Hakan Tahmaz
2019 seçimlerinin en önemli konusu “devletin bekası” olacak. Köpürtülen milliyetçilik seçimlerde ciddi sonuçlar doğurabilir, gelişmelere yol açabilir.
Her salı, Meclis kürsüsünden “kim daha fazla, daha iyi ve sahici milliyetçi” yarışı yaşanıyor. Gazetelerin sayfaları ve haber bültenleri bu yarışla dolu.
Suriye’deki gelişmeler ve PYD’nin, ABD ve diğer ülkelerle işbirliği büyük bir tehdit olarak algılanıyor.
Türkiye’nin, Zeytin dalı operasyonuyla Afrin’ de elde ettiği “başarı” AK Parti- MHP ikilisinin yelkenlerini seçimlerde aşırı derecede şişirecek gibi görünüyor. Muhalefet partisinin ise bu konuda iktidarla niteliksel farkı olmaması nedeni ile işi zor.
Tarih tekerrür ediyor gibi. Kıbrıs’ta, Hatay’da olanlar Afrin’de sahneleniyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 18 Mart 2018 Çanakkale savaşının yıl dönümünde, Afrin ’in “fethedildiğini” dünyaya ilan etti. Ana muhalefet, “kahraman ordumuz” diye başlayan cümleyle iktidarın başarısını kutladı.
Suriye topraklarına düzenlenen askeri operasyonlar Suriye iç krizinin kalıcılaşmasının önünü açtı. Afrin, bu operasyonların en kritik halkası. Sınır ötesi askeri hareketlerin karakterini ortaya çıkardı.
Türkiye ve Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO) girdiği Afrin’ de yeniden yapılanma çalışmalarını başlatmak için Cumhurbaşkanın Çanakkale konuşmasından bir gün sonra 19 Mart 2018 Pazartesi günü Antep’te Suriyeli 100’e yakın mültecinin katılımıyla yapılan toplantıda “Afrin Kurtuluş Kongresi” adı altında 35 kişiden oluşan Afrin Meclisi kuruldu.
Meclis sözcüsü olarak Ankara Hasan Şindi’yi atadı. Meclis üyelerinin içinde 24 Kürt, 8 Arap, 1 Alevi, 1 Ezidi ve 1 Türkmen olduğunu açıkladı. Sözcü Hasan Şindi, DW Türkçe‘ye yaptığı açıklamada, Meclisin Hatay valiliğine bağlı çalışacağını, daha önce Azez’e, Cerablus’a, Mare’ye olduğu gibi Afrin’e de kaymakam atanacağını açıkladı.
Bu açıklamadan önce Cumhurbaşkanın ve İçişleri Bakanının benzer açıklamaları olmuştu. Kısa süre içinde valinin atanması bekleniyor. Bütün bunların uluslararası hukukta hiçbir yeri yok. Kitapta bunun adı açık. Bu bir ilhak hareketidir.
Ankara’nın bu politikada ısrarı ve hamaset içeren açıklamaları sorunun derinleştiğinin sinyalleri olmasının ötesinde, konunun tek başına güvenlik meselesi olmadığını gösteriyor. Ankara, ipini bir tür Türk milliyetçiliğine bağlayarak bölgenin dizaynındaki rolünü yerine getirmeye karar vermiş durumda.
BM anlaşmasının, meşru müdafaa hakkını düzenleyen 51. maddesi “Silahlı saldırıya uğrayan bir ülke, BMGK barış ve güvenliğin kurulması için gerekli önlemleri alana kadar, meşru müdafaa hakkını kullanır” şeklinde. Yani hem müdafaanın sınırı belirlenmiş hem de BM’nin sorumluluğu tanımlanmış. Ancak bütün bunları önemseyen veya dikkate alan yok.
Diğer yandan İran ve Rusya’nın bölgede yeni bir Kıbrıs yaratılmasına çok uzun süre sessiz kalması ya da izleyici olması beklenemez. Esas büyük fırtına bu süreçte kopacak gibi görünüyor.
Açıkça görülüyor ki, uluslararası hukuk ayaklar altında sürünüyor, devlet arası ilişkiler pespaye durumda. Ne bölge ne de batı devletleri bu duruma en azından şimdilik ses çıkarmıyorlar. Bunun tek nedeni her devletin ayrı bir hesabının ve ajandasının olmasıdır. Bunun kendisi bu günkü fiili durumunun bölgede bir tür Kıbrıs gibi gerilim kaynağı olacağını gösteriyor.
Bölgede olduğu kadar içeride de yeni fay hattı oluşturuldu. Kürt fayı daha da açılıyor. Buna Türkiye ne derece dayanır, bu siyaset ne kadar sürdürülebilir, kestirmek zor.
Türkiye bu çıkmaz sokakta seçim yapacak. Bu ağır, milliyetçi atmosferde krizin derinleşmesi sürpriz olmaz. Bir anlamda Suriye’nin istikrarsızlaştırılmasına yol açan siyasetin Türkiye için hayırlı bir sonuç doğurmasının zorluğu ortada. Bu yoldan geri dönülmesi zor ama imkânsız değil. Hatta bu bakımdan bölge ülkeleri arasında Türkiye, bir çoğundan daha avantajlı.
Bu yazı Halkın Nabzı web sitesinde yayınlanmıştır.