1 Şubat 2017 – -Edebiyat Atölyesi VIII. Dönem VI. Kitabı

0
Want create site? Find Free WordPress Themes and plugins.

Konusunu ‘Antik Çağ Yazınında Savaş ve Barış’ olarak belirlediğimiz VIII. Dönem Edebiyatta Savaş ve Barış Atölye’sinin 1 Şubat Çarşamba akşamki oturumunda Günay Ertekin yazar Euripides’i (M.Ö.485-M.Ö.405) yaşadığı dönemin düşünce akımlarını ve Medeia kitabını tanıttıktan sonra, metni Atölye katılımcılarının değerlendirmelerine açtı.
Euripides’in yaşadığı yıllar Pers İmparatorluğu ile Yunanlılar arasındaki savaşın son bulması ile başlayan, Yunan uygarlığının en parlak olduğu döneme rastlar. Euripides’in doğduğu yıl başlayan, kardeş kavgası da denilebilecek Peloponnes Savaşı, Atina’nın yenilgisiyle sona erer. Kısa bir süre sonra Yunanlılar Makedonya İmparatorluğunun hegemonyası altına girer ve Helenistik Dönemi başlamış olur.
Yenilgiyle sonuçlansa da bu geçici yükselme dönemi Atina’nın kültüründe kalıcı etkiler bırakır. Sanat, edebiyat, bilim ve felsefe başta olmak üzere pek çok alanda büyük bir gelişme yaşanır. Bu gelişmelerin yaşanmasında, gücü doğru kullanan bir yöneticinin varlığı, Atina’yı M.Ö.461–431 tarihleri arasında yönetmiş olan Pericles’in rolü büyüktür. Demokratik nitelikte bir monarşi kuran Pericles Atina’ya altın çağını yaşatır.
Yaratılan özgür ortam, gelişen ekonomi ve kültüre cömertçe aktarılan kaynaklar, kısa
süre içerisinde pek çok disiplini, bilim, felsefe, din ve sanattı etkiler.
Eski kozmogonialardan (Yaradılış Teorilerinden) vazgeçerek tabiata yönelen ilk filozoflar, evrenin oluşumunu bir ‘ilk madde’ ile açıklayan ‘doğa filozofları’yla gerçek anlamda felsefi düşünceyi başlamış olur. Thales, Anaksimandros, Anaksimenes, Diogenes, Herakleitos, Pythagoras bu filozofların en bilinenleridir. Ksenophanes, Parmenides, diyalektiği ve sofistiği kuran Zenon gibi filozoflarıyla Elea Okulu, Leukippos ve Demokritos gibi materyalist filozofların oluşturduğu ‘Atomculuk Okulu’ ve ‘hiçbir şeyin yoktan var olmadığını ve yok olmayacağını’ söyleyen Anaksagoras’ın Eklektizm Okulu, bu dönemin önemli felsefe okullarıdır. Dönemin dikkat çeken bir diğer felsefe ekolü de, ‘Her şeyin ölçüsü insandır’ diyen ve tanrının varlığı konusunda kuşkuları olan Protogoras’ın da bağlı olduğu, sofizm okuludur.
Dönemin en özel ismi, Euripides’i de etkilediği bilinen, ‘Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir,’ diyen Sokrates’tir. Düşünsel çeşitlilik bakımından oldukça zengin olan Yunan Dünyası, Platon metafiziğiyle varlık problemini tartışır. Euripides’ten sonra yaşamış olsa da Antik Yunan Altın Çağı’nın önemli dayanaklarından biri de mantık, metafizik, fizik ve biyoloji alanlarında çalışmalar yapan ve literatüre önemli eserler kazandıran Aristoteles olur. Tiyatro konusunda ilk sistemli düşünce ürünü olan Poetika adlı eseri ile dram sanatı için oldukça değerlidir.
