13-19 Temmuz 2010 – Küresel Bak Bülteni

0
Want create site? Find Free WordPress Themes and plugins.

Küresel BAK’tan Haberler

İnternete Özgürlük İçin Sokağın Sesini Yükselttiler!

BİA Haber Merkezi – 17.07.2010 / Erol ÖNDEROĞLU

EMO, Küresel BAK ve SODEV temsilcileri, İNETD’den Mustafa Akgül , Yaman Akdeniz ve İnternet özgürlüğü için mücadelen eden 2 bin kadar kişi Taksim’deydi. Kortej, “Sokağın sesini yükselt” sloganlarıyla Galatasaray’a kadar yürüdü.

İnternete özgürlük isteyen sivil toplum örgütlerinden meslek örgütlerine, İnternet site temsilcilerinden okurlarına, sansürden etkilenen özel şirket çalışanlarından insan hakları aktivistlerine kadar yaklaşık 2 bin kişi, Taksim’den Galatasaray Meydanı’na kadar yürüdü.

Sloganları “Yükselt, yükselt, sokağın sesini yükselt”, “kurtuluş yok tek başına ya hep birlikte ya hiç birimiz”, pankartları “Özgürlüğümüze tıklamayın”, “Siyasi sitelerine sansüre hayır” idi… Ekşi Sözlük kullanıcıları da “Binali şaşırma, sözlüğüme dokunma” diye seslerini yükseltiyordu.

Kaynak: Hukukdışı ve keyfi zihniyeti reddediyoruz

Sansürsüz İnternet İnisiyatifi, İnternet sansürüne karşı olan tüm kurum, İnternet ve yurttaşlar adına Galatasaray Meydanı’nda yaptığı açıklamada, yurttaşların ifade özgürlüğü ve bilgi edinme hakkının engellenemeyeceği düşüncesiyle İnternette örgütlenildiği, çözümün artık sokakta aranacağı vurgulandı.

Deniz Kaynak’ın okuduğu açıklamada, “5651 Sayılı Kanunla zapturapt altına alamadıkları İnternet kullanımını hukukdışı keyfi uygulamalarla kontrol etmeye çalışan zihniyeti artık kabul etmek istemiyoruz” denildi.

“Son günlerin en genç ve dinamik eylemi…”

Eylemi düzenleyenler ve eyleme omuz verenler, İnternet kullanıcılarını İstiklal Caddesi üzerinde bir araya getiren etkinliğe duyulan ilgiden memnundu.

Bianet’e görüşlerini paylaşan Eşitlik ve Demokrasi Partisi’nden (EDP) Bülent Aydın, Sosyal Demokrasi Vakfı (SODEV) Genel müdürü Alper Çelikel, Radikal gazetesinden Serdar Kuzuloğlu, İnternet Teknolojileri Derneği (İNETD) başkanı Mustafa Akgül, Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi Yaman Akdeniz ve Elektrik Mühendisleri Odası (EMO) İstanbul Şubesi başkanı Erhan Öztürk de bu düşüncedeydi.

bianet proje koordinatörü Ertuğrul Kürkçü’nün de destek verdiği eylemde Çelikel, “5651 Sayılı Yasa bu alanda çalışan STK’lar ve İnternet kullanıcıları da sürece katılarak değiştirilmedikten sonra sorun sürer. BU ilk eylemi desteklediğimiz gibi İnternette sansüre daima karşı çıkacağız” dedi.

Aydın ise, Gençler kendilerine ait tek özgürlük alanının da ellerinden alındığı düşüncesiyle buraya geldiler. İnternet platformlarında seslerini duyuramadıkları için sokakta duyurmak istediler. Benim gördüğüm son günlerin en genç ve dinamik eylemidir” şeklinde konuştu.

Akgül: Olumlu sinyal aldık, eylemler sürecek

Akgül, eyleme katılımdan olumlu bir sinyal aldıklarını ve mücadeleye devam edeceklerini ifade ederken Akdeniz de, “Sesimizi çıkarttığımızı düşünüyorum. Artık İnternet kullanıcısı sesini sokakta çıkartıyor” dedi; önemli olanın “Ankara’nın bakalım halkın sesini duyması” olduğunu söyledi. Kuzuloğlu da, eylemin umut vaat ettiğini kaydetti; “Bence devamı da gelir” dedi.

EMO olarak yaygınlaştırılan İnternet sansürüne karşı olduklarını açıklayan Öztürk de, etkinliğin bir parçası olarak üyeleriyle birlikte sokakta olduklarını, sorunun “siyasi yetkililerin kafasından” kaynaklandığını söyledi.

Önen: Ekmek yediğimiz siteleri yasaklıyorlar

Aykut Önen ise, sansürün Google’ün yan hizmetlerini de etkilediği için mesleğini yaparken mağdur olmuş. Monofact isimli web tasarımı yapan bir şirkette çalışan ve Google Analitics’i yaygınlıkla kullandıklarını açıklayan Önen, “Ekmek yediğimiz web sitelerini yasaklıyorlar” diyerek tepkisini dile getirdi.

ASF 2010: Krize Avrupa’da Hep Beraber Karşı Duracağız

BİA Haber Merkezi – 09.07.2010 / Nilüfer Uğur DALAY

Kapitalist sistemin ve onun neoliberal politikalarının ebedi, ezeli ve en iyi olduğunu söyleyenler, bize büyük bir yalan söylediler. Şimdi hep beraber, tüm gücümüzle bize dayatılanlara karşı çıkma zamanıdır. Çünkü şimdi susarsak sonsuza kadar susmamız gerekecek.

Kapitalist sistemin ve onun kurumlarının yarattığı sorunlarla yüzleşildiği bir dönemde, 1-4 Temmuz tarihleri arasında İstanbul’da Avrupa Sosyal Forumu (ASF) toplandı.

Forum çağrıcıları, ASF’yi, küresel ekonomik, mali, siyasi, sosyal ve ekolojik krizlere karşı, sosyal hareketlerin ortak mücadele stratejisinin geliştirildiği bir zemin yapmak istiyorlar. Forumların gelenekselleşen “Başka bir dünya mümkün” sloganını yeni koşullara uyarlayan ASF, bu kez forumun ana sloganını ‘Başka bir Avrupa gerekli’ olarak belirlemişti.

Beşincisi 17-21 Eylül 2008 tarihleri arasında İsveç’in Malmö kentinde düzenlenmiş ve o tarihlerde kapitalist kriz kendini hissettirmeye başlamıştı. İstanbul’a gelindiğinde krizin artık Yunanistan, Macaristan, Romanya gibi ülkeleri tehdit eder noktaya geldiği günler yaşanıyordu.

6. ASF’ye, kapitalizmin krizi nedeniyle Avrupa’da yükselen neoliberal saldırılar, işten atılmalar, “sosyal kesintiler”, eğitimin ve sağlığın özelleştirilmesi gibi sorunlar ağırlığını vuracaktı. Ayrıca Filistin Ablukası, Kürt Sorunu, özellikle Balkanlar, Ortadoğu, Kafkaslar ve Afganistan’da sürmekte olan savaş ve işgaller, ezilen uluslar, azınlıklar, göç ve göçmenlik sorunları, sürdürülebilir bir dünya çabaları gibi ana gündem maddeleri de vardı.

1-3 Temmuz günleri arasında Forum’da 180 seminer, 41 atölye, 6 tematik asamble düzenlendi. 4 Temmuzda ise Forum boyunca yürütülen tartışmalardan çıkacak sonuç bildirgesinin ve krize karşı Avrupa çapında eylem kararlarının tartışılacağı “Final Asamblesi” toplandı.

5. ASF’de 10 olan tematik ağ/eksen 13’e çıkartılmıştı. Şöyle:

1- Ekonomik ve Sosyal Kriz: Direnişler ve Alternatifler: 45 Seminer, 7 Atölye, 2 Asamble.

2- Sosyal Avrupa için Sosyal Haklar: 17 Seminer, 4 Atölye, 2 Asamble.

3- Nasıl bir demokrasi? Medeni ve Siyasi Özgürlüklerin Geliştirilmesi: 7 Seminer, 5 Atölye.

4- Ezilen ulusların ve azınlıkların haklarının savunulması: 8 Seminer.

5- Kale Avrupası’na karşı: Göçmenler ve mülteciler için tüm haklar: 4 Seminer, 2 Atölye.

6- Ayrımcılığa karşı Eşitlik. Küresel krize karşı feminist alternatifler: 2 Seminer, 1 Atölye.

7- Gezegeni kurtar: Sürdürülebilir bir Dünyanın inşası: 31 Seminer, 5 Atölye, 1 Asamble.

8- Savaşa karşı Barış, militarizm, işgaller: 14 Seminer, 1 Atölye.

9- Gençlik – eğitim, iş ve gelecek hakkı: 6 Seminer, 1 Atölye.

10- Bilginin, eğitimin ve kültürün demokratikleştirilmesi; alternatiflerin oluşturulması: 17 Seminer, 5 Atölye,1 Asamble.

11- Kitle İletişim araçları ve güç ilişkileri: İfade özgürlüğünün savunulması ve bilginin demokratikleştirilmesi: 5 Seminer.

12- Avrupa ve Dünya: Tahakküm ve yeni sömürgeciliğe karşı dayanışma tabanlı işbirliği ve kalkınma: 4 Seminer.

13- Küresel adalet hareketinin durumu ve geleceği: 5 Seminer, 2 Atölye

Düzenlenen seminer, atölye ve asamblelerin sayısına ve de katılımcı yoğunluğuna bakıldığında Avrupa’nın en önemli sorunlarının ekonomik ve sosyal kriz, sürdürülebilir bir dünyanın inşası, sosyal haklar, bilgi, eğitim ve kültürün demokratikleşmesi, savaş, işgaller ve militarizme karşı barış olarak sıralandığını gördük. Bu tablo 26 Ocak 2010’da Brezilya’nın Porto Allegre kentinde düzenlenen 10. Dünya Sosyal Forumu’ndaki tablodan çok farklı değil.

