26 Şubat 2011 – Savaşsız Bir Dünya İçin Uluslararası Buluşma – “Ortadoğu’da Diktatörlükler, İşgal ve Toplumsal Barış Mücadelesi – Mısır Deneyimi” Sunumu

0
Want create site? Find Free WordPress Themes and plugins.

Mısır Devrimini nasıl değerlendirmeliyiz! …. Judith Orr

Dünya, geçmişte kendi hayatını yönetemeyeceğini söyleyen, küçük görülen sıradan insanlar tarafından yeniden şekillendiriliyor. On yıllardır Batı tarafından desteklenen diktatörlüklerin ve monarşilerin devrildiğine şahit oluyoruz. Yanılgıya düşmeyelim, bu olaylar sadece bu kısa zaman dilimi içerisinde olmuş ve bitmiş olaylar değildir. Bunlar, kuşaklar boyunca gelecekte tartışacağımız, inceleyeceğimiz tarihsel olaylardır. Her şey, Tunus’ta kendisini çok umutsuz hisseden bir gencin kendisini yakarak intihar etmesi ve bunun sonucunda bölgede tarihsel bir mücadelenin patlak vermesiyle başladı. Bu mücadele, Libya’da ve başka ülkelerde hala devam ediyor.

Libya’da olup bitenler egemen sınıfların iktidarlarını korumak ve sürdürmek için yapacaklarının hiçbir sınırı olmadığını gösteriyor. Libya’da sıradan insanlar Kaddafi’den kurtulmak için muazzam bir mücadele veriyorlar ve bunun karşılığında vahşi bir baskı ile karşı karşıya kalıyorlar. İnsanlar çok vahşice öldürülüyor. Şimdiye kadar yüzlerce kişi katledildi, ve muhtemelen önümüzdeki günlerde bu rakamın bugün verilenden çok daha yüksek olduğunu göreceğiz. Çünkü şu anda ölenlerin sayısı konusunda doğru rakamı söylemiyorlar. Ama insanlar hala mücadele etmeye devam ediyor. Bence bu sürecin en çarpıcı yönlerinden bir tanesi, sıradan insanların dünyanın en güçlü ve baskıcı devletleri ve rejimleri ile nasıl cesaretle çarpıştıklarını görmek. Üstelik sadece çarpışmıyorlar, bu arada kendi hayatlarını da örgütlüyorlar. Yemek dağıtımını, sağlık hizmetlerini, ulaşımı örgütlüyorlar ve tüm bunları kendileri için yapıyorlar. Bahreyn’de,  Ürdün’de, Yemen’de, Cezayir’de, Fas’ta  gösteriler oluyor. Fas’tan İran’a kadar tüm bu mücadele dalgasından muaf kalan tek bir ülke bile kalmadığını görebilirsiniz. Hepsi birbirinden farklı düzeylerde gelişiyor ama hepsinin toplamına baktığımızda, insanlar ‘artık yeter’ dediklerinde neler olabileceğini görüyoruz.

Tüm bu devrimlerin arkasındaki asıl itici güç Mısır Devrimidir. İngiltere’de patronların gazetesi olan Financial Times, Mısır’ın önemli olduğunu söyledi. Bunu derken aslında, Mısır’ın küresel ekonomideki yeri ve emperyalist güçler açısından öneminden dolayı kendileri için önemli olduğunu söylemek istiyordu. Mısır önemli, çünkü bu bölgedeki diğer ülkelere önderlik ediyor. Büyük bir coğrafyaya ve 80 milyon gibi büyük bir nüfusa sahip ve aynı zamanda politik olarak da bölgeye egemen. Dolayısıyla ABD ve müttefikleri bölgede olanlardan dolayı, Bin Ali ve özellikle Mübarek’in gitmiş olmasından dolayı dehşete düşmüş durumdalar. Hatırlayın, Obama uzun zaman taraf olmadı. Ancak Bin Ali ve Mübarek’in gideceği kesinleştikten sonra demokrasi ve özgürlük nutukları artmaya başladı. Çünkü aslında Mübarek ABD’nin çok önemli bir müttefikiydi ve Obama Mübarek’i kaybetmek istemiyordu. Dolayısıyla Batı. şu anda Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki müttefiklerinin domino taşları gibi arka arkaya devrilişini izliyor. Ve çok korkuyorlar, çünkü gidenlerin yerine kimlerin geleceğini bilmiyorlar. Biz de bilmiyoruz ama büyük olasılıkla bu kişiler tamamen Batı’nın kuklası olmayı kabul etmeyecek kişiler olacak. Bugüne kadar bu liderler, Batı ile yakın ilişkilerinden dolayı ceplerine milyarlarca dolar indirdiler. Batı’dan gelen yardım paralarını halkları için değil tank ve bomba yapmak için kullandılar. Ben Tahrir Meyda’nındayken insanlar bana kendilerine atılan gaz bombalarını gösterdiler, hepsi ABD yapımıydı, halka sıkılan bütün kurşunlar ABD yapımıydı. Tahrir Meydanı’nda halka attıkları göz yaşartıcı bombaların içinde kullanım tarihi çoktan geçmiş olanlar bile vardı. İsanlar şöyle diyordu; ‘bize sadece ABD yapımı göz yaşartıcı bomba atmıyorlar, aynı zamanda kullanım tarihi geçmiş ABD yapımı bomba atıyorlar’. Fakat bu aynı zamanda onların protestoculara ellerine geçen her şeyi atacak kadar umutsuz olduklarının da bir göstergesiydi.

