“Barışa Evet 2014″ Kampanyası Basın Metinleri – 1 Ocak/31 Aralık 2014

0
Want create site? Find Free WordPress Themes and plugins.

7 Ocak 2014 – Hrant Dink Davası Basın Açıklaması Metini – İstanbul

Biz, ‘vur’ diyenler yargılanmadıkça adalet talebimizden vazgeçmeyeceğiz

Yolsuzluk operasyonu sonrası yaşanan gelişmeleri ibretle, hayretle, kızgınlıkla, öfkeyle, kalbimiz acıyarak; özetle çok karmaşık hisler içinde izliyoruz… Biz, bu davayı takip eden adalet arayıcıları, Dink ailesinin avukatları ve sevgili Hrant Dink’in ailesi, mahkeme salonlarında, mahkeme kapılarında, gazete sayfalarında, sokaklarda yıllarca adalet talebimizi dile getirdik. Hrant Dink’in öldürülmesinde payı olan kamu görevlilerinin yargılanmasını talep ettik. “Görevi ihmal” gibi gerçeğe hiç de uymayan gerekçelerle, ya da kurum içi yasak savma kabilinden yürütülen soruşturmalarla değil. Kamuya açık bir mahkemede ve adil bir yargılamayla. Bu olmadı. Olmadığı gibi yargılanması istenen kamu görevlileri terfi almaya devam ettiler, devlet içinde üst makamlara kadar tırmandılar. Bakan bile oldular. Yolsuzluk soruşturması ile birlikte gördük ki, dalga, ilginç bir tesadüfle, yargılanması istenen isimleri de vurmuştur. İçişleri Bakanı Muammer Güler, soruşturma çerçevesinde oğlu tutuklandığı için istifa etmek zorunda kalırken, Emniyet’te Teftiş Kurulu Başkanlığı görevini yürütmekte olan Ramazan Akyürek, devleti cemaatten arındırmaya yönelik karşı operasyon çerçevesinde yüzlerce polis şefiyle birlikte görevden alınmıştır. Manzara gayet açıktır. Bu yolsuzluk soruşturması olmasa bakan da, polis şefi de görevlerine devam edecekti. Kimse onlara dokunmayacaktı.  Birbirlerine dokundular ve görevlerinden oldular.

Tüm bu yaşananlar bize şunları gösteriyor. Hrant Dink cinayeti ile ilgili dava boyunca çeşitli çevrelerden yapılan ve AKP-cemaat-klasik devlet gibi üç ayrı kanattan bahseden değerlendirmeler evet, yanlış değildir, ama bilhassa bu vaka söz konusu olduğunda hayli eksiktir. Çünkü söz konusu olan bir Ermeni’yi öldürmek ise, çok daha derinde, “milli” bir ittifakın varolduğunu ve bu ittifakın geçmişte olduğu gibi şimdi de dağılmadığını görebiliyoruz. İktidar savaşı şiddetlendikçe siyasi ittifakların nasıl da değişebildiğini, bir zamanlar makbul olanların şimdi nasıl da değersiz olduğunu, bir zamanlar değersiz olanlara nasıl da samimi mesajlar gönderildiğini ibretle görüyoruz.

Yaşananlar o “milli” geleneği tüm kanatların içtenlikle paylaştığını, bir Ermeni’nin öldürülmesinin devlet için hâlâ rutin ve cezasız bir işlem olduğunu bize bir kez daha gösteriyor. Biz, “vur” diyenler yargılanmadıkça bu gerçeği her duruşmada, her fırsatta dile getireceğiz. Adalet talebimizden vazgeçmeyeceğiz. Sevgili Hrant Dink’e sesleneceğiz ve Buradayız Ahparig diyeceğiz. Ve her 19 Ocak’ta olduğu gibi bu 19 Ocak’ta da, saat 15.00′te Agos gazetesinin önünde, Hrant Dink’in vurulduğu yerde olacağız…

Biz bitti demeden bu dava bitmez

 

Ahmet Ümit

Hrant’ın Arkadaşları Adına

 

8 Ocak 2014 – Yazılı Basın Açıklaması Metini

Roboski Davasında insanlık bir kez daha hayal kırıklığı yaşadı!

28 Aralık 2011’de Şırnak – Roboski’de çoğu çocuk 34 Kürt yurttaşımız savaş uçakları tarafından bombalanarak öldürüldüler. Başlangıçta “terörist sanılan”, ama daha sonra “köylü oldukları anlaşılan” yurttaşlarımızın katledilmesinin ardından Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı soruşturma başlattı. Ancak Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi incelediği katliam davasında “görevsizlik” kararı verdi ve dosyayı askeri yargıya gönderdi. Askeri yargıda incelenen Roboski katliamı davası ile ilgili olarak Askeri Mahkeme savcılığı dün “takipsizlik” kararı verdi.Askeri savcılığın karar metninde, “Genelkurmay Başkanı’nca hava harekâtının yapılmasına onay verildiği, yapılan işin TBMM ve hükümet kararlarına uygun olduğu, görev sırasında KAÇINILMAZ HATAYA düşüldüğü, bu nedenle dava açılmasına gerek olmadığı” ifadeleri yer aldı. Yani suç belli suçlular belli ama öldürülenler Kürt olduğu için soruşturmaya gerek yok mu denilmek isteniyor?

Katliamın üçüncü yılında, başta Roboskili aileler ve Kürt halkı olmak üzere, olayı başından beri izleyen acılı ve vicdanlı insanların umutları bir kez daha kırıldı. Bu kararla Türkiye’deki hukuk skandallarına yeni bir halka daha eklenmiş oldu.

