CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu bir belgeselde “Devlet dediğiniz kurum gayrimeşru bir organla muhatap olmaz” dedi; “Erdoğan bunu yaptı. Devleti, İmralı ile muhatap kıldı. Mesela İmralı meşru bir organ değil. Meşru organ kimdir? HDP’yi meşru organ olarak görebiliriz. Eğer bu sorun çözülecekse meşru bir organla çözebiliriz” sözleriyle çözüm süreci tartışmalarını yeniden harladı.
Kılıçdaroğlu’nun açıklamasıyla ilgili bir iyi bir de kötü haberimiz var diyebiliriz. İyi haber şu: CHP’nin yıllar sonra Kürt sorununun çözümüne tam cepheden karşı çıkmayıp sorunu çözmekten söz etmesi çok önemli bir adımdır. Sorunun çözümünde HDP’nin rolü olduğunu söylemesi ise daha da önemli bir adımdır.
İktidar cenahının HDP’yi düşmanlaştırdığı, bir HDP üyesinin ölümünde rol oynamış birisinin HDP genel merkezi önünde oturma eylemi yapmasını sağlamaya çalışacak kadar utanmazca taktikler izlediği koşullarda, “sorunu HDP ile çözerim” demek, önemli bir başlangıçtır.
HDP “şeytanı”
HDP vekilleri tutuklu. HDP’li belediye başkanlarının tümü görevden alındı, çoğu tutuklu. Partinin en büyük başarıları kazandığı dönemin eş başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş tutuklu. AİHM’in Demirtaş hakkındaki kararına rağmen “garip” hukuksal süreçler işletilerek üzerindeki baskı sürekli hale getiriliyor.
İktidar bloku HDP’ye yönelik düşmanlaştırıcı siyasetlere hız verip yargı durumundan vazife çıkartma pratiğine gömüldükçe, HDP’yle yan yana gelmek, Demirtaş tişörtüyle dolaşmak, zaman zaman Kürtçe konuşmak da düşmanlaştırıldı.
Bu düşmanlaştırmanın zirvesini ise milyonlarca insanın oyunu alan HDP’ye açılan kapatma davası oluşturdu. Ölenlerin ezici çoğunluğunu HDP üyelerinin oluşturduğu Kobanê olaylarıyla ilgili dava HDP’yi ve HDP’lileri linç etmenin aracına dönüştürüldü. Adından yasa dışı ya da darbeci örgütlerin adı yazılarak HDP bir suç merkezi gibi sunuldu. Son beş yıldır HDP üzerinde uygulanan baskı, mobbing ve şiddet başka herhangi bir partiye uygulanmış değildir.
İşte bu koşullarda ana muhalefet partisinin en tepesindeki ismin, HDP’nin meşru bir organ olduğunu söylemesi malumun ilamı olsa da CHP açısından önemli bir adımdır.
Çözümden söz ederken
CHP lideri çözümden söz ederken, çözüm sürecinin HDP’li tüm aktörlerinin cezalandırıldığını hatırlatmak zorundayız. Devlet, çözüm sürecinin akamete uğramasıyla beraber hışımla süreçte elde edilen kazanımlara saldırdı. Yarıda kalan çözüm süreci, bu süreçten nefret eden tüm siyasi odakları cesaretlendirdi ve çözüm sürecinin bir kutbu olan HDP’li vekillerin dokunulmazlığının kaldırılmasından belediye başkanlarının ve çözüm sürecinde İmralı’da görüşmelere katılan HDP’lilerin tutuklanmasına kadar geniş bir yelpazede süreçten intikam alındı.
CHP, o dönem çözüm sürecine (sadece 2013 yılında başlayan sürece değil, Oslo süreci adı verilen daha önceki dönemde atılan tüm adımlara da) karşıydı. İktidarın çözüm sürecinden intikam almasının bir aracı olan HDP’li vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına “evet” oyu verirken, CHP’lilerin vicdanında en küçük bir sızlama olmadı.
Bu aşamadan şimdi Kürt sorununda çözümü savunan aşamaya gelmiş olmak önemlidir.
Kötü haber
Kötü haberse şu: Kılıçdaroğlu, Kürt halkının milyonlarcasının meşru gördüğü ve devletin de bu yüzden çözüm süreçlerinde muhatap kabul ettiği siyasi figürleri gayri meşru ilan etti. Bu, CHP’nin ufkunun 2013’te başlayan çözüm sürecinin dahi gerisinde olduğunu gösteriyor.
Bu, kuşkusuz CHP liderinin içinde olduğu bir sıkışmışlığın da ifadesi. Aşırı sağcı bir iktidarı şimdilik iktidar nimetlerinden faydalanmadığı için daha az aşırı sağcı olan bir partiyle kuracağı ittifakla gerileteceğini düşünmek, altı milyon civarında oyu olmasına rağmen HDP’nin tüm bu seçim ittifakı süreçlerinin dışında tutulmasıyla sonuçlanıyordu.
Seçimler yaklaştıkça HDP’ye doğru, en azından bir adım atılması gerekiyordu. Sorunu meclis içi çözüm görüşmelerine sıkıştırmak bu açıdan kaçınılmaz bir adım gibi görünse de “çatışma çözümleri” meselesinin bir parçası olarak Kürt sorunu çok katmanlı bir siyasal sorundur ve bu sorun alanlarına dair cesur adımlar atmadan somut bir çözüm ihtimalinden bahsetmek mümkün değildir.
İktidar, başı her sıkıştığında Kürt seçmene ulaşmak için Kürt sorununu çeşitli şekillerde ele alıyor. Bazen TRT ekranlarından Abdullah Öcalan’ın bir mektubu okunuyor, bazen Erdoğan Diyarbakır mitinginde “Çözüm sürecini bozan biz değiliz” diyebiliyor.
Muhalefetin Kürt sorununu bir seçim aparatı olmaktan çıkartması lazım. Daha cesur adımlar atması bir zorunluluk. Sürecin adını net bir şekilde koyup, AKP’den kopan partilerden birisinin yaptığı gibi, “Kürt hakları meselesi” demeyip siyasal hamleler yapması, geniş kitlelere bu sorunun çözümü yönünde bir duygu aşılanması için çalışması lazım. Seçim ittifakının CHP’den daha sağcı kanadının yüzü suyu hürmetine Kürt sorununun ortaya konuluş şekli sulandırılmamalıdır.
Sosyalistler, demokratlar ve Kürt halkının özgürlüğünden yana olanlar ise bu türden her girişimi olumlu görmeli ve barışın kitlesel mücadelelerin yaratacağı basıncın ürünü olarak devreye gireceğini savunmalıdır. Sorunun tüm katmanlarında çözümü bir zorunluluktur ve bu ancak geniş işçi ve emekçilerin mücadelesiyle gerçekleşebilir.
Sosyalist İşçi