8-14 Şubat 2011 Küresel Bak Bülteni

0
Want create site? Find Free WordPress Themes and plugins.

Dünyadan Haberler
Devleti sil baştan / Star – 14.02.2011

MISIR’DA YÖNETİMİ DEVRALAN ORDU, MUHALİFLERİN MUHTIRASINI KABUL ETTİ

Mübarek’in devrilmesi üzerine yönetimi üstlenen Yüksek Askeri Konsey, Tahrir Meydanı’ndan gelen uyarıları dikkate alarak parlamentoyu feshetti ve anayasayı askıya aldı. Mısır’da Mübarek sonrası döneme ilişkin önemli bir karar alan ordu, devrimin başlıca taleplerine olumlu karşılık vererek anayasa ve meclisi lağvetti. Ordunun devlet televizyonundan okunan açıklamasında, yeni anayasanın oluşturulması ve gelecekte yapılacak anayasal değişikliklerle ilgili bir komisyon kurulacağı belirtildi. Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’in sokağın baskısıyla istifa etmesinden iki gün sonra gelen bu açıklamada, geçiş döneminin 6 ay ya da cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri yapılıncaya kadar olacağı kaydedildi.

EYMEN NUR: DEVRİMİN ZAFERİ

Askeri Konsey böylece, Hüsnü Mübarek yönetimine karşı 18 gün boyunca sokakları terk etmeyen göstericilerin iki önemli talebini karşılamış oldu. Mısır’da 2005’deki cumhurbaşkanlığı  seçimlerinde Hüsnü Mübarek’in ardından büyük oy farkıyla ikinci olan Ayman Nur da, Yüksek Askeri Konseyi’nin açıklamasını ‘’devrimin zaferi’’ olarak nitelendirdi. Nur, Konseyin attığı adımların, hükümet karşıtı protestocuları tatmin etmesi gerektiğini belirtti.

TAHRİR MEYDANI’NDA TAHLİYE GERİLİMİ

Sabah saatlerinde askerlerin, Tahrir Meydanında kurulan çadırları kaldırması, gerginliğe yol açtı. Askerlerin, hayatın normale dönmesi için göstericilerin kurduğu derme çatma çadırları sökerek toplaması isteğine karşı çıkan muhaliflerle güvenlik güçleri arasında arbede çıktı. Ancak meclisin feshi ve anayasanın ilgası haberleri üzerine meydandaki tansiyonun da düştüğü haber verildi.

Sokaktan haberi yokmuş

Mübarek’in son 48 saatine ilişkin çarpıcı ayrıntılar ortaya çıktı. AP Ajansı, başta oğlu Cemal olmak üzere Mübarek’in etrafındaki çekirdek kadronun, Cumhurbaşkanını sokaklarla olanlardan habersiz bıraktığını, halkın öfkesini yatıştırmak için verdiği tavizlerin de “çok az ve çok geç kaldığını” yazdı. Haberdeki en ilginç ayrıntı ise, Perşembe günü, Mübarek’in istifasını açıklayacağı tahmin edilen televizyon konuşmasıyla ilgili. Mısırlı yetkiller, Mübarek’in beklentilerin aksine görevinde kalacağını açıkladığı ve darbenin de yolunu açan sözkonusu konuşma metninin, oğlu Cemal tarafından hazırlandığını, ekleme ve çıkartmalarla defalarca müdahale edildiğini belirttiler. El Yevm El Seb’a gazetesi de, protestoların 18. gününde, generallerin ‘Ya git ya da deviririz’ tehdidine maruz kalan Mübarek’in, aile efradı ve korumalarının bulunduğu iki helikopterle kaçtığını yazdı.

MÜBAREKLER BİRBİRİNE DÜŞTÜ

Mübarek’in, milyonların sokağa döküldüğü Cuma namazının bitmesine dakikalar kala bir helikopterle Şarm eş-Şeyh’e gittiğini yazan gazete, korumalar ve dört keskin nişancının Mübarek’e refakat ettiğini bildirdi. Yaklaşık yarım saat sonra ise, Mübarek’in oğlu Alaa ile eşinin diğer helikopterle saraydan ayrıldığı belirtildi. Öte yandan ailenin düştüğü durumdan Cemal’i sorumlu tutan Alaa’nın, ağabeyiyle kavgaya varacak sertlikte bir tartışma yaptığı öğrenildi.

Pan-Arabizm’i diriliyor!

TimeTürk – 13.02.2011

Ortadoğu ve Filistin uzmanı Lamis Andoni, Tunus’un yaktığı kıvılcımla başlayıp tüm Arap dünyasını kasıp kavuran isyanı değerlendiriyor. Yazar, Mısır’da gerçekleşen halk ayaklanmasının, geçmişin Arap-ulusalcılığından farklı olarak özgürlükler temelinde yeni bir tür Arap ulusalcılığını dirilttiğini savunuyor.

Tunus’taki ayaklanmadan esinlenen Mısır Devrimi, sosyal adalet ve özgürlük için mücadeleyi temel alan yeni türden bir pan-Arabizmi doğurdu. Tüm Arap dünyasında Mısır’daki devrimcilere verilen ezici destek, tiranlıkları -veya az azından otoriter liderleri- yolsuzluğu ve dar bir ekonomik ve siyasi elitin egemenliğini reddetme açısından Araplar arasında oluşan bir tür birlik duygusunu yansıtıyor.

