Hakan Tahmaz
“Kürt siyasal akımlar, partiler, aktörler arasında tarihten gelen çelişki, çatışma ve rekabetin bir tür düşman ilişkisine evirilmesi Kürt meselesinin önünde büyük bir engel olmaya devam ediyor. Kürt siyasal güçleri arasındaki ilişkilerin ortak ulus mücadelesi veren siyasal, askeri güçler arasındaki asgari ulusal duyarlılığın ve paydanın bu güne kadar yaratılamamış olması büyük bir handikap olmaya devam ediyor.”
El Kaide’nin 11 Eylül İkiz Küleler saldırısı sonrası, ABD’nin Ortadoğu’yu yeniden dizayn etme stratejisinin en önemli merhalesi Irak işgaliyle yaşanan gelişmeler, 21. Yüzyılın başında “Kürtlerin altın çağı” tanımlamasına yol açtı.
Bölge halklarının ve devletlerinin geleceklerini etkilemede etken olan Kürt isyanları, Kürt mücadelesi dört parçada geri dönülmez bir yola girdi, kolay bastırılamaz oldu.
Hatta Ortadoğu’nun dizayn işinde, dizilecek taşların yerlerini büyük ölçüde, bölge devletlerin Kürtlerle ilişkileri belirleyecek gibi gözüküyor.
Bölgesel askeri-siyasi güç dengeleri, uluslararası güçleri Kürt siyasal hareketleriyle müttefikliğe yöneltti. Bir anlamda Kürtler için fırsatlar zinciri ortaya çıktı. Kürtler uluslararası siyaset sahnesine çıktılar. Bölgede, Kürtlerin statükocu devletlerin başkentlerinden yönetilmesine sona verilmesi ve Kürtleri içeren idari yapının, yönetim reformunun yapılmasının zamanının geldiğini düşünüyor görünmeleri, Kürtleri aşırı derecede motive eden gelişme oldu.
Pragmatist girift ilişkiler
Kürt ana akım siyasal hareketlerinin her biri, farklı küresel güçler ve bölge devletleriyle siyasi, askeri işbirliğini ileri boyutlara taşıdılar. Ciddi güç devşirir oldular. Bu ilişki doğal olarak karşılıklı çıkara dayalı olarak yürüdüğü için Kürt güçlerini manipülasyona açık hale getirdi. Bu durumun Kürt mücadelesine yarardan fazla zarar verdiğini söylemek mümkün.
KDP’nin, AK Parti/Türkiye ve İsrail ile ilişkisi, YNK ile Goran’un İran’la ilişkisi, PKK’nin İran-Suriye ile ilişkisi son yılların en bilinen veya göze çarpanları. Ancak bir parantez açarak belirtmek gerekir ki, bu girift ilişki türü yalnızca son yıllarda ortaya çıkmadı. Kürt siyasal mücadele tarihinde hep olan bir şey.
2014 yılında başlayan IŞİD saldırıları sonrasında Irak ve Suriye’de yaşanan savaş ve krizlerle bölgenin kaderi büyük ölçüde Kürtlerin eline geçti. Bölgede IŞİD ile savaşan en etkili siyasal ve askeri güçlerin başında Kürt siyasal hareketleri geldi. IŞİD’e karşı savaşın vaz geçilemez gücü oldular. Türkiye’nin ısrarlı PKK ve PYD şerhine rağmen başta Rusya ve ABD özellikle PYD ve YPG ile askeri işbirliği yapmaktan hiç geri durmadı.
Bu anlamda, Kürt siyasal hareketleri Irak savaşı sonrasında bölgenin yıldızı oldular. Bölge üzerine hesap yapan plan yapan her askeri ve siyasi güç Kürtlerin askeri ve siyasi gücünü dikkate almak durumunda kaldı. Bu daha çok askeri ihtiyacın bir sonucu olarak gelişti ve şekillendi.
Kürt karşıtı politikayı kimse terk etmiş değil
Bu durumun, bugün bölgede Kürtlerinin 100 yıldır sürdürdükleri siyasi ve askeri mücadelenin bir sonucu olarak şekillenen bir Kürt siyasetinin geliştirilmesi sonucunda olduğunu söylemeye yetecek veriye sahip değiliz.
Bir anlamda dört parçaya bölünerek Kürtleri devletsiz bırakma konusunda mutabakat içinde olan bölgesel ve uluslararası güçlerden herhangi birinin bu siyaseti terk ettiğini, bütünsel bir Kürt politikası benimsediğini söylemek mümkün değil.