Kararda yer alan “TBMM ve hükümet” ifadeleri sınır ötesi harekâtlar için hükümet tezkeresine oy veren partileri de Roboski katliamından sorumlu yapmaktadır. Tezkerelerin kabul edilmemesi için uğraş verenlerin haklılığı bir kez daha ortaya çıkmıştır.

Bu ülkenin vicdanlı insanları Roboski katliamının sorumlularının cezalandırılması ve adaletin sağlanması için üstüne düşeni yapmaya devam edecektir. Bu katliam için emir verenler, uygulayanlar ve siyasi sorumlu olarak AKP hükümeti elbette bir gün hesap verecektir.

Mevcut yargı sisteminde sağlanamayan bu hususun, uluslararası mahkemelere taşınması, adaletin yerini bulması için kaçınılmazdır.

 

Şengül Çifci  

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu yürütme kurulu adına

 

19 Ocak 2014 – Hrant Dink Anması Metini

Merhaba arkadaşlar, Hrant’ın sevgili kardeşleri;

Bizler, 19 Ocak’ta düştük, kanadık. Neredeyse yüz yıl boyunca hayatlarımızda asılı duran ve devletin yüzünü asan bir tartışmayı bitirecek olan insanın da buralardan gidişi üzerinden tam yedi yıl geçti.

Bu siyasi cinayetin satrancındaki tüm hamleleri, vezirini, şahını, piyonunu görebiliyoruz artık.

Kollarını, halkların birlikte, yan yana, birbirlerine dokunarak yaşama kültürünü oluşturmasına sıvayan Hrant Dink’in çabasıyla oluşturabileceğimiz mutabakatımıza, ortak yaşam protokolümüze sıkıldı kurşunlar. Çünkü tam orada duruyordu Hrant.

İstihbaratıyla, güvenlik birimiyle, medyasıyla artık tanıdığımız korunaklı bir şemsiyenin altında gayet nizami bir cinayet işlediler.

Bu intizamlı süreçte, derin yerlerden havalandı kuşlar ve gelip gelip medyanın başlıklarına kondular. Gördük. Okuduk.

Zamanın içinden geçerken sabrımızı, metanetimizi, tevekkülümüzü sınadık. Bizler bu sınavı verirken içimizdeki kuşlar göç etti, yapraklarımız döküldü, Ocak ayında karartıldı ocağımız.

Adadan uzaklaştı kayığımız ve sustu içimizdeki şarkılar.

Kardeşimiz Hrant, bizler, burada olanlar, kardeşlerin ve arkadaşların,  tam yedi yıl önce senin ayakkabılarını giydik ve öyle basıyoruz yere.

Senin muhteşem aklına soruyoruz şimdi; adalet yere düştüğünde insanlık hangi pusulayla bulur yönünü?

Giderek hantallaşıp budanan, hareket alanı kalmamış bir hukukla yola nasıl devam edeceğiz derken, yolumuz parklara düştü. Tarihin zamana boyun eğdiğini gördük, orada aldık senin de selamını, kumru ve serçelerden.  “Gittiler” dediklerimiz parkın ağaçları arasından gülümsüyordu, o uzun gölgeli gençlere ve çocuklara… Resimlerdeki suretleriniz bir dokunuşta ve oracıkta canlanıverdi.

İnsanlık ve yurttaşlık adına bir manifesto yazıldı, herkes gördü.

Hayatlarımızı dilim dilim doğrayan cüretkârlar!

Acının üzerine tuz eken bu devletin askeri yargısı da sivil yargısı da merhametten ve adaletten yoksundur artık. Bu cümlemizi koyduk orta yere, çünkü evlatlarının kahrından ölüyor artık,  Roboskî anneleri. O kahırla öldü Fadime Ayvalıtaş ve Berfo anne. Onların ve Cumartesi annelerinin bedduası değil,  âhı yükseldi gökyüzüne, bu âhı duyanınız var mı? Bu ah gelip bulacak sizleri, anlamayanınız kaldı mı?

KCK davalarından Alevilere, avukatlara, gazetecilere, öğrencilerden, gezicilere, LGBTİ haklarından tüm insan haklarına, topluma yayılan koku ve korkunun kılavuzu kim? Yüzünüzdeki örtü iyice aralanıyor ve görüyoruz arkasındaki siluetlerinizi. Çünkü bir yüzünüz bile yok sizin!

Cepheler arasında kendi mevzilerinize yığınak yaparken sizler, yalanlarınız,  ihanetleriniz ve kırımlarınızla elimizden dünyayı düzeltecek başka çocuklarımızı da aldınız. Ali İsmail’i, Ethem’i, Abdullah’ı, Mehmet’i, Mustafa’yı, Medeni’yi, Ahmet’i aldınız. Oğul öksüzü yaptınız anne babaları.

Bu ülkenin evlatlarına hain pusular kuruldu başka topraklarda, 3 kadın yere düşürülüp omuzlara alındı Fransa topraklarında, unutmak mümkün mü, ne çok ocağı söndürdüğünüzü. Bunların da ahı duruyor orta yerde, bir utanç duyanınız var mı?

Plastik mermilerle, gaz fişekleriyle, gözümüzü çıkardınız. İnsansız uçaklarınızdan insanlara bomba yağdırarak girdiniz çocukların uykularına. Kolunun altındaki sıcak ekmeğine attığınız gaz kapsülünden beri bir hastane odasında uyuyor Berkin Elvan. Halkın cümlesiyle; bunu yapanlara haram olsun uykular!