Farklı ülkelerdeki Arapların, Mısır halkıyla dayanışma için düzenlediği gösteriler aynı zamanda, pan-Arabizm doğrultusunda Mısır’ı birleştirici ve lider bir ülke olarak yeniden canlandırma yolunda güçlü bir arzu olduğu izlenimini uyandırıyor. Eski Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdül Nasır’ın posterleri Kahire ve çeşitli Arap başkentlerinde, onu tanımayan, öldüğü 1970 yılında hayatta bile olmayan kişilerce dalgalandırılmaya başladı. Bu görüntüler, 1950 ve 60’larda Arap sokaklarının kasılıp kavrulduğu günleri anımsatıyor.

Ama bugün tanık olduğumuz pan-Arap ulusalcılığı, o günlerdekinin birebir bir kopyası değil. Pan-Arabizm, 50’li ve 60’lı yıllarda, Batı’nın hâkimiyetine ve 1948’de İsrail devletinin kurulmasına doğrudan bir tepki olarak boy göstermişti; bugün ise yapılmayan demokratik reformlara ve Arap dünyasındaki zenginliğin eşitsiz paylaşımına bir tepki olarak ortaya çıktı.

Şimdi tanık olduğumuz ve kuzeyden güneye, doğudan batıya tüm coğrafyada yankılarını gördüğümüz demokratik hareket, dar bir ulusalcılığı ve hatta pan-Arap ulusalcığını bile aşıyor ve evrensel insani değerleri kucaklıyor.

Bu elbette bugünkü hareketin antiemperyalist öğeler içermediği anlamına gelmiyor. Ama Mısır ve diğer ülkelerdeki protestolar, gerek baskıdan gerekse de yabancı güçlerin egemenliğinden kurtuluşun asıl temelinin insanın özgürleşmesinde olduğu anlayışına önayak oluyor.

Geçmişin pan-Arabizm’inden farklı olarak, bugünkü hareket, korku çemberini yırtarak ve insanlık onurunu temel alarak, daha iyi toplumlar inşa etmenin ve umut ile refah dolu bir gelecek yaratmanın mümkün olabileceğine dair içkin bir inanç taşıyor. Geçmiş devrimcilerin, yabancı güçlerden kurtuluşun demokrasi mücadelesini öncelediği yolundaki eski “bilgelik”leri savaşı kaybetti.

Mısır’ın devrimcileri, ve onlardan önce Tunus, dış güçlere karşı küçük düşürücü bir biçimde itaat eden ama kendi halklarına karşı birer tiran olan liderlerini sadece sözle değil eylemle ifşa etti. Onlar, sahte bir Arap birliğini haklı çıkarmak için İsrail karşıtlığını manipüle eden boş sloganların kudretsizliğini gösterdi. Bu sahte birlik, aralıksız devam eden baskıyı, Arap liderlerin ihanetlerini ve Filistin halkının emellerini maskelemeye hizmet etti sadece.

FİLİSTİN MAZERETİ

Filistin davasını bahane ederek sıkıyönetim uygulamalarını hayata geçirmenin ve muhalifleri susturmanın devri artık kapandı. Filistinliler, kendi halklarına baskı uygulayan liderler tarafından ihanete uğradı, yalnız bırakıldı. Suriye ve İran’daki rejimler için, Filistinlilerin direnişine destek olma iddiasıyla ifade özgürlüğünü kısıtlamak ve insan haklarını çiğnemek artık yeterli bir gerekçe değil.

Aynı şekilde, Filistinliler açısından, El Fetih ve Hamas’ın, İsrail’e karşı mücadele tarihlerine sığınarak birbirlerine ve Filistin halkının geri kalan kısmına uyguladığı baskıyı haklı çıkarmaları artık mümkün değil. Genç Filistinliler bu hareketin mesajına cevap veriyor ve -ister El Fetih ister Hamas tarafından uygulansın- kendi topraklarındaki adaletsizliklere karşı mücadele etmenin, İsrail işgalini sona erdirmek adına bir kenara bırakılacak bir şey olmadığının, tersine bu mücadelenin işgali sonlandırmanın bir ön koşulu olduğunun farkına varıyorlar.

Mısır ve Tunus’ta yaşananlar, içte yaşanan baskılara karşı sağlanan Arap birliğinin dış tehditlere karşı bir birliğe kıyasla daha güçlü olduğunu gösterdi. Zira ne Irak’taki Amerikan işgali ne de İsrail işgali, Arap halkını, aşağılanma ve sefalet içinde yaşamaktansa bedenini ateşe vermeyi tercih eden genç Tunuslunun eylemi kadar harekete geçirememişti.

Bu, Arapların işgal altındaki Irak ve Filistin halklarına karşı duyarsız olduğu anlamına gelmiyor. Farklı Arap ülkelerinde on binlerce, bazen yüz binlerce insan, çeşitli zamanlarda mazlum halklarla dayanışma içinde olduğunu göstermek için sokaklara çıkmıştı. Fakat bu, bu ülkelerde yapılmayan demokratik reformların Irak ve Filistin’deki işgallerin sürmesine kan taşıdığına dair bir farkındalığı yansıtmıyordu.

