12 Ekim 2022 – Edebiyatta Savaş ve Barış Atölyesi, XIV. Dönem, I. Toplantı – “Fransa tarihi ve edebiyatı”

0
Want create site? Find Free WordPress Themes and plugins.

14. Dönemine giren ‘Edebiyatta Savaş ve Barış Atölyesi’, beğeni kazanan ülke temalı okumaları için bu dönemi, Dünya Toplumsal Tarihi, Siyasi Düşünceler Tarihi, Mücadeleler Tarihi ve Edebiyat Tarihi açısından olduğu kadar Osmanlı Döneminden bu yana Türkiye ile olan yakın ilişkileri ve etkileri nedeniyle Fransız Edebiyatı temasını seçti.

12 Ekim günkü toplantımızda Kamer Badur Eğilmez bize Fransız tarihi hakkında genel bir bilgi verdi. Ardından zengin kültür tarihi olan ülke için Atölye katılımcılarının ortaklaşa oluşturdukları uzun listesinden 30 Mayıs tarihine kadar sürecek 16 kitaplık listeyi oluşturduk. 14 Dönemde bizler bu listenin satır aralarında yine savaş ve barışı arayacağız.

                Tarihi antik çağlara kadar uzanan Fransa, Roma İmparatorluğu ve Rönesans döneminden sonra, Aydınlanma Döneminde tartışılan düşünceleri ile ‘halkın iktidarını’ tanımlayan cumhuriyetçilik ve dünya siyasal, sosyal ve düşünsel gelişmeler ile yakından ilgili bir ülkedir.  Özellikle de 17. ve 18. yüzyılda yaşanan siyasal gelişmeler, Katolik Kilisesi’nin toplum üzerindeki konumuna ilişkin yaşanan tartışmalarla sivil toplumun güçlenmesine katkıda bulunmuştur. Fransız düşüncesi içerisinde, ‘aklın’ her alanda ön plana çıkarılmasına yönelik çabalar yoğunlaşmış ve geleneksel mevcut kurumsal yapılara olan şüpheci bakış artmıştır.

                Fransa, yönetimde yarı başkanlık sisteminin uygulandığı üniter bir devlettir. Ülkenin başlıca ilke ve ülküleri İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisinde açıklanmıştır. 17. Yüzyılın ikinci yarısından bu yana dünya genelinde uluslararası ilişkiler alanında önde gelen ülkelerden olmuş, 18 ve 19. yüzyıllar arasında, dönemin en büyük sömürge imparatorluklarından birini kurmuş, sınırlarını Batı Afrika’dan, Güneydoğu Asya’ya kadar genişletmiş, etki ettiği bölgelerdeki toplumların kültür ve siyasetlerinde belirgin izler bırakmıştır.

Fransa, siyasi ve ekonomik örgütlenme olan Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler’in de kurucu üyelerinden, Frankofon, G8 Zirveleri, Latin Birliği ve NATO’nun katılımcılarındandır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin beş daimî üyesinden biridir. Tüm kültürel arka plana karşın ne yazık ki 360 etkin savaş başlığı ve 59 nükleer santraliyle önemli bir nükleer güçtür.

Fransa adı, Frankların yurdu anlamına gelen Francia sözcüğüne dayanır. Frank sözcüğünün kökeniyle ilgili farklı iddialar olmakla birlikte, ön Cermen dillerinde cirit, kargı, mızrak gibi anlamlara gelen frankona ya da eski Cermen dillerinde özgür anlamına gelen frei sözcüğünden geldiğidir. Frank sözcüğü, Roma İmparatorluğu’nun çöküşünden Orta Çağ’a kadar daha az yaygın biçimde kullanılagelmiş ancak Hugh Capet’in Fransa Kralı olarak taç giymesinin ardından yaygın biçimde, gelecekte Fransa olarak anılacak Fransa Krallığı’nı anlatmak için kullanılmaya başlanmıştır.

Günümüz Fransa’sının sınırları hemen hemen eskiden Kelt Galyalıları tarafından yurt edinilen Antik Galya’nın sınırlarıyla aynıdır. Galya, MÖ 1. yüzyılda Roma İmparatoru Julius Caesar tarafından ele geçirilince Galya halkları yavaş yavaş Roma kültürünü ve Roma dilini benimsemişse de daha sonra zamanla bu dil kendi içinde değişerek çağdaş Fransızcanın temellerini oluşurmuştur. Fransa topraklarında Hristiyanlık ilk olarak MS 2 ve 3. yüzyıllarda görülmüş ve sonraki iki yüzyıl içinde hızla yayılmış, Fransa’ya ‘Kilisenin en büyük kızı’ sıfatı verilmiş, Franklar buna dayanarak kendilerini ‘Fransa’nın en iyi Hristiyanları’ olarak adlandırmışlardır.

