Fehim Taştekin
Mevcut bilgiler ışığında görüşmenin ‘noktalı’ değil ‘noktalı virgül’ rejimine uygun gittiği anlaşılıyor. Yani Türkiye’nin Kore savaşına katılarak kendini kabul ettirdiği NATO ortaklığının gölgesinde ABD, Suriye’de bildiğini okurken Türkiye de sızlanmaya devam edecek. Geçiş dönemindeki Trump çaresizce Erdoğan’ın son umuduydu.
PYD ve YPG’yi DAİŞ’ten daha tehlikeli örgüt ilan edeceksin, kendi tabanına bunu kabul ettireceksin, eski düzenin bekçisi muhalefeti de yanına alacaksın, diplomatik namluya da bu argümanı süreceksin…
ABD, IŞİD’le mücadele adına YPG’ye silah verince bu sefer NATO’daki 65 yıllık müttefikinin arkadan bıçakladığını söyleyeceksin…
“Müttefiklerimiz terör örgütlerinin yanında değil yanımızda yer almalıdır” diyeceksin.
“Temenni ederim ki ABD’ye gitmeden önce (yanlıştan) dönülmüş olunur” diye temennide bulunacaksın.
Normal diplomasi mantığına göre YPG’ye ağır silah kararıyla ABD, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a “Washington’a gelme” demiş oluyor.
Bunlara rağmen gittiğine göre iki şey söylenebilir: Tepkiler tribünleredir, ABD de ilişkilerde manidar bir kopma beklememektedir. Ve Erdoğan’ın Oval Ofis’teki o fotoğrafa çok ihtiyacı vardır.
O fotoğraf değil miydi Erdoğan’ın iktidar yürüyüşünü kolaylaştıran!
Yine de Erdoğan’ın “Virgül değil nokta konulacak bir buluşma” demesi nedeniyle öngörülemez iki liderin buluşması için nefesler tutuldu. ABD ile tarihi krizler akla geldi.
***
Sonuca geçmeden önce bu krizi besleyen sürece dair kısa bir hatırlatma gerekiyor.
ABD’yi suçlamak kolay! Lakin muhasebesi eksik olan taraf Türkiye. Amerikalıların günah galerisindeki zenginliği kimse yakalayamaz ama kendi çelişkileriyle, kifayetsizliğiyle, öngörüsüzlüğüyle ayaklarına gemici düğümü atan da ABD değil Türkiye.
Abdullah Gül’ün aktif görevdeyken ABD ile Türkiye’nin ajandalarının küresel meselelerde neredeyse yüzde 100 örtüştüğünü büyük bir gururla tekrarlayıp durduğunu hatırlatalım.
Erdoğan müdahalecilikleriyle dünyanın başına bela olan Neo-Conların Ortadoğu’ya dizayn vermek üzere hazırladığı Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) eşbaşkanı olarak her nutkunda hava basarken Amerikalıların Türkiye’yi nereye götürdüğüne dair uyarılara kulak asan olmadı. Arap isyanları sırasında Ortadoğu’ya müdahalede ABD ve Türkiye madalyonun iki yüzü oluverdiğinde de “Gidiş nereye” diyebilenler tepelendi. Hükümetin Suriye siyasetini sorgulamak bedeli ağır bir iş haline geldi. Adına ister özgüven zehirlenmesi deyin ister ufkun buzlanması veyahut halüsinasyon, ne derseniz deyin, ABD ile çıkılan yolculukta arızılar baş gösterdiğinde ‘kifayetsiz muktedirler’ bugün tosladıkları duvara koşmakta çok kararlıydılar.
Şimdi herkes “Nasıl oldu da böyle oldu” diye ahkam kesiyor. Hiç beyinciklerimizi patlatmaya gerek yok, hafızamızdaki toz yığınına azcık üflemek ilaç gibi gelecektir.
Aralık 2012’de ABD, Nusra Cephesi’ni terör örgütleri listesine aldığında Ankara bunu devrim projesine darbe olarak görmüş ve cihadi selefilerle iş tutmaya devam etmişti. (Elbette ABD de Nusra kararına rağmen Nusra’nın müttefiklerini desteklemeyi sürdürdü. Fakat bu Amerika, çelişkilerinden muaf olmayı başarabilen bir güç!)
Libya’daki hezimet ortadayken Türkiye Suriye’de de uçuşa yasak bölge ya da tampon bölge oluşturulması için ısrar etti. ABD istemedi.
Türkiye, ABD’nin Ortadoğu sahnesinde bulundurduğu ‘istihbari’, ‘askeri’ ve ‘diplomatik’ kapasitenin binde birine sahip olmadığı halde her şeyi biliyormuş ve her şeye hakimmiş gibi sonunu getiremeyeceği bir oyuna devam etti.
Muhalifler Adana’da iki kilo sarin ile yakalanmışken, Libya’da ele geçirilen bazı kimyasalların Suriye’ye taşındığı bilinirken, Irak ve Suriye sahnesini cem eden hybrid cihatçıların (IİD-IŞİD) kimyasal silah kapasitesine dair istihbarat mevcutken, Suriye’de kullanılan kimyasallarla ilgili muhalifler de zanlı durumundayken kimyasal silah saldırıları Suriye’ye müdahale gerekçesi yapılmak istendi. Bu konuda Erdoğan, Obama yönetimini çok sıkıştırdı. Erdoğan, Mayıs 2013’te Beyaz Saray’daki gerilimli toplantıda Obama’yı askeri müdahaleye ikna edemedi. Yine de Türkiye, Körfez’deki ortaklarıyla kendi oyununu sürdürdü.