Kapitalist sistemin ve onun neoliberal politikalarının ebedi, ezeli ve en iyi olduğunu söyleyenler, bize büyük bir yalan söylediler. Avrupa ve dünyada kapitalist sistem ekonomik ve sosyal kriz yarattı. Sosyal haklar ayaklar altında. Üretim, tüketim ve kar hırsı dünyanın yaşanabilirlik sınırlarını zorluyor. Savaşlar, işgaller ve militarizmin tırmanması ile askeri harcamaları arttırarak sistem kendini ayakta tutmaya çabalarken, ülke halklarının insan hakları ihlal ediliyor, doğal kaynaklarına el koyuluyor ve barış içinde yaşama koşulları ellerinden alınıyor.

İnsanlar, ülkelerinden uzak bölgelere göçe zorlanıyorlar. Azınlık hakları ihlal ediliyor. Baskı ve sömürüye dayalı sistemler dayatılıyor. Küresel adalet yok varsayılıyor. İfade özgürlüğünü savunanlar parmaklıklar ardına hapsedildi. Kitle iletişim araçları, bilgi az sayıda güç odağının eline geçmiş durumda. Eğitim hakkı gasp edildi. Kültürler aşağılandı, inkar edildi, yok kabul edildi. Gençlerin gelecek hakkı ellerinden alınıyor, cinsel ayrımcılıkla kadınlar toplum dışına itiliyor. Gördük. Demek ki; hepsi bir yalandı.

Görüldü. Anlaşıldı ve 6.İstanbul Avrupa Sosyal Forum’u sonunda aşağıdaki çağrı metni yayınlandı.

“Bizler, İstanbul Avrupa Sosyal Forum’u katılımcıları olarak, her türlü işgal ve savaşa karşı ve Kürt Sorunu’nun politik çözümünden yana olduğumuzu bildiriyor ve aşağıdaki kararlarımızı duyuruyoruz:

Krize Avrupa’da hep beraber karşı duracağız.

Avrupa Birliği’nin karşı karşıya kaldığı ve dünyada yaygınlaşan küresel krizler konusunda hükümetlerin ve IMF’nin sosyal politika uygulamalarındaki sert ve geriletici yanlışlarına karşı, İstanbul Sosyal Forumu’na katılan sosyal hareketler olarak ortak eylem çağrısı yapıyoruz.

Avrupa genelinde direniş ve eylemler bu politikalara karşı durmak için geliştirilecektir. Uzun vadede, sosyal hareketlerin, sendikaların, meslek örgütlerinin, odaların, örgüt ve derneklerin, her türde vatandaşlık inisiyatif ve ağlarının Avrupa genelindeki mücadelelerini tek bir noktaya odaklanacak biçimde inşa etmeleri acil bir gereksinimdir. Bu nedenle, ilk adım olarak 29 Eylül (ondan önceki ya da sonraki günlerde), Avrupa genelinde ortak eylem düzenlemek için çağrı yapıyoruz.

Sosyal gereksinimlerimiz ve ekolojik taleplerimizi tatmin edecek alternatif politikaların uygulanmasının kabul ettirmeliyiz.

Tüm sosyal hareketler olarak, 23-24 Ekim (ya da 13-14 Kasım) günlerinde Paris’de düzenlenmek üzere, ortak eylemlerimizin geliştirilmesi, hareketlerin koordinasyonu, Avrupa Sosyal Formu’nun değerlendirilmesi ve geleceğinin tartışılması için bir Avrupa Asamble çağrısı yapıyoruz.”

Eksiği, eğrisi, doğrusu ile bir sosyal forum bitti. Değerlendirmeler yapılacak, eksikler görülecek. Ancak açık ve net olarak görülen o ki; şimdi artık bizim konuşma, karşı çıkma, soru sorma zamanımızdır. Şimdi hep beraber, tüm gücümüzle bize dayatılanlara karşı çıkma zamanıdır. Bu faturayı biz ödemek istemiyoruz. Çünkü şimdi susarsak sonsuza kadar susmamız gerekecektir.

Gerek Forum sırasında, gerek sonrasında, bu ortak amacımızı duyurmamıza yardımcı olan tüm basın mensuplarına bir kez daha teşekkür borcumuzu iletmeliyiz. Umudumuz yukarıda özetlediğimiz sorunlara duyarlı basın kuruluşlarının bundan sonra da sesimiz, soluğumuz olmasıdır.

“İncirlik Üssü’nde 90 adet nükleer başlık var”

Birgün – 23.06.2010

Küresel BAK, İncirlik Üssü’ne ilişkin imzalanan ‘Gizli Kararname’nin uzatılmasına tepki gösterdi. Kararnamenin, halka açıklanmasını ve iptal edilmesini isteyen Küresel BAK üyeleri, askerlerin şiddet eğilimlerinin bölgede baskı ve taciz ortamı yarattığını söylediler.Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu (Küresel BAK), 1954 yılında faaliyete geçen Adana İncirlik’teki ABD askeri üssüne ilişkin 5755 sayılı ‘Gizli Kararname’nin uzatılmasını protesto etti.

Barış aktivistleri, Bakanlar Kurulu’nun her yıl 23 Haziran günü otomatik olarak yenilediği kararnamenin halka açıklanmasını ve iptal edilmesini talep etti.Küresel BAK Yönetim Kurulu üyesi Bülent Aydın, İncirlik Üssü’nün “silahlanmanın en büyük merkezlerinden biri olduğunu” belirterek, “Son günlerde yaşanan çatışmalar açısından da üssün kapatılması gerektiğini” dile getirdi.

Galatasaray meydanında, “Bölge haklarının düşmanı İncirlik üssü kapatılsın” afişi açan barış aktivistleri adına basın açıklamasını okuyan Küresel-BAK’tan Faruk Sevim, “2003′ten beri her yıl yenilenen gizli kararnamenin içeriği kamuoyuyla paylaşılsın” dedi.

“İncirlik Üssü’nde 90 adet nükleer başlık var”

İncirlik Üssü’nde 1998’den beri 90 adet B-1 tipi nükleer başlık bulunduğunu, bunların her birinin, Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan bombalardan dokuz kat daha fazla tahrip gücüne sahip olduğunu söyleyen Sevim, sözlerini şöyle sürdürdü:”İçinde binlerce asker, ağır silahlar ve bombalar dolu. İncirlik Üssü’nde neler oluyor? Üs’te kaç ABD askeri var? Üs’te kaç adet nükleer başlık var? Bu nükleer başlıkların kaçı her an kullanıma hazır durumda? Bunlar yıllardır halktan gizleniyor.””ABD askerleri İncirlik’te hangi yasa çerçevesinde görev yapabiliyor? İncirlik Üssü ABD’nin Irak ve Afganistan işgallerinde nasıl bir rol oynadı? Üssü işgalcilere kullandıran gizli kararname 7 yıldır her 23 Haziran’da neden otomatik olarak neden uzatılıyor. ABD askerlerine izin veren bu kararnameden bırakın halkı, TBMM’deki milletvekillerinin haberi var mı?”

“Kararname hukuk dışıdır”

Üsle ilgili kararnamenin “hukuk dışı” olduğunu belirten Sevim, üssün; Irak Savaşı’nda, ABD’nin en büyük “askeri kıtalarının yer değiştirme yeri” olarak kabul edildiği söyledi:

“İncirlik Üssü, ABD’nin kanlı Irak işgalinin en önemli lojistik merkezidir. 1990 Körfez Savaşında, 2001’den itibaren Afganistan ve Irak işgallerinde ana üs olmuştur.”

“Üs, bölge halkı için baskı ve taciz ortamı yaratıyor”

İncirlik Üssü’nün bulunduğu bölge için başka tehditler de içerdiğini ifade ederek, “Halkların kardeşliğini ve barışı tehdit eden İncirlik Üssü kapatılmalıdır” diyen Sevim, şöyle konuştu:

“Tüm askeri üsler gibi İncirlik Üssü de askerlerin şiddet eğilimleri nedeniyle, bölgede yaşayan insanlara yönelik, özellikle de kadınlar üzerinde bir baskı ve taciz ortamı yaratmakta, özel yasal düzenlemelerle korunduğu için, bulundukları çevre ve toplum üzerinde, suç, saldırganlık, asayiş sounlarına yol açmaktadır.”

İnsan hakları aktivistleri Hakan Tahmaz, Tayfun Mater ve Celal Başlangıç’ın da katıldığı eylem, “İncirlik Üssü kapatılsın”, “Yaşasın halkların kardeşliği” sloganlarıyla sona erdi.

Dünyadan Haberler

Taksim ‘Silahları Susturun!’ Sloganlarıyla Çınladı

Haksöz-Haber – 17.07.2010

İslami kuruluşların Taksim’de ortak organize ettikleri yürüyüşte Kürt sorununun çözümü için silahların karşılıklı susması çağrısında bulunuldu.

Aralarında Akabe Vakfı, Anadolu Platformu, Araştırma Kültür Vakfı, Fatih Akıncıları Derneği, Hikmet Vakfı, İHH İnsani Yardım Vakfı, İnsan ve Medeniyet Hareketi, Mazlumder, Medeniyet Derneği ve Özgür-Der’in olduğu İslami kuruluşlar bugün 16.00’da Galatasaray Lisesi önünde toplandılar. Buradan İstiklal Caddesi güzergâhından Taksim Meydanı’na kadar yapılan yürüyüşe çok sayıda kişi katıldı.