İkballeriniz uğruna izanınızı-insanlığınızı kaybettiniz. Yordunuz, kırdınız, kıydınız. İnkar ettiniz, sizleri belleğimize kazımayı farz kıldınız. Bunları da ekledik tüm acıların kayıtlı tarihine.

Neresi memleket sizin için, kimler memleket evladı, hangi dereler sizin oluyor ki parklara, dağlara göz dikiyorsunuz!

Neyiniz hakkaniyetli, neyiniz hakikatli sizin?

Bomboş retoriğiniz ve yüz yıllık reflekslerinizle adlarımızı dahi unutmamızı istediğinizi bizler nasıl unuturuz?

2014 yılındayız, içinizden tekrar edin lütfen, 2014! Ve komşularımıza kamyonlar dolusu barış demokrasi ve insan hakkı değil, kamyonlar dolusu silah taşıyoruz! Yani, birbirinizin gözlerinin içine bakarak birbirinizi öldürün diyoruz onlara!

Bu günahları yıkayacak bir yağmur olmayacak!

Böyle bir memleket mi ağartsın yüzümüzü? Bayramı zehir, kandili ışıksız, bahçesi dağılmış, ocağı söndürülmüş günahsız insanların kuşlar gibi vurulduğu bir memleket mi?

Ömrümüzü sızlatan tüm kayıplarımızla tarih ve yemin kelimelerini yan yana kullanıyoruz artık. Başka bir adalet yoksa hayatın adaleti tutacak yakalarınızdan biliyoruz.

Sözün özü; devletin dürüstlüğünden kuşku duymayan kaldı mı aramızda arkadaşlar?

Hrant Dink Devlet dersinde katledilmiştir. Hayat ve tarihin bu bahiste bazı cüretkârlara vereceği notu bilelim ve bu dersi hiç unutmayalım. O kadar iyi bilelim ki bu dersi, bu ders onlara dert olsun! Hayat onlara ağu olsun, zehir olsun!

Biz burada olanlar ise, kahırlarımız ve gülüşlerimizle besleyeceğiz insanlık düşümüzü.

Çünkü gülmek, Edip Cansever’in dizesindeki gibi “Bir halk gülüyorsa güzeldir” bize…

Hrant Dinkin anısı bizi ıssızlaştırsa da, acısıyla bilgeleşecek, aydınlık aklı ve gülüşüyle güçleneceğiz!

Selam olsun halkların kardeşliğine!

 

Gülten Kaya

Hrant’ın Arkadaşları Adına

 

6 Şubat 2014 – Barış aktivistleri Toplantı Raporu

Barış aktivistleri buluştu: SAVAŞSIZ BİR DÜNYA MÜMKÜN!  Savaş karşıtı mücadelede 11 yıl

6 Şubat 2014 Perşembe günü Cezayir binası toplantı salonunda Barış aktivistleri olarak toplandık. Barış hareketinin Türkiye’de ve dünyadaki durumunu tartıştık. 2003 yılından beri Barış mücadelesi içinde yerini alan Küresel BAK’ın gelişim sürecini ve içinde bulunduğumuz koşulların barış mücadelesine yaptığı etkileri değerlendirdik. Toplantının sonuç bölümünde 2014 yılında yapılacak barış aktivitelerini konuştuk.

Küresel BAK’ın kurulduğu 2003 yılında başta Ortadoğu, bütün dünya pervasız bir emperyal saldırganlığın tehdidi altındaydı. Afganistan ABD tarafından işgal edilmiş, Irak’ta ise ABD ve ortaklarının işgal harekâtı başlamak üzere idi. Türkiye de bu işgale suç ortağı yapılmaya çalışılıyordu. Dünyada güçlü bir savaş karşıtı ve anti militarist hareket oluşmuş ve bu saldırganlığa karşı dünyanın dört bir yanında insanlar sokaklara çıkarak kitlesel gösteriler yapmaktaydı.

Türkiye’de bir yıl önce etkinliklere başlayan ilk savaş karşıtı hareket olarak, 2003 1 Mart’ında büyük bir kitlesel gösteri yaptık. 100 bin kişilik barış gösterisinde Irak’a asker gönderilmesine hayır dedik. Hemen aynı gün bu müdahale için hazırlanan savaş tezkeresinin TBMM’de reddedilmesi ile büyük bir başarı kazandık. Tezkerenin reddi için gece gündüz çalışan tüm savaş karşıtı hareket ve bunun bir parçası olarak Küresel BAK, uluslararası alanda da önemli bir prestij kazandı.

Eylemler devam etti. Savaş karşıtı hareketin aynı zamanda toplumun çok farklı kesimlerini mücadele içinde bir araya getirebilme yeteneği, Türkiye’deki toplumsal muhalefetin şimdiye kadar hiç tanışmadığı kitleselliklere ve ilişkilere ulaşmasını sağladı. İşçiler, gençler, kadınlar, sanatçılar, aydınlar, Müslümanlar, taraftar grupları, LGBTİ bireyler hep birlikte savaş karşıtı – barış mücadelesi içinde aktif olarak yer aldılar.

 

Yeni bir eylem ve muhalefet tarzı

Barış eylemlerinde yeni bir muhalefet tarzı gelişti. Kullanılan sloganlarda, dövizlerde, pankartlarda büyük bir değişim yaşanıyordu. Değişik bir tarzda slogan atan, yürüyen, koşan, oturan, zil çalan, düdük çalan, hem neşeli, hem radikal, hem kapsayıcı hem militan bir savaş karşıtı, barış yanlısı kitle giderek eylemlere damgasını vuruyordu.