Arapların Irak’ı savunma ve Filistin’i özgürleştirmede yaşadığı başarısızlık, sosyal adaletsizliklerle marjinalleşen, baskı aygıtları ile ezilen sıradan bir Arap vatandaşının içinde bulunduğu korku ve hareketsiz kalma durumuyla karmaşıklaşan bir tür Arap güçsüzlüğünün simgesi haline geldi.

Irak veya Filistinlilere destek için yürümelerine izin verildiğinde, bunun altında halkın öfkesini kendi hükümetlerinden dış bir güce yönlendirme planıydı. Araplar, bu vakite kadar, seslerini içinde bulundukları sosyoekonomik sorunları bir yana bırakarak işgal altında olan mazlum halklar için yükselttiler. Ama aslında onlar da aynı baskı zinciriyle prangaya vurulmuşlardı.

Bu arada, hem Batı yanlısı hem de Batı karşıtı hükümetler, hayatlarını olağan bir şekilde devam ettiler. İlk kampta yer alanlar, otoriter rejimlerini uygulamak için ABD desteğine güvenirken, ikinciler halkları üzerinde uyguladığı baskıyı meşrulaştırmak için İsrail karşıtı sloganlara yaslandılar.

Ama şimdi, sadece Mısır ve Tunus’ta değil, bölgedeki tüm halklar, kendi hükümetlerine dair inancını kaybetti. Şurası kesin ki, ister Amman ister Şam’da olsun, Mısır’ın Tahrir Meydanı’ndaki devrimcilerle dayanışma içinde bulunduğunu göstermek için toplananlar aslında kendi yöneticilerine karşı geliyor.

Ramallah’da göstericiler, sürekli, Filistin’deki iç bölünmelerin sona ermesini talep eden bir slogan (bu slogan, Arapça’da Mısırlıların rejimin sona ermesi talebini haykırdıkları sloganla kafiye oluşturuyor) attı. Filistinliler’in haykırdığı bir diğer slogan da İsrail ile görüşmelerin sona ermesi talebiydi. Halk, bu sloganla, Filistin Özerk Yönetimi’ne, müzakerelere devam etmesi durumunda gözden düşeceği mesajını verdi.

1950 ve 60’larda, milyonlarca Arap sokaklara dökülerek Arap dünyasını koloniciliğin kalıntılarından temizlemeye ve gittikçe yayılan Amerikan hegemonyasına karşı kararlılığını göstermişti. 2011 yılında, yine milyonlar sokaklara çıktı. Bu sefer, sadece kendi özgürlüklerini sağlamak için değil, geçmişte yapılan hatalarını tekrarlamamayı da garanti altına almaya kararlı gözüküyor. Yabancı bir düşmana karşı atılan sloganlar, ne kadar meşru olursa olsun, demokratik özgürlükler için mücadele bir yana bırakılırsa bir anlam ifade etmiyor.

Kahire ve ötesindeki göstericiler Nasır’ın posterlerini taşıyor olabilir fakat bu onu Arap onurunun bir simgesi olarak gördükleri için. Eylemciler, Nasır’dan farklı olarak, ulusal kurtuluşun siyasi muhalifleri bastırarak gelmeyeceğinin farkında olan bir tür pan-Arap ulusalcılığına sahip çıkıyorlar. Çünkü bu, ortak bir demokratik özgürlük arzusunun harekete geçirdiği gerçek bir Arap birliği.

*Ortadoğu ve Filistin uzmanı Lamis Andoni’nin 11 Şubat’ta El Cezire’de yayınlanan “The resurrection of pan-Arabism” başlıklı yazısını İngilizce orijinalinden çevirdik.

Filistin – İsrail

Gazze Şeridi’ne İsrail saldırısı: 8 yaralı

Star – 09.02.2011

İsrail hava kuvvetlerinin Gazze Şeridi’ne bu gece 3’üncü kez hava saldırısı düzenlediği bildirildi. İsrail’in geceyarısından sonra düzenlediği ilk saldırının Gazze kentinin doğusunda yer alan El Zeytun kasabasını, ikinci saldırının Gazze şeridinin kuzeyinde yer alan bir atölyeyi hedef aldığını hatırlatan Gazze’deki hastane kaynakları, 3’üncü saldırıda ise Gazze şeridinin güneyinde yer alan Han Yunus kasabası yakınlarındaki İslami Cihat örgütünün askeri kanadı Kudüs Tugayları’na ait bir kampın hedef alındığını söyledi.

Hastane kaynakları, yaralanmaların ikinci saldırıda meydana geldiğini belirterek, daha önce 5 olarak açıklanan yaralı sayısının 8’e yükseldiğini kaydetti.

İsrail tahrikten vazgeçsin

Star – 10.02.2011

İNGİLİZ BAKAN NETANYAHU’YA SERT ÇIKTI

İngiltere Dışişleri Bakanı William Hague, Ortadoğu barış sürecinin, Arap ülkelerinde yaşanan ayaklanmaların kurbanı olabileceği uyarısında bulundu.

İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’nun, Mısır’daki olaylarla ilgili, “Her türlü sonuca hazırız, İsrail’in gücünü tekrar tesis edeceğiz” açıklamasını ima eden Hague, Tel Aviv’in tehditkar üslubundan vazgeçmesi gerektiğini söyledi. Hague, “Zaman, saldırgan beyanların değil, barış sürecine aciliyet kazandırmanın zamanıdır” dedi. İngiliz Bakandan gelen sert uyarılar İsrail hükümetinde tepkiyle karşılandı.

Filistin seçime gidiyor

AA  – 12.02.2011

Filistin Ulusal Yönetimi, devlet başkanlığı ve genel seçimlerin eylül ayından önce yapılmasına karar verdi.

Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın yardımcısı Yaser Abdrabbo gazetecilere, “Filistin Yönetimi, devlet başkanlığı ve genel seçimleri eylül ayından önce yapmaya karar verdi” dedi.

Abdrabbo, Filistinli başmüzakereci Saib Erakat’ın istifasını sunmasıyla ilgili olarak, El Cezire televizyonu tarafından Ocak ayında yayımlanan belgelere atıfta bulunarak, ”Erakat makamından çalınan belgelerle ilgili sorumluluğunu yerine getirdi” dedi.

Hamas’tan seçim tehdidi

Cumhuriyet – 12.02.2011

Hamas, Filistin Ulusal Yönetimi’nin seçim kararı almasının ardından yaptığı açıklamada, seçimlere katılmayacağını bildirdi. Hamas sözcüsü Fevzi Barhum, “Hama seçimlerde yer almayacak. Ona meşruluk kazandırmayacağız. Sonuçlarını tanımayacağız” dedi.

Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın yardımcısı Yaser Abdrabbo, “Filistin Yönetimi’nin Eylül ayı öncesinde devlet başkanlığı ve genel seçimlere gitme kararı aldığını” söylemişti.

Filistin hükümeti istifa etti

BBCTürkçe – 14.01.2011

Arap Dünyası’nda Tunus ve Mısır’da liderleri değiştiren gösteriler, Batı Şeria’daki Filistin Özerk Yönetimi’ni de etkiledi.

Selam Feyyad 2007’den bu yana görevde olan  Selam Feyyad’ın başkanlığındaki Filistin hükümeti istifa etti. Filistin Özerk Yönetimi lideri Mahmud Abbas, Başbakan Selam Feyyad’ın kararını kabul ettiğini bildirdi.

Mahmud Abbas, Selam Feyyad’ı yeniden hükümeti kurmakla görevlendirdi.

Feyyad’ın yardımcılarından biri, Başbakanın, teknoktratların ağırlıkta olduğu, Filistin kurumlarını inşa edecek yeni bir hükümet oluşturmayı umduğunu söyledi.

Selam Feyyad, altı hafta içinde hükümetini açıklamak zorunda.

Feyyad’ın diğer partilerle de görüşerek, en geç iki hafta içinde daha geniş tabanlı bir hükümet kurması bekleniyor.

Filistin’in mevcut kabinesinde 19 bakan bulunuyordu.

58 yaşındaki Selam Feyyad ise 2007 yılından bu yana Batı Şeria’daki Filistin Özerk Yönetimi’nin Başbakanı.

Eylül’e dek seçim planlanıyor

Filistin Özerk Yönetimi önceki gün başkanlık seçimleriyle genel seçimlerin Eylül ayına kadar yapılmasının planlandığını açıklamıştı. Gazze’de yönetimi elinde bulunduran Hamas ise seçimlerin yapılmasına yönelik planı reddetmiş, Filistin Özerk Yönetimi lideri Mahmud Abbas’ın meşruiyeti olmadığını bildirmişti. Hamas yetkilileri, seçimlere katılmayacakalarını, seçimlerin sonuçlarını da tanımayacaklarını söylüyor. Mahmud Abbas’ın geçen yıl dolan görev süresi, siyasi bir boşluğa neden olmamak gerekçesiyle uzatılmıştı. Geçen ay yapılması planlanan seçimler de, rakip Filistinli gruplar El Fetih ve Hamas arasındaki görüş ayrılıkları yüzünden ertelenmişti.

Irak

Irak işgalinin mimarlarından Donald Rumsfeld’den “yalan ifade” itirafı

Guardian – 09.02.2011

Irak işgalinin mimarlarından Donald Rumsfeld’den “yalan ifade” itirafı

Irak işgalinin başladığı dönemde ABD’nin Savunma Bakanı olan Donald Rumsfeld, yazdığı anı kitabında, işgalde yaşananlar hakkındaki pişmanlıkları ortaya döktü.

Rumsfeld, Irak’ın devrik lideri Saddam Hüseyin’in “Bağdat civarında kitle imha silahları depoladığı alanlar bulunduğu iddiasının” bir hata olduğunu kabul etti. Rumsfeld ve diğer ABD’li yetkililerin, kitle imha silahlarına yönelik iddiaları, Irak savaşının başlamasının en büyük nedeniydi.

Rusmfeld, kitabında yaptığı açıklama için, “Yanlış bir beyanda bulundum” ifadesini kullandı ve kitle imha silahları saklanan ‘şüpheli alanlar’ olmadığını kabul etti.

‘KİTLE İMHA SİLAHLARI YOKTU’

Guardian, ABD’nin eski başkanı George Bush’un kabinesindeki en tartışmalı isimlerden biri olan Rumsfeld’in “Bilinen ve Bilinmeyen” adlı 815 sayfalık otobiyografisinin bir kopyasını elde etti.