Türkçe ve Kürtçe Pankartlar Taşındı

Eylemde “Barış ve Kardeşlik İçin Silahlar Sussun!”, “Jı Bo Aştî û Bıratıyê, Çekan Rawestînın!”, “Kendin İçin İstediğini Kardeşin İçin de İste! (Hz. Muhammed)”, “Tışta Tu Jı Xwe Re Dıxwazî, Jı Bırayê Xwe Re Jî Bıxwaze!”, “İnsanız Ümmetiz Kardeşiz!”, “Em İnsan In Ummet In, Bıra Ne!”, “Müslüman Halklar Kardeştir!”, “Xelkên Mısılman Bıra Ne!”, “Barış ve Çözüm İçin Adalet ve Kardeşlik!”, “Jı Bo Aştıyê Edalet Çareserıyê Bıratî!”, “Bıjî Bıratî û Edalet!”, “Silah Sesleri İle Diyalog Olmaz!”, “Dı Bın Dengê Çekan De Diyalog Pêknayê!”, “Müslüman Zulme Boyun Eğmez!”, “Yaşasın Halkların Kardeşliği!”, “Bıjî Bıratîya Gelan!”,  “Mısılman, Lı Hember Zılmê Serî Natewîne!” vb. Türkçe-Kürtçe yazılı pankartlar taşındı.

Gerçek manada bir kardeşliğin tesisi için Kürt sorununun çözümüne dönük acil ve ciddi adımlar atılmasının şart olduğuna inandıklarını ifade eden mezkûr İslami kimlikli kuruluşlar, bunu sağlamanın yolunun öncelikle şiddet sarmalından çıkmakla mümkün olabileceğini ifade ettiler. Bu kaygılarla, TSK’ya operasyonlara son vermesi ve PKK’ya da tüm silahlı unsurlarını ülke dışına çıkartması çağrısında bulunulan eylemin sunuşunu Özgür-Der Genel Başkan Yardımcısı Kenan Alpay yaparken İslami kuruluşlar adına ortak hazırlanan basın bildirisi yürüyüş sonunda basın açıklamasının yapıldığı Taksim Meydanı’nda Mazlumder Genel Başkanı Ahmet Faruk Ünsal tarafından okundu. Bildiride şu ifadelere yer verildi:

“Çatışma ortamında sorunları yeni baştan soğukkanlı ve çözüme dönük olarak konuşmak ve barışa dair atılacak adımları konuşmak mümkün değildir. Şiddet ve nefret ortamında, ölümün her eve misafir olmaya başladığı bu günlerde pek çok şeyle beraber insanlığımızı da kaybediyoruz. Bir an önce Türk Silahlı Kuvvetleri’nin operasyonları durdurmasını, PKK’nın da silahlarını susturmasını, oluşacak sükûnet ortamında toplumsal sağduyu ile barışın inşa edilmesini talep ediyoruz. Ateşin kesilmesini karşı tarafın iradesinin kırılması olarak değerlendirmeden, siyasi iradenin, toplumsal barışı inşa etmek için gerekli somut projelerini kesimlerin taleplerini göz ardı etmeden bir an önce açıklamasını talep ediyoruz.” (Bildirinin tam metni aşağıdadır.)

Yürüyüş boyunca “Silahları Susturun Kanı Durdurun!”, “Silahlar Sussun Kirli Savaş Son Bulsun!”, “Kardeş Kanı Akmasın, Analar Ağlamasın!”, “Müslümanlar Kardeştir!”, “İnsanız Ümmetiz Biz Kardeşiz!”, “Barış İçin Adalet Çözüm İçin Kardeşlik!”, “Yaşasın Adalet Yaşasın Kardeşlik!”, “Bıjî Bıratîya Gelan!”, “Müslüman Zulme Boyun Eğemez!”, şeklinde sloganların atıldığı eylem Taksim Meydanı’nda yapılan basın açıklamasının ardından son buldu.

Ortak Basın Bildirisinin Tam Metni:

Barış ve Kardeşlik İçin SİLAHLAR SUSSUN!

17 Temmuz 2010

Kürt sorunu dağılmakta olan imparatorluk coğrafyasının birer birer ulus devletleri ortaya çıkarmaya başladığı süreçte doğdu. O günün koşullarında ayrılıkçı taleplere pirim vermeyen ve Anadolu’nun geri kalanı ile kader birlikteliğini kardeşlik temelinde kurmak isteyen Kürtlerin beklentileri, hem kurucu kadroların zihinsel sorunları hem de yeni kurdukları devletin yapısal sorunları nedeniyle sükût-u hayale uğradı. Kuruluş yıllarında meydana gelen isyanların bastırılmasıyla, toplumda oluşan sessizliği “rızaya dayalı birliktelik” olarak gösteren sistemin sahipleri, son 26 yıldır tüm toplumun bedel ödemesiyle tarihi yanılgısını artık gizleyemez oldu. “Sorunu üreten, Cumhuriyeti kuran siyasi paradigma ve seçkinci bürokratik karakteridir. Bizim üretmediğimiz bu sorunun muhatabı biz değiliz” diyerek bir kenara çekilemeyiz. Sorunu üretenlerin çözüm diye dayattığı şeylerin sonuçları ortadayken sessiz kalmamız beklenmemelidir. Özellikle 12 Eylül sürecinde Diyarbakır zindanlarında yaşanan vahşet ve birikmiş çözümsüzlük bir taraftan sisteme dönük silahlı Kürt itirazını güçlendirirken diğer taraftan da savaş baronlarının işine yarayan puslu ortamı sağladı. Bu körlük ortamında on binlerce insan hayatını kaybetti, faili meçhuller yaşandı, köyler yakıldı, şehirler bombalandı, iç ve dış göçler yaşandı, uyuşturucu trafiği verimli bir ortam buldu, milyarlarca dolarlık kaynak heba edildi, hukuk katledildi, toplum kesimleri birbirine düşmanlaştırıldı, kavgaya taraf olma ehliyeti bile olmayan çocuklar hayatlarını kaybetti.

Gelinen süreçte, bürokratik oligarşinin direncine rağmen inisiyatif aldığı izlenimi uyandıran siyaset, “açılım politikaları” ile herkeste heyecan uyandıran bir söylem başlattı ama halen somut bir adım atabilmiş değil. Çok daha büyük yapısal sorunların çözümü şöyle dursun, TMK mağduru çocukların durumunu iyileştirecek yasal değişiklik ancak bir sene gecikmeli olarak Meclis gündemine gelebildi ama getirilen değişiklik çözüm olmak bir yana çok daha ciddi sorunlar doğuracak nitelikte. Sadece basit bir kanun değişikliğiyle yerleşim yerlerinin ve coğrafi yerlerin orijinal adlarına kavuşması mümkün iken yapılamadı. Kandil’den ve Mahmur’dan bir mutabakatla gelen 34 kişiye ilişkin tutuklama kararları, hem Avrupa’dan gelecek olanların ülkeye dönüşünü durdurdu hem de muhatapların ve bağlı bulundukları kesimlerin sürece ve aktörlere güvenlerini önemli ölçüde zedeledi. Peş peşe gelen hayal kırıklıkları şiddeti iyice besledi ve yine genç bedenler toprağa düşmeye başladı.Ne yazık ki bu ülkenin milliyetçi eğitim ve yönlendirme süreçleriyle hak ve adalet perspektifini bir hayli yitirmiş ve farklılıklara saygı duyma, kabullenme gibi basit insani erdemlerden uzaklaşmış bir toplum gerçeği var. Resmi ideolojinin ürettiği ve yaygınlaştırdığı ırkçı-asimilasyoncu yaklaşımlar hiç farkında olunmaksızın adeta içselleştirilmiş ve bu yüzden çok sıradan bir talep ya da tartışma dahi bir anda ırkçı tepkilere yol açabiliyor.

Bu gerçeği görmek ve politika geliştirirken dikkate almak gerekir. Ne var ki, milliyetçi yaklaşım tarzının köreltici etkisi ve duygusallığı besleyen niteliği çoğu kez bunun görülmesini, algılanmasını engelliyor. Bu zaaf sadece resmi ideoloji savunucularına has değil. Doğal Kürt taleplerinin aşılmaz inatla karşılanması Kürt kardeşlerimizi milliyetçi söyleme savurma riskini barındırıyor. Çözüm, hem Diyarbakır’ı, Şırnak’ı hem de Trabzon’u, Niğde’yi, beraber görebilmek, buralarda yaşayan insanların ne hissettiklerini kavramaya çalışmakla mümkündür. Her gün daha fazla sayıda Anadolulu yoksul ailenin evlerine ateş düşmesinin, kent merkezlerinde halkın yoğun biçimde bir arada olduğu yerlerde patlatılan bombaların, egemenlerle hiçbir ortak özelliği olmayan sıradan insanları hedef alan şiddet eylemlerinin kime ve neye hizmet ettiğinin sorgulanmamasının sonucu insanlık dışı şiddeti kutsamaktır ve bu durum hepimizin insanlığını eksiltmektedir. Tüm bu eylemlerin son tahlilde Kürt sorununun çözümünü değil, faşizan çevrelerin arzuladığı etnik kutuplaşmayı beslediği görülmek zorundadır.

