Ahmet İnsel
Türkiye’de muhafazakâr sağcı kalemler devlet terörü söz konusu olduğunda, genellikle aynı örnekleri verirler. Batı Şeria ve Gazze’de İsrail’in, Doğu Türkistan’da Çin’in, Karabağ’da Ermenistan’ın yaptıkları hatırlatılır. Ardından ABD’nin “okyanus ötesinden demokrasi taşıma bahanesiyle” gerçekleştirdiği terör eylemleri sıralanır. Başka örnekler de vardır. Örneğin Myanmar’da Rohingyaların maruz kaldığı devlet terörü gibi. Yapılanların insanlığa karşı suç olduğu, korkutma, bastırma ve sindirme politikalarının teröre karşı savaş örtüsü altına gizlendiği, inkâr edildiği hatırlatılır.
Yukarıdaki örnekler tam olarak devlet terörü müdür tartışmasını bir kenara bırakalım. Birçoğu için böyle bir niteleme doğrudur. Birkaç yıldan beri Türkiye’de tanık olduğumuz olaylardan bir iki örneği hatırlayalım. Örneğin Sur, Cizre gibi dümdüz edilen mahalleleri. Hafız Esad yönetiminin, 1982’de Hama’da Müslüman Kardeşler’in silahlı ve kanlı ayaklanmasını bastırdıktan sonra, şehri bir ay mutlak abluka altına almasını, on ila yirmi bin arasında Hamalının öldürülmesini, kentin tarihi mahallelerinin büyük bir bölümünün dümdüz edilip yerine hızla yeni bir şehir dikilmesini, AKP iktidarına yakın insanlar nasıl nitelendiriyordu?
ABD silahlı insansız hava araçlarıyla (SİHA), Afganistan’da, Irak’ta birçok kez sivilleri öldürdü. Çoğu zaman ölenlerin terörist olduğu iddia edildi. Birkaç kez yapılan hata daha sonra kabul edildi ama aynı şeyi yapmaya devam ediyorlar. CHP milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nun iddia ettiğine göre geçen günlerde Hakkâri’de köylerine ot biçmeye giden dört köylüye mola verdikleri sırada SİHA’dan ateş açıldı. Biri öldü, üçü ağır yaralandı. Vali, köylülerin “teröristlerle toplantı halinde olan işbirlikçiler” olduğunu ilan etti. Ama daha önce yolda güvenlik güçlerinin kimlik denetiminden sorunsuz geçmişlerdi.
İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), bir ay önce Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’e bir mektup yolladı. Mektupta Mart 2017’de Ankara’da aynı yöntemlerle kaçırılan beş kişinin durumu soruldu. Hepsi KHK ile işten atılan memur ve öğretmen olan bu kişilerden biri, kaçırıldıktan 42 gün sonra poliste gözaltında çıkmış. Diğer dört kişinin akıbeti hâlâ meçhul. HRW Avrupa ve Orta Asya Direktörü Hugh Williamson, “Türkiye’nin zorla kaybedilmeler konusundaki karanlık geçmişi göz önünde bulundurulduğunda, yetkililerin Ankara’da meydana gelen ve endişe verici boyuta ulaşan çok sayıdaki kaçırılma vakasını soruşturması çok daha önem kazanmaktadır” diyor.
Uluslararası Af Örgütü, Şubat 2017’de yayımladığı 2016 raporunda Türkiye’ye geniş bir yer ayırmıştı. Raporda Türkiye’deki hak ihlalleri ifade özgürlüğü, toplanma özgürlüğü, işkence ve diğer kötü muameleler, aşırı güç kullanımı, cezasızlık, silahlı gruplar tarafından gerçekleştirilen ihlaller, mülteciler ve sığınmacılar ile ülke içinde yerinden edilen kişiler başlıkları altında ele alınıyor. Türkiye’de işkence ve kötü muamelenin 15 Temmuz sonrası hızla yaygınlaştığı, polis gözetimindeki birçok kişinin, ciddi derecede dayak, cinsel saldırı, tecavüz tehdidi ve tecavüze maruz kaldıklarının rapor edildiği belirtiliyor.
***
1991’de Tayyip Erdoğan’ın hazırlatıp partisinin genel başkanına sunduğu Kürt Sorunu Raporu’nda, “PKK terörü kadar devlet terörünü de kınamak” öneriliyordu. Erdoğan, 2010’da Mavi Marmara gemisine yapılan İsrail saldırısını, “insanlık dışı devlet terörü” olarak nitelendirmişti. Suriye’de devlet terörü estiğini defalarca tekrarladı. Neye devlet terörü dendiğini belki ona sorarak işe başlamak lazım.
Bu yazı Cumhuriyet gazetesinde yayınlanmıştır.