Aristoteles’in ‘tüm ozanların en trajik olanı’ diye söz ettiği, şiir, resim ve felsefeye meraklı olan Euripides, zamanının çoğunu doğduğu Salamis’deki mağarasında çalışarak geçirir ve hayatı boyunca yalnızca tiyatro ile uğraşır. Sokrates ile de arkadaşlık ettiği tahmin edilen Euripides’in, yüze yakın oyun yazmasına karşın, oyunlarının sadece on dokuzu günümüze ulaşır. Düşünce ve davranışları belirlemede, insan aklının önemli bir yer kazandığı entelektüel bir ortamda, Euripides de zamanın ileri gelen düşünürleriyle dostluklar kurar, onlardan dersler alır. Özellikle bütün evrene düzen veren bir akıl olduğunu söyleyen Anaksagoras ve ‘İnsan her şeyin ölçüsüdür;’ diyen Pratogoras’ın öğrencisi olarak
Euripides de bu düşüncelerden, bir düşünce akımına bağlı olmadan etkilenir. Bu etki, oluşan ortamın, Euripides’e o zamana kadar var olan kalıplardan sıyrılıp, yine mitosları konu etmekle beraber, bu konuları sınırsız bir eleştirel bakışla irdeleme olanağı sağlaması bakımından önemlidir. Euripides’in karakterlerinde akıl ve mantığın ötesinde, insan doğası çok önemli bir yer tutar. O, insanı çok iyi anlamış bir yazardır. Özellikle de kadının oldukça karmaşık ve sürprizlerle dolu ruh derinliklerine inip, oradaki en derin gizleri açığa çıkarmayı başarmış, nörotik kişilikleri iyi anlayabilmiş, bu da, çok sevdiği patetik karakterleri işleme olanağını yaratmıştır.
Euripides gerçekçi bir yazardır. İdealize edilmiş insanlar ve yüce unsurlarla dolu tragedyaların yazıldığı Antik Yunan’da gerçekçi bir yazar olmak, bu günkü kadar doğal ve kolay olamaz. Bu nedenle Euripides, ‘Dawn of Realism’ (realizmin şafağı) olarak sıfatlanır. Euripides insanı, Sophokles’in yaptığı gibi idealize ederek, yani olması gerektiği gibi değil, iyi ve kötü taraflarıyla, olduğu gibi oyun kişisi haline getirir. Euripides’in insanüstü kahramanlar yerine gerçek insanı, olağanüstü ve ülkücü düşünceler yerine, olağan ve yararlı düşünceleri, aşırı duygulu tragedyalar yerine, düşünmeyi ön düzeye alan dramı seçmesi, ondan sonra birçok yazarı etkiler.
Euripides konularını mitoslardan seçse de kendi düşünce sistemine ve toplumsal sorunlara değinmeden geçmez. Kölelik-soyluluk, kadın-erkek, tanrı-insan gibi kavramlara yaklaşımındaki farklılığı ve belki de radikalliği, o zamanın alışılmış tragedya üslubuyla karşılaştırıldığında çok sıra dışı bir görüntü sergiler. Soylu olarak doğmaya ve sınıflı toplum yapısına karşı çıkar. Bu nedenle kölelere ve o zamana kadar oyunlarda başkişi olarak pek görülmeyen kadınlara, daha önce hiç olmadığı kadar çok söz hakkı tanır.
Euripides’in kişileri kendi yaşadığı dönemin insanlarıdır ve kendi dönemlerinin sorunlarını tartışır. Tragedyaya getirdiği diğer bir yenilik de koroyla ilgilidir. Oyunlarında koronun ağırlığı oldukça azalır, kişileştirme ön plana çıkar. Koro için çok güzel bölümler yazmış, bunları ana temayla bağlantılamış olsa da, dramatik akışa organik olarak bağlı olmayan arasözler niteliğinden öteye geçmez. Eserleri genellikle, koro ve oyuncuların etkileşim içinde oldukları oyunlar değil de, ana karakterlerin bölümlerinin odağını oluşturacak biçimde kurgular. ‘Aiskhylos’la koroyu sahneden kovan sonraki yazarlar arasında bir köprü olur.’ Ayrıca, oyunlarında günlük konuşma diline yakın olan sade bir dil kullanması da bir diğer özelliğidir. Aiskhylos ve Sophokles ile karşılaştırıldığında biraz daha yüzeysel kalsa da üslubu zarif, akıcı ve nettir. Özdeyişlere bolca yer verdiği eserleri, müzikalite bakımından yaşadığı dönemde büyük beğeni toplar.
