada sorgulayarak aydınlığa kavuşturur.

Her sözleşme, kazanan ve kaybedenin olduğu bir toplumsal ilişkidir. Kayıp buradaki gibi birdenbire canla ödenmese de, parça parça canla ödenmektedir. Yeni sistemdeki işçi ile işveren arasındaki iş sözleşmesi gibidir; işçi zamanını patrona satarak, ömrünü parça parça onun hizmetinde kaybeder. Hatta sekiz on saat çalışma da onu bu ölümcül sözleşmenin hükmünden kurtaramaz; geriye kalan zamanlarını da ertesi günkü çalışmaya hazır olabilmek için yorgunluğunu dindirmeye, kendine gelmeye çabalamak için harcar. Giderek bütün ömrünü onun hizmetine vermiştir. Sermayedar, işçinin parça parça etini kesmekte, damla damla kanını artı değer halinde içmektedir. Shylock’un kızı Jessica da aynı haberi verir:

“Hemşehrileri Chus’le Tubal’e ben ordayken

Kaç kere yemin edip, ‘Borcun yirmi katını

Almaktan bile geçer Antonio’nun etini

Keserim’ dedi, ben de işittim, efendimiz,

Biliyorum ki eğer devlet salâhiyeti

Kanun, nüfuz yoluyla önüne geçilmezse

Zavallı Antonio’nun hali çok fena olur.”

Bu işe kanun, nüfuz da yetmez. Çünkü onların temellendiği temel hürriyet, bu sözleşmeyi geçerli kılan hürriyettir. Şu önermeyi çıkarırız: özel mülkiyet hürriyeti varsa, insan hayatını güvenceye alacak hiçbir önlemin başarı şansı yoktur.

Shylock “ben bonomu bilirim”den başka söz tanımaz. Bonoda yazılanın bir libre et olduğunu ve bunun Antonio’nun ölümü demek olduğunu bilir, mahkemede dükün sözleşme karşısındaki hükümsüzlüğünü görürüz. Salanio son çare olarak, “Dük, eminim, bu haciz hakkını ona vermez.” görüşünü dillendirse de Antonio böyle bir umut beslemez.

“Dük kanunun hükmünü reddetmeye kalkamaz:

Çünkü yabancıların burda Venedik’teki

İmtiyaz haklarına riayet edilmezse

Devlet adaletinin itibarı sarsılır;

Madem ki şehirdeki alış veriş ve kazanç

Bütün milletlerle bir aradadır, bu böyle;

İş olacağına varır: Bu kederler ziyanlar

O kadar bitirdi ki beni, yarına kadar

Kanlı alacaklıma bütün şu vücudumdan

Kala kala bir libre bile et kalmayacak.”

Ticaret, kazanç, alışveriş şehrin temelidir ve bunu sarsacak hiçbir önleme yer yoktur. Dük üzülmekle yetinir. Shylock’u ‘merhametli’ olmaya davet eder. “Anlayışlı bir yanıt bekliyoruz senden, Yahudi,” der ve katı yürekli Shylock’a, en acımasızları anımsatır.

“Ödün vermeyen, yürekleri çakmaktaşı sertliğinde

İnatçı Türkler ve duyarlık, incelik nedir bilmez

Tatarlar gibi olma.

Hepimiz bir beyefendiye yaraşan.”

Aslında acımasız olan Shylock değil, kaskatı olan kişilik kazanmış sermayedir. Her şey onun dışındadır. Özel mülkiyet düzeninin sözleşmeler hukuku yöneticinin elini kolunu bağlamaktadır. O yalnızca sözleşmeyi güvenceye kavuşturmakla ilgilidir. Gerisi onu ilgilendirmez. Asıl katı yürekli olan kendisi değilmiş gibi…İnsani yürekli Antonio kendi canını unutup, Dükü teselli eder.

“Onun hainliğine karşı

Kanunun hiçbir yolu beni koruyamıyor,

Sabrımı kalkan eder ona karşı dururum

Şiddete karşı silâh, ruhumun sükûnudur,

Kinine ve zulmüne tahammül karşı durur.”

Shylock mahkemede bıçağını bilemektedir. Niye bunu yaptığı sorulduğunda “Ordaki batakçıdan haciz malı kesmeye,” diye yanıtlar. İnsan etinin ‘haciz malı’ olarak gösterilmesi çarpıcıdır. Sözleşme ilişkisinin hayati niteliğini görünür kılar çünkü Shylock’un temel dayanağı kanundur.