Artık biz bu işten sıkıldık. Ya biz bu işi çok ciddiye alıyoruz ya da devleti yönetenlerin, on binlerin ölmesinden ve toplumların birbirine düşman olmasından daha fazla önem verdikleri sorunları var ve biz bilmiyoruz. Bütün bu iktidarsızlığa ve yavaşlığa bakınca anayasal değişikliklerin veya idari yapıya ilişkin reformların yapılmasını veya kapsamlı bir genel affı konuşmak için herhalde birkaç yüzyıl beklemek gerekecek. Bazılarının sabrı bu kadar beklemeye yetebilir; ama biz, maliyeti insan hayatı ve toplumların birbirlerine nefreti olan bu beklemelere sabretmeyeceğiz.  Çatışma ortamında sorunları yeni baştan soğukkanlı ve çözüme dönük olarak konuşmak ve barışa dair atılacak adımları konuşmak mümkün değildir. Şiddet ve nefret ortamında, ölümün her eve misafir olmaya başladığı bu günlerde pek çok şeyle beraber insanlığımızı da kaybediyoruz. Bir an önce Türk Silahlı Kuvvetleri’nin operasyonları durdurmasını, PKK’nın da silahlarını susturmasını, oluşacak sükûnet ortamında toplumsal sağduyu ile barışın inşa edilmesini talep ediyoruz. Ateşin kesilmesini karşı tarafın iradesinin kırılması olarak değerlendirmeden, siyasi iradenin, toplumsal barışı inşa etmek için gerekli somut projelerini kesimlerin taleplerini göz ardı etmeden bir an önce açıklamasını talep ediyoruz.

AKABE VAKFI ● ANADOLU PLATFORMU ● ARAŞTIRMA KÜLTÜR VAKFI ● FATİH AKINCILARI DERNEĞİ ● HİKMET VAKFI ● İHH İNSANİ YARDIM VAKFI ● İNSAN VE MEDENİYET HAREKETİ ●  MAZLUMDER ● MEDENİYET DERNEĞİ ● ÖZGÜR-DER

ATİNA’DA İSRAİL PROTESTOSU

Doğan Haber Ajansı – 15.07.2010

Yunanistan’da bir grup gösterici, İsrail’in Gazze politikalarını protesto amacıyla Atina Havaalanı’nı bir süre işgal etti.

Jerusalem Post’un haberine göre, çeşitli komünist sendikalara bağlı göstericiler, İsrail Havayolları El Al’ın kontuarlarını işgal ederek Tel Aviv’e gidecek uçağın kalkmasını bir süre engelledi.

Eylemi Filistin halkıyla dayanışma içinde olduklarını göstermek ve Gazze’de yaşanan baskıcı politikaları protesto etmek için düzenlediklerini söyleyen göstericiler yaklaşık iki saat boyunca, El Al yolcularının bilet işlemleri yapmasını engelledi.

Dün yerel saatle 12.30’da Tel Aviv’e havalanması öngörülen El Al uçağı ancak saatler sonra havalanabildi.

El Al tarafından yapılan açıklamada, can güvenliği nedeniyle uçuşun bir süre ertelendiği kaydedildi.

İngilizler, Afganistan’daki Savaşı Protesto Etti

İHA – 16.07.2010

İngiltere’nin “Savaşı Durdurun” (Stop The War) organizasyonu, başkent Londra’da Afganistan’da süren savaşı protesto etti. Öğrenci, aktivist ve her kesimden insanın katıldığı gösterilerde, Afganistan’da bulunan İngiliz askerlerinin ülkeye geri gönderilmesi istendi.

“Stop The War” ulusal temsilcisi Chris Nineham, protestoların hükümeti harekete geçirebileceğini söyledi. Nineham, “Bugün buradayız çünkü İngiliz birliklerinin Afganistan’dan çıkmasını istiyoruz. Oradaki halk için korkunç sorunlar doğuran, kazanılamaz bir savaştayız. Afganistanlılar da bizim orayı terk etmemizi istiyorlar” diye konuştu.

Göstericiler protestolar sırasında “Kanlı bir savaş istemiyoruz”, “Nefrete son ver” gibi sloganlar atarak, “Afganistan’dan çıkın!”, “Askerleri geri gönderin!” pankartları taşıdı. Gösterilere katılan Harun Nazım, Afganistan’daki savaşı “felaket” olarak tanımlarken, birçok insanın bu yüzden hayatını kaybettiğinin altını çizdi.

Protesto katılımcılarından üniversite öğrencisi Clo O’sullivan ise Afganistan’daki savaşın gereksiz olduğunu vurgularken, masum insanların ölmemesi için protesto gösterilerinin devam etmesi gerektiğini ifade etti. Afganistan’da sayıları 300’ü aşan İngiliz askerinin hayatını kaybetmesi, İngiliz halkının tepki göstermesine neden oldu.

Balyoz Darbe Planı’nın hedefinde de Dink var

Star – 16.07.2010

Balyoz darbesi karşıtı gruplara yönelik 8 ayrı plandan birinin hedefindeki ismin suikaste kurban giden Hrant Dink olduğu ortaya çıktı. Dink ailesi müdahil olmaya hazırlanıyor

Balyoz Darbe Planı iddianamesinde ülkede darbeye zemin hazırlamak amacıyla yapılan 8 dehşet planında ‘hedef’ seçilen isimler arasında, 2007 yılında uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybeden Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in olması dikkat çekti. Darbe karşıtı toplum kesimlerine yönelik Döküm, Sakal, Tırpan, Orak, Yumruk, Kürek, Testere ve Urgan isimli darbe planlarında hedef seçilen isimler arasında star Başyazarı Mehmet Altan, Hasan Cemal, Toktamış Ateş, Rum Patriği Bartholomeos, Ermeni Patriğ Mutafyan ve Vatikan eski Temsilcisi Marovic de var.

PLANI ALBAY HANİFİ YILDIRIM YAPMIŞ

star’ın ulaştığı Balyoz Darbe Planı iddianamesinde, ülkede darbe zemini yaratmak amacıyla ‘operasyon’ olarak tanımlanan eylem planlarının hedefindeki isimler yer aldı. İddianamenin 145 numaralı şüphelisi Albay Hakan Sargın ile ilgili bölümde, suikast yapılacak kişilerin listesine yer verildi. İddianamede ‘’OPERASYON TİMLERİ.doc’’ adlı word dosyasının “J Bnb Hanifi Yıldırım” tarafından 07 Ocak 2003 günü oluşturulduğu ve 08 Ocak 2003 günü “HYILDIRIM” isimli kullanıcı tarafından gözden geçirilerek en son kaydetme işleminin yapıldığı kaydedildi. Söz konusu belgede, Döküm, Sakal, Tırpan, Orak, Yumruk, Kürek, Testere, Urgan adı altında operasyon isimlerinin bulunduğu, bu isimlerin karşısında yanında adı geçen operasyonda görev alacak kişiler ile hedef isimlerin yazıldığı dosyanın sonunda ise ‘’Hanifi YILDIRIM J.Kur. Bnb. Hrk.Asyş. ve Eğt. Ş. Md.’’ yazdığı belirtildi.

TEHDİTLERİN HEDEFİYDİ

Birlikte kardeşçe yaşamayı savunmasına rağmen hep derin çetelerin hedefindeki  isim oldu Hrant Dink.  İstanbul Valiliği’ne çağrılarak bir Vali Yardımcısı’nın odasında derin devletin sesi kişilerce tehdit edildikten kısa süre sonra  suikaste kurban giden Dink’in gazetesi Agos da Kafes Eylem Planı’nı hazırlayanların hedefi oldu. Agos, Kafes davasında müdahil koltuğunda oturuyor.

‘Bu ülkede anadan katil doğanlar var’

Balyoz Planı içinde yler alan ve Balyoz iddianamesine giren darbe karşıtlarına yönelik 8 ayrı eylem planın hedefinde yer alan isimler iddianameyi ve kanlı planları değerlendirdi.

• Mehmet Altan (star başyazarı): Bir anlamda devlet formatı giyinmiş katillerle karşı karışayayız. Normal, sağlıklı hukukun üstünlüğü olan devletlerde, bu tür katiller olduğunda vatandaş devletine güvenir. Bizde katil doğanlar var ki Türkiye’nin yazarlarını, çizerlerini akademisyenlerini öldürmek istiyorlar. Türkiye’nin neden sorunlarını çözemediğini anlatan hazin bir örnek. Devletin içinde bu tür katiller varsa, hiç bir birinci işini halledemez. Müdahil olma hakkımı saklı tutuyorum.

DİNK AİLESİ: MÜDAHİL OLURUZ

• Hrant Dink’in ağabeyi Orhan Dink: Planı görmem lazım. Avukatlarımız konuyu inceler, müdahil olmamız gerekirse tabii ki müdahil oluruz. Kafes Eylem Planı davasına da müdahil olduk

• Sevan Nişanyan: Ben ismimin Balyoz iddiananmesinde operasyon düzenlenecek isimler arasında yer aldığını duyunca açıkçası hiç şaşırmadım. Çünkü bu ülkede alçaklık, her türlü belden aşağı operasyon mübah sayılmaktadır. Ben bunun söylendiği gibi TSK’nın içinde bir çetenin yada bir azınlığın işi olduğunu da düşünmüyorum. Bu bir devlet politikası.

AMAÇ KARGAŞA ORTAMI OLUŞTURMAK

• Etyen Mahçupyan: Operasyon düzenlenecek isimler arasında yer almak beni şaşırtmadı. Çünkü bir manipülasyon yapılmak istendiğinde milliyetçilik yükseltilerek yapıldığını biliyoruz. Bunun içinde hedef her zaman gayrimüslimler seçiliyor. Gayrimüslimler bunun farkında olarak uzun yıllardır zaten bir tedirginlikle yaşıyorlar. Ama 2006-2007’de bile bu amaçlarına ulaşamadılar, bundan sonra asla ulaşamazlar. Çünkü artık deşifre oldular. Artık insanlar bu tarz olaylarla karşılaştıkları, neyi, kimin, neden yaptırdığını artık biliyor. Onların amaçladığı kargaşa ortamıda bu yüzden artık yaşanmıyor.

