Fehim Taştekin
Fırat Kalkanı’nın oluşturduğu baskı, YPG’nin kontrol ettiği alanlara Suriye ordusunun dönüşünü kolaylaştırıyor mu? Türkiye ve Rusya bu konuda ortak bir hesap içinde olabilir mi? Bu, üzerinde durulması gereken önemli bir nokta.
Dış politikada skandaldan skandala koştuğumuz için bugün duçar olduğumuz hezimetin hesabı yarınlara kalıyor. Siyasette ‘hesap verilebilirlik’ diye bir şey kalmadı. Basit bir hesaptır; “Neden yaptın ve ne elde ettin?” Nedeni yalan olanın hasılatı da yalandır.
Fırat Kalkanı mesela? “Dicle’den Akdeniz’e Kürt devleti kuruluyor” diye şişirilmiş bir korkuyla TSK’yi Suriye’ye sokanların El Bab’dan sonra ne yapacakları belirsiz.
“El Bab’ı El Bablılara, Menbic’i Menbiclilere, Cerablus’u Cerabluslulara bırakacağız” diye tutturmuş gidiyorlar. Fiiliyatta olan ise ‘yandaş’ nüfus alanları yaratmak: Halep ve Humus gibi yerlerde Suriye ordusuna beyaz bayrak çeken cihatçıları Fırat Kalkanı’nın kontrolündeki bölgeye yerleştirmek.
Ya sonra? İktidar bu bölgeleri sonsuza kadar kontrol edebilecekmiş gibi bir oyunun içinde. Halbuki olayları biraz içeriden takip eden herkes Rusya’nın El Bab’dan sonra Türkiye’ye “İşiniz bitti çıkın” diyeceğinden emin(di).
Nitekim HDN’den Murat Yetkin, 7-8 Mart’ta Antalya’da Amerikan, Rus ve Türk genelkurmay başkanlarının üçlü zirvesi sırasında Orgeneral Valeri Gerasimov’un Orgeneral Hulusi Akar’a yarı şakayla “Türkiye’nin Suriye’den çıkma zamanı geldi” dediğini aktardı. Şaka falan değil. Antalya’da Türkiye’nin Kürtleri oyun dışına itmeye endeksli Rakka operasyonuyla ilgili alternatif önerilerinin masada kalmasının tek bir anlamı var: “Fırat Kalkanı açısından görev tamamlandı.”
Bu sadece Rusların mesajı da değil. Fırat Kalkanı Menbic’e yönelir yönelmez ABD, Menbic’in kuzeybatısında, Rusya da Menbic’in güneybatısında kendi bayraklarını dalgalandırarak bu mesajı vermişti zaten.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, 10 Mart’ta Moskova’da Rusya Federasyonu Başkanı Vladimir Putin’le görüşmesinde de Kürtlerle ilgili hassasiyetler karşılık bulmadı. Tam bu noktada Türkiye’nin oynadığı oyunun nasıl bir karşılık bulduğunu görmek için denkleme giren Afrin faktörüne bakmanın tam sırası. ABD, Rakka yolunda Kürtlerle yola devam deyip bölgeye helikopter ve top dahil ağır silahlar sevk ederken YPG de Menbic’te Ruslarla yaptığı işbirliğini Afrin’e taşıdı.
Desteğe muhtaç bir saha aktörünün küresel iki rakip güçle aynı anda ortaklık kurması asla sıradan değil. Bunu sağlayan Kürtlerin sahada sunduğu ortaklık kadar Türkiye’nin Kürtlerin hiçbir kazanımına izin vermeyeceğine dair kararlı tutumudur.
***
Rusların Afrin’e asker göndermesi basitçe Astana’da sağlanan ateşkes anlaşmasını gözetleme misyonuna indirgenebilir mi? Elbette hayır.