“Nefesini tüketme, yorulursun, bağırma:

Senetteki şu mühürü koparıncaya kadar

Aklını tamire ver, yoksa büsbütün oynar

Karışmam delikanlı, kurtaramazsın, sonra,

Adalete, kanuna dayanıyorum burda. “

Demek ki kurtuluş için tek yol kalıyor, bu kanunları ilga etmek, onu da ancak ‘toplumsal bir devrim’ başarabilir. Burada mahkemede uygulanacak usul hukuku devreye girer ve davanın paradigmasını değiştirip, olayı Shylock’un ve kanunların bakış açısının dışına taşır; sözleşmeyi hayatla yıkmak, kalbi besleyen hayatın sıcak kanını sahneye sokmak. Mahkemeye, erkek kılığına girmiş, genç hukuk doktoru olarak yargıçlık eden Portia, insani bir duyguyu ‘merhameti’ gündeme getirir önce. Shylock sözleşmeye göre haklı olduğuna göre, “Yahudi merhamet etmelidir.” Portia’nın ağzından dökülenlere göre bütün sözleşmeleri yırtacak güçte bir insani ilişkidir merhamet. Ama bu bir sürü güzel söz, tefecinin akıl düzleminde hiçbir işe yaramaz.

Ortada tanrı sözünden bile daha güçlü kanun vardır ve Shylock bu kanuna göre yüzde yüz haklıdır. Öyleyse ne yapmalı? Bassanio, Shylock’a borcun on katını teklif eder, ama bir işe yaramayacağını bilmektedir. Yargıç Portia’nın da düzeni mutlak görmesi işi çetrefilleştirir. Antonio nasıl kurtulacaktır? Portia giderek gerilimi yükseltir, Shylock’u iyice haklı çıkaracak şeyler söyler: “Tamam, işte senet vadesini doldurmuş; ve şimdi bu Yahudi şayet isterse, burada, şu tacirin kalbine en yakın bir noktadan bir libre eti keser,” der.

“Bu eti de göğsünden kesip çıkaracaksın.

Kanun mesağ veriyor, mahkeme hükmediyor.”

Ama senette küçük bir eksik vardır ve kurtuluş yine senede bağlanmıştır. Eğer senette kan yazsaydı Antonio’yu kimse kurtaramazdı. Shylock bıçağını hazırlarken son anda Portia konuşur.

“Acele etme, bekle; daha başka işler var.

Burda bu senet sana bir damla kan vermiyor:

İşte harfi harfine bu sözler: ‘Bir libre et’

O halde hakkını al; al bir libre etini.

Lâkin onu keserken Hıristiyan kanından

Bir damla akıtırsan Venedik kanununca

Malın mülkün Venedik devleti hesabına

Müsadere edilir.”

Keser ve sap birdenbire tersine dönmüştür. Portia, davayı borçlar hukuku düzleminden ceza hukuku düzlemine aktarır. Birden haklı Shylock, suçlu Shylock olur. Venedik’in sözleşme hukuku devreden çıkmış, ceza hukuku devreye girmiştir. Portia kanunları okur.

“Dur Yahudi, Venedik kanunlarına göre,

Eğer bir yabancının vatandaş aleyhine,

Ya doğrudan doğruya veya dolayısıyla

Cana kıyma niyeti, kasdı sabit olursa,

Mallarının yarısı canına kasdettiği

Kimse ve kimselerin üzerine geçmesi;

Diğer yarısına da devlet hazinesince

Hemen el konulması lâzımdır; bundan başka

Tecavüz edenin de hayatı ancak Dük’ün

Merhametine kalır.

İşte senin hukuki durumun tıpkı böyle;

Sen hem dolayısıyla, hem doğrudan doğruya

Şurdaki dâvalının kendi canına burda

Mahkeme huzurunda kastetmiye kalkıştın.

Haydi yerlere kapan, Dük’ten merhamet dile.”

Böylece Shylock’un servetine ve onun için aynı anlama gelmek üzere canına el konmuştur. Yeni sözleşmeler gerekmektedir. Yeni sözleşmeleri Antonio dikte eder.

“Evet Dük hazretleri ve bütün davetliler

Malının yarısından cezanın kalkmasını

Doğru bulurum. Sonra öteki yarısını

Bana bırakın; ben de kendisi yaşadıkça

Saklarım, ölünce de geçenlerde kızını

Kaçıran zata teslim ederim: bu iyilik

İçin iki şartım var; hiç vakit geçirmeden

Hıristiyan olmalı; ikincisi de şimdi

Sırtındaki gömleğe kadar her nesi varsa,

Ölümünde damadı Lorenzo’yla kızına

Vereceğini hemen kayda geçirtmelidir.”

Portia, ona önerilen avukatlık ücretini geri çevirir.

“İşinden tatmin olan karşılığını da almış demektir,

Sizi kurtarmakla tatmin olduğum için

İşimin karşılığını aldım sayıyorum kendimi.

Bundan başka bir karşılık hiç aklıma gelmedi. “

Eserin toplumlar ve onları ayakta tutan günümüz dünyasının hukuk düzeni ile ilgili yüzyıllar önce verdiği ders önemlidir; adaleti istemenin gereklerini, bedelini herkes görmelidir.