Küresel BAK bu yeni dönem savaş karşıtı, barış yanlısı hareketin kurumsal şemsiyesi, görüntüsü ve sesi oldu. Küresel bakışı, dünyadaki savaş karşıtı hareketlerin deneyimlerinin Türkiye’ye aktarılmasını sağladı. Buradaki hareket uluslararası savaş karşıtı kampanya ile eklemlendi. Koalisyon yapısı, içinde en geniş kesimlerin yer almasına olanak verdi. Daha önce bir araya gelememiş olanlar buluştu. Küresel BAK’ın ısrarla tek konuda, yani “barış” konusunda sözünü söylemesi, gereksiz ideolojik kutuplaşmalara savrulmasını önledi. Yine barış hareketinin Irak’ın işgaline ve Türkiye’nin bu işgalin parçası olmasına kararlı bir şekilde karşı çıkması, birçok farklı hareketin barış mücadelesine katılmasını sağladı. Yaratıcı eylem tarzı, özellikle genç kuşakların ilgisini çekti, çok sayıda genç sokağa ilk kez bu barış eylemleriyle çıktılar. Barış eylemleri, 1990’lı ve 2000’li yılların gençliğini politika ile buluşturdu. Büyük kitlesel gösterilerin yanında, birçok ilde yüzlerce barış toplantısı yapıldı. Çok sayıda bülten çıkarıldı. Broşürler yayınlandı.

Sonuç olarak Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu, Türkiye’de barış hareketinin inşasında ve barış kültürünün yerleşmesinde 10 yıllık mücadelesi ile büyük katkı sağladı. Küresel BAK, zaman zaman kurulup dağılan savaş karşıtı hareketler içinde örgütsel devamlılığını sağlayabilen hareketlerden biri oldu.

Bütün bu yıllar boyunca, düzenlediği kampanyalar, uluslararası buluşmalar, toplantılar ve basın açıklamaları ile Küresel BAK, Türkiye’de her zaman barışın sesi olmaya devam etti. Barış mücadelesinin, barış kültürünün gelişmesine katkıda bulundu, barış için mücadele edenleri buluşturdu. Savaşsız, silahsız bir dünya için çabalarını sürdürdü.

 

Daralma süreci

Bütün bu olumlu yanlarının yanı sıra barış hareketinin sözcülüğünü yapan kurumlardan biri olan Küresel BAK’ın zayıf yanları da var.

Özellikle Afganistan ve Irak işgallerine odaklı eylem çizgisi, yıllar geçip, işgaller kanıksandıkça kitleleri harekete geçirmekte etkisini kaybetti. Hareketin kitleselliği azaldıkça zaten koalisyon olarak bir arada olan farklı kesimler kendi ilgi alanlarına yöneldiler. Bir kısmının Küresel BAK ile aralarındaki bağlar zayıfladı.

Türkiye’deki iç siyasal gelişmelere bağlı kutuplaşmalar, Koalisyon içine yansıdı, bazı siyasal gruplar ve etkilediği toplumsal yapılar hareketten ayrıldı. Küresel BAK’ın harekete geçirebildiği toplumsal alan daraldı. Bu geri çekilme durumu uluslararası ölçekte de gerçekleşti. Bu durum dünyadaki tüm barış hareketlerinin ortak sorunu olmaya bugün de devam ediyor.

 

 Mevcut durum

Toplantının ikinci bölümünde dünyanın ve Türkiye’nin içinde bulunduğu somut koşulların barış mücadelesine yaptığı etkiler konuşuldu.

10 yıl önce Irak ve Afganistan’daki işgal ve savaş Ortadoğu ve yakın bölgelerinde gündemin en önemli maddesiydi, bugün bu iki ülkeye Suriye eklendi. Günümüzde bu üç ülkede de iç savaşlar yaşanıyor. Her gün onlarca, yüzlerce insan ölüyor, yaralanıyor. Suriye’de 7 milyon kişi (nüfusun 0’u) yaşadığı yerleri savaş nedeniyle terk etti, 700 bin kişi Türkiye’ye sığındı.

Türkiye’de Kürt siyasal hareketi ile hükümet arasında çözüm ve barış süreci adı altında müzakereler bir yıldan fazla bir süredir devam ediyor. Her yıl binlerce kişinin öldüğü çatışmalar, 21 Mart 2013 Newroz’unda Diyarbakır’dan yükselen barış çağrısı ile durdu. 1 yıldır tek bir kişi dahi ölmedi.

Kürt özgürlük hareketi, Suriye’de hızlı bir gelişme gösterdi. Kürtler, bulundukları bölgelerde demokratik özek yönetimler kurdular. Şu anda kanlı bir iç savaş yaşayan Suriye’de en barışçı ve demokratik yönetimler Kürt bölgelerinde gerçekleşti.

Her gün onlarca kişinin bombalı saldırılarda öldüğü Irak’ta düzenli seçimler yapılabilen, parlamentosu, hükümeti olan tek bölge Irak Kürdistan bölgesi. Ağırlıklı olarak Kürtlerin yaşadığı, ama Arap, Türkmen, Ermeni, Süryani vb. pek çok halkın da bir arada olduğu Irak ve Suriye’deki bu bölgeler, yıllar süren direniş ve baskı dönemlerinden sonra Ortadoğu’da barış ve demokrasinin somutlaştığı bölgeler haline geldi.