Rumsfeld kitabında, işgalin başladığı dönemde kendisinden kitle imha silahları hakkında bir basın açıklamasında bulunmasının istendiğini belirtiyor. Rumsfeld, kendisine yöneltilen ‘şüpheli alanlar’ sorusuna cevap olarak, “Nerede olduklarını biliyoruz. Tikrit ve Bağdat civarlarındalar” diyor. Ancak, bu beyanının hatalı olduğunu kabul ediyor.

Rumsfeld ayrıca, hatalı açıklamaları nedeniyle savaş karşıtlarının fazlasıyla hedefi haline geldiğini, ancak bu hataya fazla düşmediğini belirtiyor.

Ancak, kitle imha silahları hakkında yaptığı açıklamanın ardından Rumsfeld’i etkileyen en büyük pişmanlığı, Irak savaşı hakkında yaptığı açıklama olmuş: “Böyle şeyler olur.” Rusmfeld, bu açıklamayı, işgalin başlamasından kısa bir süre sonra yağmalanan Irak Ulusal Müzesi hakkında yapmıştı.

‘KIZGINLIĞI GİDERMEK İSTEDİM’

Irak’ın güvenliğini sağlamak için bu ülkeye yeterli asker göndermediği için de eleştirilerin hedefi olan Rumsfeld, Bağdat Müzesi için yaptığı açıklamayı, “Kızgınlığı gidermek için birkaç dikkatsizce seçilmiş kelime kullandım” diyerek açıklıyor.

Rumsfeld, “Böyle şeyler olur” demeden önce, söz konusu basın toplantısında ağzından en az bin kelime çıktığını da ekledi. Ayrıca, sadece az miktarda tarihi eserin çalındığını öne sürdüğü yağmalama olayını abarttıkları için basına tepkisini dile getirdi.

Obama yönetimini de çatan Rumsfeld, Irak ve Afganistan savaşlarında çok sayıda sivilin ölümüne neden olan insansız hava araçlarından yapılan roket saldırılarını eleştirdi.

Af Örgütü: “Irak cezaevleri işkence kaynağı”

CnnTürk – 08.02.2011

Uluslararası Af Örgütü, Irak’ta cezaevlerinin sistematik işkencenin ve kötü muamelenin kaynakları olduğunu bildirdi.

Örgütün raporunda, Irak cezaevlerindeki durumla ilgili olarak korkunç bir manzara gözler önüne serilerek, sözkonusu cezaevleri, sistematik işkence ve kötü muamelenin kaynakları olarak tanımlandı.

Raporda, Amerikan güçlerinin, Irak’taki mahkumların tüm kontrolünü geçen yıl “korunacaklarına dair hiçbir garanti olmaksızın” Irak hükümetine verdiği, cezaevlerinde yaygın biçimde görülen suistimallerin, yeni hükümetin kurulmasından sonra devam edebileceği uyarısında da bulundu.

Uluslararası Af Örgütü raporunda, Irak’taki mahkumların adil biçimde muamele görmesinin, yeni Irak hükümetinin önündeki başlıca mücadele alanı olacağı ifade edildi.

Raporda ayrıca, 2008 yılında Irak parlamentosunda milletvekillerinin çoğunun, BM İşkenceyle Mücadele Konvansiyonu’nu imzalama yönünde oy kullandıkları, ancak Irak’ın hala BM’de bu konudaki bürokratik işlemleri tamamlamadığı ve “hükümetin bunu yapma niyetinde olduğuna ilişkin de herhangi bir belirti gözlenmediği” kaydedildi.

Iraklı Kürt milletvekili Mahmud Osman, parlamentonun BM anlaşmasını kabul etmek istediği, fakat Irak’ın istikrara kavuşturulmasıyla çok meşgul olduğunu ifade ederek, “Konvansiyon, tüm siyasi blokların desteğini alıyor ve bir önceki parlamentoda hiçkimse bunu reddetmedi” diye konuştu.

Irak Başbakanı Nuri El Maliki’nin sözcüsü ise konuyla ilgili henüz yorum yapmadı.

Öte yandan Irak basında bugün yer alan haberlerde, İçişleri Bakanlığı başmüfettişinin, bakanlık çalışanlarının geçen yıl işlediği, bazıları mahkumlara karşı işlenen insan hakları ihlalleriyle ilgili 58 vakayı soruşturduğu kaydedildi.

Irak’ta şu anda cezaevlerinde 300 bin kadın ve erkeğin bulunduğu biliniyor.

Irak’ın Samarra kenti yakınlarında Şii hacıları hedef alan intihar saldırısında ölenlerin sayısının 48’e yükseldiği bildirildi.

Hürriyet – 13.02.2011

Yetkililer bir otobüs garında, üzerine patlayıcı bağlayan saldırganın, Şii hacıların yakınında kendisini havaya uçurmasının ardından ölü sayısının 48’e çıktığını, yaralı sayısının ise 80 olduğunu söyledi.

Bölgede hükümet destekli Sünni Sahva milis kuvvetlerinin lideri olan Macid Abbas, “Bu terör saldırılarını El Kaide örgütü düzenliyor. El Kaide, Samarra’da barış ve istikrarı bozmakta ısrar ediyor” dedi.