Eserde egemen olan Yahudi ve Hıristiyanlar arasındaki karşıtlık ve savaşın kökeni İsa’nın öldürülmesine kadar dayanır. Eski ahit ile yeni ahit arasında önemli fark vardır: Yahudiliğin yasalar dini olması, Hıristiyanlığın yasaları yumuşatması ve yasaları vicdana bırakması. İşte bu durum iki inanç toplumunun kaynaşmasını zorlaştırmaktadır.

Babil sürgününden sonra dünyanın çeşitli yerlerine dağılan Yahudi toplulukları sürekli bir göçebe hayatı yaşar, yaşadıkları topraklardaki devletlerin buyruklarına uymak zorunda kalır. Sabit bir toprağı olmayan insanlar için ise ister-istemez öncelikler değişir ve olası bir tehlikeye ve göç durumuna karşılık maddi değerler önem kazanır. Bu açıdan bakıldığında ticaret konusunda Yahudilerin daha becerikli olması şaşırtıcı değildir. Din kadar, para da insanları yönetip, yönlendirebilecek bir güçtür. Yine sürekli taşınmak zorunda kalan ve tehdit altında yaşayan bir toplumun birbirine sımsıkı sarılması, dışarıya ‘kapalı’ kalması beklenilebilecek bir durumdur.

Eğer 16. yüzyıl Venedik’inde Yahudilere mülk edinme hakkı verilseydi belki o gün ve bugün her şey daha farklı olurdu. Belli bir noktadan sonra konu din veya para meselesi değil, ‘insan’ olmanın gurur ve doğasına dayanır. Shakespeare’in ortaya koyduğu Shylock tiplemesi de bu noktaya gelmiş bir insanı ortaya koymaktadır. Toplum tarafından harekete uğradıktan, yüzüne tükürüldüğünden, kızı bir Hıristiyan’a kaçtıktan sonra açıkladığı duygular bu aşağılanmaya karşı koyuşun tiradıdır. Mahkeme sonucunda Shylock’un ‘acımasızlığına’ karşılık, Hıristiyanların bir kez daha Yahudilere karşı olmuş ve manevi değerleri sarsacak kadar ileri gitmişlerdir.

Atölyemiz açısından Yahudi düşmanlığı ve ırkçılık bu oyundaki en zor anlaşılır temalardır. Eser Yahudiliğe bakış ve benimsenmiş ırkçılığı göstermesi açısından çok önemli bir belge gibidir. Elizabeth çağı çoğu tarihçi tarafından judeofobik bir dönem olarak bilinir. 1290 yılında İngiltere üç kuşak öncesi Yahudi olan vatandaşlarını sınır dışı etmiş ve 1656 yılına kadar dönmelerine izin vermemiştir. Venedik ve bazı İtalyan şehirlerinde Yahudilerin kolayca tanınabilmeleri için kırmızı şapka giymeleri, gettodan başka yerde yaşamamaları gibi kurallar koyulmuştur. Shakespeare’in oyunu bu çizginin sürdüğünü gösterir.

Irkçılık konusu alttan alta Portia’nın taliplerini anlatırken de sezilir. Napolili, Fransız, Saksonya Dükü, Faslı, İskoç Lordu’nun konuşmaları ve Portia’nın onlara bakış açısında. Bassanio Shylock’a karşı nazik, onu yemeğe davet eder ama Shylock ‘bana domuz eti koklatır…’ diye sertçe reddeder; ‘Hıristiyan olması ondan nefret etmeme yeter,’ der. Shylock’un cezası aslında ona ceza veren Hıristiyanların ne denli merhametten yoksun olduğunu gösterir. Ondan dininden vazgeçmesini istemek, mesleğini elinden almak, yapılacak en merhametsiz işlerdir.

Bedel ödetmek, ödemek geçmişte olduğu gibi bugün de bu sistemin özünde var. O zaman paradigmaları değiştirmek esas. Graziano,

“Aldığın şeyin bedelini dertle ödediysen,

Kaybettin gitti demek,

Öyle değiştin ki bilemezsin” der.

Ötekine bakarken Shylock’un tiradını akılda tutmak önemli ve değerli.

“Peki bütün bunlara sebep neydi? Ben Yahudiyim de ondan.Yahudinin gözleri yok mu? Yahudinin elleri, organlar, bedeni, duyuları, sevgileri, tutkuları yok mu? Aynı yiyeceklerle beslenmiyor mu? Aynı hastalıklara yakalanmıyor mu? Aynı ilaçlarla iyileşmiyor mu? Kışın soğuğunu, yazın sıcağını bir Hıristiyan gibi duymaz mıyız? Etimizi kesseniz bizim de kanımız akmaz mı? Gıdıklarsanız, gülmez miyiz? Bizi zehirleseniz ölmez miyiz?”

14 Eserde adaleti aradığımız IX. Dönem Edebiyatta Savaş ve Barış Atölye’sini barış ve adalet çağrılarımızla ve yine Shakespeare ile bitirelim:

“Adalet yerine getirilmezse,

Nerede kalır devletin bağımsızlığı?”

Did you find apk for android? You can find new Free Android Games and apps.
Share.

Comments are closed.