Putin’in Ukrayna’yı işgaliyle başlattığı jeopolitik satranç hamlelerinde kaybeden oyuncunun kendisi olduğu giderek daha belirginleşmeye başladı.
Avrupa Birliği ülkelerinin Rusya’ya olan fosil yakıtlar konusundaki bağımlılığını siyasi olarak kullanan Putin’in bu konudaki tehditleri ve hamleleri, Avrupalıların orta vadede Rus fosil yakıtlarına olan bağımlılığını azaltma planlarını hızlandırdı. Zira bu tehdit stratejik anlamda büyük riskler içeriyordu: 2021 yılında Rusya, toplam doğal gaz arzının yüzde 83’ünü Avrupa’ya ihraç ederken, Avrupa, toplam doğal gaz tüketiminin yüzde 46’sını Rusya’dan tedarik ediyordu. Petrol ve doğal gaz tedarikinin yanı sıra, Rusya’nın Avrupa’ya tedarik ettiği değerli madenler, metaller ve gübre de eklendiğinde, Rus ürünlerine olan bağımlılık stratejik olarak riskli bir düzeydeydi.
Ancak bu durum aynı zamanda Rusya’yı da Avrupa’daki tedarikçilere bağımlı kılıyordu. Zira Rusya’nın Avrupa’ya olan günde toplam 7 milyon varil petrol ve yılda 200 milyar metreküp doğal gaz ihracatından elde ettiği gelir, ulusal yıllık gelirinin yaklaşık yarısını oluşturuyordu.
Putin’in enerjiyi bir silah olarak kullanıp, Avrupa’yı köşeye sıkıştırma planları istediği gibi gitmedi. Avrupa’da tahminlerin ötesinde ılık geçen kış ve küresel piyasalardan hızlı bir şekilde elde edilen sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) sayesinde, Putin’in doğal gaz baskısı beklenenden daha kolay savuşturuldu. Bunun yanı sıra Avrupa, hızla artan yenilenebilir enerji kaynakları, nükleer enerji ve son yıllarda terk edilmeye başlanan kömür santrallerinin yeniden aktif hale getirilmesi gibi çözümler sayesinde enerji arzında elde ettiği artışlarla, Rus doğal gazına olan bağımlılığını hızla azaltarak, toplam doğal gaz ithalatının yüzde 9’una kadar düşürdü. Avrupa bu sayede günümüzde artık Rusya’dan tedarik ettiği doğal gazdan daha fazlasını, uluslararası piyasalardan LNG olarak tedarik ediyor.
Avrupa bir yandan da inşa ettiği hızlı LNG depolama tesisleri sayesinde, uzun vadede enerji güvenliğini sağlamak üzere ciddi adımlar atıyor. Örneğin Almanya’nın LNG depoları ve liman tesislerinin sayısı hızla artarken, söz konusu depoların doluluk oranı da geçen yılki yüzde 54 düzeyinden yüzde 91 düzeyine çıkmış durumda ve bu doluluk sayesinde, bu yıl bir önceki yıla göre çok daha az doğal gaz ithalatına gerek duyacak. Ayrıca, bu sayede yatırım halindeki LNG depolama tesislerine yönelik kapasite artırım çalışmaları ve yenilenebilir enerji gibi kaynaklara yönelik yatırımlar için de zaman kazanmış olacak.
Sonuç olarak, Ukrayna işgalinin birinci yıl dönümü yaklaşırken, Avrupa’nın artık eskisi gibi Rus gazına ihtiyacı kalmadığından, Putin’in siyasi bir baskı mekanizması olarak kullandığı doğal gaz kaldıracı da elinden uçup gitti. Bu konuda Ukrayna savaşının gerçek kazananı ise Amerika Birleşik Devletleri oldu. Avrupa’nın fosil yakıtlarda Rusya’ya olan bağımlılığının yerini büyük oranda ABD doldurdu. ABD’nin günümüzde Avrupa’ya gerçekleştirdiği sıvı doğal gaz ihracatı 55 milyar metreküp düzeyine çıktı. Bu, ABD’nin savaş öncesi Avrupa’ya gerçekleştirdiği LNG ihracatının iki buçuk katı düzeyinde.
Rusya için ise durum pek parlak görünmüyor, zira Avrupa çapında bir piyasanın boşluğunu doldurması neredeyse imkânsız. Avrupa piyasasının büyüklüğü bir yana, Rusya açısından bu ülkelerle olan coğrafi yakınlığı da piyasada önemli bir oyuncu olmasına katkı sağlıyordu. Gelinen nokta da ise kaybettiği bu büyük boşluğu doldurabileceği başka bir alternatif görünmüyor. Üstelik Putin’in fosil yakıt tedarik kapasitesini siyasi bir koz olarak kullanmasının, potansiyel yeni müşteriler üzerinde yaratacağı kuşkular ve güvenlik kaygıları da işin cabası.