Kürt siyasal hareketinin Türkiye’de çözüm ve barış sürecine girmesi, Irak ve Suriye’de bunu somut olarak hayata geçirmesi Türkiye’deki barış mücadelesinin en önemli kazanımıdır. Silahların susmasıyla somutlaşan barış atmosferi, silahlı mücadele geleneğini sürdüren yapıları da etkiledi, son yıllarda silahlı eylemlerin azalmasına neden oldu. Çözüm süreci toplumda barış umutlarının gözle görünür bir şekilde artmasını sağladı.

Suriye’deki Esad diktatörlüğüne karşı başlayan isyan, acımasız bir iç savaş olarak devam ediyor. Giderek güçlenen El Kaideci örgütler, Esad karşıtı isyanın meşruiyetine gölge düşürüyor. Türkiye’nin Suriye’ye askeri müdahalesi veya çatışan taraflara silah desteği sağlaması kabul edilemez. Esad diktatörlüğünü yıkacak olan Suriye halkının mücadelesidir. Devletlerin bölgede egemenlik kavgası veya dışarıdan gelen silah ve insanlar değil.

Dünyanın yeni emperyal tasarımında bir bölge gücü olarak yer almak isteyen Türkiye, halen komşu devletler ve emperyal güçlerle çeşitli sorunlar yaşıyor. Mısır ve Suriye’deki gelişmelerle görünür hale gelen bu karmaşık ilişkiler ve sorunlar, Türkiye’yi sıcak bir çatışmaya bile sürükleyebilir. Ancak böyle bir müdahale ülkede ve bölgede büyük bir felakete dönüşecektir. Herhangi bir askeri müdahale, çözüm sürecinin kesilmesine ve çok daha büyük sorunlara yol açar. Suriye’ye bir dış müdahaleye, özellikle de Türkiye’nin müdahalesine sonuna kadar karşı çıkmalıyız.

Bugün dünyanın pek çok yerinde süren iç çatışmalara uluslararası savaş karşıtı hareketin gösterdiği tepkiler yeterli değil. Bu çatışmaların pek çok yerde din ve mezhep çatışmaları olarak görülmesi de, savaş karşıtı hareketin tepkisini zayıflatan bir durum.

2008’den itibaren yaşanan küresel ekonomik krizin de etkisi ile toplumsal muhalefetin uluslararası dayanışması giderek zayıfladı. Ekonomik krizlerin yıkıcı etkileri nedeniyle, toplumsal muhalefet hareketleri için kendi ülkelerindeki mücadeleler daha önemli hale geldi, hareketler içe kapandı. Buna paralel olarak savaş karşıtı hareketin de bir parçası olduğu Dünya Sosyal Forumları artık 5-6 yıl öncesinde olduğu kadar güçlü değil.

 

2014’te ne yapabiliriz?

Toplantının sonuç bölümünde Küresel BAK’ın geleceğini ve 2014 yılında yapılacak barış aktivitelerini, kampanyaları konuştuk. Öneriler ve yapılan değerlendirmeler bazı konularda ortaklaştı.

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu savaş karşıtı, barış yanlısı bir yapı olarak varlığını ve mücadelesini sürdürecek. Barış kültürünün gelişmesine yönelik ilkeli savaş karşıtı tutumuyla Türkiye’de ve Ortadoğu’da barışın sesini yükseltmeye olmaya devam edecek. Uluslararası kampanyaların buradaki ayağını örgütlemeye devam edecek.

Uluslararası barış hareketi 2014 yılında 1.Dünya Savaşının 100. yılını değerlendiren bir dizi konferans ve toplantı yapacak. Bugün Ortadoğu’da yaşanan pek çok sorunun da kaynağı olan suni sınırlar 1.Dünya Savaşı sırasında, Sykes-Pico antlaşması ile 1915 yılında düzenlenmişti. Yine Ermeni soykırımı 1915 yılında olmuştu. Bütün bu konuları kapsayan 1.Dünya Savaşının 100. Yılında yapılacak savaş karşıtı kampanyaya biz de katılacağız. 1.Dünya Savaşının 100. Yılı boyunca savaş karşıtı panel veya etkinlikler düzenlemeye çalışacağız. Barışa son veren Sykes-Picot antlaşmasının 100. yılıyla ilgili bir etkinlik ve açıklama yapacağız.

Kıbrıs’ta barış görüşmeleri yeni bir sürece girdi. İki toplumun ortak adımlarını ve barış sürecini destekliyoruz. Kıbrıs ve Yunanistan’dan savaş karşıtlarıyla ortak etkinlikler yapacağız.

Rojava hemen yanı başımızda önemli bir barış ve demokrasi deneyimi olarak önemini sürdürüyor. Buna sahip çıkacağız. Rojava’da barışın inşasında yardımcı olacağız.

Suriye’de süren kanlı savaşın bir an önce durdurulması, silahsız, şiddetsiz çözümlerin hayata geçirilmesi için çabalarımız devam edecek. “Silah değil ilaç” kampanyaları düzenleyecek, Türkiye’de çok zor koşullarda yaşayan Suriyeli göçmenlerle dayanışma kampanyalarına destek olacağız.

Türkiye’deki seçim süreci etrafında oluşan kutuplaşma bütün tartışmaların önüne geçti. Öyle ki barış adımları bile gündem oluşturamıyor. Seçimlerde parti ve adayların barıştan yana tutumlarını da önemli bir kriter olarak dile getireceğiz. TBMM’de savaş tezkerelerine onay veren partilere oy verilmemesi çağrısında bulunacağız.