Hala bölgesel ve uluslararası güçler 20. yüzyıldan kalma Kürt karşıtı politikalarını gerçek anlamda terk etmiş değil. Küresel güçler Ortadoğu’da Kürtlerin 20. Yüzyılda olduğu gibi var olmaya rıza göstermelerini istemenin zorluğunun ve bunun yeni sorunlara yol açma potansiyelinin farkındalar. Her bir küresel güç, bölgesel çıkarları nedeniyle bu riski göze almak istemiyor. Bölgedeki statükocu güçlerin ayak direyen politikaları karşısında da kendilerini yeterli donanımlı hissetmedikleri için zaman kazanarak durumu idare ediyorlar. İlişkide oldukları, Kürt siyasal hareketlerine dönük politikayla yetiniyorlar. Bölgesel Kürt sorununun çözümü politikasını bu düzeyde tutuyorlar.
Yerel ve küresel aktörlerin politikaları, Kürt siyasal örgütleri ile kurdukları ilişki, işbirliği, müttefiklikler günü birlik çıkarlarla sınırlı kaldığı için her an değişebiliyor. Güneyde 25 Eylül’de yapılan referandum ve sonrasında Kerkük’te yaşanan süreçte olup bitenler bunu bütün çıplaklığıyla gözler önüne serdi.
Küresel ve bölgesel güçlerin öncelikleri arasında artık Kürtlerin durumu ağırlıkla yer tutmuyor. Artık bölge siyasetleri, alan kontrolü siyasetinin yerini, düşmanı alana sokmama siyasetine dönüştürdükleri için bölgesel çatışma, savaş ve diplomasi siyasetin ana ekseni oldu.
Gök kubbe Kürtlerin başlarına yıkıldı
Erbil bağımsızlık referandumu ve sonrasında yaşananların bir gerçeği açığa çıkardığını söyleyebiliriz. Devletler ve siyasi, askeri güçler arasındaki ilişkileri belirleyen devletlerin çıkarları, eskiden farklı olarak artık hızla değişiyor. Bu anlamda ülkelerin uzun süreli stratejik ortaklıklarından söz etmek oldukça zorlaştı. Bölgesel ve küresel güç ve çıkar çatışmasında yaşanan hızlı değişimler, ilişkilerin girift ve öngörülemez olmasına yol açtı.
Bu nedenle bölgesel ve küresel Kürt karşıtı siyasetinde ortaklık, referandumla yeniden kolayca ihya edildi. Bu gün bunun sonuçlarıyla karşı karşıyayız.
Suriye’de siyasi çözüm arayışlarının ön planla çıktığı bir aşamada Güney Suriye’de nelerin olacağına Erbil referandumu veya Kerkük’te yaşananlar yeteri kadar ışık tutuyor olsa gerek. PYD ve PKK’nin bütün bunlardan sonuçlar çıkarmadan yola devam etmesi durumunda KBY’nin yaşadığı hezimetin benzerinin yaşanması kaçınılmaz.
Kürtlerin “altın çağı” kesintiye uğradı. Kesinti Erbil referandumu sonrasında başlamadı. 2013-2015 çözüm süreci bitirildiği an geriye dönüşün başladığı noktadır. Kürtler çözüm süreci bitirildikten sonra şiddetli savaşla büyük yıkım yaşadılar. Yedi düvele karşı %72 gibi beklenenden yüksek katılımla ve rekor düzeyde %93 evet oyuyla kazandıkları referandum sonrasında yaşananlarla gök kubbe başlarına yıkıldı. Şiddeti yüksek depremle sarsıldı. Toparlanması, altından kalkılması oldukça zor ve zaman alacak bu yıkımlar Kürtler için yeni bir dönemin miladı olacak gibi gözüküyor.