BU LİSTEDE OLMAK GURUR VERİYOR

• Ali Bulaç: Biz zaten her darbe döneminde ilk akla gelen isimler arasında yer alıyoruz. 12 Eylül’de de bu böyle oldu. Ben uzun bir süre hapiste yattım, işkencelere maruz kaldım. O yüzden bu listede yer almam benim için süpriz olmadı. Ama böyle bir listede yer alıyor olmak, korkup, geri adım atmam anlamına gelmiyor. Aksine bu beni darbe yapanlara karşı mücadele etmek konusunda ne kadar haklı olduğumuzu ve darbelere karşı duruşumuzun ne kadar doğru olduğunu gösteriyor. Bu listede yer almak zaten benim için bir gurur kaynağı. Asıl darbe yanlıların listesinde yer almak benim için utanç verici olurdu.

BÜYÜK TEHLİKEDEN KURTULDUK

• Nazlı Ilıcak: Operasyon listesinde olmayı yadırgamıyorum. Böyle şeyler olabilir. Türkiye Balyoz’un hazırlandığı dönemde büyük bir tehlikeden kurtuldu. Zaten darbe karşıtı denilince akla gelen isimlerden biri benim. Beni de hedefe koymuş olabilirler.

TUTUKLANACAKLARDA  DA VARDIM

• Abdurrahman Dilipak: Daha önce de tutuklanması gerekenler listesinde adım vardı. Bütün bir ülkeye, bütün bir topluma yönelik suikast planları ortadayken ben de bu ülkenin bir yurttaşıyım. Adı geçenlerin dışında birçok kişi suikaste kurban gitti. Bir kişiye yapılan bir haksızlık bütün topluma yapılmıştır. Bana da operasyon düzenlemek isteyebilirler.

ERGENEKON SAYESİNDE DEŞİFRE

• Ahmet Taşgetiren: Çok farklı iddianamelere bu tür isimler, listeler yer alıyor. Bunlar tamamen hukuk dışı durumlar. Türkiye’de Ergenekon sayesinde bu tür derinlerdeki bu yapılar artık deşifre olmaya ve hukuk önüne çıkmaya başladı. Bu planların ortaya çıkması çok önemli adımlar. Çünkü Türkiye bu planlarla ilerleyebiliecek bir ülke değil. Ben bu tür listelerde adımın yayınlanıyor olmasından kaygı duymuyorum. Çünkü Türkiye bu tür zorlukların içinde onlarla baş ediyor.

LİSTELERİ CİDDİYE ALMIYORUM

Cüneyt Ülsever: Ben bu listelere gülüp geçiyorum. Bu listeler doğru mudur, sahte midir o ayrı bir konu zaten ama, ben bu tür iddiaları kesinlikle ciddiye almıyorum. Kaldı ki beni listede ‘darbe karşıtı aşırı sol’ kesim adı altında niteleyenler kim olursalar olsunlar Türkiye’yi hiç tanımadıkları belli.

Hedeftekiler çok tanıdık isimler

‘ORAK’IN HEDEFİNDE DİNK VARDI

Dün star’ın duyurduğu darbe karşıtı gruplara yönelik 8 ayrı eylem planındaki hedef isimler ise şöyle: Ermeni basınına yönelik ‘Orak’ adlı operasyon planında 3 jandarma personelinin görevlendirildiği ve hedef kişiler olarak da “Etyen Mahçupyan, Hrant Dink, Sevan Nişanyan” isimleri belirlenmiş.

ARI GRUBU İÇİN URGAN SEÇİLMİŞ

5 jandarma personelinin görevli olduğu STÖ’lere yönelik ‘Urgan’ adlı operasyondahedefinin de ‘Arı Grubu’ olduğu ortaya çıktı.

‘SAKAL’ 3 İSMİ VURACAKTI

Gayrimüslim cemaat önderi ve işadamlarını hedef alacak olan ‘Sakal’ adlı operasyon planında 4 jandarma personeli görevlendirilirken, hedefindeki isimler olarak “Bartholomeos, Marovic, Mutafyan” kaydedilmiş.

‘TIRPAN’IN HEDEFİ BOŞ KALMIŞ

Akademisyenlere yönelik ‘Tırpan’ adlı operasyon planında 4 jandarma personelinin görevli olduğu, hedef kısmının boş olduğu, hedef tanımının ‘darbe karşıtı akademisyen kadro’ olarak belirlendiği anlatıldı.

‘YUMRUK’ GAZETECİLERE İNECEK

Darbe karşıtı sağcıları hedef alan ‘Yumruk’ adlı operasyon planında 5 jandarma personelinin görevlendirildiği ve hedeflerinin “Nazlı Ilıcak, Ahmet Taşgetiren, Ali Bulaç, Abdurrahman Dilipak, Fehmi Koru” olduğu ortaya çıktı.

ATEŞ, CEMAL VE ÜLSEVER’E ‘KÜREK’

Darbe karşıtı solcuları hedef alan ‘Kürek’     adlı operasyon planında 4 jandarma personelinin görevli olduğu, hedefindekilerin ise “Toktamış Ateş, Hasan Cemal, Cüneyt Ülsever” olduğu belirtildi.

‘TESTERE’YE 4 HEDEF KONULMUŞ

Liberallere yönelik ‘Testere’ adlı operasyon planında 5 jandarma personelinin görevlendirildiği, operasyon hedefi olarak “Mehmet Altan, Ali Bayramoğlu, Mehmet Barlas,  Taha Akyol’un belirlendiği ortaya çıktı.

‘DÖKÜM’ÜN HEDEFİ: KAYA

Dini grup liderlerine yönelik ‘Döküm’ adlı operasyon planında 4 jandarma görevlendirilmiş. Planın hedefi ise “İsmail ağa liderleri Alaaddin Kaya” olarak belirtilmiş.

NATO’nun ikinci adamı artık bir Türk

Yeni Şafak – 16.07.2010

NATO Genel Sekreter Yardımcılığına Cumhurbaşkanlığının eski Dışpolitika Başdanışmanı Büyükelçi Hüseyin Diriöz atandı.

NATO sözcüsü, “Savunma Politikası ve Planlamasından sorumlu Genel Sekreter Yardımcılığına” getirilen Diriöz’ün siyasi-askeri politika ve planlama konularında NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen’in birinci danışmanı olacağını söyledi.

Savunma Politikası ve Planlamadan Sorumlu NATO Genel Sekreter Yardımcılığına, Cumhurbaşkanlığının eski Dış Politika Başdanışmanı Büyükelçi Hüseyin Diriöz atandı.

NATO sözcüsü, siyasi-askeri politika ve planlama konularında NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen’in birinci danışmanı olacak Diriöz’ün sorumluluk alanları arasında NATO savunma politikası, üye ülkelerin ulusal ve toplu savunma ve güç planlarını destekleyici mekanizmaların planlanması, savunma reformu, AB dahil diğer uluslararası örgütlerle savunma politikası işbirliği, lojistik ve nükleer (caydırıcılık) politikanın bulunduğunu bildirdi.

Diriöz, NATO’da hazırlıkları süren ve kasım ayındaki Portekiz zirvesinde kabul edilmesi beklenen yeni stratejik konseptin siyasi güdümünde önemli rol oynayacak.

Hüseyin Diriöz, görev süresi boyunca Kuzey Atlantik Konseyine karşı sorumlu olacak.

DIŞİŞLERİ: TÜRKİYE’NİN NATO’YA KATKILARINI DAHA DA GÜÇLENDİRECEK

Dışişleri Bakanlığı, Büyükelçi Hüseyin Diriöz’ün NATO Genel Sekreter Yardımcılığı görevine seçilmesinin, Türkiye’nin, ‘NATO’ya bugüne kadar sağladığı katkıların daha da güçlendirilmesini sağlayacağını’ bildirdi.

Bakanlıktan bugün yapılan açıklamada, Cumhurbaşkanlığı Dışişleri Başdanışmanı Büyükelçi Hüseyin Diriöz’ün daha önce NATO Yazmanlığında görev yaptığı ve ittifakın gündemindeki konular hakkında önemli birikime sahip olduğu belirtildi. Açıklamada, ‘Büyükelçi Diriöz’ün seçilmesiyle bir Türk vatandaşının yaklaşık 30 yıl aradan sonra NATO’da Genel Sekreter Yardımcılığı görevini üstlenmiş olacağı’ kaydedildi.

Diriöz’ün, Savunma Politikası ve Planlamasından sorumlu NATO Genel Sekreter Yardımcılığı görevine seçildiğinin bugün NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen tarafından Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’na bildirildiğinin belirtildiği açıklamada, ‘NATO’daki üst düzey görevlerin müttefikler arasında adil ve eşit bir şekilde dağılımı, Genel Sekreter Rasmussen’in seçimi sürecinde vurguladığımız konulardan birisiydi. Büyükelçi Diriöz’ün Genel Sekreter Yardımcılığına seçilmesiyle bu yöndeki beklentimiz yerine getirilmiş olmaktadır’ denildi.

Sivil toplum çözüm için Diyarbakır’da buluştu

Star – 19.07.2010

Doğu ve Güneydoğu’daki tüm sivil örgütler, açılımın sürmesi için bir araya geldi. Diyarbakır’da Kürt sorununun çözümü için başlatılan çalıştayın sonucu Başbakan Erdoğan’a da sunulacak

Doğu ve Güneydoğu’daki bütün sivil toplum kuruluşları (STK) Kürt sorununun çözülmesi ve demokratik açılımın sürmesi için Diyarbakır’da buluştu. Bölgedeki baro başkanları, ticaret ve sanayi odası başkanları ile diğer sivil toplum kuruluşlarının başkanlarından oluşan 200’e yakın kişi Diyarbakır’da Kürt sorunun çözümü ve açılımın devam etmesini için iki günlük çalıştaya katıldı.