Çözüm süreci her koşulda devam ettirilmelidir. Kürt özgürlük hareketinin barıştan yana tutumunu ve diyalog sürecini önemsiyoruz. Küresel BAK’ın da katkısıyla oluşturulacak barış heyetlerinin Öcalan ve Hükümet yetkilileriyle görüşme imkanı yaratılması için çaba göstereceğiz. Bu tür adımların barış ve çözüm sürecine destek için önemli bir katkı olacağına inanıyoruz.

Küresel BAK, başta İncirlik olmak üzere askeri üslerin kapatılması için, silahlanmaya yapılan harcamaların kısıtlanması için mücadele edecek. Militarizmin güçlü olduğu ülkemizde, barış kültürünün geliştirilmesine yönelik çabalarımız devam edecek.

Bu kapsamda, barış hareketinin deneyim ve birikimlerini de içerecek şekilde başlıklarını oluşturduğumuz “Barış Ansiklopedisi” çalışması önümüzdeki dönemin önemli etkinliklerinden biri olacak.

5 yıldır sürdürdüğümüz “Edebiyatta Savaş ve Barış Atölyesi” düzenli toplantılarla çalışmasını sürdürmeye devam ediyor. 2013-2014 döneminde “Ortadoğu edebiyatında savaş ve barış”ı inceliyoruz.

Hrant Dink davası “Adalet Nöbeti” ve 19 Ocak anmasına daha önceki yıllarda olduğu gibi aktif olarak katılacağız. Ermeni soykırımının yıldönümü olan 24 Nisan anmasına aktif olarak katılacağız. Ermenistan sınırının hala kapalı olması konusunda bir kampanya yapmayı değerlendireceğiz.

Nükleer karşıtı ve silahsızlanma kampanyalarına destek vermeye devam edeceğiz.

Kampanyalarımızı geliştirmek için Küresel BAK aktivistleriyle buluşmalarımıza devam edeceğiz.

 

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu Yürütmesi

 

12 Şubat 2014 – Hrant Dink Davası Basın Metini

Bir 19 Ocak daha geride kaldı. Öfkeyle, hüzünle, özlemle, acıyla geçen bir 19 Ocak daha. Bir ”yıl” daha. Gözlerimiz o balkona her takıldığında sanki seni de bir anda arkadan beliriverecek gibi hissettik bazen. Sonra hemen etrafımıza baktık, Agos’un önünde toplanan on binlere. Umutlanmalı mıydık? Belki de..

Ama öbür cephede pek de umut veren gelişmeler yok, doğrusunu istersen.. 7 yıldır saklanıyorlar Ahparig.. Birbirlerini kolluyor, işler sarpa sarınca aralarından birilerini ortaya atacak gibi yapıyor, sonra hemen geri çekiliyorlar. Belli ki tezgahı açık etmekle tehdit ediyorlar birbirlerini. Sonra yine susuyorlar. Merak ediyoruz Ahparig, bir zihniyet, bir gelenek daha ne kadar alçalabilir?

7 yıl, kah suskunlukla, kah devlet içindeki kanatların birbirini işaret etmesiyle geçti. Gayet iyi biliyoruz ki bu, aslında malum devlet geleneğinin bir devamıdır. Ortada ortaklaşa işlenen bir suç olduğunu bilmenin, ama onunla yüzleşmeyip, kurbanları labirentlerde dolandırma geleneğinin. O suçu, bir araç olarak kullanmanın.. Bütün eski inkâr edilen suçlardan güç almanın. Gerçek bir yüzleşmede varılacak yer, her şeyin üzerine bina edildiği devletin ta kendisidir. Derin ya da paralel değil, en sığ en bariz haliyle devlet. Bütün kademeleriyle bu cinayette pay sahibi devlet.

Ahparig, gördük ki, görüyoruz ki, perde arkasındaki oyuncular, tek bir kanattan ibaret değildir… Ve senin de son yazında işaret ettiğin, o “büyük güç” sayesinde işlenen bir cinayetti bu, aynı zamanda. O büyük gücün perde arkasında kalmaya devam ettiği her gün, biz de benzer bir tedirginlikle yaşamaya devam edeceğiz..

Sayın basın mensupları.. Yine “Vur” diyenlerden hesap sorulmadığı bir duruşmanın öncesindeyiz. Talebimiz açık ve nettir. Tetiğin arkasındaki nispet gibi terfi ettirilen bütün o eller bir an önce yargı önüne çıkarılmalı, yargılanması istenen kamu görevlilerinin tümü ile ilgili acil adımlar atılmalı, bu davanın hukuki değil siyasi olduğu gerçeğinden hareketle içinden geçmekte olduğumuz şu ikinci süreç kamuoyunu tatmin edecek biçimde yürütülmeli, dava devlet içindeki hesaplaşmalara kurban edilmemelidir.

Biz bu talebimizi her duruşmada, burada, bu meydanda söylemeye devam edeceğiz.. Hakikat inkâr edilemez hale gelene kadar devam edeceğiz. Biz bitti demeden bu dava bitmez… Biz dediğimiz, hükmünü çoktan vermiş vicdandır. Ayağının altına adalet zemini isteyen halktır.

Hrant Dink davası yakın tarihin bütün kirli oyunlarının ifşa edilebilme ihtimalidir. Ortak bir yüzleşme simgesidir. Bu sınavdan geçemeyen bir devletin meşruiyeti yoktur. Bu dava çözülmeden barış yoktur. Yedi yıldır o balkonun önüne, her günümüzde ve bu meydanda hep o yüzden aynı şeyi tekrarlıyoruz.