Bağdat‘ın 100 kilometre kuzeyindeki Samarra kentinde, El Askari cami ve türbesi bulunuyor. Şiiler, 11. İmam Hasan El Askari’nin ölüm yıldönümünü anmak için bu kentte bir araya geliyor.

Afganistan – Pakistan

ABD; Afganistan’da daimi üs kurmak istiyor

IRIB – 09.02.2011

Afganistan devlet başkanı Hamid Karzai, Beyaz Saray’ın; Afganistan’da daimi bir üs kurmak talebinde bulunduğunu söyledi.

BBC’nin bildirdiğine göre, Almanya’nın Münih kentinde yapılan Güvenlik konferansı sonrası açıklama yapan Afganistan devlet başkanı Hamid Karzai, Amerikan yönetiminin, Afganistan’da daimi üs kurmak için istekte bulunduğunu belirterek, “bu istek karşısında Kabil yönetiminin, ülkenin çıkarları doğrultusunda karar vereceğini” söyledi.

Afganistan devlet başkanı Hamid Karzai, ABD dışişleri bakanı Hillary Clinton ile Münih güvenlik konferansı kapsamında ikili görüşme yaptığını belirterek, “bu görüşme gündeminden birinin, ABD yönetiminin, Afganistan’da daimi üs kurmak istediğine dair stratejik mektubu” oluşturduğunu” söyledi.

Afganistan’da daimi üs kurulması teklifi ilk kez, cumhuriyetçi senatör, Linders Graham tarafından gündeme getirilmiş ve Hamid Karzai o dönem bu teklifi kabul etmemişti.

ABD’nin özel temsilcisi Richard Holbrook’ün ölümü üzerine yerine atanan, Frank Ruggiero de bir süre önce Kabil’e yaptığı ziyarette, Beyaz Saray’ın Afganistan’da daimi üs kurmak niyetinde olduğunu dillendirmişti. Washington’un, daimi üs kurmak istemesi, Münih güvenlik konferansı kapsamında, Karzai, Clinton arasında yapılan ikili görüşmede de gündem oluşturması, ABD’nin bu konuda ciddi olduğunu ve Linders Graham’ın ortaya attığı, planın, takibçisi olduğunu gösteriyor. Aslında, ABD’nin Afganistan’da daimi üs kurmak istemesinin arkasında, Rusya’nın bölgedeki etkinliğini arttırmak için yürüttüğü diplomasilerin de bulunduğu söyleniyor. Ayrıca, ABD’nin geleneksel rakibi Rusya’nın etki alanına girecek bir bölgede, daimi üs kurarak, Moskova’yı daha rahat kontrol altında tutabileceği de söyleniyor. Bunun için de, Beyaz Saray yönetiminin, Kabil hükümetine üssün kurulmasını kabul etmesi yönünde baskı yapmaya başladığı anlaşılıyor.

Gerçi, ABD’nin Afganistan’da daimi üs kurma planı, bölge ülkeleri özellikle de, Afganistan’a komşu ülkelerin tepkilerine yol açmaktadır. Bu aynı zamanda, bölge ülkelerinin kaygılarını attıran bir durum. Zira, ABD’nin askeri varlığının bölgedeki huzursuzluk ve güvensizliğin kaynağını oluşturuyor. Dolayısıyla, Amerikanın askeri varlığı bölgede yeni bir huzursuzluğun kaynağını olacak.

Aslında Amerika’nın daimi üs kurmak istemesinin arkasında, 2014 yılında yabancı güçlerin, Afganistan’dan çekilmesi planına karşı olması da bulunuyor. Hiç şüphesiz, daim üs kurma planının kabul edilmesi Afganistan’da yeni sorunların çıkmasına da yol açacak.

Afganistan savaşı günde 2 çocuğun hayatına mal oluyor

BAKÜ-1NEWS.COM.TR – 09.02.2011

Amerikan uçaklarının 10 yıl önce Kabil’i bombalamasıyla başlayan Afganistan savaşı, geçen yıl günde ortalama 2 çocuğun ölümüne neden oldu.

Afganistan’da görev yapan insan hakları izleme örgütü ARM’nin raporunda, savaş nedeniyle 2010’da ölen 2 bin 421 sivilden 739’unun 18 yaşından küçük olduğu ifade edildi.

Raporda, çoçuk ölümlerinin neredeyse üçte ikisinden militanların, yüzde 17’sinden de ABD ve NATO birliklerinin sorumlu olduğu belirtildi.

Çocuk ölümlerinin büyük bir bölümünün Taliban’ın kalesi durumundaki Kandahar ve Helmand vilayetlerinde meydana geldiğine dikkat çekilen raporda, bununla birlikte doğudaki Kunar ve kuzeydeki Kunduz’un da çocuklar açısından en tehlikeli vilayetler arasında yer aldığı, ayrıca şiddet olaylarının daha önce sakin olan bölgelere sıçradığı kaydedildi.

Birleşmiş Milletler’in geçen yıla ilişkin bir raporunda, Afganistan’daki sivil kaybın 2010 yılının ilk 10 ayında 2009’a nazaran yüzde 20 oranında arttığı ve bunların dörtte üçünden militanların sorumlu olduğu belirtilmişti.