Bazıları, ‘ama şimdi de ordu işbaşında, dolayısıyla bu bir devrim değil’, diyorlar. Bu büyük bir yanılgı. Bu bir devrim, çünkü milyonlarca sıradan insan Mısır’da ve Tunus’ta ‘artık yeter’ demeye karar verdiler ve sokaklara döküldüler. Ordunun şu anda Mısır’da çelişkili bir durumda olduğunu düşünüyorum. Mısır’da bir çok insan ordunun kendi taraflarında olduğuna inanıyor. Ordu konusunda yanılsamaları var, ordunun hala eskiden olduğu gibi anti-sömürgeci, ulusalcı ordu olduğunu düşünüyorlar ve dışarıdan gelen saldırılara karşı kendilerini savunacağına inanıyorlar. Fakat ordu böyle yapmayabilir, devrimi durdurmaya çalışabilir, daha ileri gitmesini engellemeye çalışabilir. Bu, çok mümkün. Bunun olmasını önlemenin tek yolu devrimin devam etmesi. Fakat, Mısır halkının bu tehlikenin farkında olmadığını söylemek doğru olmaz. Çünkü farkındalar. Mübarek gittikten sonra Mısır’a gittiğimde herkes sokaklarda dansediyordu, kutlamalar yapıyordu, fakat o zaman bile tehlikelerin farkındaydılar. Eğer ordu kendi isteklerini yerine getirmezse Tahrir Meydanı’nın yolunu bildiklerini ve ikinci bir devrim yapacaklarını söylediler. Devrim sırasında Mübarek’in çeteleri atlarla ve develerle meydana saldırdıkları günlerde insanlar, hareket etmesinler diye tankların paletleri arasında uyudular. Dolayısıyla hem orduya bir tür güven duyuyorlardı hem de devrimlerine sahip çıkıyorlardı. Ama ordunun tankları onlara karşı da yürütebileceğinin farkındaydılar. Bu iki duyguyu aynı anda yaşıyorlardı. Devrim bir gece değil, aylarca, hatta yıllarca sürebilecek bir süreçtir. Biz şu anda sadece bu sürecin başındayız.

Bu süreç 25 Ocak’ta düzenlenen gösterilerle başladı ve gösteri çağrısı yapan içinde bir çok farklı unsurun yer aldığı bir koalisyondu. Fakat özellikle son yıllarda Irak’taki savaşa karşı mücadele ve Filistin sorunu ve son yıllarda gelişen işçi hareketi daha açık politik faaliyet sürdürme olanağı sağlamıştı. Mübarek çok uzun süre gitmeyi reddettiği için insanlar daha da radikalleştiler ve politikleştiler. Bütün devrimler gibi bu devrim de kitlelerin büyük bir öfke patlaması olarak başladı. Tek bir talep vardı, ‘Git’. Bu sözcüğü meydanın her yerinde görebilirdiniz. İnsanlar yüzlerini ‘Git’ yazıları ile boyamışlardı. İngiltere’de yaşayan Tunus’lu bir yoldaşımın söylediği gibi korku yer değiştirdi. Eskiden insanlar rejimlerden korkuyordu, artık rejimler insanlardan korkuyor. Dolayısıyla Mısır’da ve Libya’da tüm saldırılar ve devletin kullandığı şiddet insanları durdurmadı. Güvenlik güçleri halka her ateş açtığında dağılsalar bile sonra tekrar geri geldiler. Victor Hugo, ‘Dünyanın en güçlü ordusu bile zamanı gelmiş bir fikri durduramaz’, der. Bence şu anda bölgede tam da böyle bir durum yaşanıyor. ‘Hayır’ diyen, karşı çıkan milyonlarca sıradan insandan söz ediyoruz. Orduda, özellikle ordunun daha alt kesimlerinde görev yapan askerler bu insanların çocukları ve tabii ki askerler kendi ailelerine ateş etmek istemeyecektir.