Yaşadığı dönemde halk tarafından çok rağbet görmemiş, hatta büyük tepkiler almış olsa da, Euripides kendinden sonraki dönemleri derinden etkiler. Özellikle Roma dönemi yazarlarının hayranlığını kazanır ve tragedya onunla yeni bir yöne girmiş olur.
Euripides tiyatroya getirdiği pek çok yenilikle çağının çok ilerisinde bir oyun yazarı olur. Yarattığı çarpıcı karakterlerle iki bin yıldan uzun bir süre varlığını korumayı başarmıştır. İşte bu çarpıcı karakterlerden biri de Medeia’dır. ‘Medeia’ ilginç efsanesiyle Euripides’ten önce ve sonra pek çok sanatçıya ilham verir.
İlk kez M.Ö. 431’de oynanan Medeia, Antik Yunan tiyatro seyircisi için son derece yadırgatıcı bir oyundur. Eylemleri göz önüne alındığında, hele de Antik Yunan gibi kadının sosyal rolünün oldukça pasif olduğu bir toplumda Medeia pek sevimli, hoş görülecek bir karakter değildir. ‘Atina seyircisi Medeia’nın psikolojik gelişmesine alışkın değildi.’ Bu oyunundan dolayı Euripides büyük tepkilerle, özellikle kadın düşmanlığı suçlamasıyla karşı karşıya kalır. Euripides Medeia’yı yazarken mitolojiye tamamen bağlı kalmaz, eklemeler yapar.
Medeia karakteri, öncelikle, kadının kölelik durumunun reddi olarak nitelendirilir. Euripides’in Medeia’sının dramatik eylemi son derece haklı, akla yakın dayanaklara/retoriğe bağlı, ağabeyini öldürmesi bir erkeğin iktidarına karşı geldiği söylense de, cinayetin gerekçesinin evliliğin/aşkın bir özgürlük alanı olarak algılanışı olarak gösterilse de, daha sonra işlediği cinayetler de özgürlüğüne/aşkına kasteden her şeyi ortadan kaldırışının, kadının özgürlüğünü ketleyen unsurların işaretlenmesi olarak da alınabilse de, Atölye’mizce böyle algılanmamış, şiddet gösterisi olarak değerlendirilmiştir.
Medeia’nın çocuklarıyla birlikte sürgün edilme kararına isyanı, kocası İason tarafından cinsel bir kıskançlık olarak basitleştirilir. Medeia’nın kendisini ölümden kurtardığı için hak ettiklerini fazla görür, bir Asya’lı (barbar) olduğunu söyleyerek onu aşağılar, barbar kızı olarak damgalar, evleneceği yeni karısının babasının mensubu olduğu Yunan diyarını uygarlığıyla, yasalarıyla, adaletiyle över, yeni evliliğe çocuklarına daha iyi olanaklar sağlamak için adım attığını iddia eder. ‘Barbar’ Medeia İason’un ihanetini haklılaştırma/rasyonalize etme çabalarına isyan ederek eyleme geçer. Eyleme geçme kararlılığı Atölyemizce haklı bulunsa da eylemin şiddeti, Medeia’yı savaşçıl kılar.
Çok güçlü, sevgisini de nefretini de çok derinden yaşayan yapıya sahip bir karakter olan Medeia, hem çok fedakâr, hem de çok yıkıcı, sevdiği zaman her şeyini verebilir, ihanete uğradığı zaman çok acımasız olabilir. Zeki ve kurnaz bir kadın olarak, zaman zaman fevri çıkışları olsa da beklemeyi, sabretmeyi ve susmayı bilir. Yalancı olmasa da durum gerektirirse, düşündüğü ya da hissettiğinin aksi şekilde davranabilir. Gururludur, hak ettiğinden azına tenezzül etmez, kaderine boyun eğmez, haksızlığa uğradığında adaleti kendi sağlar, kendisine yapılan ne iyilik, ne de kötülük karşılıksız kalır. Canı acıtıldığında, hele buna hakaret de eklenince, intikamını mükemmelleştirecek her şeyi yapabilir. Zararı kazancından fazla olsa da, ona kötülük yapan, gururunu çiğneyen, gülünç duruma düşüren ve aşağılayan hiç kimseyi cezasız bırakmaz. Çocuklarını seven bir anne, sorumluluklarını bilen bir eştir. Kocası İason, kendi başına hayatta kalmayı bile beceremeyecek durumda olan, gücün yanında yer alan bir yapıdadır. Onun başarısı gibi gözüken aslında Medaia’nın gücünden ileri gelir. Gerektiğinde kendi kardeşini bile çekinmeden parçalayabilen, bir babayı (Pelias) kendi kızlarına öldürtebilecek kadar kurnaz olan bir kadındır Medeia. Üstün meziyetlere sahip olsa da kocası tarafından ‘barbar bir ülkeden’ olması nedeniyle aşağılanır.