Türkiye

Sömürge ataması Ada’yı iyice gerdi

Taraf – 13.02.2011

28 ocakta yapılan Toplumsal Varoluş Mitingi’nin ardından gerilen Kuzey Kıbrıs ve Türkiye ilişkilerinin tansiyonu, geçen hafta Lefkoşa Büyükelçisi Kaya Türkmen’in görevden alınarak, yerine Kuzey Kıbrıs halkı tarafından bir anlamda “persona non grata” (istenmeyen adam) ilan edilen TC Teknik Heyet Başkanı Halil İbrahim Akça’nın getirilmesi ile iyice yükseldi. Dışişleri teamülleri gözardı edilerek yapılan bu görevden alma ve vekâleten atamanın sömürgelere reva görülen cinsten olduğu bir gerçek. Bu bir anlamda KKTC’yi tanımamak, Ada halkını anlamak istememek, iktidarın kendisini “işler niye bu noktaya geldi diye” sorgulamaması demek. Başbakan miting sonrası yaptığı açıklamada, Kuzey Kıbrıs halkına “Sen kimsin be adam” demişti, bunun lafta kalmadığını da böylece görmüş olduk. Kuzey Kıbrıslıların, 2 martta yapacağı ikinci protesto mitingine kadar bu işin acil olarak çözülmesi gerekiyor. Kulislere göre, Türk tarafı Akça yerine yeni bir isim arayışın içinde.

Neden “persona non grata” oldu?

Akça, sonbahardan bu yana Ada’da rahatsızlık konusu, ancak Türkiye o günden beri geri adım atmadığı gibi yangına körükle gidiyor. Kısaca süreci anlatmak gerekirse, olaylar şöyle gelişti: Türkiye’den KKTC’ye yapılacak ekonomik yardımların koordinasyonu konusunda Temmuz 2009’da müsteşar seviyesinde atanan ve doğrudan KKTC’den sorumlu Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’e bağlı çalışan Akça ile ilgili tartışmalar, Haziran 2010’da KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu’nu makamında ziyaretiyle başladı. Bu ziyaretteki bir diyalog KKTC’de yayımlanan bir köşe yazısına yansıdı. Gazeteci Levent Özadam köşesinde, Akça’nın KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu’nu makamını ziyaret ettiği sırada, “Artık Kıbrıs Türkü’nün cezalandırılması gerek. Bunun için iktidar partisi UBP’ye talimat vererek bu operasyonu başlatmalısınız” ifadesini kullandığını yazdı. Türkiye’nin KKTC’ye gönderdiği mali yardımları yönlendiren ve bu konuda tek yetkili olan Akça’nın bu sözleri, Adada büyük tepki aldı ve eleştiri konusu oldu. Özadam’ın yazısının ardından Akça, gönderdiği açıklamada, “KKTC ekonomi yönetiminde hatalı kararlar alınmış ve bunun sonucunda daha fazla bütçe açığı oluşmuş ise yeni gelen iktidarın tedbir alması gerekir, tedbir almayarak ortaya çıkan maliyeti Türkiye’den daha fazla kaynak alarak kapatmak doğru olmaz, hatalı kararların bedeli olacak ise bu cezayı Türkiye vatandaşları değil KKTC halkı ödemelidir” dediğini ifade etti. Bu, bir nevi Akça’nın itirafı niteliğindeydi.

Sendikaları hedef alan açıklamalar

Aynı dönemde Akça’nın Fortune dergisine verdiği röportaj, tepkilerin bir kez daha üzerine çevrilmesine neden oldu. Akça, orada şu ifadeleri kullandı: “KKTC’deki temel sorun, çalışanların çok yüksek ücret alması ve fazla insan çalışması. Hepsinde çok güçlü sendikalar var ve sendikalar tasarruf yönünde atılacak adımların hepsini engelliyor. Sendikal hakların kullanım şekli çok tahripkâr, kamu hizmet sunumunu olumsuz etkiliyor. Örneğin, sınav yapılacağı gün öğretmenler greve gidiyor, sınav saati geçiyor, grevi bitiriyorlar, güçlerini böyle kullanıyorlar. Birçok yasada, sendikal hakların daraltılmasına ve kullanım şeklinin düzenlenmesine ihtiyaç var. Türkiye, balık tutma konusunda yardımcı olmalı. Program da bunu öngörüyor. Ancak KKTC toplumunda bu yeni durumun farkındalığı lazım. Kamuoyu dünyadan kopuk. Yerel ve gereksiz konularla meşgul oluyor.”

Liderler “erken seçim” dedi

Tüm bu gelişmelerin ardından tansiyonu düşürmek için KKTC Cumhurbaşkanı Eroğlu, cuma akşamı siyasi parti liderleriyle biraraya geldi. Buluşmaya, UBP Genel Başkanı ve Başbakan İrsen Küçük, CTP Genel Başkanı Ferdi Sabit Soyer, DP Genel Başkanı Serdar Denktaş, TDP Genel Başkanı Mehmet Çakıcı ve ÖRP Genel Başkanı Turgay Avcı katıldı. Liderler, bu toplantıda hükümetin istifa etmesini, erken seçime gidilmesini ve erken seçime kadar da geniş tabanlı bir mutabakat hükümeti kurulmasını önerdi. Ayrıca, Eroğlu’nun Akça’nın asaleten büyükelçiliğe atanması halinde güven mektubunu reddetmesi istendi. Erken seçim için konuşulan tarih ise ekim ayı. Gelen bilgilere göre, AKP dayattığı ekonomik tedbir paketinin şimdi uygulanmasını isterken, hükümet paketi zamana yaymayı düşünüyor. Erken seçim kararı alınırsa, bu paketi kimin, nasıl uygulayacağı ise meçhul.