Roma İmparatorluğu’ndan ayrı bir ülke olarak Fransa tarihinin başlaması 843 tarihli Verdun Antlaşması uyarınca Karolenj İmparatorluğu’nun Doğu Frank Krallığı, Batı Frank Krallığı ve Orta Frank Krallığı olarak üçe ayrılmasıyla başlar; Batı Frank Krallığı bugünkü Fransa topraklarını kaplar ve çağdaş Fransa’nın temelleri bu krallık üzerine kurulur.  Karolenj Hanedanı Fransa’yı 987 yılında Fransa Dükü ve Paris Kontu Hugh Capet’nin, Fransa kralı olarak taç giymesine kadar yöneir. Onun soyundan gelenler ile Valois ve Bourbon hanedanları da aşamalı bir dizi savaşla ülkede birliği sağlar. Buradan hareketle Fransız Tarihinin bir hanedanlar tarihi olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Krallık yönetimi 17. yüzyılda ve Kral XIV. Louis’nin döneminde en güçlü yıllarını sürer. Bu süreçte Fransa, Avrupa kıtasının en kalabalık ülkesi hâline gelir, Avrupa kültürü, politikaları ve ekonomisi üzerinde en etkili güçlerden biri olur, Fransızca dönemin diplomasi dili oldu ve uzun süre bu niteliği koruyarak kalır. 18. yüzyılda aydınlanma çağı büyük ölçüde Fransız entelektüel çevrelerinin düşünce ürünüdür ve bu dönemde, Fransız bilim insanları büyük bilimsel buluşları gerçekleştirir. Yine bu dönemlerde Fransa Afrika, Amerika ve Asya kıtaların da birçok denizaşırı toprak edinir.

Fransa’da krallık sistemi 1789 yılında gerçekleşen Fransız Devrimi’ne dek hüküm sürer. Devrim sonrasında, kısa süreli bir dizi yönetim denemesinden sonra Napolyon Bonapart 1799’da cumhuriyetin kontrolünü ele alır, kendini önce Birinci Konsül, daha sonra, günümüzde Birinci İmparatorluk (1804-1814) adıyla anılan devletin imparatoru ilan eder. Napolyon Savaşları olarak bilinen bir dizi savaşın ardından, Bonaparte ailesinin yardımıyla Napolyon kıta Avrupa’sının büyük bölümünü ele geçirir ve yeni elde edilen bu topraklara daha sonra Bonaparte ailesinin üyeleri Fransa’ya bağlı kral olarak atanır. 1815 Yılındaki Waterloo Savaşı’nda Napolyon’un son yenilgisinden sonra Fransa’da krallık yönetimine geri dönülür.

Paris Komünü, 1871 baharı boyunca iki ay iktidarda kalmış yerel/sosyalist bir yönetimdir. Kısa sürmesine karşın içinde şekillendiği koşullar, tartışmalarla yürüyen kararları ve acılı sonu onu zamanının en önemli politik dönemlerinden biri yapar.

Ancak bu kez kralın yetkilerine anayasal kısıtlamalar getirilir. 1830 Yılında çıkan bir sivil ayaklanma olan Temmuz Devrimi’yle Bourbon Hanedanı tümüyle kaldırılarak anayasal krallığa dayanan Temmuz Monarşisi getirilir ve bu yönetim biçimi 1848 yılına dek sürer. Kurulan İkinci Cumhuriyet (1848-1852) oldukça kısa süreli olur ve III. Napolyon İkinci İmparatorluğu kurunca yıkılır.  1870 Yılında başlayan Fransa-Prusya Savaşı’nda yenilen III. Napolyon tahttan indirilir ve bu yönetim, rejimi de Üçüncü Cumhuriyet’in (1870-1940) kurulmasıyla feshedilir.

Fransa 17. yüzyıldan başlayarak 1960’lara dek bir sömürge devleti kimliğiyle var olur ve 19. ve 20. yüzyıllarda dünyanın dört bir yanında edindiği sömürge toprakları Fransa’yı İngiltere’den sonra ikinci büyük sömürge imparatorluğu haline getirir ve Fransız egemenlik sahası dünya topraklarının %8.6’sını kaplar duruma gelir.

                Aslında Fransız sömürgeciliği,  XVI. yüzyılda siyasî istikrarın sağlanmasının ardından sanayi ve ticaretin, özellikle de deniz ticaretinin güçlenmesiyle, Fransa’nın deniz aşırı boyutlarda genişlemesine yol açmasıyla başlar. Öncelikle Amerika kıtasına açılarak ülkenin zenginliğinin arttırılmasına çalışılır; Güney Amerika’da Rio de Janeiro, Kuzey Amerika’da Quebec (1608) ilk kurulan sömürgeler olur.  Fransızların Kuzey Amerika’daki toprakları Acadia’nın (Nova Scotia) kuzey kıyılarından Büyük Göller’in ötesine, Mississippi ırmağının doğu kıyısından Meksika körfezine ve yeni kurulan New Orleans’a kadar uzanır. Bu sömürge toprakları 1763’te Paris Antlaşması’yla İngiltere’ye terkedildi.

Fransa sömürgeci ülkeler arasında ilk defa Afrika kıtasına yönelen ülke olur. Senegal ile başlayan Afrika sömürgeciliğinde en büyük gelir kaynağını köle ticareti oluşturur; buradan toplanan zenci köleler Kuzey ve Güney Amerika’daki sömürge topraklarına yerleştirilir. XVII – XVIII. Yüzyıllarda genişleme Hint yarımadasına uzanır. 1830 Yılında Cezayir’i ele geçirmeye çalışırken yaşanan uzun ve kanlı mücadeleler Fransa’nın kara tarihinin başlangıcını oluşturur. Cezayir’de çok katı bir sömürgecilik uygulanır ve verimli topraklar halkın elinden alınır, ek vergiler koyulur, misyonerlik çalışmaları baskıyla sürdürülür ve ülkede maddi sömürülmesinin yanı sıra yoğun bir kültür emperyalizmi/ Fransızlaştırma başlar.