Evvela Ruslar, El Bab’dan çekilmeyip kentin stratejik bir tepesinde yeni üs kurmaya çalışan Türkiye’ye Afrin’den bayrak göstermiş oldu. Afrin coğrafi olarak Rojava kantonlarından kopuk, kuzey ve batısı Türkiye’ye yaslanmış, güney ve doğusu Türkiye’nin desteklediği gruplarca kuşatılmış, Şii beldeleri Nubl ve Zehra etrafındaki kuşatmanın yarılmasıyla Suriye ordusunun kontrolündeki alanla da teması sağlanmış bir yer. Afrin, Temmuz 2012’den beri Rojava ile hesabı olan tüm güçlerin kendi gücünü sınadığı kanton olageldi. Rus askeri uzmanlar da son iki yıldır Afrin’le irtibat halinde oldu.
Erdoğan ekonomi ve dış ilişkilerde yaşadığı sıkışmışlıklar yüzünden Rus kartına sarılsa da iki ülke arasında Suriye meselesi sorun olmaya devam ediyor. Türkiye ile Rusya arasında Halep’te yakalanan ortaklık, Suriye siyasetinde Putin’in hedeflediği uyumu tam anlamıyla getirmedi. O yüzden Rusya, Suriye’de iki ülkenin gündemlerini yakınlaştıracak ve Türkiye destekli grupların etkin olduğu kuzeybatı cephesinde Ankara’yı işbirliğine zorlayacak yeni hamleleri deniyor. Bu açıdan Rusların Afrin’de bir koordinasyon merkezi kurması sadece El Bab odaklı bir mesaj verme amacıyla sınırlı değil. Afrin’deki planlama özellikle İdlib’e yönelik operasyon hazırlıklarından bağımsız düşünülemez.
Bugünlerde yeniden organize olup Şam kırsalında harekete geçen İslamcı gruplarla uğraşan Suriye ordusunun tekrar kuzeye odaklanıp Halep, Humus ve Hama kırsalını sağlama aldıktan sonra İdlib savaşına girişmesi bekleniyor. Cihatçı gruplar Türkiye sınırlarından beslenen İdlib’de kümelendiği sürece bu savaş daha çok uzayacaktır. Konuştuğum yerel Kürt kaynaklara göre Türkiye, Rusya ile yakınlaşma sürecine rağmen İdlib’teki gruplara her türlü desteğini sürdürüyor. Türkiye’nin ikili oynadığına dair endişelerin kaynağı da burası. O yüzden Rusya, Türkiye’yi bu bölgede politika değişikliğine zorlayacak fırsatlar arıyor.
Ruslar saha unsuru olarak İdlib’in güneyinden Suriye ordusu ile ilerlerken kuzeyde Kürtlerin cephe hattı kurmasını umuyor. Kürtler “Önceliğimiz Afrin’i korumak” dese de bu teklife kapıyı kapatmış değiller.
İdlib savaşı başladığında sadece Türkiye sınırlarında değil Afrin üzerinde de bir baskı oluşacaktır. Ortalık ısındığında Türkiye geçen yazdan beri biteviye top atışlarıyla tehdidi tepesinden eksik etmediği Afrin’e ansızın dalabilir. Ya da İdlib’deki gruplar çatışmayı kuzeye taşıyabilir. Bu iki senaryo karşısında Kürtler, İdlib’de Rusya ile ortak operasyona girebilir ya da Suriye ordusuna Afrin’in kapılarını açabilir. Bunlar Kürtlerin kendi aralarında da çıkış stratejisi olarak konuşulan senaryolar.
Acaba Fırat Kalkanı’nın oluşturduğu baskı, YPG’nin kontrol ettiği alanlara Suriye ordusunun dönüşünü kolaylaştırıyor mu? Türkiye ve Rusya bu konuda ortak bir hesap içinde olabilir mi? Bu, üzerinde durulması gereken önemli bir nokta. Ama biliyoruz ki Rusya’nın stratejisi tek bir denklem üzerinden yürümüyor.
Bu yazı Duvar web sitesinde yayınlanmıştır.