2011 KKTC ile gerilim yılı

Bu arada, trajik bir notu da buraya düşeyim. Türkiye kaş yapayım derken göz çıkarmak üzere. İzolasyon altında ezilen, küresel krizden de darbe alan KKTC turizmine destek amacıyla Başbakan Erdoğan’ın da onayıyla 2011, Türkiye’de KKTC yılı ilan edilmişti. 27 Aralık 2010 tarihinde yapılan imza töreniyle birlikte, 2011 Türkiye’de KKTC yılı oldu. Nereden bilebilirdik, KKTC ile gerilim yılı olacağını. İki ülke arasındaki gerilimin iki tarafa da faydası yok. Türkiye, Kuzey Kıbrıs’ta tüm bu olup bitenleri son derece aşağılayıcı, ırkçılığa varan ifadelerle, nezaketsiz bir üslupla tartışmaya başladı, köşe yazıları saç baş yoldurtan cinsten. Benim açımdan tüm olup bitenleri özetleyen şu cümleler, Yeni Düzen gazetesinden Cenk Mutluyakalı’nın cuma günkü yazısının finalindekiler gibidir. Mutluyakalı, şöyle bitirmiş, aynen aktarıyorum: “Bu toplum, bu ‘vali’yi reddedecektir, ‘resti’ de görecektir üstelik. Ve unutulmasın ki, Türkiye çok daha büyük ve güçlü bir ülke olsa da… Çok özel bir ‘bağ’ bulunsa da ortada… Kıbrıs’ın kuzeyinde, otorite Kıbrıslı Türklerdir… Bu ülkenin asli unsuru, Kıbrıslı Türklerdir… Elçiler, Erdoğanlar, Çiçekler gelir geçer… ‘Biz’ kalırız bu adada… Kavgamıza, sevdamızla… ‘Başımız dik’ kalırız, umutlarımızla…”

Türkiye’deki NATO üsleri İran medyasında

ANKA – 13.02.2011

İranlı Press TV kanalı, İRBA haber ajansına dayanarak NATO’nun Türkiye’de 24 üssünün bulunduğunu belirtirken İncirlik Üssü için “ittifakın önemli bir bölgesel lojistik hava üssü” dedi.

Press TV, “NATO’nun, İran İslami Cumhuriyeti’nin batıdaki komşusu Türkiye’de 24 askeri üssünün olduğu”na dikkat çektiği haberinde İRBA haber ajansının Türkiye’deki NATO askeri üslerinin isim ve yerlerini sıralarken Türkiye’nin bir “bölgesel güç” haline geldiğini belirttiğine işaret etti.

İncirlik Üssü’nün “ittifakın önemli bir bölgesel lojistik hava üssü” olarak nitelendirilen haberde İzmir Hava Üssü’nde 42 uçak ile Roland ve Hawk füze sistemlerinin yanı sıra bunları kullanan 300 personelin bulunduğu belirtiliyor. Press TV haberinde NATO’nun Türkiye’deki en eski üssü olarak adlandırıldığı İzmir Hava Üssü’nün “Avrupa’daki ABD Hava Kuvvetlerinin tesisi olduğu”na da vurgu yapıldı.

“Irak savaşı sırasında Awacs üssüydü”

Konya 3. Ana Hava Jest Üssünün, Irak savaşı sırasında NATO’nun Awacs uçakları için üs olarak kullanıldığına işaret edilirken, “İsrail, Türkiye ve ABD hava kuvvetleri, Haziran 2001’de hava üssünde, kod adı Anadolu Kartalı olan ilk ortak tatbikatı yaptı” denildi. Şile Hava Üssü’nün Stinger füzelerinin fırlatılması için gerekli uluslararası standartlara göre inşa edildiğine işaret edildiği haberde Balıkesir, Merzifon, Bartın, Eskişehir hava üsleri, İskenderun Deniz Üssü ile Bandırma Havaalanı konusunda da bilgi verildi.

Press TV, Afyon Karahisar üssünü “Türkiye’nin en büyük, NATO’nun ikinci büyük hava üssü” olarak nitelendirdiği haberinde bu üssün NATO’nun Türkiye’deki operasyonları karargahı olduğunun da altını çizdi.

Haberde Sivas Şarkışla, Bornova, Pazar, Erzurum, Perşembe, İzmit, Kütahya, Çanakkale, Ankara ve İstanbul üslerine de dikkat çekildikten sonra “Türkiye’nin 1952 yılında örgüte katıldığı, Karadeniz’den Ege’ye uzanan boğazları kontrol ettiği, Suriye ve Irak ile de ortak sınırlarının bulunduğu” vurgulandı.

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu Bülteni,  14 Şubat 2011

İletişim: www.kureselbak.org, kureselbak@gmail.com; 00905362196341

Did you find apk for android? You can find new Free Android Games and apps.
Share.

Comments are closed.