Muhasebe geçiştirilmemeli
Kürt siyasal hareketlerinin bu noktaya nasıl gelindiğinin muhasebesini yapmaları zaruridir. Bunu dört parçanın birbirini suçlayarak, rekabetçilikle değil, soğuk kanlılıkla yapmaları gerekiyor. 21. Yüzyılda bölgede her şeyin değiştiği bir ortamda tarihi önderliklerin, yapıların, alışkanlıkların yeni dönemin gerektiği rolü oynayamadığı açığa çıkmış durumda. Güneyde ve Kuzeyde aşağıdan gelen dinamik hareket artık Kürt siyasetlerinin tepelerini sarsıyor. Eski aktörlerle ve eskimiş senaryolarla Ortadoğu’nun bugünkü gerçekliğine denk düşen politikalar izlenemiyor. Artık gelinen noktada makulü, mümkünde arayan bir yaklaşım geliştirmek gerekiyor. Bu sağlıklı ve hızlı yapılabilirse Suriye’de Kuzeyde ve Güneyde yaşanan hezimete benzer bir hezimet yaşanmasının önüne geçilebilir.
İlk önce şunu tespit etmekte yarar var: Bunca olup bitene, mücadeleye ve bedel ödenmesine rağmen Kürt karşıtlığı konusunda küresel ve bölgesel güçlerin ittifakı tam ve gerçek anlamda bozulmuş değil. Başka bir ifadeyle hiçbir ülke Kürtlerin kendi geleceklerini belirleme haklarını kullanmalarını sağlamak için bölgedeki müttefiklik ilişkisini riske atabilecek durumda değil. Bu nedenle hala Kürtlerin evrensel hakları göz ardı edilebilir, ertelenebilir olmaya devam ediyor.
Siyasi olmayan sorunlar Kürtler arası ilişkide başat rol oynuyor
Kürt siyasal akımları, partiler ve aktörler arasında tarihten gelen çelişki, çatışma ve rekabetin bir tür düşman ilişkisine evirilmesi Kürt meselesinin önünde büyük bir engel olmaya devam ediyor. Kürt siyasal güçleri arasındaki ilişkilerin ortak ulus mücadelesi veren siyasal, askeri güçler arasında asgari ulusal duyarlılığın ve paydanın bu güne kadar yaratılamamış olması büyük bir handikap olmaya devam ediyor.
Her iki durumun bölgenin bütün etkin güçleri tarafından istismar edilmesi ve bizzat Kürt siyasetlerinin buna çanak tutması, Kürt karşıtı politika izleyenlerin işini kolaylaştırıyor. Kuzeyde Çözüm Süreci bitirildiğinde KBY’nin salt Kürt siyasetini suçlayan, hükümeti koruyan tutumu, Kobani’de yaşanan çekişme ve çatışma, Mesut Barzani’nin “Kobani’de Kürtlerin bir geleceği yok” türündeki açıklamaları; PKK’nin Hewler referandum sürecinin son aşamasında Kürtlerde yarattığı duygu ve referandum eyleminin muhtevasını dikkate almayan yaklaşımı ve yerli yersiz sürekli KDP’yi Türk devletinin işbirlikçisi olarak suçlaması gibi yaklaşımlar Kürtlerin işlerini zorlaştıran, statükocuların işlerini kolaylaştıran yaklaşımlar. İdeolojik ve siyasi olmayan sorunlar Kürt siyasetleri arasındaki ilişkide, olumsuz ve başat rol oynuyor.
Gerek çözüm süreci gerekse de Erbil referandumu sonrası yaşanan gelişmeler göstermiştir ki, Kürt mücadele birikimi, Kürt siyasetlerine diplomatik ilişkileri, bölgesel ve küresel siyaseti kavrama ve doğru okuma becerilerinin gelişmesini ve yeterli donanıma ulaşmalarını sağlamamış.
Çözüm Sürecinin bitirilmesi sonrasında her türden hak hukuk ihlalleri karşısında batının sessizliğini ve devletin şiddet dozunu yüksek tutabileceğini göremeyen, anlayamayan PKK yetkilileri de ABD’nin referandum sonrası Bağdat’a destek çıkmasına şaşan Mesut Barzani’nin tutumu da bunu göstermektedir. Bugün her düzeyde Kürt siyasetlerinin içeride ve dışarıda yalnızlaşması tam da böyle gerçekleşmiştir.
Güç zehirlenmesi
Ortaya çıkan bu sonucun başka bir nedeni de Kürt siyasal hareketlerindeki güç zehirlenmesi diyebileceğimiz durumdur. Mesut Barzani’nin içeriden ve dışarıdan gelen hiçbir eleştiri ve uyarıları dikkate almadan ilerlemesi, en yakınında olanları dahi ciddiye almaması bir anlamda tarihten gelen gücünü abartmasının ürünü olabilir. Bu abartma halinin sonucu bugün yılların mücadelesinin fazlasıyla geriye düşmesi, kazanılmış bir dizi konunun Bağdat tarafından çok rahat gasp edilmesi oldu.