1871 Almanya yenilgisinden sonra bir süre içine kapansa da kısa sürede, 1880’lerde tekrar sömürge siyasetine döner. 1881 Yılında Cezayir sınırında meydana gelen küçük bir olay bahanesiyle İtalya’nın da göz diktiği Tunus’u neredeyse savaşmaksızın ele geçirir, geleneksel siyasî yapıyı yıkmadan Tunus’un beylik yönetimini muhafaza eder ve bir Fransız vali tayin ederek bölgedeki gelişmelerin kontrolünü elinde tutar.

                1880 Sonrasında Fransa, Senegal’den iç kesimlere doğru tekrar harekete geçer, yüzyılın sonuna kadar bugünkü Mali, Nijer, Çad ve Orta Afrika Cumhuriyeti topraklarını ele geçirerek Sudan’a kadar ilerler. Daha sonra bu sömürgeler Fransız Batı Afrika’sı adıyla bir federasyon halinde birleştirilir (1895). Bölgede Fransa, İngiltere, İspanya ve Almanya’nın karşı duruşlarına karşın, 1906’da İspanya’nın Algeciras şehrinde toplanan konferansta alınan kararlarla Fas’ta güvenlik ve barışın korunması görevi Fransızlara verilir. Fransız sömürgeciliği I. Dünya Savaşı ile en geniş düzeyine ulaşır. Osmanlı İmparatorluğu’ndan kopan Suriye ve Lübnan’ın da himaye altına alınmasıyla 1920’deki Fransız sömürge arazileri daha da artar. I. Dünya Savaşı’ndan da, II. Dünya Savaşı’ndan da galip taraf olarak çıkmasına karşın Fransa büyük bir insan kaybına ve maddi zarara uğrar. Sömürgelerin bağımsızlık savaşı II.Dünya Savaşı’ndan sonra büyür.

II. Dünya Savaşının sonrasında Dördüncü Cumhuriyet (1946-1958) kurulur . Fransa o zamana dek elinde bulundurduğu sömürge topraklarını korumaya çalışmışsa da daha sonra bu konuda sorunlar yaşar. 1946’da Çin Hindi’nin yönetimini yeniden ele geçirmek için yapılan harekât Birinci Çin Hindi Savaşı’nın çıkmasına neden olur, 1954 yılında Dien Bien Phu Çarpışması’nda Fransız güçleri bölgesel güçlere karşı yenilerek bölgeden çekilir, bundan birkaç ay sonra, Cezayir halkının başlattığı bağımsızlık savaşında sert bir direnişle karşı karşıya kalır. Bu dönemde Pied-noir (kara ayaklı) adı verilen milyonlarca Avrupa kökenli sakini olan Cezayir’in kontrolünü bırakıp bırakmamak konusunda Fransa’da büyük tartışmalar yaşanır ve ülke bir iç savaşın eşiğine gelir.

1958 Yılında istikrarsız ve zayıf durumda bulunan cumhuriyetin yerine, yeni bir anayasa oluşturulması öngörülerek cumhurbaşkanının yetkilerini artıran ve günümüzde de hâlâ süren Beşinci Cumhuriyet’in (1958 – ) kurulması kararına varılır, cumhuriyetin başkanlığına Charles de Gaulle gelir ve de Gaulle Cezayir’deki savaşı bitirecek önlemleri alırken ülkeyi de birlik içinde tutmayı başarır. Cezayir Bağımsızlık Savaşı, Cezayir’in başkenti Cezayir’de yapılan barış görüşmeleriyle 1962’de çözümlenir ve bu olay Cezayir’in bağımsız bir ülke olmasıyla son bulur.

Yüzyılın ikinci yarısında Fransa’nın Almanya’ya karşı yürüttüğü barışçıl tutum ve iş birliği ilişkileri Avrupa Birliği’nin ekonomik bütünleşmesinde esas teşkil eder. Bu olumlu havanın en önemli sonucu Ocak 1999’da avronun birlik üyesi ülkeler arasında ortak para birimi olarak kabul edilmesi olur. Avrupa Birliği’nin önde gelen güçlerinden olan Fransa’da seçmenler Avrupa Birliği Anayasası oluşturmak için hazırlanan antlaşmayı halkoylamasında reddetmişse de, bu anayasa taslağının kapsadığı hükümleri bir antlaşma içinde uygulamaya sokmayı öngören Lizbon Antlaşması, Şubat 2008’de Fransız Parlamentosu’nda kabul edilir.

Fransızlarla Türkler’in tanışması, Fransa’da Germen asıllı Frank hanedanlarının hüküm sürdüğü yıllarda düzenlenen I. Haçlı Seferi’ne (1096-1099) rastlar. İlk siyasî ilişki, Valois hanedanından VI. Charles zamanında Osmanlıların Niğbolu Savaşı’nda (1396) aldıkları Haçlı esirlerinin fidyeleri ödenirken kurulur. Daha sonraki yıllarda, II. Bayezid döneminde yaşanan Cem Sultan’ın Fransa’ya sığınması ve Fransızların Venedik-Osmanlı Savaşı’nda (1498-1502) Venediklileri desteklemesi gibi bir iki olay dışında Türk-Fransız ilişkileri olumlu yönde gelişir.