CAN ACITAN VE İÇ SIZLATAN ÇATIŞMALAR

STK’lar, çalıştaydan sonra cumhurbaşkanı, başbakan ve çözüme katkı sunabilecek kişilerle görüşmeyi hedefliyor. Sümerpark Resepsiyon Salonu’nda yapılan çalıştay Diyarbakır Baro Başkanı Mehmet Emin Aktar’ın konuşmasıyla başladı. Aktar, canı acıtan, içi sızlatan çatışmalar nedeniyle bir kez daha bir araya geldiklerini belirterek, “Her ölüm haberi ile insanlığımızdan birşeyler yitiriyoruz. Sivil toplum ögrütleri hükümet dışı yani yerleşik iktidar dışında yer aldıklarından hareket noktaları insandır. Bizi toplanmaya iten topluma karşı duyduğumuz vicdani sorumluluktur” diye konuştu.

TOPLUM VİCDANINA UYGUN BİR ÇÖZÜM

Sivil toplumun şiddet ve çatışma dilini reddettiğini belirten Aktar, siyaset kurumunun çözüm üretemediği, şiddetin gittikçe diyaloğun gelişmesine engel olduğu koşullarda toplumun vicdanını harekete geçirmek amacıyla bir araya geldiklerini söyledi. Aktar, “Meselenin kaynaklandığı tüm yönler tartışılmadan ve toplumun ortak vicdanına uygun bir çözüm bulunmadan çözüm olanaksızdır. Yapılması gereken, sivil ve demokratik çözüm için vicdan hareketi oluşturmaktır. Farklı inanç ve siyasi görüşe sahip olmamız bu hareketi oluşturmamıza engel olmamalıdır.” STK’lar, çalıştaydan çıkacak sonucu bugün kamuoyuna açıklayacak.

Referandum tartışması

Toplantıya bölge illerinden BDP’ye yakın STK’lar çağrılırken Diyarbakır’daki bazı  STK’ların davet edilmedi. ‘Referandum’ gündeme getirilmesi de yasaklanırken bazı gruplar protesto için toplantıyı terketti.

Artık bölgede silahın susması gerekiyor

Çalıştay’ın ardından star’ın sorularını cevaplayan Muş Baro Başkanı Sabahattin Göçmen, “Ancak sadece açıklamalarla çözüme ulaşmamızda bir hayli zor görünüyor. Bu çalıştaydan somut öneriler çıkarsa çözüme de o kadar yakın oluruz. Bu anlamda Hükümetin ve Ankara’nın buradan çıkacak nihai sonucu kulak vermesi ve bunu dikkate alması gerekiyor” diye konuştu. Diyarbakır Sanayi ve Ticaret Odası Başkanı Galip Ensarioğlu da, “Daha öncede buna benzer bir açıklamayı Ticaret odamızda STK’lar ile birlikte yapmıştır. Artık bölgede silahlı çatışma ortamının sona ermesi gerekiyor. Kürt sorununun çözümü şiddet yöntemi ile olmamalı. Karşılıklı görüşmeler ve diyalog yöntemi ile bu sorun çözülebilir. 400 sivil toplum kuruluşu temsilcileri ile biraraya gelmemizin ortak nedeni ise çatışmalar ve şiddetin sona ermesi yönündedir. Bölgenin artık huzur ve güven ortamına ihtiyacı vardır. Somut önerilerin bu çalıştay sonrasında ortaya çıkacağına inanıyorum” dedi.

Gazze’ye yardım filosuna katılan milletvekilinin dokunmazlığı kaldırıldı

DİHA – 14.07.2010

Ablukaya karşı Gazze’ye yardım götüren yardım filosuna katılarak destek veren ve parlamentoda saldırıya uğrayan Arap milletvekili Hanin Zuabi’nin İsrail parlamentosu tarafından yapılan oylama ile dokunulmazlık hakları kaldırıldı. Açıklama yapan Zubai, “İntikam için cezalandırıldım” dedi.

İsrail Parlamentosu (Knesset) 9 kişinin öldürüldüğü ‘Gazze’ye Özgürlük’ yardım filosuna katıldığı için Arap kökenli milletvekili Hanin Zuabi’nin 3 dokunulmazlığını kaldırıldı. Knesset’teki yapılan oylamada 34 vekil, “Zuabi’nin dokunulmazlıkları kaldırılsın” oyu verirken, 16 milletvekili karşı oy kullandı. Parlamento kararına göre Zuabi, borcu bulunması veya bir suç işlemesi halinde yurt dışına çıkabilme, diplomatik pasaport sahibi olabilme ve yargılanma durumunda mahkeme masrafını parlamentonun karşılaması gibi ayrıcalıklarını kaybetti.

Karara ilişkin konuşan Zuabi Knesset’in oyu karşısında “Arap vatandaşlarının en temel haklarını vermeyen bir ülkenin, seçmenlerini sadık bir şekilde temsil eden bir Knesset üyesinin dokunulmazlığını alması da şaşırtıcı değil” diye konuştu.

Zuabi oylamanın İsrail’in Arap vatandaşlarına karşı tehlikeli bir emsal teşkil ettiğini ve kendisine yönelik düşmanca bir mesaj içerdiğini ifade etti. Arap vekil İsrail Parlamentosunun Arap vekillerini sindirmek için ırkçı yasalar uyguladığını kaydetti. Zuabi, “Siz beni (filoya katılmam dolayı) intikam almak için cezalandırıyorsunuz. Arap milletvekillerini tehdit ettiğinizde, demokrasiyi ve Arap ve Yahudilerin bir arada yaşamasını tehdit etmiş olursunuz” dedi.

Zuabi filoya katıldığı için daha önce Irkçı Likud partisi üyesi ve aynı zamanda Knesset Komisyon Başkanı Likud üyesi Yariv Levin’in “İsrail Knesset’inde yerin yok, İsrail kimliği taşımayı hak etmiyorsun ve İsrail vatandaşlarını, Knesset’i, Arap nüfusunu ve aileni utandırıyorsun” sözleriyle saldırısına uğramıştı.

Gazze’yi ‘kendi haline’ bırakmak

Radikal – 19.07.2010 / Ceyda KARAN

İsrail’in aşırı sağcı Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman, Gazze’yi AB’nin gözetimi altında ‘kendi haline’ bırakacak bir plan hazırlamış. Doğrusu ‘dâhice’ bir plan, ama pek yeni sayılmaz. Olsa olsa, daha önce tasarlanmışın, Gazze’ye Özgürlük Filosu’na kanlı baskın sonrasında allanıp pullanıp sunulması.

Yediot Aharanot gazetesine bakılırsa, Lieberman’ın ‘İlerletme Sırası’ adlı planı uygulanırsa, İsrail 2005’te çekilip 2006’da Hamas’ın iktidara gelmesiyle tam abluka altına aldığı Gazze’ye kuşatmayı kaldıracak. Elbette İsrail’le kara sınırı kapatılacak ve silah denetimleri AB’ye devredilecek. Gazze’ye yardım gemileri de bölgeye denetimle ulaşabilecek. Gazze’nin tamamı İsrail’den bağımsız ve özerk bir yönetime dönüştürülecek. Hesap o ki, bir parça ekonomik yatırımla, Filistinli ahali, kutsal topraklarda inatla işgale direnişi sürdüren Hamas’tan vazgeçip devanın ‘ılımlı’ Fetih’te olduğunu ‘görecek’.

Meseleyi izleyenler hatırlayacak. Hamas, Ocak 2006’da seçimle işbaşına gelir gelmez ağır bir tecritle cezalandırılıp iş yapamaz hale getirilmişti. 1.5 yıl sonra da, Haziran 2007’de Fetih, İsrail’le işbirliği halinde Gazze’de Hamas’ı devirmeye kalkışmış, ancak Hamas, Fetihlileri bölgeden atıvermişti. İsrail’in Batı Şeria’daki milletvekillerini içeri tıkması eşliğinde Hamas hükümeti Gazze’ye sıkışıp kaldı. Bölgede öncekilerden çok daha ağır ve dramatik sonuçları olan bir abluka başladı.

O vakitler Fetihlilerin Gazze’den atılmasını İsrail’in ‘başarısızlık’ hanesine yazanlar çıkmıştı. Oysa Gazze’de bir ‘Hamasistan’, yani Filistin’in siyasi bölünmüşlüğünün coğrafi bölünmüşlükle tamamlanması İsrail için ‘Bundan iyisi Şam’da kayısı’ misaliydi.

Bu yüzden bugün ortaya ‘yeni’ diye atılıveren teklif hiç de ‘yeni’ değil. Teklifin Lieberman’dan gelmesi de şaşırtıcı değil. Zira ‘aşırı sağcı’ Lieberman’ın derdi, Yahudiler için asıl kutsal görülen Batı Şeria. Hem bu plan İsrail’i ‘Gazze belasından’ kurtarıp zaten yüzde 42’si Yahudi yerleşimleriyle ele geçirilmiş Batı Şeria’daki ‘nihai çözüme’ odaklayabilir.

Filo vakası sonrası pek çok bahaneyle evirip çevirmeye kalkışsa da Gazze, İsrail için giderek ‘meşruiyetinin’ altını oyan bir fenomene dönüşüyor. Dolayısıyla insanlık dışı ablukanın hafifletilmesi teranesinin kafi gelmeyeceğini idrak etmişlerdir. İsrail için yapılacak en akıllıca iş, BM’ye ve uluslararası hukuka göre ‘işgalci’ olmanın sorumluluklarını dahi üstlenmeden, Gazze’yi açıkhava hapishanesi olarak tutmaktansa böylesi bir öneri ortaya atmaktı. Lieberman da bunu yapmış.

Hamas tabii derhal planı reddetmiş. “İşgalcinin abluka sorumluluğundan yakayı kurtarmasını kabul etmeyiz. Gazze Filistin vatanının ayrılmaz bir parçasıdır” demişler.