Nitekim, Avrupa’nın kriz öncesi yıllık 200 milyar metreküp düzeyindeki doğal gaz payına karşı, alternatif olarak yöneldiği Çin’in günümüzde Rusya’dan ithalatı 16 milyar metreküp düzeyinde.
Bir yandan da Batılı ülkelerin Putin’in enerji kozlarını elinden alma yönündeki adımları da etkili oluyor. Geçtiğimiz ay G-7’nin Rusya’dan ithal edilecek olan petrol fiyatlarına tavan fiyatı sınırlaması getirmiş olması, Rus petrolünün fiyatının uluslararası piyasalarda büyük ölçüde düşüşüne yol açtı. Bir yandan da kısıtlamaların gevşetilerek, uluslararası piyasalara yeniden girmesine göz yumulan Venezüella ve ABD’nin LNG ve petrol satışlarını artırması gibi önlemler sayesinde, petrolün küresel piyasalardaki fiyatı savaş öncesi düzeyine göre daha düşük seviyelere geriledi.
Sonuç olarak şu aşikâr bir şekilde ortada: Putin’in oynadığı enerji kumarının en büyük kurbanı Rusya’nın kendisi oldu.
Kısa kısa…
Çin’de ekonomik ve demografik sorunlar artıyor
Çin’in 2022 yılı itibariyle nüfusu 1,411 milyara geriledi. Böylece nüfus bir önceki yıla göre 850 bin düzeyinde azaldı. Nüfustaki bu azalma, 1961 yılında Mao’nun ‘Büyük İleri Atılım’ programının tetiklediği kıtlıktan bu yana ilk kez gerçekleşiyor. Nüfus azalışının yanı sıra, bir önceki yıl bin kişi başına 7,52 düzeyinde olan ortalama doğum oranı da 6,77’ye geriledi. Bu, Çin’in 1949 yılında kuruluşundan bu yana kaydedilen en düşük oran. Öte yandan, ülkenin 60 yaş üstü nüfusu, 2022 yılında bir önceki yıla göre yaklaşık 13 milyon artarak, 280 milyonun üzerine (toplam nüfusun yüzde 19,8’i düzeyinde) çıktı ve gözlemcilere göre bu artış hızlanarak devam edecek.
Birleşmiş Milletler öngörülerine göre, Hindistan 2023 yılı içinde Çin’i geçerek, dünyanın en çok nüfusa sahip ülkesi konumuna gelecek.
Çin’in demografik sorunu çok boyutlu. Nüfus azalışının demografik bir sorun olmasının ötesinde, işgücünde azalma, ekonomik büyümeye negatif etki yaratması ve iç pazarda talep düşüşü gibi potansiyel ekonomik sorunlara yol açması da olası. Nitekim, Çalışma yaşındaki nüfus da tıpkı yaşlı nüfus gibi azalma trendinde. 2022 yılı sonundaki resmi verilere göre, ülkenin çalışma yaşındaki nüfusu toplam nüfusun yüzde 62’sini oluşturuyordu. Bu oran, bir önceki yıla göre yüzde 0,5 oranında düşüşe işaret ediyor.
Öte yandan, ülke ekonomisinin büyüme oranlarıyla ilgili gelen son veriler de pek parlak değil. Ekonomi 2022 yılında, yaklaşık yarım yüzyıldır elde edilen büyüme oranlarının en düşük seviyesinde ve Komünist Partisi’nin yüzde 5,5 olarak belirlemiş olduğu hedefinin çok altında, yıllık bazda yüzde 3 düzeyinde büyüdü.
Rusya, Ukrayna savaşında rızaları dışında tutsaklar ve paralı milis askerleri cepheye sürüyor
Rusya, Ukrayna’yı işgal etme planlarını yaparken ülkenin tamamının kontrolünü kısa sürede gerçekleştireceğini varsayarak, devrilecek Ukrayna hükümetinin yerini alacak bakanların isim listesini bile hazırlamıştı. Ancak bilindiği gibi işler Putin’in planladığı gibi gitmedi. Rusya Ukrayna topraklarında büyük kayıplar verdi ve vermeye devam ediyor.