6 Aralık 1525’te Kanuni Sultan Süleyman Fransa kralının elçisini kabul eder ve  İmparator V. Karl’a karşı Fransa kralını himaye etmeye karar verdiğini açıklar. Fransa 1535’te Osmanlı Devleti’ne ilk daimî elçisini gönderir ve Fransa’ya ticarî imtiyazlar tanıyan iki taraflı bir anlaşma imzalanır.  Osmanlı tarihinde önemli bir yeri olan ve duraklama devrinden itibaren devletin aleyhine işlemeye başlayan kapitülasyonlar yürürlüğe girmiş, böylece daha önceki Osmanlı sultanlarının İtalyan devletlerine tanıdıkları ticarî imtiyazların çok daha fazlası Fransa’ya tanınmış olur. 10 Kasım 1679 tarihli antlaşma ile Fransa’nın imtiyazları arttırılır. İngiltere, Venedik, Felemenk gibi devletlerin kendi bayraklarıyla Türk limanlarında gemi işletme imtiyazları kaldırılır, Fransa kralı Doğu Hristiyanlarının tek hamisi olarak tanınır, gümrük resmi % 5’ten % 3’e indirir. 1716 Yılında Fransız elçisi Marquis de Bonnac, Kudüs’teki Saint Sepulcre Kilisesi’nin tamiri imtiyazını elde eder, Yirmisekiz Mehmed Çelebi 1720’de, siyasî bir görevle Fransa’ya giden ilk elçi olarak Paris’e gönderilir

Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa zamanında Türk devlet adamları Fransa’dan ‘kadim dost’ diye söz edilir.  Her padişah tarafından yenilenen kapitülasyonlara I. Mahmud tarafından devamlılık kazanır (1740). Yabancı ve azınlık hakları açısından dönüm noktası teşkil eden bu antlaşma ile Katolikler daha önce yasak olan Kudüs’teki bazı kutsal yerlere girebilir ve dinlerinin gereğini serbestçe yerine getirebilir hale gelirler. Fransızlar’ın davalarını kendi konsoloslukları görülmesi, taraflardan biri Türk, diğeri Fransız ise davaya Türk mahkemesi bakması ama Fransız konsolosluğunun kontrol yetkisi bulunması, emlâk ve gümrük vergisi dışındaki bütün vergilerden muaf olması, Osmanlı sularında avlanma hakkına da sahip olmaları, Osmanlı topraklarında diledikleri yerde okul, kilise, hastahane açabilmeleri, ve bu kurumların vergiden muaf tutulması gibi haklar sağlanır. Daha da önemlisi Fransa ülkedeki Katolik azınlıkları himayesi altına alması, Osmanlı tebaası Katolikler’in davalarına Fransız konsolosluğu gözetiminde bakılması böylece Osmanlı Devleti’nin hükümranlık haklarının ihlâl edilmesi verilen haklardandır. Fransa elde ettiği bu himaye hakkıyla, daha sonra Rusya’nın Ortodokslar ve İngilizler’in Protestanlar üzerinde aynı hakları talep ettikleri bir çığırı açmış olur.

XVIII. yüzyılın sonlarına doğru Fransa Türkiye’de önemli imtiyazlara sahiptir ve 1789 ihtilâli öncesinde Fransızların Osmanlı topraklarında seksen kadar ticarî kuruluşu bulunuyordu. Fransa’nın İstanbul’daki elçilikten başka İzmir, Selânik, Koron (Mora), Hanya (Girit), Rodos, Kıbrıs, Bağdat, Halep, Şam, Sayda, İskenderiye gibi önemli şehirlerde konsoloslukları bulunuyordu. Bu yüzyılda Fransız teknik adamlarından faydalanılmaya başlanır. I. Mahmud zamanında (1730-1754) İstanbul’a gelen Kont de Bonneval, Macar asıllı Fransız subayı ve top mühendisi Baron de Tott askerî uzman olarak çalışırlar. Baron de Tott’un Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyun’un kurulmasında katkısı olur, Süveyş Kanalı hakkında bir proje hazırlayıp sultana sunar, ülkesine döndükten sonra da Türk tarihi üzerine önemli bir kaynak teşkil eden hatıralarını kaleme alır (Mémoires du Baron de Tott sur les Turcs et les Tartares, Amsterdam 1784).

1789 Fransız Devrimi o sırada Avusturya ve Rusya ile savaş halinde olan Osmanlı Devleti’ni uzun süre ilgilendirmez, 1791 anayasasıyla kralın yetkilerinin sınırlandırılması, hatta azli ve idamı Bâbıâli’yi endişelendirmez Avrupa devletlerinin aksine Osmanlılar’da memnunlukla karşılanır,  Fransa’nın zayıf düşmesinden endişe edilir.

II. Mahmud ıslahat hareketlerine başladığında gönderdiği raporlarla kendisini etkileyen Paris elçisi Mustafa Reşid Paşa’yı Türkiye’ye dönüşünde Dışişleri Bakanlığına getirir, onun sanayi, ticaret, ziraat ve hukuk düzenleri üzerine kaleme aldığı raporlarla Tanzimat’ın zeminini hazırlar. Tanzimat Fermanı’nın ilânıyla Osmanlı Devleti Batı’daki ve özellikle Fransa’daki gelişmelerin yönlendirdiği bir yenileşme devrine girer. Fransızlar, Tanzimat Fermanı hükümlerinin müslim-gayri müslim tebaa arasındaki farkları yok etmediğini, yeni bir fermanla eşitliği sağlayacak hükümler getirilmesi ve bunların uygulanmasında Avrupa devletlerinin söz sahibi olması gerektiğini savunur. Kırım Savaşı’ndan sonra Fransız tezi kabul edilerek yeni bir fermanın ilânına ve bunun Paris’te yapılacak barış antlaşmasında yer almasına karar verilirve  28 Şubat 1856’da Islahat Fermanı ilân edilir.

