Nurcan Kaya
Kılıçdaroğlu ve ona katılan herkesin ‘adalet’ için attığı adımlar bu ülkenin demokratikleşme serüveni içinde kıymetlidir.
Geçtiğimiz hafta yaklaşık iki günümüzü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde geçirdik. Birkaç sivil toplum örgütü temsilcisiyle beraber, ortaklaşa yürüttüğümüz bir araştırmanın ve yayımlamak üzere olduğumuz raporun bulgularını Meclis’te grubu bulunan bütün siyasi partilerden milletvekilleri ile paylaşmak üzere oradaydık. Planladığımız üzere bütün siyasi partilerden farklı sayılarda vekillerle görüşme şansımız oldu. Görüşmelerde konuşulanlar, olumlu olumsuz, hatta absürt sayılabilecek bazı görüşler hakkında bir şey yazmam maalesef henüz mümkün değil. Absürt olan aynı zamanda vekillerin ahvali ve bizim oradaki varlığımızdı bir bakıma; zira bir derde derman aramaya gittiğimiz gün vekillerin dertlerine epeyce tanıklık ettik.
HDP’li bir grup milletvekili ile görüşmemiz HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’ın odasında gerçekleşti. Eşyalarla dolu olmasına rağmen çok ıssız görünüyordu oda. Demirtaş dolabın üzerinde duran, gülümseyen fotoğrafıyla bizi izliyordu sanki uzaktan. O odada otururken, o resme bakarken bir ağırlık ve mahcubiyet hissetmemek mümkün değildi. HDP milletvekilleri de zaten makam koltuğuna oturmakta zorlanıyorlardı başkanlarının. Bir derdi ve o derde derman bulunsun diye Meclis’te yapılması gerekenlere ilişkin önerilerimizi anlatmaya geldiğimiz siyasi partilerden birinin eş başkanıolan milletvekili tutukluydu haksız yere ve onun odasında anlatıyorduk derdimizi. Garipti.
Toplantı odasına yürürken HDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder ile karşılaşmıştık. Toplantımıza o katılmayacaktı çünkü TBMM Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden oluşan Karma Komisyon, HDP Milletvekili Tuğba Hezer’in ‘devamsızlık’ gerekçesiyle milletvekilliğinin düşürülmesi konusunu değerlendirecekti ve Önder, Komisyon’da Tuğba Hezer adına savunma yapacaktı. Nitekim günün sonunda, Komisyon toplantısında oy çokluğuyla Tuğba Hezer’in milletvekilliğinin düşürülmesine karar verildi. Sanırım Komisyon’da oy kullanan milletvekilleri dâhil herkes meselenin sadece ‘devamsızlık’ olmadığını biliyordu.
HDP grubu ile görüşmemiz bittikten sonra vekillerden biriyle bir kahve içmeye giderken CHP Milletvekili Enis Berberoğlu’nun 25 yıl hapse mahkûm edildiğini ve tutuklandığını duyduk. Şaşırdık; üzüldük. Meclis koridorları bir anda hareketlendi. CHP’li vekilleri telaşla olağanüstü olarak düzenlenen toplantıya koştururken gördük. ‘Geçmiş olsun’ cümleleri havada uçuşmaya başladı. Berberoğlu hakkında hapis kararı verilmesi bir hukuk garabeti. Kararın açıklanmasını dâhi bekleyen, kaçma şüphesi yaratmayan bir milletvekilinin tutuklanmasını ise mevzuat ve ceza yargısı usulleriyle açıklamak dâhi mümkün değil.
İşte biz böyle bir gün, Meclis’te dert anlatıp derman aramaya gittiğimizde milletin seçtiği vekiller bunları yaşıyorlardı. Bir yandan da dışarıda süslü masalar kuruluyor, o akşam Meclis Başkanı İsmail Kahraman’ın eski ve yeni vekiller için düzenlediği iftar yemeği için hazırlıklar yapılıyordu. O anın garipliğini, adeta sürreal bir tablo içinde olma halimizi anlatmak güç gerçekten. Meclis koridorlarında, bahçede, ülkenin bugün bu halde olmasında epeyce bir rolü olan bazı eski ve mevcut hükümet üyelerini görüp hiçbir şey demeden, diyemeden yanlarından geçip gitmenin ağrısıyla ayrılmak zorunda kaldım Ankara’dan.
Meclis’teki ikinci günümüzde CHP çoktan olağanüstü toplantı düzenlemiş ve ‘adalet’ için Ankara’dan İstanbul’a yürüyüşe başlamıştı. Ben bu yürüyüşü anlamlı bulanlardanım. Aman yanlış anlaşılmasın. Bu yürüyüşün CHP’nin inisiyatifiyle kitlesel bir adalet ve özgürlük mücadelesine dönüşmesini ya da Edirne’ye kadar uzamasını beklediğim için değil. CHP’den böyle bir beklentim olamaz zira. Birkaç ayda bir CHP’den, Türkiye’nin demokratikleşmesi yönünde ve muhalefet partisi olmanın hakkını veren önemli bir adım atması beklentisine giren insanlardan olmadım hiç. Hatta CHP’nin mevcut haliyle, yani pek çok konuda ‘öyleymiş’ gibi yapan varlığının Türkiye’nin demokratikleşmesi önündeki en önemli engellerden biri olduğunu düşünürüm. Sosyal demokratMIŞ, insan hakları savunucuyMUŞ, solcuyMUŞ, özgürlükçüyMÜŞ, laikMİŞvs. gibi yapan bir siyasi partinin bu ilkelere gerçek anlamda sahip olan bir siyasi hareketin ya da partinin kurulmasını ya da gelişmesini engellediğini düşünürüm. CHP ancak olduğu gibi görünse ya da göründüğü gibi olsa demokrasi adına bir anlam ifade edebilir ama bundan çok uzak bir noktada hâlâ. Bu konu hakkında uzun uzun yazmak mümkün ama burada bırakayım. Diyeceğim şu ki, her kim insan haklarının korunması ve adalet için bir adım atarsa, iyi yapar. Bu bağlamda Kılıçdaroğlu ve ona katılan herkesin ‘adalet’ için attığı adımlar bu ülkenin demokratikleşme serüveni içinde kıymetlidir.O adımların kendi adına bir kıymeti, yeri vardır bu serüvende. Bunda abartılacak bir şey göremediğim gibi, kötülenecek ya da küçümsenecek bir şey de göremiyorum ben. Tabanlarına kuvvet diyorum sadece.
Bu yazı artı gerçek web sitesinde yayınlanmıştır.