Medeia’nın sütninesi Medeia’yı seven ve ona sadık olan bir kadındır. Medeia için üzülmekte ve gelişen olaylarda onu haklı bulmaktadır. Akıllı bir kadın olarak olayları analiz edebilmekte ve mantıklı öngörülerde bulunabilmektedir. Ama köledir ve olacakları tahmin etse de bazı şeyleri değiştirebilecek etkiye sahip değildir. Sütnine olanları bir türlü kabullenemez. Oysa Lâla, erkek merkezli Yunan Uygarlığını iyi tanımaktadır. Olanlara üzülse de yaşananları hayatın gerçekleri olarak algılar ve kabullenir.
Koro Medeia’yı sevmekte, başına gelenlerden dolayı üzülmekte ve ona acımaktadır. İason’u cezalandırmak isteyen Medeia’ya -aktif bir şekilde olmasa da- en azından susarak
yardım etmektedirler. Kadın olarak Medeia kadar güçlü değildirler ve kaderciliğe düşerler. Medeia’yı haklı bulsalar da tasarıları onları ürkütür, özellikle de çocukları öldürmek istemesine karşıdırlar ve onu fikrinden caydırmaya çalışırlar. Ama engellemek için bir girişimde bulunacak kadar etkin değildirler.
Baş kişisi kadın, korosu kadın, yan karakterleri, Sütnine, kadın olan bu metinde, savaş söylemleri ne yazık ki eksik değildir.
Kadınlar, kendi çaresizliklerinin, edilginliklerinin farkındadır; ‘Yaşayan ve düşünebilen bütün varlıklar içinde en acınacak halde olanı biz kadınlarız. Önce, açık arttırmaya girercesine kendi paramızla bir koca, bedenimize bir efendi satın alırız. Kötülük üstüne daha beter bir kötülüktür bu yaptığımız. Aldığımız adam iyi mi kötü mü tamamen şansa kalır. Boşanmak kadının kusuru gibi görünür, hayır diyemez hiç kocasına. Başka bir ortamda, farklı geleneklerle karşılaşan, erkeğine nasıl davranması gerektiğini babasının evinde öğrenmeyen kadın ise kahin olsa yeridir. Büyük zahmetlere katlanarak bunları başarır, Kocamıza evlilik bağlarının baskısını hissettirmezsek ne mutlu bize, başaramazsak ölsek evladır.’ Ama kendilerini aşağılamaktan da uzak kalmazlar; ‘Biz Kadınlar kararsız kalırken iyilikler hususunda, yaratıcı ustasıyız her türlü kötülüğün’, ‘Kadın her zaman korku içindedir, gücü yoktur savaşmaya, bakmaya bile dayanamaz silahlara. Ama evliliğinde ihanete uğradığını fark ederse, bulamazsın ondan vahşi kan dökücüyü’.
Sütnine de erkek merkezli genel değer yargısını kabul etmiştir; ‘Zaten doğrusu da budur, erkeğine karşı gelmemesi gerekir kadının.’
İason, karısı Medeia’yı, Asya’dan geldiği için ötekileştirerek aşağılar; ‘Beni kurtarmana rağmen çoktur benden aldıkların. İlk olarak, barbar bir ülkede değil, Yunan toprağında yaşıyorsun. Adaletin ne olduğunu öğrendin ve hayatını kaba güç değil adalet yönlendiriyor. Bilgeliğini tanıdı tüm Yunanlar, namın aldı yürüdü. Anılmazdı bile adın, bir ucunda yaşasaydın dünyanın’, ‘Bir barbarla evli kalmak yaşlandıkça yıpratacaktı saygınlığımı.’