1867’de Fransız hükümeti Bâbıâli’ye reform politikalarının geliştirilmesini isteyen ve ayrıntılı tavsiyelerde bulunan bir nota verir. Ali ve Fuat Paşalar bu nota gereğince yeni kurumlar ve kanunlar oluşturulması yönünde çalışma başlatır. Hukuk sistemindeki ıslahat çerçevesinde kanunların düzenlenmesi için Fransız elçiliği bir Fransa medenî kanununu Türkçe ’ye çevirme komisyonu, buna karşılık Cevdet Paşa da bir mecelle komisyonu kurarak çalışma başlattır. Eğitim alanında rüşdiye, dârülmuallimîn, dârülfünun, tıbbiye, mühendishâne gibi okullar açılır ve bu okullarda Fransızca dersleri verilir ve Fransa’ya öğrenci gönderilir, ünlü Fransız yazarlarının eserleri Türkçe ‘ye çevrilir, pozitivist ve materyalist felsefe kitapları çevrilerek ders kitabı olarak okutulur. 1868 Yılında  Fransızca eğitime açılan Galatasaray Lisesi Mekteb-i Sultani)  ve zamanla Edirne, İzmir, Beyrut, Şam, Tarsus, Kayseri ve Selânik’te açılan misyoner okullarıyla beraber Fransız kültürünün yerleşmesine ve Batıcı aydın kesimin oluşmasına yol açar. Mustafa Reşid Paşa’nın himayesiyle Paris’e giden Şinâsi, Renan ve Lamartine gibi ünlü Fransız yazarlarıyla tanışır. Bu geleneği sürdüren Nâmık Kemal, Ziya Paşa, Mithat Paşa gibi aydın ve bürokratlar ilk anayasanın hazırlanmasına katkıda bulunur. Fransız edebiyatının etkisi altında bir edebiyat ortamı oluşur ve Fransızca’dan çeviriler yapılır, dergiler çıkarılır. Bu aydınlar yönetime ters düştüklerinde Paris’e gider  ve Jön Türkler adıyla orada etkinliklerine devam ederler.  Zamanla siyasî bir nitelik kazanan bu muhalefet İttihat ve Terakkî partisine dönüşerek Osmanlı Devleti’nin son yıllarında iktidara gelir ve II. Meşrutiyet dönemini başlatır (1908).

I. Dünya Savaşı’nda Türkiye ve Fransa karşı saflarda yer alır. Bu sıradabu saftakiler Osmanlı Devleti üzerine planlar yaparken Sykes-Picot (16 Mayıs 1916), Saint Jean de Maurienne (17 Nisan 1917) ve San Remo (25 Nisan 1920) antlaşmalarını yaparak Suriye, Lübnan ve Güneydoğu Anadolu illerini paylaşırlar. Bu bölgeler Fransızlara verilir. Fransızlar Mondros Mütarekesi’nin 7. maddesine dayanarak 1919 sonbaharında Hatay, Urfa, Antep, Adana, Mersin ve Maraş’ı işgal ettilerse de bölge halkının direnişiyle başarısızlığa uğrarlar.  20 Ekim 1921’de imzalanan Ankara Antlaşmasıyla Türkiye-Suriye sınırına bugünkü şekli verilirken Hatay özel bir statüyle dışarıda bırakılır.

Lozan Antlaşması’nı (1923) takip eden yıllarda Türkiye ile Fransa arasında Türkiye’deki Fransız okullarının statüsü, Osmanlı borçları, Osmanlı Bankası’nın geleceği, millileştirilen Fransız şirketlerine ödenecek tazminat gibi konularda çetin tartışmalar olursa da zamanla anlaşmaya varılır.1926 Yılında  Türkiye’nin Fransız mandası olan Suriye ile ilişkilerini düzenleyen sözleşme, 1938’de de Türk-Fransız Dostluk Antlaşması, Boğazlar meselesini çözen Montrö Boğazlar Sözleşmesi (20 Temmuz 1936), Hatay’ın, Suriye’nin hak iddia etmesine rağmen Türkiye’ye bağlanması gibi anlaşmalar yürürlüğe girer.  

Fransa, Fransız düşüncesi, Fransız edebiyatı Türk tarihinde, düşünce sistematiğinde ve edebiyatında önemli bir yere sahip olduğu yukarıdaki açıklamalardan çok net anlaşılmaktadır. Atölyemizi ilgilendiren bölümüyle Fransız edebiyatı dünyanın en zengin ve en etkileyici edebiyatlarından biridir ve yazarlar başta epik şiir, lirik şiir, drama ve kurgu olmak üzere edebi yazınların tümüne katkıda bulunmuşlardır.

