Hiç kimse 6,5 milyon oy alan bir partiye yönelik ağır tehditleri, sadece bu partiye yönelikmiş gibi değerlendirmemelidir. Tehdit ederken kullanılan dil neden böyle düşünmememiz gerektiğinin kanıtı gibi ortada duruyor zaten. Aynı şekilde hiç kimse böyle bir dil kullanılarak yapılan bu tehdidi, “büyük siyasetin” klasik polemikçi bir örneği olarak da ele almamalıdır. Böyle bir üslup kullanıldıktan sonra, artık her şey değişmiştir.
“İtlaf”tan söz edildi.
Bir partiye en ağır hakaretler edildi.
Herkes hızla bilincine varmalıdır. Burada varlığına kastedilen, genel olarak demokrasidir.
Hakarete uğrayan, genel olarak partilerdir.
Mücadele eden, mevcut durumdan şikayetçi olan, özgürlük isteyen tüm toplumsal kesimler ve muhalefet, tehdidin kendisine yönelik olduğunu görmek zorundadır.
Sorun, kullanılan dilin hamaset yüklü olmasında değil. Sorun, hamaset yüklü cümlelerin imha tehdidi içermesinde.
Beğenmediği bir siyasi partiyi, hem de kendi partisinden daha fazla oy almış olan bir siyasi partiyi imha etmekle tehdit etmek, beğenmediği her tür muhalefeti imha etmekle tehdit edebileceği amlamını taşıdığı için de yakıcı bir tehlikeyle karşı karşıyayız.
Tehdidin yakıcılığı şuradan geliyor: Kendisinden daha fazla oy almış bir partiye böyle yukarıdan seslenebilmesi, ancak ve ancak, kendisini devletin doğrudan temsilcisi olarak görmesiyle mümkün. Bu temsil ilişkisi, ilginç bir ayna yanılsaması yaratıyor. Bu öyle bir ayna ki bazı partilerin ve bazı siyasetçilerin kendisini dev gibi görmesine neden oluyor. Sadece dev gibi göstermekle kalmıyor bu ayna, bakana aynı zamanda yargı, aynı zamanda yürütme, aynı zamanda kolluk güçlerinin toplamı olduğu duygusunu aşılıyor.
Bu nedenle kısacık bir konuşmada bir partiyi ve giderek toplumsal muhalefetin hak aramak isteyen tüm kesimlerini aynı anda yargılayıp, aynı anda cezasını kesip, aynı anda tutuklayıp aynı anda daha ağır bir yaptırım uygulayabileceğini söyleyebiliyor.
Bu konuşmalar bu ‘hareketin’ mütemmim cüzüdür.
Bu tutumuyla hem parti programını hayat geçirerek tabanına tutarlılığını gösteriyor. Bir yandan AKP’ye basınç uygulayarak reform diye öne sürülenlerin nerede sınırlanmak zorunda olduğunu belirliyor. Yerli-milli koalisyonun politik çerçevesini tayin ediyor. Öte yandan da gerçekten HDP kapatılırsa, yaklaşan seçimlerde HDP’ye oy veren milyonlarca insanın paralize olacağını planlıyor. Üstelik, geçerken, korku imparatorluğunun duvarlarına bir tuğla daha da ekliyor.
2003 yılında Irak işgaline karşı çıkarken sorduğumuz gibi, hemen, acilen, demokrasiye inanan, özgürlükler için mücadele eden tüm güçler birleşmeliyiz: “Şimdi değilse ne zaman?”
(Sosyalist İşçi)