Meydandaki insanlar karşı karşıya oldukları tehlikelerin farkındalar. Günler ve geceler boyunca o meydanı işgal ettiler. Ellerine taşıdıkları dövizlerde ‘meydanda kal ya da öl’ yazıyordu. ‘Biz Şili değiliz’ diyorlardı, çünkü kaybederlerse öleceklerini biliyorlardı. Bu nedenle de meydanda kalmaya devam ediyorlardı. Bu, insanların adanmışlık duygusunun ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla Tunus halkıyla dayanışmak için yapılan bir gösteri birdenbire bütün Mısır halkının ve hatta bütün bölge halklarının kaderini belirleyecek bir savaşa dönüştü. Bu ülkelerin yöneticileri eğer biraz daha fazla para verirlerse insanları susturabileceklerini düşünüyorlar. Örneğin Suudi Arabistan kralı kamu harcamalarına 37 milyar dolar daha para ayıracağını duyurdu. Fakat Ekonomist dergisi bile şunun farkında ki Arap halkları sadece ekmek değil, saygınlık, insan gibi muamele görmek istiyorlar. Bu insanların hem ekonomik hem de politik talepleri var. Dertleri sadece daha fazla para değil. Bu insanlar özgürlük istiyorlar, gelecekleri hakkında karar verebilmek istiyorlar, bu baskı altında yaşamak istemiyorlar.

Mısır’da devrimin doğası hakkında da bir şeyler söylemek istiyorum. İnsanlar, Tahrir Meydanı’nda kaldıkları süre içerisinde kendi hayatlarını kendileri örgütlediler. Polisi ve provakatörleri meydana almamak için güvenlik komiteleri kurdular. Çeteler saldırdığında doktorlar yaralıları meydanın etrafındaki camilerde ameliyat ettiler. Belirli apartmanların önüne eczaneler kuruldu, böylece ihtiyacı olanlar ilaçlarını buralardan temin edebildiler. Meydanda karşılaştığım bir doktor bana, yardım etmek amacıyla 25 Ocak’ta meydana geldiğini ve aradan on gün geçmesine rağmen o gün bugündür hala meydanda olduğunu anlattı. Meydanda, üzerinde ‘tanklara değil, fırınlara gaz verin’ yazan dövizler vardı. Polis olmadığında kaos çıkacağını düşünenler yanıldılar çünkü insanlar bana şöyle diyordu, ‘düzeni sağlamak için polise ihtiyacımız yok, biz kendi düzenimizi kendimiz sağlarız. Şu anda Kahire’de, bu şehrin merkezinde eski günlerden çok daha güvendeyiz.’ Örneğin devrim sırasında tek bir kiliseye, camiye saldırı olmadı. Meydan da bir kadın bana ‘korkmuyor musun?’ diye sordu. ‘Hayır korkmuyorum, burası benim için çok ilham verici’, dedim. ‘Sen korkmuyor musun?’ diye sordum. ‘Hayır korkmuyorum, bu gece Mısır’daki en güvenli yer Tahrir Meydanı’, dedi. Bunu söylerken çok samimiydi, çünkü o meydan o gece onlarındı, onların kontrolü altındaydı. Fakat sadece insanların kendi kendilerini nasıl örgütledikleri değildi mesele. Yaratıcılık, müzik, şiir, sokak sanatı, her şey vardı.

Kadınlar bu devrimin, meydandaki her tür organizasyonun merkezinde yer alıyorlardı, ama aynı zamanda yürüyüşlere katılıyorlar ve mücadele ediyorlardı. Mübarek’in çeteleri saldırdığında kadınlar meydandaki kaldırım taşlarını söktüler. Çünkü o meydan devrimin merkeziydi, kazanımıydı, onu savunmak zorundaydılar. Yoksa kaybedeceklerinin biliyorlardı. ABD ve müttefikleri Afganistan ve Irak’ı işgal ettiklerinde kadınları özgürleştireceklerini söylüyorlardı. Onlar silahların ucuyla kadınları özgürleştiremezler. Mısır halkı o meydanda kadınları özgürleştiriyor. Hepsi o meydanda gece ve gündüz kendi gelecekleri için mücadele ettiler.