Lakin unutmamak lazım; İsrail, Filistinlileri coğrafi olarak böleli çok oldu. 2007’de dünyaya ‘Hamas darbesi’ diye sunulan, aslında ‘Fetih’in başarısız darbesini’ yazdığımda, ‘Filistinlileri ‘devlet, devlet’ diye kandırıp, nihayetinde Gazze’yi Mısır’a, Batı Şeria’yı da işgali filan tam bitirmeden Arap nüfusun yoğun kaldığı yerler itibarıyla Ürdün’e pazarlama planı mı devreye sokuldu’ diye sormuştum. Son öneri sokulmuş olduğunun tezahürü…

‘Filistinliler, zaman içinde Mısır ve Ürdün arasında paylaştırılarak yahut birisi Gazze’de diğeri Batı Şeria’da iki mini devletçikle barış içinde yaşayacaklarsa, niye itiraz ederler’ diyen çıkabilir. Cevabı İsrail lideri Ben Gurion 1956’da vermiş: “Arap lideri olsaydım, İsrail ile asla barış yapmazdım. Bu doğal. Buraya gelip topraklarını çaldık. Bunu niye kabul etsinler.” Filistinliler itiraz etmezlerse, vatanlarından zorla sökülüp atılmaya, kutsal toprakların kolonizasyonuna ‘Evet’ demiş olurlar.

Larry Dargner’in 15 Temmuz’da Jerusalem Post’ta çıkan yazısı doğrusu çok ilginçti. Özetle Yahudilerin Filistinliler ve tüm komşularıyla barışmadan işinin çok zor olduğunu anlatan Darfner’in en çarpıcı sözleri ise şunlardı: “Birileri kıyılarımızı yahut hava sahamızı ablukaya almak isteseydi, üzerimizde casus uçakları uçursalardı (Lübnan), birileri nükleer tesislerimizden birisini havaya uçursaydı (Suriye), topraklarımız üzerinde yabancı koloniler inşa ederek hayatlarımıza silahla hükmetseydi, bunu durdurmak için kimi olursa olsun öldürürdük.”

Demek ki, Lieberman’ın önerisi icabı Filistinlilerin susup kaderlerine boyun eğmesi gerekiyor. Peki bu mümkün mü ve kutsal topraklara barış getirir mi? İşte orası pek şüpheli.

***

Kutsal toprakların kaderiyle yakından alakalı zevata mühim not: Sevgili dostum ve meslektaşım Ayşe Karabat’ın ‘Kudüs’ün Gönüllü Sürgünleri’ adlı kitabının ilk baskısı tükendi ve ikinci baskısı Everest yayınlarından çıktı. Uzun yıllar bölgede yaşayıp gazetecilik yapan Ayşe, kutsal toprakların ruhuna nüfuz etmiş birisi olarak, gören herkeste tuhaf bir tutku yaratan Kudüs’e dair ‘lezzetli’ bir öykü anlatıyor. Aşka, nefrete, tutkuya ve her şeyden önemlisi insanlığa dair…

Filistin kentlerine giriş yasağı kalkıyor mu?

CNN Türk – 19.07.2010

İsrail ordusunun, 2000 yılı intifadasının başlamasıyla birlikte uygulamaya koyduğu, İsrail vatandaşlarına Filistin Yönetimi altındaki Filistin kentlerine giriş yasağını kaldırmayı düşündüğü bildirildi.

Haaretz gazetesinin haberinde, yasağın kaldırılmasının, Filistin Yönetimi’yle güvenlik alanında giderek gelişen işbirliğinin sonucu gündeme geldiği bildirildi.

Filistin Yönetimi’nin de buna taraftar olduğu ve İsraillilerin “A Bölgesi” olarak adlandırılan tam Filistin kontrolü altındaki Batı Şeria kent ve kasabalarına ziyaretlerinin, karşılıklı alışverişi ve turizmi geliştirerek, Filistin ekonomisini güçlendireceği düşüncesinde olduğu belirtiliyor.

İsrail ile Filistin Yönetimi arasında Oslo anlaşmasının imzalandığı 1994 yılından bu yana iki taraf arasındaki ilişkileri yakından gözleyen İsrailli bir güvenlik yetkilisi, güvenlik konularında şimdi İsrail ve Filistin Yönetimi’nin çok yakın işbirliği içinde bulunduğunu belirterek şunları söyledi:

“İlk kez taraflar, uzun yıllardır liderler ve beraberindekilerin arasında olandan öte eşit temellere dayalı olarak faaliyette bulunuyor. Bunun asıl nedeni, artık ortak bir düşman olgusunu paylaşmalarıdır. Filistin Yönetimi, Hamas hakkında bizden daha az kaygılı değil. Hamas’ın yönetime yönelik tehdidini önlemek için uygulamadaki kontrolü geliştirmek istiyor.”

İsrail, 2000 yılı intifadasının patlak vermesinin ardından, bazı İsrailliler’in kaçırılması ve öldürülmesi üzerine İsraillilere “A Bölgesi”ne girişleri yasaklamıştı.

2007 yılı sonunda Annapolis zirvesinin ardından, Filistin Yönetimi’nde bir kısım güvenlik güçlerinin Amerikalılar tarafından eğitimi, başta El Fetih olmak üzere Filistinli militan grupların silah bırakma için İsrail’le uzlaşmaya varmaları ve Filistin kentlerinde güvenlik denetiminin büyük ölçüde sağlanmasının ardından, son iki yıl içinde birçok büyük şehrin girişindeki askeri kontrol noktalarını kaldıran İsrail ordusu, İsrailli Araplara da İsrail plakalı araçlarıyla Filistin kentlerine girme izni vermişti.

Bir ay kadar önce de İsrail ordusu, İsrailli tur rehberlerine ve İsrailli turistlere Beytüllahim’i açmış ve 10 yıldır ilk kez rehberler Beytüllahim’e girebilmişti.

Geçen haftalarda Batı Şeria’da Filistinli güvenlik yetkilileriyle bir araya gelen İsrail ordusunun Merkez Kuvvetleri Komutanı Tümgeneral Avi Mizrahi’nin şimdi İsraillilere tüm “A Bölgesi”ni açma niyetinde olduğu, böyle bir kararın önerilmesi halinde Genelkurmay Başkanı Gabi Aşkenazi ve Savunma Bakanı Ehud Barak tarafından onaylanması gerektiğine işaret ediliyor.

Mizrahi’nin de Eriha’da bir araya geldiği ve bazı tatbikatlarını birlikte izlediği Filistin Yönetimi’nin üst düzey komutanlarını, benzer bir tatbikatı izlemek için İsrail’e davet ettiği de belirtildi.

Son birkaç yıl içinde yanlışlıkla A Bölgesi’ne giren İsrailliler herhangi bir olay çıkmadan Filistin polisince İsrail tarafına gönderilmişti.

ABD son cezaevini de Irak’a teslim etti

Hürriyet – 15.07.2010

Irak’taki ABD güçlerinin denetimindeki son cezaevi “Camp Cropper” da, Iraklı yetkililere devredildi.

Devir sırasında cezaevinin Amerikalı komutanı Tümgeneral Jerry Cannon, yeni adı Karh Cezaevi olan Camp Cropper’da şu sırada 1500 tutuklu bulunduğunu, bunun dışında ABD’nin, aralarında 8 eski rejim mensubunun da yer aldığı 200 tutukluyu, “Yerleşke 5” denilen eski üste tutmaya devam edeceğini söyledi.

Camp Cropper’ın devri, Irak’ta ABD öncülüğündeki işgal güçlerinin Saddam Hüseyin’i devirmesinden sonra Irak’ın egemenliğini tamamlaması açısından bir kilometre taşı olarak görülüyor.

Washington yönetimi, askerlerinin Irak’ın başkenti Bağdat’taki Ebu Garib cezaevindeki işkence kötü muameleleriyle ilgili olarak zor durumda kalmıştı.

Saddam Hüseyin rejiminin Başbakan Yardımcısı Tarık Aziz ve 25 eski üst düzey yöneticisi de dün Camp Cropper’dan Irak Adalet Bakanlığı’nın sorumluluğundaki Kazimiye cezaevine nakledilmişti.

Irak’ta 5 Milyon Yetim Ve Dul Zor Koşullarda Yaşıyor

Cihaderi.net – 16 Temmuz 2010

ABD tarafından işgal edilen Irak`ta, babaları ve eşleri ölen 5 milyon yetim ve dul zor koşullarda yaşıyor.

Irak`ta yaklaşık 1 milyon dul, 4 milyon civarında da yetim zor şartlar altında yaşıyor. Ekonomik ve sosyal sıkıntılar çeken yaklaşık beş milyon kişi devletin kendilerine tahsis ettiği bütçeyle geçinemiyor. Bu nedenle birçok kadın, iş bulmak ümidiyle meslek kurslarına gidiyor. Cumhurbaşkanı Talabani`nin kadın işlerinden sorumlu müsteşarı Selma Cabo, devletin merkezi istatistik kurumu verilerine göre yetim ve dulların toplumsal sorunların başında geldiğini ve savaş şartları ile maddi imkansızlıkların bu durumu daha da güçleştirdiğini söyledi.

Irak`ta bugün 30 milyon insan yaşıyor. Aynı zamanda kadın hareketi aktivisiti de olan Cabo`ya göre yaklaşık beş milyonu bulan yetim ve dulların, ülkedeki ekonomik, toplumsal ve kültürel süreçleri de çok ciddi şekilde etkilediğini savunuyor.Yaşanan toplumsal ve insani krizin arkasında 2003 yılında Irak`ın işgal edilmesi, şiddetin halen sürmesi ve iç çatışmalar yatıyor.