Benzer bir biçimde PKK’nin, ikili iktidar yaratma provalarına karşı, yapılan uyarıları ve özellikle Abdullah Öcalan’ın İmralı’da hendek siyasetine ilişkin dikkat çeken açıklamalarını yanlış okuması, Rojava’da gösterilen “kısmi başarının cazibesine” kapılarak abartması, hezimetle biten ve farklı ilçelerde peş peşe geliştirilmeye çalışılan şehir savaşları, böyle bir güç zehirlenmesinin oluşturduğu stratejinin ürünü olsa gerek.
Kürt savaşının uzun sürmesinin yorgunluğu, Güneyde partiler içindeki çalkantıyla, Kuzeyde demokratik siyaset ve mücadeleden geri durma veya kopma biçiminde kendini dışa vurdu. Kürt siyasal hareketlerinin kitleleri eskisi gibi mobilize edememelerinin başka bir izahatını yapmak oldukça zor. Ortadoğu’da ciddi ölçüde değişen Kürt sosyolojisini Diyarbakır, Van, Erbil, Süleymaniye, Duhok gibi Kürt kentlerinin her birinde gözlemlemek mümkün. Genç kuşağın içe ve dışa karşı sorgulayıcı ve tepkici tutumları her gecen gün gelişirken, yine 30 yaşın üstündeki nüfusta diyalog, işbirliği ile sorunları çözme eğilimi tavan yapmış durumda. Çatışma ve savaşa yol açacak siyasete açık tutum alış gelişmekte. Kürt siyasetindeki kriz durumu bu iki yaş kuşağı arasındaki gerilim içinde kendine çıkış yolu bulacak gibi görünüyor.
KDP ve YNK içindeki yolsuzluk iddiaları ve referandumun boşa çıkarılarak gizli ilişkilerle Bağdat yönetimiyle anlaşma yapılması veya KBY Başkanı Mesut Barzani’nin, Başbakan Neçirvan Barzani tarafından bir anlamda altının oyulması, bu kuşak çatışmasının da sonucu olarak ortaya çıktığını söyleyebiliriz.
100 Yıldır süren savaş ve çatışma, Kürt siyasal güçlerini sadece yormadı, aynı zamanda Kürt hareketleri içinde çok yönlü ve çok boyutlu ciddi bir yozlaşmaya da yol açtı. Bunun boyutlarını referandum dönemi yapılan gizli anlaşmalar açığa çıktığında göreceğimiz gibi, Kuzeyde açılan soruşturma dosyalarındaki gizli tanıkların ve itirafçıların bolluğu da gözler önüne seriyor. Savaşın, çatışmanın yozlaştırıcı, çürütücü olması gerçeği ile yüz yüzeyiz. Bunu ciddiye almadan geliştirilen strateji ve taktikler sadece Kürtlerle ilgili başarısız süreçlere yol açmıyor, bölgede sükûnetin sağlanmasına ve normalleşmeye engel olacak mahiyete bürünmüş durumda.
Ortadoğu siyaset zemininin fazlasıyla kayganlaşmış olması sorunları kronikleştirdi. Toplumsal ilişkilerin yozlaşmasını hızlandırdı. Bunun en tipik örneklerinden biri, Erbil referandumu karşıtlığı üzerinden Türk kimliğini yeniden inşa etmeyi sürdüren Ankara’nın, milliyetçi, nefret söylemi eksenli politikalarına, demokrasi güçlerinin ses çıkarmamaları, hatta utangaç bir biçimde arkasına dizilmeleri oldu. Özellikle de sosyalist güçlerin bu konudaki enternasyonalizmden uzak söylemlerle, Irak’ın olmayan toprak bütünlüğünü ve birliğini savunma telaşına girmeleri bunun çıplak görünümüdür. Bölünmüş Irak’ın birliğini savunmak, tarihi boyunca oluşmamış Iraklı kimliğinden söz etmek tam bir siyasal acizlik oluşturdu. Bu Kürtlerin varlığına karşı cumhuriyetin kurucu ideolojisiyle ortak olmanın yansımasıdır.
Not: Bu uzun yazıdan sonra ne yapılmalı sorusuna yanıtımı sonraki yazıya bırakıyorum.
Bu yazı hakantahmaz.com web sitesinde yayınlanmıştır.