Fransız edebiyatı Türkiye’nin yanı sıra birçok ülkedeki yazarların çalışmalarını derinden etkiler.  Edebi akımlar olarak 1600’lerde Klasizm, 1800’lerde realizm, romantizm ve sembolizm, 1900’lerde Gerçeküstücülük (Sürrealizm) ve Egzistansiyalizm (Varoluşçuluk) Fransa sınırlarının dışına çıkarak diğer yazarlar, sanatçılar ve düşünürlerin çalışmalarını geniş ölçüde etkiler. Genelde, Akılcılık (rasyonalizm) Fransız yazınının en güçlü damarıdır. Ancak deneysellik duygu dolu ve bazen de tutkulu bir sanat yaratabilmiş, 1900’lerin Yeni Roman´ında olduğu gibi teorik ve biçimsel konuları işlemede de kullanılmıştır.

Fransız Edebiyatında en erken yazınlara MÖ. 800´de, şiir olarak, eğitimi sınırlı gezgin jongleurlerce (jonklör) söylenmiş ve oynanmıştır. Zaman içinde, iki ana şiir tarzı ortaya çıkar, lirik ve öyküsel.

Lirik şiir 1100´lerden 1400´lere kadar yaygınlaşır. Trobador denen şair-müzisyenlerin, Provens lehçesiyle aşk şarkıları yazmaya başlamalarıyla Güney Fransa´da başlar. Bu şiirlerin bazıları kuzey Fransa´ya da trovör denen şairlerce taşınır. Hem trobadorlar hem de trovörler kadınları ve aşk ideallerini anlatan lirik şiirler bestelerler

Öyküsel şiirin dört biçimi vardır: epik şiir, romans, ilahiler ve öyküler ve fabliaux. Orta sınıf için yazılan fabliaux dışında hepsi aristokrat izleyiciler için yazılır. Epik şiirler genelde savaş ve savaş kahramanlıkları üzerinedir; chansons de geste (büyük eylemlerin şarkıları) diye adlandırılırlar. Jonklörler chansonları müzikle birleştirmişlerdi. En ünlüleri Roland´in Şarkısı´dır (1100). Ünlü komutan Charlemagne tarafından yönetilen bir askeri talim sırasındaki bir olayı anlatır. Romanslar fantastik maceralarla dolu uzun kurgusal çalışmalardır. İlahiler ve öyküler aşk, şövalyelik ve metafizikle ilgili kısa manzumelerdi. İlahiler daha çok Celtic kaynaklarına, öyküler genelde Latin kaynaklıdır. Fabliaux kısa, genellikle taşlamalarla dolu mizahi öykülerden oluşur. En önemlisi, hayvan karakterlerin insani toplumunu eleştirdiği Renard Romansı (1175-1205) denen koleksiyonda bulunur.

Fransız edebiyatında Rönesans 1500´lerin başından 1600´lara kadar uzanır. Yazarlar, bilgeler, Hümanistler Rönesans´ta önemli rol oynar.  1494 – 1525 arasındaki dönemde Fransız ordusunun İtalya işgali ve istilaları İtalyan edebiyatı ve sanatıyla teması beraberinde getirir ve Fransız Rönesansı hız kazandı. François Rabelais Fransız Rönesansının en ünlü kurgu yazarı ve döneminin önde gelen tip otoritelerinde biriydi. Ana eseri Gargantua ve Pantagruel´dir. Bu neşeli, çoğu zaman da patavatsız beş parçalık anlatı 1532 ile 1564 arasında yayımlanır. Bu çalışma, dönemin yasal, politik, dini ve toplumsal kurumlarını eleştirir.

Pleiade, geleneksel tarzı kırıp Yunan ve Roma modelli yeni bir Fransız edebiyatı yaratmaya çalışan yedi şairden oluşan bir gruptu. Pierre de Ronsard grubun önderidir ve pastoral tarzda eski yazı biçimlerini kullanır. Michel de Montaigne denemeleri bir edebi biçim olarak kurgular ve resmi olmayan konuşma dilinde yazar. Montaigne´nin Denemeler’i geniş bir klasik eğitimle şekillenmişti. Tamamen kişisellerdi ve yazarın kendisi, bilgi, alışkanlıklar, ölüm, geziler ve öğrenim gibi konular üzerindeki gevşek meditasyonlardan oluşur.

Kral 13. Louis ve özellikle Kral 14. Louis´nin iktidar dönemleri klasik dönem olarak bilinir. 1600’lerin başından 1700’lere kadar geçen süre Fransız edebiyatının yüksek dönemi olarak düşünülür. Klasik yazarlar Rönesans fikrini reddetmezler.  1600 Yıllarının başında Malherbe, Klasik yazının temelini atan temiz, akılcı şiirler yazar. Jean de La Fontaine ve Nicolas Boileau-Despreaux da Klasik dönemin önde gelen şairlerindendiler. Klasik drama Fransız Klasizminin en büyük ifadesi olarak kabul dilir. Dönemin en ünlü yazarları Pierre Corneille, Jean Racine ve Moliere´dir.

İki filozofun Fransız Klasik nâzımının en üstün örneklerini verdikleri düşünülür; Rene Descartes ve Blaise Pascal.

Filozof ifadesine özel bir değer Montesquieu, Diderot, Voltaire, Jean Jacques Rousseau olur. Hepsi, insanın yeryüzünde mutluluğunun bağlı olduğu politik, sosyal, ahlaki ya da dinsel düzen konularıyla ilgilenirler.  Felsefi düşüncede ilerlemeler XVIII. yüzyılın ilk yarısında, sosyal eleştirilerle gözü pek saptamalarda bulunurlar. Dinin saygınlığı yerine insanî bilimlerin saygınlığını koymağa çalışırlar.