Bu durum Putin’i savaş bölgesinde konuşlandırılması amacıyla 300 bin yedek asker için kısmi bir seferberlik emri vermeye zorladı. Bunun üzerine on binlerce Rus ülkeyi terk ederek, diğer ülkelere yerleşti. Bu arada iş öyle bir noktaya geldi ki Rus ordusu, savaşta verdiği kayıpların yerini dolduracak asker bulmakta zorlanmaya başladı. Bu gelişmeler karşısında Rus ordusu konvansiyonel çözümlerin dışında çareler aramaya başladı. Çaresizlik içinde uluslararası hukuk normlarının dışına çıkarak, işgal bölgesine Rus tutsakları sürmeye başladı.
Bir yandan da adını özellikle Libya ve Afrika kıtasında yürütülen savaşlarda duyuran, özel paralı milis askerlerden oluşan büyük bir orduya sahip Wagner grubu Ukrayna savaşında önemli bir rol almaya başladı. İngiltere Savunma Bakanlığı’nın açıklamasına göre, günümüzde Ukrayna’da 50 bin civarında Wagner savaşçısı bulunuyor ve bu savaşçılar savaşta kilit bir role sahip. Ukrayna’da cephede savaşan Wagner savaşçılarının 40 bin kadarının Rusya’da hapishanelerden rızaları dışında cepheye taşınan tutsaklardan ve 10 bin kadarının ise sözleşmeli paralı askerlerden oluştuğu tahmin ediliyor.
Öte yandan son günlerde cepheden gelen haberler arasında, Rus askeri kayıplarının giderek artması üzerine, yaralı Rus askerlerinin yeterli tıbbi tedavileri yapılmadan ve Askeri Sağlık Komisyonu’nun onayı alınmadan, tekrar cepheye sürüldüğü iddiaları yer alıyor. Bölgede Wagner grubunda bir milis komutanı olarak görev yapan ve savaştan kaçarak Norveç’e sığınan Andrei Medvedev, cephede gerçekleşen insan hakları ihlalleriyle ilgili yaptığı açıklamada şu bilgileri aktarıyor: “[Cepheye sürülen] Mahkumlar, et yığınları gibi topçu ateşlerinde yem olarak kullanılıyor. Emrime bir grup hükümlü verildi ve müfrezemdeki bu 30 hükümlüden sadece üçü hayatta kaldı. Ardından emrime daha fazla esir verildi ve bunların da çoğu öldü.”
Kırım savaşının ardından Putin’in izniyle kurulan bir “özel güvenlik” şirketi olan Wagner grubu, dahil olduğu savaşlarda sık sık gerçekleştirdikleri kanlı infazlarla adını duyurdu. Şirket, geçtiğimiz aralık ayında Rusya’da “yönetim danışmanlığı” yapan ticari bir şirket kisvesi altında resmen tescil edildi. Şirketin, Rusya’da özel güvenlik ve askeri şirketlerin yasadışı olması nedeniyle faaliyet alanını bu şekilde perdelediği sanılıyor.
Bu gelişmeler üzerine, geçtiğimiz günlerde ABD, Wagner grubunu ‘uluslararası bir suç örgütü’ olarak ilan edeceğini duyurdu. Amerikalı yetkililer, “uluslararası suç örgütü” olarak tanımlanması ve bu nedenle uygulanacak yaptırımların, Wagner grubunun uluslararası alandaki faaliyetlerinin kısıtlanmasına ve diğer ülkelerin de gruba yönelik benzer adımlar atmasına yardımcı olacağını umduklarını belirtiyor.
Küresel hava sıcaklıkları hızla artıyor
Buzul tabakalarından elde edilen son verilere göre Grönland’ın hava sıcaklığında, 1995 yılından bu yana keskin bir artış söz konusu. Sıcaklıklar, 20’nci yüzyılın ortalama sıcaklıklarının 1,5 santigrat derece üzerine çıkarak, son bin yılın en sıcak düzeyine erişti.
Sıcaklıktaki bu kritik artışın, 19’uzuncu yüzyıl ortalarında gerçekleşen sanayi atılımı döneminde, bir önceki döneme göre kaydedilen artış oranından çok daha hızlı gerçekleştiği belirtiliyor. Dolayısıyla Grönland’da gerçekleşen ısı artışındaki bu durum, söz konusu ısınmanın insan faaliyetleri sonucu gerçekleştiğinin açık bir kanıtı niteliğinde.