Selma Cabo, eşini kaybeden dul kadınların kendisi gibi zor koşullarda yaşayan ailelerine sığındığına dikkat çekiyor, bu durumun aile içi şiddeti, erken yaşta çocukların çalışmaya başlaması yahut fuhuş sektörünü tetiklediğini vurguluyor.Cabo ayrıca ailelerin ekonomik istikrara kavuşmasının çocukların sağlıklı yetiştirilmesi için zorunlu bir şart olduğunu da söylüyor.Irak`ta iş bakanlığı dul kadınlara ayda 150 bin Irak dinarı yani yaklaşık 130 dolar yardımda bulunuyor ancak bu onların ihtiyaçlarının çok küçük bir bölümünü karşılayabiliyor.

Irak`ta yaklaşık 1 milyon dul, 4 milyon civarında da yetim zor şartlar altında yaşıyor. Ekonomik ve sosyal sıkıntılar çeken yaklaşık beş milyon kişi devletin kendilerine tahsis ettiği bütçeyle geçinemiyor. Bu nedenle birçok kadın, iş bulmak ümidiyle meslek kurslarına gidiyor.

Cumhurbaşkanı Talabani`nin kadın işlerinden sorumlu müsteşarı Selma Cabo, devletin merkezi istatistik kurumu verilerine göre yetim ve dulların toplumsal sorunların başında geldiğini ve savaş şartları ile maddi imkansızlıkların bu durumu daha da güçleştirdiğini söyledi.

Irak`ta bugün 30 milyon insan yaşıyor. Aynı zamanda kadın hareketi aktivisiti de olan Cabo`ya göre yaklaşık beş milyonu bulan yetim ve dulların, ülkedeki ekonomik, toplumsal ve kültürel süreçleri de çok ciddi şekilde etkilediğini savunuyor. Yaşanan toplumsal ve insani krizin arkasında 2003 yılında Irak`ın işgal edilmesi, şiddetin halen sürmesi ve iç çatışmalar yatıyor.

Selma Cabo, eşini kaybeden dul kadınların kendisi gibi zor koşullarda yaşayan ailelerine sığındığına dikkat çekiyor, bu durumun aile içi şiddeti, erken yaşta çocukların çalışmaya başlaması yahut fuhuş sektörünü tetiklediğini vurguluyor. Cabo ayrıca ailelerin ekonomik istikrara kavuşmasının çocukların sağlıklı yetiştirilmesi için zorunlu bir şart olduğunu da söylüyor. Irak`ta iş bakanlığı dul kadınlara ayda 150 bin Irak dinarı yani yaklaşık 130 dolar yardımda bulunuyor ancak bu onların ihtiyaçlarının çok küçük bir bölümünü karşılayabiliyor.

Iraklı Kürtler tehdit söyleminden ve PKK’dan rahatsız

Referans – 16.07.2010 / Mete Çubukçu

Genelkurmay Başkanı Başbuğ’un Irak Kürt yönetiminin PKK karşısında yetersiz kalması konusunda yaptığı ‘Sözün bittiği yer’ yorumu, Iraklı Kürtleri rahatsız etti. Kürt yönetimi, PKK’ya karşı yeni önlem almaya hazırlanıyor.  Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, “Sözün bittiği yer” diyerek Irak Kürt yönetimini kastetmiş ve yönetimin PKK’ya karşı müdahalesizliğini eleştirmişti. Son günlerde 1990’lara dönmüş gibiyiz; hem PKK’nın saldırıları hem de çözüm önerileri açısından. PKK karakol basıyor, yol kesip propaganda yapıyor, araç yakıyor, ilçe merkezlerine taciz ateşinde buluyor. Önlemler de sadece güvenlik perspektifinden konuşuluyor; ekranlarda uzun süredir görmediğimiz güvenlik uzmanları ve emekli askerler boy gösteriyor. Askeri yöntemler, tehdit söylemi yine öne çıkıyor. Bunun önemli bir ayağını da 1990’larda olduğu gibi Irak Kürt yönetimi oluşturuyor. Ancak ne Irak 1990’ların Irak’ı ne de Kürt yönetimi. Üstelik Türkiye-Kürt yönetimi ilişkileri artık farklı düzeylerde ilerliyor.

Sessizlik eylemsizlik değil

Ankara, PKK için ABD ve Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi lideri Mesud Barzani’nin önüne 3 seçenek koydu. Bunlar, Irak’ın kuzeyindeki PKK varlığının etkisiz kılınması, 3’lü ortak operasyon düzenlenmesi ya da Türkiye’nin ABD ve Barzani ile koordineli olarak tek başına adım atması. Kürt yönetiminin önemli bir ismiyle Türkiye’nin bu önerilerini konuşuyoruz. Daha önce denenmiş yöntemlerin sonuç vermediğini söylüyor bize. Yönetimin zaten önemli adımlar attığını, Kandil’e gidiş yollarının daha sıkı denetlendiğini, PKK’lıların şehirlerle temasının azaltıldığını belirtiyor. Ama durumu ‘tatsız’ olarak nitelendiriyor. Özellikle Genelkurmay Başkanı’nın sözlerinin eski günlerdeki gibi tehdit üslubu taşıdığını, bunun da Kürt yönetimini rahatsız ettiğini belirtiyor. Özellikle Türk hükümetinin sessizliğini, aynı şekilde karşılayacaklarını söylüyor. Ama anladığımız, Kürt yönetiminin PKK’ya karşı yeni önlemler almaya başlayacağı. Bu önlemler mikro düzeyde olacak, daha fazla istihbarat paylaşılacak; işler biraz da sessizlik içinde yürütülecek. Başka bir kaynak da “Sessizlik en iyi yanıttır” diyerek oluşan havayı teyit ediyor. Bunun anlamı şu: Yönetim, Türkiye ile ilişkiler rayına girmek üzereyken eski söylemlerin kullanılmasından rahatsız. Bu sözleri, askerin, hükümete rağmen söylediğini düşünüyorlar. PKK ile savaşmak dışında her türlü işbirliğini kabul ediyorlar. Ancak PKK konusunda hedef gösterilmek istemiyorlar. Çünkü Kandil’i kontrol edemiyorlar.Ama bu sessizlik, eylemsizlik anlamına gelmiyor. Mesud Barzani’nin Türkiye ziyareti sırasında ateşkesin bozulması ve eylemlerin başlaması, PKK’nın kendilerine yönelik bir mesajı olarak algılanıyor. Bu açıdan yönetim nezdinde PKK’ya büyük tepki var. Bunu KDP ve KYB’nin denetimindeki yayın organlarında da teyit etmek mümkün. Çünkü PKK, saldırı kampanyasıyla Kürt yönetimi-Türkiye ilişkilerini gerginleştirmeyi amaçlıyor. “PKK’yı kendi olanaklarımızla Kandil’den sökemeyiz” denirken özellikle Irak ordusunun harekete geçmesi halinde peşmerge güçlerinin de belli oranda destek vereceği anlaşılıyor.

‘Sınır ötesi operasyon muhtemel’

Liste meselesine gelince, Türkiye’nin PKK’nın lider kadrosunun da içinde bulunduğu 200 küsur kişilik listesi için Peşmerge Bakanı Cebbar Yaver “Bizim topraklarımızda değiller” demişti. Kürt yönetimi, Kandil’i kendi toprakları saymıyor ve o bölgeye bulaşmak istemiyor. Tarih boyunca o bölgenin kontrol altına alınamadığını söylüyorlar. Ayrıca, “Havaalanlarımızı çok sıkı kontrol ediyoruz ama Türkiye Avrupa’dan isteyemediği isimleri bizden istiyor.” Sınır ötesi operasyon için “Muhtemel” diyorlar.Özetle Kürt yönetimi tehditvari çıkışlardan hoşnut değil. PKK ile mücadele konusunda ise somut önerilerle somut mücadeleye hazırlar. Haksız da sayılmazlar. Çünkü PKK’ya karşı mücadelede 20 yıl öncesinin yöntemleri ile hiçbir yere varılmadığı görülüyor. Unutmadan, Irak’ta hâlâ hükümet kurulmadı ve hangi otoritenin neye karar vereceği de belli değil. Üstelik, Türkiye’nin yanlış ata oynadığı Bağdat’ta işler de kolay değil.

GÜL, BAŞBUĞ’U ELEŞTİRMİŞTİ

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 7 Temmuz’da Nijerya’ya giderken uçakta gazetecilere terörle mücadele konusunda açıklamalarda bulunmuş, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un “Sözün bittiği yer” ifadesini eleştirmişti. “Karar alındıktan sonra detay vermek mücadeleyi etkiler” yorumunu yapan Gül, son dönemdeki terör olaylarının Milli Güvenlik Kurulu’nda geniş biçimde konuşulup tartışıldığını anımsatarak önemli kararlar alındığını, ancak bu kararların açıklanamayacağını vurgulamıştı. Mesajların bir koordinasyon içinde verilmesi gerektiğine işaret eden Gül, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Başbuğ’u isim vermeden üstü kapalı biçimde eleştirerek MGK’daki bazı kararların Genelkurmay Başkanı tarafından açıklanmış olmasından duyduğu rahatsızlığı dile getirmişti. “Bir program yürütülüyor zaten. Konuşmak fayda sağlamaz” diyen Gül, programın MGK tarafından yürütüldüğünü, böyle bir mücadelede devlet organları karar almış ve program yapmışken detay vermenin terörle mücadelenin başarısını etkileyeceğini ifade etmişti.

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu Bülteni, 19 Temmuz 2010

İletişim: www.kureselbarisveadalet.org, kureselbak@gmail.com;

koalisyon@kureselbarisveadalet.org; 0090 5362196341

Did you find apk for android? You can find new Free Android Games and apps.
Share.

Comments are closed.