Newton sistemi, kültürlü halk içinde büyük merak uyandırır, bilim dünyasında gittikçe artan sempati kazanır ve peşin hüküm (batıl itikat) ile dolu eski fizikin zararına kendini kabul ettirir. Taşra Akademilerinde, hatta yurttaşların görüşlerinde deney ve laboratuvar araştırmaları artar, aynı zamanda tarihî ve arkeolojik bilinç gelişir.

On dokuzuncu yüzyıl Fransız edebiyatının başta gelen yazarlarının ortaya çıktığı çağdır. Romantizm akiminin temelleri 1700´lerin sonunda atılırsa da yayılması 1800´lerin ortalarını bulur. Genel olarak Klasizm ve Nedensellik Çağ’ına tepki olarak ortaya çıkar.  Fransız Romantizmi kendinden önceki İngiliz, İspanyol ve özellikle Alman Romantik hareketlerinden etkilenmiştir. Jean-Jacques Rousseau, Nedensellik çağı ile taninsa da doğal dünyaya karşı duyarlılığı, duyguları ve kendiliğindenliğe verdiği önem nedeniyle Romantizm´in de önde gelenlerinden biri sayılır. Francois-Rene de Chateaubriand,  Andre Chenier,  Marquis de Sade, Alfonso de Lamartine,  Victor Hugo, Alfred de Vigny, Alfred de Musset, Alexandre bu dönemin en bilinenleridir. Bazı Romantik yazarlar kurgunun daha gercekçi biçimlerine yöneldiler; Honore de Balzac, George Sand ve Stendhal gibi.

Realizm, Romantizme karşı ortaya çıkan bir edebi doktrindir. Realistler, sanatın yaşamı doğrudan, dürüstçe ve nesnel olarak yeniden üretmesi gerektiğine inanırlar. 1800 Yıllarının ortasına doğru Realizm, Fransız edebiyatında baskın hale geldiği dönemdir. Gustave Flaubert Fransız realizminin en önemli ismidir. Guy de Maupassant, Eugene Scribe, Emile Augier, Eugene Brieux ve Alexandre Dumas, gerçekçi eleştirmen Charles Sainte-Beuve’un adları bu akım için sayılabilir. Emile Zola, en önemli Fransız natüralist yazar olarak adlandırılır.

Fransız sembolizmi 1800´lerin sonunda ortaya çıkan bir edebi akımdır. Sembolist hareketin ünlü isimleri şairler Charles Baudelaire, Stephane Mallarme, Paul Verlaine ve Arthur Rimbaud´dur.

1900´lerin başında Fransız edebiyatında dört baskın yazar vardı: Paul Claudel, Andre Gide, Paul Valery ve Marcel Proust. Hepsi 1870 civarında doğmus, hepsi kariyerlerinin basında sembolist bir dönemden geçmiş ve 1920´de her biri önemli bir edebi figüre olarak kabul edilmiştir.

Sürrealizm, Parisli bir grup yazar ve ressam tarafından 1924´te kurulan bir harekettir. Sürrealistler, bütünlüklü bir insan deneyimi yaratmak için rasyonel varlığın içine katılması gerektiğine inandıkları bilinçsiz düşünce süreçlerini – özellikle de düşleri – incelerler. Sürrelaistlerin lideri ve baş kuramcısı Andre Breton´dur. Şair Guillaume Apollinaire, Sürrealizm´de önemli bir etkiye sahiptir.. Önde gelen şairler, Rene Char, Paul Eluard ve Louis Aragon´dur. Ancak üçü de en güzel olarak nitelenen şiirlerini 1930´da bu akımdan ayrıldıklarında yazarlar. Temaları, kelimelerin ve görsel imgelerin çarpıcı birleşimi yoluyla ifade edilen aşk ve diğer öznel durumlar üzerine yoğunlaşır.

Varoluşçuluk (Egzistansiyalizm), Fransız edebiyatını II. Dünya Savaşı´ndan sonra etkileyen bir edebi felsefedir. Varoluşçuluğun en önemli yazarlarından Jean-Paul Sartre, Çıkış Yok (1944) ve Kirli Eller (1948) oyunlarıyla olduğu kadar felsefi yazıları ve eleştirileriyle de ünlüdür. Eserleri özellikle özgürlük ve sorumluluk sorunları ile ilgilenerek ahlaki ve politik konuları inceler. Dönemin gençliğinin sorunlarını çok iyi dile getirmesi ile dikkat çeken ilk romanı Bulantı (1938), varoluşun kendisiyle yüzleşmenin getirdiği rahatsız edici sonuçlarını araştırır. Simone de Beauvoir, Belirsizlik Ahlakı İçin (1947) gibi çalışmalarıyla Varoluşçu düşüncenin yaygınlaşmasında etkili olur. Albert Camus Yabancı (1942), Veba (1947) ve uzun makalelerden olusan Sisyphus Destanı (1942) gibi eserleri ile benzer etik ve ahlaki sorunlarla ilgilenir.

Sartre ve Camus´nün de içinde bulunduğu birçok romancı ve şair 1900’lerin ortasında Fransız dramasına katkıda bulunmuştur. Jean Giraudoux, Jean Cocteau ve Jean Genet dramada adı geçen yazarlardır. 1950´lerde Fransa´da Absürd Tiyatro denen bir hareket ortaya çıkar. Oyun yazarları, yaşamın anlamsız doğası olduğuna inandıkları şeyleri dramatize etmeye çalıştılar. En bilinen Absürdistler Samuel Beckett ve Eugene Ionesco´dur.