Peki bundan sonra ne olacak? Şu anda kontrol ordunun elinde. Gizli polis ve devlet hala duruyor. Devrim iki nedenden dolayı başarılı oldu; birincisi insanlar meydanları ve sokakları terketmediler. İkincisi, işçi sınıfı sahneye çıktı. Devrimi işçi sınıfı başlatmadı. Bazıları bundan dolayı bunun bir devrim olmadığını söylüyorlar. Bu çok saçma. Devrimler genellikle kitlelerin öfke patlaması biçiminde başlar. Mısır’da bir süreden beri devam eden bir işçi hareketi vardı zaten. Devrimin önkoşullarını bu mücadeleler yarattı. Devrimin ilk günlerinde işverenler iş yerlerini kapattılar, dolayısıyla grev yapmak zaten mümkün değildi. İşyerleri tekrar açıldığında işçiler grev yapmaya başladılar ve talepleri özgürlük, Mübarek’in gitmesi, daha iyi ücret, daha iyi çalışma koşulları, yolsuzluğun yok olması ve demokrasiydi. Dolayısıyla işçi hareketi devrimi başlatmadı ama devrimin kazanmasını sağladı. Grevler hala devam ediyor. Geçtiğimiz haftalarda Mahalla’da grev yapan işçiler kazandılar. Birçok yerde patronları fabrikalarından kovdular. Mübarek’in gitmesinden iki gün sonra ben oradayken sigorta işçileri daha iyi çalışma koşulları için greve çıkmıştı. Havaalanında çalışan işçiler grevdeydi. Geçici olan iş sözleşmelerinin sürekli hale gelmesini ve beğenmedikleri patronlarının gitmesini istiyorlardı. Bu tür şeyler şu anda bütün bölgede oluyor, grevler hareketi daha da ileri götürüyor. İnsanların çoğu bana ‘henüz hiçbir şey bitmedi’ diyorlardı. Çünkü bu, gerçek bir değişimin gerçekleşmesi için devam etmesi gereken bir süreç.

Son olarak Batı’da Müslüman Kardeşler ve onların devrimdeki rolü konusundaki histeriden bahsetmek istiyorum. Batı’daki liderler hepimizin bu devrimlerden korkmasını istedikleri için bunların İslamcı devrimler olduğunu söylüyorlar. Bu çok saçma. Müslüman Kardeşler önemli bir güç fakat azınlık. Ayrıca, devrime önderlik etmediler, etmek istemediler. Eğer seçimler olursa bazı üyeleri seçilebilir, ama zaten seçimlere katılıp seçilme hakkına sahipler. Onlar da Mübarek yönetimi dönemindeki baskılardan çok çekti ve aynı zamanda bunlara karşı mücadele etti. Fakat azınlık durumundalar. Ama çoğunluk bile olsa fark etmez, demokrasi bu. Seçimlerde aday olma ve seçilme hakkına sahipler. Fakat kimse bunun İslami bir devrim olduğunu söylemesin, çünkü öyle değil. Bundan çok fazlası. Mısırlıların yüzde 40’ı günde 2 dolarla geçinerek yaşıyorlar. Bu zengin bir ülke, bol miktarda doğal kaynağa sahip bir ülke. Dolayısıyla bu, bir gün mutlaka olacak olan bir devrimdi. Aynı zamanda hiç kimsenin olacağını hiçbir zaman düşünmediği bir devrimdi. İnsanlar tüm bu eşitsizliklerin ve aynı zamanda emperyalizmin kuklası olarak kullanıldıklarının farkında ve buna son vermek istiyorlar. İnsanlar bana meydanda, ‘Amerika’nın İsrail’i var, şimdi Filistin’in de Mısır’ı olmalı’ diyorlardı. İngiltere’deki arkadaşlarım bana Filistinlilerin Mısır sınırındaki yerleşim yerlerini kuşatmaktan söz ettiklerini ve ‘şimdi bizim sıramız’ dediklerini anlattı. Şu anda bölgedeki bütün ülkelerde çok çeşitli fikirler, politik görüşler var, çünkü bu canlı kanlı bir devrim. Bu, bizim kitaplardan okuduğumuz, geçmişe ait bir şey değil, şu anda yaşadığımız, içinden geçtiğimiz bir süreç. Ve bu süreç bu insanlar açısından ölüm kalım meselesi. Kahire’de birkaç gün içinde tanıklık ettiğim olaylar, insanların kendi geleceklerini nasıl yarattıklarını görmek hayatımda yaşadığım en müthiş deneyimdi. Bunun olmasını isteyebiliriz, ama bunun olduğunu görmek gerçekten muhteşem bir şey. Onlar kendi hayatları, kendi gelecekleri ve aynı zamanda hepimiz için mücadele ediyorlar. Nerede olurlarsa olsunlar onlar bizim kardeşlerimiz ve daha iyi bir dünya için mücadele ediyorlar. Ve eğer onlar sadece birkaç hafta içinde Mübarek’ten, Bin Ali’den kurtulabiliyorlarsa bence her şey mümkündür.

Did you find apk for android? You can find new Free Android Games and apps.
Share.

Comments are closed.