Biz bitti demeden bu dava bitmez.

 

Karin Karakaşlı

Hrant’ın Arkadaşları adına

 

4 Mart 2014 – Yazılı Basın Açıklaması Metini

NE İŞGAL, NE SAVAŞ, NE DE SOĞUK SAVAŞ!

Karadeniz’in kuzeyinde, hemen yanı başımızda çok tehlikeli bir savaşın ayak sesleri duyuluyor.

Ukrayna’da geçen ay yaşanan hükümet karşıtı gösteriler sonucunda eski devlet başkanı Yanukoviç’in Rusya’ya sığınmasının ve Batı yanlısı yönetimin işbaşına gelmesinin ardından ülkede savaşa ve bölünmeye yol açacak gelişmelerle ilgili haberler geliyor.

Önce Ukrayna’ya bağlı Kırım Özerk Cumhuriyeti Başbakanı Sergey Aksenov, çatışmaların yaşandığını, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’den bölgede barışı sağlamak konusunda destek istediklerini söyledi. Ukrayna’nın geçici devlet başkanı Turçinov, “Moskova’nın, Kırım’ı ilhak etmeyi amaçladığını” savundu. ABD Başkanı Obama ise Ukrayna’ya yönelik bir askeri harekâtın karşılığının olacağını söyledi ve bölgede gerilim üst boyuta yükseldi.

Rusya ekonomik, siyasi ve askeri nedenlerle Ukrayna’nın kendi etki alanının dışına çıkmasını istemiyor. Rusya Devlet Başkanı Putin, “Kırım’a yönelik askeri müdahale için Parlamento’dan yetki aldı ve bazı kritik noktalara asker sevkiyatı yapıldı. Şimdilik başkent Kiev’de kontrolü kaybetmiş olan Rusya, Kırım’da kendi ekinliğinde bir bölge oluşturmaya çalışıyor.

Türkiye hükümeti, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun açıklamalarıyla soruna ilgisiz kalamayacağını belirtti. Hükümetin Kırım Tatarları ile dinsel ve tarihsel bağları gerekçe göstererek meseleye ilk günden dahil olması, yine sınırlarımızın dışında bir maceraya mı giriyoruz sorularını gündeme getiriyor. Suriye’de olduğu gibi Kırım’da da Batı’nın çıkarları için harekete geçip, bir batağa saplanmak ihtimal dahilinde. Ukrayna’nın bütünlüğü konusunda ilkesel tavır aldığını belirten Türkiye’nin, Putin yönetimiyle de başta doğal gaz ihaleleri ve nükleer santral projeleri olmak üzere derin ekonomik ilişkileri var.

Bütün halklar gibi Ukrayna halkı da demokrasi, barış ve adil bir yönetimi hak ediyor. Hiçbir ülke, başka bir ülkeye demokrasi ihraç edemez. Adil ve demokratik bir düzen kurmayı halklar kendileri gerçekleştirebilir. Yeter ki emperyal müdahaleler ülkeleri savaş bataklığına sürüklemesin.

Rusya’nın şu veya bu gerekçeyle Kırım’a askeri müdahalesi, uluslararası hukuka, insan haklarına ve barışa aykırıdır. Böyle bir müdahale, bölgede sadece yeni acılara yol açacak bir iç savaşa davetiye çıkarmakla kalmaz, savaş bugün tahmin edemeyeceğimiz kadar geniş bir bölgeye yayılabilir.

ABD’nin ve AB’nin kendi etki alanlarını genişletmek amacıyla yaptıkları müdahaleler de masum değildir. Kırım ve Ukrayna’daki halklar kendileri için en doğru yönetim şeklini kendileri bulurlar.

Sonuçta Rusya, Türkiye, Avrupa Birliği veya ABD’nin Kırım’a müdahalesi bölge halkları için çok daha vahim sonuçlara yol açacaktır.

Biz savaş karşıtları olarak, öncelikle Türkiye hükümetini uyarıyoruz. Bölgede tek yol ve alternatif barıştır. Ne sıcak bir çatışma, ne de soğuk savaş bölge halklarının sorunlarını çözemez. Çatışmaları körükleyen din ve etnik kökenli söylemlerden kesinlikle uzak durmak gerekir.

Bölgemizi ve dünyayı yeni bir savaşın eşiğine getirebilecek bu tehlikeli gelişmelere karşı uluslararası savaş karşıtı hareketi ve halkımızı aktif bir şekilde savaşa karşı çıkmaya çağırıyoruz.

 

Faruk Sevim

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu yürütme kurulu adına

 

10 Mart 2013 – Küresel BAK Kampanya Çağrısı

Savaşın Yüzyılı Bitsin, Barışın Yüzyılı Başlasın!

safe_image.php2014 yılı, 1914 yılında başlayan Birinci Dünya Savaşının 100. Yıldönümü. Savaş ve Şiddet kültürünün egemen olduğu 20.yüzyılda, 1.Dünya Savaşının başladığı 1914 yılı önemli bir dönemeç olarak kabul edilir. Birinci Dünya Savaşında 1,8 milyar olan Dünya nüfusunun 600 milyonu doğrudan savaşla yüz yüze geldi, 70 milyon asker savaşa katıldı. Savaş ilk defa askerler arasında bir çatışma olmanın çok ötesine geçerek, sivil halkı doğrudan etkiledi, sivil halk savaşın içinde kaldı, hedef oldu. 1.Dünya Savaşında 24 milyon asker, 15 milyon sivil yaralandı, öldü veya kayboldu. İnsanlık tarihi o güne kadar daha büyük bir savaş görmemişti.Avrupa ve Asya’da devletlerin sınırları değişti, devletler yok oldu, yeni devletler ortaya çıktı, sömürgecilik tüm dünyaya yayıldı. Petrol bölgesi olan Ortadoğu doğrudan emperyalist ülkelerin denetimine girdi. Ortadoğu’da sınırlar tamamen emperyalist ülkelerin çıkarları için yeniden çizildi.