20.Yüzyılın ikinci yarısında ana değişiklik Yeni Roman hareketidir. Belli başlı temsilcileri Alain Robbe-Grillet, Michel Butor, Nathalie Sarraute ve Claude Simon´dur. Bu yazarlar, romanlarındaki olayları biçimlendirmek için dışarıdan bir öyküsel çerçeveden destek alırken, örgüyü karakterlerin olayları algılayışlarının dışında geliştirmeye çalışmışlardır ki bu da sarsıcı etkilere yol açmıştır.

Nobel Edebiyat Ödülü kazanan çok sayıda Fransız edebiyatçıları vardır ki hepsi hem Fransız edebiyatına hem de dünya edebiyatına katkı sunmuşlardır. Liste şöyledir:

1901 – Sully Prudhomme (ilk Nobel Edebiyat Ödülü)

1904 – Frédéric Mistral (Eserlerini Provensal Oksitanca lehçesi ile hazırlamıştır.

1911 – Maurice Maeterlinck (Belçìkalı)

1915 – Romain Rolland

1921 – Anatole France

1927 – Henri Bergson

1937 – Roger Martin du Gard

1947 – André Gide

1952 – François Mauriac

1957 – Albert Camus

1960 – Saint-John Perse

1964 – Jean-Paul Sartre (Ödülü kabul etmemiştir.)

1969 – Samuel Beckett (İrlandalı, hem İngilizce dili ile hem de Fransızca dili ile eserler vermiştir.)

1985 – Claude Simon

2000 – Gao Xingjian (Çin’de yaşayıp eserlerini o ülkede hazırlamıştır.)

2008 – Jean-Marie Gustave Le Clézio

Bugün çağdaş Fransız edebiyatı dendiğinde I.Dünya Savaşının hemen öncesinde başlayıp günümüze kadar gelen belli bir dönemi, yazım türünü ve onun özelliklerini paylaşan yazarlar anlaşılır. Şöyle listelenebilir:

I. Dünya Savaşı Öncesi: Şiir: Apollinaire

Roman: Anatole France, Marcel Proust;

İki Dünya Savaşı Arası: Şiir: Gerçeküstücü akım

Roman: André Malraux, Antoine Saint Exupéry, Colette,

Tiyatro: Marcel Pagnol, Jean Cocteau, Jean Giraudoux

1939 Sonrası Edebiyatında Varoluşçuluk: Jean Paul Sartre

Albert Camus

Direniş Dönemi Şiiri: Louis Aragon, Paul Eluard, René Char

Tiyatro: Eugène Ionesco

Savaş Sonrası Edebiyat: Romanda geleneksel anlatım ve Marcel Aymé

Yeni roman ve Alain Robbe-Grillet, Nathalie Sarraute, Marguerite Duras

Yeni Eleştiri: Roland Barthes

21. Yüzyıl Edebiyatı: Çok Okunan Yazarlar

1 Kasım 2022 – 30 Mayıs 2023 tarihleri arasında sürecek olan 14. Dönem Fransız Edebiyatında Savaş ve Barış Atölyesinin takvimi şöyledir:

Fransız Edebiyatında Savaş ve Barış
Yazarın hayatıKitapYazarSayfaTürAnlatıcıTarih
1483-1553GargantuaFrançois Rabelais288Hümanist, güldürüFaruk Sevim1 Kasım 2022
1533-1592DenemelerMontaigne27215 Kasım
1622-1673Kibarlık BudalasıMoliere130tiyatroMurat Tekelioğlu29 Kasım
1783-1842Parma ManastırıMarie-Henri Beyle Stendhal592romanNilüfer Uğur Dalay13 Aralık
1799-1850Gizli Başyapıt ve SarrasineHonore de Balzac80iki öyküŞengül Çiftçi27 Aralık
1840-1902Theresa RaquinEmile Zola220DuygusalÖzlem Tatlıcan10 Ocak 2023
1871-1922Swann’ın Bir AşkıMarcel Proust192DuygusalDidem Arslanoğlu24 Ocak
1873-1954Dişi kediSidonie-Gabrielle Colette111romanŞengül Çiftçi7 Şubat
1900-1999Altın MeyvelerNathalie Sarraute136romanYıldız Önen21 Şubat
1908-1986Sessiz bir ölümSimone de Beauvoir126anıCeren Aydos7 Mart
1914-1996Hiroşima SevgilimMarguerite Duras120film hikayesiKamer Badur Eğilmez21 Mart
1915-1980Yas günlüğüRoland Barthes268günlükGülsüm4 Nisan
1940-Babamın YeriAnnie Ernaux72Aliye Zorlu18 Nisan
1940-Göçmen YıldızJean-Marie Gustave Le Clézio320romanYıldız Önen2 Mayıs
1940-Cahil Hoca-Zihinsel Özgürleşme üstüne beş dersJacques Rancière144hikaye/felsefeYasemin Kilit Aklar16 Mayıs
1948 –Amerikan İşgaliPascal Quignard142romanHatice30 Mayıs

Barışla Kalın

AtölyeBAK

Did you find apk for android? You can find new Free Android Games and apps.
Share.

Comments are closed.