Fehim IŞIK
Sahada namlunun ucunda olan, yanındaki yoldaşı şehadete erdiğinde akan kanı kendi damarlarındaki kandan farklı görmeyen, akşam başını kayaya yaslayarak yatma olanağı bulduğunda kendini şanslı hisseden her sözcüğünü tartarak konuşuyor. Hiç alakasız bir yerden ahkam kesen, kahramanlığı kimseye bırakmayan, akşam olduğunda ise sıcak yatağına girip başını tüy yastığa koyan ise asıyor kesiyor.
Dolu bir haftayı daha geride bıraktık. Kürtler açısından bir o kadar da riskli haftaydı. Bu riskin ne olduğunu bilirsiniz. Şengal’de çok sayıda Kürt gencinin birbirine silah doğrulttuğu, ne yazık ki bazılarının da hayatını kaybettiği çatışmalar yaşandı, geçtiğimiz hafta.
İç yakan bu konuya bir kez daha değil belki binlerce kez daha değinmek gerekir.
Yo! Belki de şimdilik kardeş kavgasının tarihine, Kürtlerin başına nasıl belalar getirdiğine, hangi kazanımları yerle bir ettiğine, bu çatışmaların kimin işine yaradığına, ‘birakujî’nin lanet yüzüne değinmek gerekmiyor. Bırakın “Kürdüm” diyenin, “insanım” diyenin bile içini yakan binlerce öyküyü geride bırakmıştır, Kürtlerin iç kavgaları. Onları yeniden tekrar etmeye –şimdilik– gerek yok.
Asıl dikkat çekmek istediğim, sırtında yumurta küfesi taşıyanla, yaşananın ciddiyetini hissetmeyip sırtındaki boş küfeyle takla atanı karşılaştırmak.
Çatışmalar yaşandıktan sonra ilk gün Irak Kürdistanı’ndan iki partinin yöneticileri ile konuştum. YNK ve Goran Hareketi’nden milletvekilleri ile yaptığım görüşmeler Artı Gerçek’te yayınlandı. Bu görüşmelerden bir gün sonra Kürdistan Bölgesi Peşmerge Bakanlığı Sözcüsü Helgurd Hikmet ve HPG Şengal Komutanı Agit Civyan’dan görüş alarak hazırladığım haber Artı Gerçek’in sayfalarında yerini aldı.
İlk haberi hazırladığımda çatışmalar yeni başlamıştı ve gerginlik had safhadaydı. İkinci haberde ise geçici ateşkes ilan edilmiş, çatışan taraflar karşılıklı mevzilere çekilmişti.
Ne yazık ki ikinci haber hazırlandığında yaşamını yitiren ve yaralanan çokça Kürt genci vardı.
Bir haberci için doğru olan muhataplarla konuşup görüşlerini olduğu gibi aktarmaktı. Bu görüşler aktarıldıktan sonra okuyucu okur, kararını verirdi. Yani gerisi haberi okuyanın takdirine kalmış, diyebiliriz.
Benim açımdan durum belki biraz daha farklı. Haberciyim, doğru. Ancak duygularını gözardı etmeyen bir Kürt habercisiyim. Daha da ötesi 92-95 yılları arasında PKK-KDP ve KDP-YNK çatışmalarını sıfır metreden izleyebilmiş, yaşananlara birebir şahitlik etmiş bir gazeteciyim. O dönemin yaşanmışlıkları içinde hala bile yazamayacağım, içimin yandığı hikayeler var.
Bu ara anekdotu şunun için anlattım. Çünkü muhataplarla konuşacağım ama daha mesele sıcak ve ne yazık ki yaşamını yitirenler var. Bu riskli bir durumda. Muhatapların savaşı körükleyici bir dil kullanması, haberci olarak değil ama bir Kürt gazeteci olarak benim için sıkıntının en büyüğüydü.
Korktuğum başıma gelmedi. Muhatapların hiçbiri çatışmayı körükleyici, muhatabını düşman gören bir dil kullanmadı. Tam aksine, sorumlu, her kelimesini 10 kez tartıp bir kez söyleyen bir dil ile konuşan muhataplar vardı, karşımda. Bunlardan biri Şengal sahasındaki gerillaların komutanı, Êzidileri eğiten birliğin en tepesindeki insan; diğeri de Rojava Peşmergelerini Şengal’e gönderen, bölgedeki tüm peşmergelerden sorumlu bakanlığın sözcüsü. Ancak her kelimelerini tartıyorlardı, öyle konuşuyorlardı.
Bunun tek nedeni var.
Çünkü sırtlarında taşıdıkları yumurta küfesiydi. Bırakın takla atmayı, hafif koşarak yürümeye kalksalar bile küfelerinde tek yumurta kalmayacağını biliyorlardı.
Bu nedenle dikkatliyiler.
Bu nedenle, her sözcüklerini tartarak dillendiriyorlardı.
Asıl dikkat çekmek istediğim de bu.
Sırtında yumurta küfesi olmayanlar öyle bir rahatılar ki!
Bunlardan bazıları “Aman ha! Vurun, yok edin, tek PKK’li kalmasın” diyebilecek kadar alçakça, bazıları da “Yok edin ihaneti. Bitirin hainleri. Tek peşmerge bırakmayın orada” diyebilecek kadar rezilce konuşabiliyorlardı.
Hadi dert bunlar olmasın. Bunlar provokatör, bunlar durumdan vazife çıkarıp Kürtleri birbirine kırdırtmak isteyenler. Amenna!..
Peki, adı sanı belli siyasetçilere, bazı Kürt kurumlarının başındakilere ne demeli?
Üstelik bunlar, eğer sorun daha da ciddileşirse belki devreye girip sorunu çözmesi gereken insanlar…
Bunlardan bazıları “Barzani ihanete son vermeli” modundayken, diğerleri de “PKK ve Kandil’in ihaneti bitmeden Kürtler özgür olamaz” sözcüğüne kendilerini formatlamışlardı.
Sahada namlunun ucunda olan, yanındaki yoldaşı şehadete erdiğinde akan kanı kendi damarlarındaki kandan farklı görmeyen, akşam başını kayaya yaslayarak yatma olanağı bulduğunda kendini şanslı hisseden her sözcüğünü tartarak konuşuyor…
Hiç alakasız bir yerden ahkam kesen, kahramanlığı kimseye bırakmayan, akşam olduğunda ise sıcak yatağına girip başını tüy yastığa koyan ise asıyor kesiyor…
Durum bu!..
Ne yazık ki hep de böyle oldu!..
Ne diyelim!
Allah bizi başını dayadığı tüy yastığında yatarken savaş naraları atanlardan korusun!
Bu yazı Artı Gerçek web sitesinden yayınlanmıştır.