Bu arada çevreci gruplar ve araştırmacılardan oluşan bir koalisyon tarafından sosyal medya platformlarına yönelik gerçekleştirilen bir başka araştırmanın sonuçları kısa bir süre önce açıklandı. Araştırmacılar, “iklim değişikliği inkarcılığında keskin bir geri dönüş” yaşandığını belirtiyor. Buna göre, Facebook’un sahibi konumundaki Meta şirketi, özellikle Birleşmiş Milletler’in kasım ayında gerçekleştirdiği biyoçeşitlilik konferansı sırasında büyük oranda artan, fosil yakıt üreticisi şirketleri aklayan ve iklim değişikliği konusunda dezenformasyon yayan reklamlar sayesinde geçtiğimiz yıl milyonlarca dolar gelir elde etti. Aynı şekilde Twitter’da da iklim değişikliği inkarcılığı son dönemde büyük bir artış kaydetti. Bu durum, sosyal medya platformlarının sadece reklam gelirlerinden elde ettiği paralar sayesinde tetiklenmekle kalmıyor, çoğu zaman söz konusu platformların bu tür içerikleri kullanıcılara aktif bir şekilde önermeleriyle de yaygınlaşıyor. Dolayısıyla bu platformlar, fosil yakıt üreticilerinin suçlarına doğrudan ortak oluyor.
Birleşmiş Milletler, iklim değişikliği konusundaki bir skandala alet edildi
Bu yıl sonunda gerçekleşecek olan Birleşmiş Milletler (BM) COP28 İklim Değişikliği Konferansı’nın ev sahibi olarak, dünyanın en büyük fosil yakıt üreticilerinden biri olan Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) seçilmişti. Tek başına bu seçim bile BM’nin konuya ne kadar gayriciddi yaklaştığının bir göstergesi niteliğinde olmakla birlikte, konuyla ilgili yaşanan skandal bunun da ötesine geçti.
BAE yetkilileri, Abu Dabi Ulusal Petrol Şirketi’nin başkanı Sultan Al Jaber’i COP28 zirvesinin organizasyonunun başına atadı. Al Jaber, uzlaşmaz iki dünyanın da temsilcisi konumunda: Bu pozisyonuyla kendisinin bir yandan fosil yakıtlarından vazgeçilmesi için düzenlenen iklim değişikliği konusundaki müzakereleri yönlendirmesi, öte yandan ise dünyanın en büyük fosil yakıt üreticisi bir şirketin çıkarlarını savunması bekleniyor. Bu birbirine zıt çıkarları temsil eden iki sorumluluğun adil ve objektif bir şekilde bir arada yürütülemeyeceği aşikar. Nitekim bunun farkında olan iklim aktivistleri, bu atamayı şiddetli bir şekilde protesto etti.
Bu skandalın müsebbibi olan BM’nin konuyla ilgili sicili ise pek parlak değil. Geçen yıl düzenlenen COP27 zirvesinin ev sahipliği de yine bir doğal haz ihracatçısı konumunda olan Mısır’a verilmişti. COP27 zirvesinde gerçekleşen müzakerelere 600’den fazla fosil yakıt lobicisi katılmıştı. Görünen o ki, geçen yıl olduğu gibi bu yıl da fosil yakıtlardan çıkarı olan çevreler, iklim değişikliğine ilişkin müzakere süreçlerinin kontrolünü ele geçirme ve süreci kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirme çabaları sürecek.
Davos’ta düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu (DEF) zirvesine katılan milyarderler tepkilere yol açtı
İklim değişikliğiyle mücadele eden aktivistleri öfkelendiren bir başka gelişme de Davos’ta düzenlenen DEF zirvesi oldu. DEF’i kontrol eden seçkinler, bazı yorumcular tarafından seçim yoluyla atanmayan “dünyanın yöneticileri” olarak tanımlanıyor. Zira, bu zirveye önde gelen ülkelerin siyasetçilerinin yanı sıra, kapitalist sistemi ve özel sermayenin çıkarlarını savunan ekonomistler ve sözde bilim insanlarıyla, Wall Street gibi küresel sermaye piyasalarını ve uluslararası şirketleri kontrol eden milyarderler katılırken, toplantılarda bu çevrelerin çıkarları doğrultusunda yönlendirilen politikalar belirleniyor.
Bu yıl zirveye katılmak üzere Davos’a kendi özel jetleriyle giden milyarderlerin gerçekleştirdiği uçuş sayısı 1.040’a ulaştı. Bu zirveye gidiş ve gelişler için kullanılan özel jetler, 350 bin arabaya eşit bir karbon dioksit gazı salımına yol açtı. Milyarderler, aktivistler tarafından kullandıkları özel jetlerin yol açtığı emisyonların bölgedeki normal bir haftada gerçekleşen emisyon oranlarına göre dört kat artışa neden olmasından dolayı, ikiyüzlülükle suçlanırken sert bir şekilde eleştirildi.