IŞİD’in palazlanması karşısında ABD Suriye politikasını revize ederken Türkiye IŞİD’e karşı en etkili bariyeri oluşturan Kürtlere düşmanlık deklare etti.
İki ülke arasındaki makas bir kez daha büyüdü.
Esad yönetimine karşı devşirilen savaşçıların radikal saflara katılmasında olduğu gibi IŞİD’e karşı ordu devşirmek için başlatılan eğit-donat programları da defalarca fiyaskoyla sonuçlandı. Eğitilenler El Kaide’ye müttefik oldu ya da toza dumana karıştı.
Bu da ABD’yi sahada ‘en güvenilir ve sonuç veren ittifak Kürtlerle’ sonucuna götürdü. Türkiye diğer örgütleri Rojava’ya karşı bir vekâlet savaşı içine sokarken ABD, Kürtlerle ittifakını ilerletti. “Kobani düştü düşecek” sözüyle kendini ele veren IŞİD’den yana tercih yeni bir kırılma noktasıydı.
Fırat Kalkanı Harekatı ile Kürtlerin önünü kesen Türkiye, Rakka seferi için 10 bin kişilik ordu kurma önerisiyle de ABD’yi ikna edemedi. Trump da Kürtler çekildiğinde Rakka operasyonunun çökeceğini fark etmiş olmalı ki eksik ve yetersiz bulduğu halde Obama’nın planını sürdürmeye karar verdi.
Trump’ı ağır silahlar verilmesine yönelik karara iten de muhtemelen Türkiye’nin tam da Rakka operasyonunda kritik bir aşamaya gelindiği sırada Kürtleri kuzeye çekilmeye zorlayacak şekilde Rojava’yı havadan vurmasıydı. Ki ABD rahatsızlığını YPG ile birlikte Türkiye sınırlarında bayrak sallayarak gösterdi.
***
“PYD ve YPG ile nasıl işbirliği yaparsın” diyen Erdoğan’a karşı kuşkusuz Amerikalıların elindeki argümanlar da az değildir.
– IŞİD’le mücadeledeki çelişkiler.
– Nusra ve Ahrar gibi El Kaide türevleriyle ilişkiler.
– Süleyman Şah Türbesi’nin tahliyesinde olduğu gibi Türkiye’nin de şartların dayatması sonucu gerektiğinde YPG ile işbirliği içine gidilebildiği.
Vesaire…
Dün tercümelere giden zaman dahil planlanan 20 dakikalık görüşme, Trump’ın “Uzun ve yorucu geçecek” demesine rağmen 22 dakikayı aşmadığına göre bu argümanlara gerek duyulmadı demektir. “Hem Kürtlerle hem Türkiye ile çalışmanın yolunu bulacağım” vaadine uygun olarak Trump ya Erdoğan’ı dinlemekle ya da teskin edici birkaç şey söylemekle yetindi. Ki tek konu YPG değildi.
Daha önce basına yansıdığı kadarıyla Trump’ın teskin edici yaklaşımı da şu:
– Türkiye NATO müttefikidir, Kore savaşından beri değerli bir ortaktır.
– ABD, hem IŞİD hem PKK ile mücadelede Türkiye’nin yanında.
– YPG’ye verilen silahların PKK’nin eline geçmemesi için gerekli önlemler alınacak.
– Rakka’nın özgürleştirilmesinin ardından YPG kentte kalmayacak, kontrol bölge sakinlerine bırakılacak.
Bunlar zaten bilinen, evrile çevrile yazılan şeyler.
Halbuki Ankara’nın talebi net: YPG ile işbirliği kesilsin, Rakka’ya Türkiye’nin desteklediği gruplarla gidilsin.
Amerikalıları tatmin etmeyen bu önerinin karşılık bulmayacağı son kez görüşme günü Wall Street Journal’ın ABD’nin Kürtlere anti-tank vermeyi planladığına dair haberinden iyice anlaşılmış oldu.
***
Mevcut bilgiler ışığında görüşmenin ‘noktalı’ değil ‘noktalı virgül’ rejimine uygun gittiği anlaşılıyor. Yani Türkiye’nin Kore savaşına katılarak kendini kabul ettirdiği NATO ortaklığının gölgesinde ABD, Suriye’de bildiğini okurken Türkiye de sızlanmaya devam edecek. Geçiş dönemindeki Trump çaresizce Erdoğan’ın son umuduydu. Dikkat çekici bir şekilde ilişkilerdeki bozulmanın müsebbibi olarak Obama’yı gösterme gayreti vardı. Rusya’nın da YPG konusunda Ankara’yı memnun etmesi mümkün gözükmediğinden artık Erdoğan’ın önünde çok fazla seçenek kalmadı. Sınır bölgelerinde zinhar görmek istemediği Suriye ordusunun kuzeye gelmesini tek çıkış olarak masaya koyması yakındır. (Tabii bu yaklaşımın da Kürtler konusunda Ankara’nın istediği sonucu vermesi zor. Bu ayrı bir konu.)
Nokta deyince sürekli tekrarlanan “Başka bir dünya mümkün” sözü akla geliyor ama bu farklı bir kafa yapısı ve kapasiteyi gerektiriyor.
Erdoğan’ın asıl ilgilendiği Zarrab ve Gülen dosyalarında da statükonun korunduğu anlaşılıyor. O halde geriye denilecek tek şey kalıyor: Washington hattında dizilen bu cümle birkaç noktalı virgülü daha kaldırır.
Bu yazı Gazete Duvar web sitesinde yayınlanmıştır.