İason, karısı Medeia’yı ve tüm kadınları, kadınlık durumunu, Yunan Uygarlığında (!) yaygın olarak görüldüğü biçimde, en ilkel, en ataerkil yorumla, çocuk sahibi olmaya indirger; ‘Öyle bir hale geldiniz ki siz kadınlar, cinsel hayatınız iyiyken havalara uçuyorsunuz mutluluktan, bozulunca da nefret ediyorsunuz bütün güzelliklerden. Başka bir şekilde çocuk sahibi olmalıydı insanlar, var olmamalıydı hiç kadın cinsi. Hiçbir kötülük kalmazdı dünyada o zaman’, ‘Kadınla değil, Tyrheneli Skylla’dan da vahşi dişi bir aslanla evlendim sanki. Ama insanlıktan öyle çıkmışsın ki, hiçbir hakaretim işlemiyor sana. Yıkıl gözümün önünden iğrenç canavar, lanetli evlat katili. Bana sadece kaderime ağlamak kaldı, yeni evliliğimi kutlamak, can verip yetiştirdiğim oğullarımın yanında olmak, onlarla konuşmak mümkün olmadığına göre’, ‘Dilerim seni de çocuklarımızın Erinys’i ve döktüğün kanın laneti öldürür.’
İntikam dürtüsü Medeia’nın ağzından şiddete çağrıdır; ‘Bütün tanrılardan daha çok saydığım, ocağımızın köşesine oturttuğum, destekçim Hekate adına yemin ediyorum. Kalbimi kıran hiç kimse cezasız kalmayacak. Acıklı ve acılı yapacağım düğünlerini. Ağır olacak evlenmelerinin, beni sürgüne yollamalarının bedeli’, ‘İyi biliyorum nasıl bir kötülük yapacağımı, ama öfkem aklımdan daha güçlü ve odur insanlara en büyük kötülükleri yaşatan.’ Koro uyarır; ‘Nasıl da merhametsiz bir öfke yönlendiriyor ruhunu cinayetten cinayete. Ölümler akraba kanı akıttıklarında toprağı kirletirler ve tanrılar ağır cezalar yağdırır suçluların ocağına. Ah!’
Kadınlar korosu, kadınların onurunu kurtarmak adına erkekleri ötekileştirir; ‘Yalandır erkeklerin yeminleri, kalmadı artık tanrılara inanç. Yeni yaklaşımlarla hayatım değişecek, şöhret kazanacağım. Onura kavuşacak kadın cinsi, çamur atamayacak kimse bundan böyle kadınlara.’
Göç etmek ya da sürgüne gönderilmenin insan ruhunda yok açtığı yıkımdan söz edilir; ‘Ah vatanım, ah yuvam Yazılmamış olsaydı keşke kaderimde yersiz yurtsuz sürünmek. Girmeseydim hiçbir yere varmayan engebeli yollara, tatmasaydım acısını kaderlerin en dayanılmazının. Ölüm alsın beni o günleri görmeden, ölüm söndürsün gözlerimin ferini. Bütün acılar içinde en ağırıdır baba toprağından yoksun yaşamanın acısı.’
Kalbine söz geçiremeyen, kalbi kırık bir kadının, toplumsal konumuna isyan eden kadının/kadınların dile geldiği bir esedir Medeia. Belki ‘Tanrılar ve kötü düşüncelerim düşürdü beni bu duruma’ ama ‘Vazgeç her güzellikte tatsızlık aramayı ve mutluyken hiç düşünme mutsuzluğu’ ve gel sözümüze; ‘Dostluğumu sevdiklerimden esirgemek istemem’, ‘Keşke bütün insanlar, eşitleriymiş gibi davranabilse birbirlerine’ çünkü aksi halde ‘Şimdi her yerde nefret hüküm sürüyor, sevilen her şey hastalıklı.’

Did you find apk for android? You can find new Free Android Games and apps.
Share.

Comments are closed.