Bugün Ortadoğu’da yaşanan pek çok sorunun kaynağı olan suni sınırlar 1.Dünya Savaşı sırasında, Sykes-Pico antlaşması ile 1915 yılında düzenlendi. Yine Ermeni soykırımı 1915 yılında oldu. İlk devletler örgütü Cemiyeti Akvam, 1.Dünya Savaşı sonunda kuruldu. Faşizmin devlet yönetimlerine gelmesi yine bu savaş sonrası gerçekleşti.

20.yüzyıl bir savaş ve şiddet yüzyılı olmaya devam etti. 2.Dünya Savaşında, Çin, Vietnam, Kore Savaşlarında, Filistin’de, Bosna’da, Afrika’da, İran’da, Afganistan’da, Irak’ta, Suriye’de milyonlarca insan öldü ve yaralandı. 10 yıl önce Irak ve Afganistan’daki işgal ve savaş Ortadoğu ve yakın bölgelerinde gündemin en önemli maddesiydi, bugün bu iki ülkeye Suriye eklendi. Günümüzde bu üç ülkede de her gün onlarca, yüzlerce insan ölüyor, yaralanıyor.

20.yüzyıl aynı zamanda dünyadaki savaş ve şiddet karşıtı hareketlerin de güçlendiği bir yüzyıl oldu. Vietnam savaşı sürecinde yükselen barış hareketi, 2000’lerdeki savaş karşıtı hareketlerle devam etti. Pek çok ülkedeki barış hareketleri dünyada barışın ve adaletin hakim olduğu bir kültürün yerleşmesi için mücadele etti.

Uluslararası barış hareketi barışçıl ve adil bir dünyanın kurulabilmesi, barış kültürünün inşa edilmesi için 2014 yılında 1.Dünya Savaşının 100. yılını değerlendiren bir dizi konferans ve toplantı yapacak. Saraybosna’da barışçıl ve adil bir kültürün kurulabilmesi için 6-9 Haziranda bir araya gelecekler. 2014 Uluslar arası Barış Kampanyasının başlıca temaları:

Barış ve Sosyal Adalet

Barışçıl ve Şiddetsiz bir kültür

Toplumsal Cinsiyet, Kadın ve Barış

Yüzleşme

Militarizm ve alternatifleri

1.Dünya Savaşının 100. Yılında yapılacak savaş karşıtı kampanyaya biz de Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu olarak katılacağız. Kampanya boyunca savaş karşıtı panel veya etkinlikler düzenleyeceğiz.

Kampanya çerçevesinde 10 Mayıs’ta uluslar arası bir toplantı düzenlenecek.

Bu konferansta Türkiye’deki pek çok kişi için önemli olan dünyada büyük savaş denilen Birinci Dünya Savaşında neler olduğunu konuşacağız. Savaş öncesi, Osmanlı İmparatorluğunu savaşa sürükleyen olayları tartışacağız. Barışa son veren barış diye isimlendirilen savaşın sonundaki barış antlaşmalarını anlatacağız. Ama en önemlisi savaşın neden insanlar için yıkım olduğunu konuşup savaşsız bir dünya için neler yapabileceğimizi konuşacağız.

 

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu

 

19 Mart 2014 – Yazılı Basın Açıklamasının Metini

HDP’YE SALDIRILAR, NEWROZ, 30 MART: ŞİMDİ BARIŞA SAHİP ÇIKMA ZAMANI!

Polis şiddeti sonucunda yaralanıp, 269 gündür verdiği yaşam mücadelesini kaybeden 15 yaşındaki Berkin Elvan’ın ölümü hepimizi derinden yaraladı. Berkin’in cenazesinin kaldırıldığı gün Okmeydanı’nda Burak Can Karamanoğlu’nun, Dersim’de Ahmet Küçüktağ’ın ölüm haberleri geldi. Bütün kaybettiklerimizin ailelerine ve halkımıza başsağlığı dileriz. Ne yazık ki Türkiye topraklarının bir kısmı üzerinde 30 yıldır devam eden savaşta devlet şiddeti sonucu ölen 569 çocuğumuz daha var. Berkin Elvan’ın cenazesinin ardından yüz binler yürürken Ceylan Önkol’u ve Uğur Kaymaz’ı da andık.

Bu vesile ile bir kez daha savaşın, çatışmanın acı yüzünü gördük, barışın ne kadar önemli olduğunu hatırladık. Demokrasiden, barıştan yana umudumuzu her zaman korumalıyız.

Son günlerde aralarında Hrant Dink’in katillerinin, JİTEM kurucularının da bulunduğu barış düşmanı ırkçılar, darbeciler ve katiller hukuksal gerekçelerle serbest bırakıldı. Bu durum vicdanları yaralamakta, halkın adalet duygusunu rencide etmektedir. Barışa en çok ihtiyacımızın olduğu bu günlerde cezaevinden çıkan bu kişilerin ilk sözleri yine ırkçı açıklamalar ve “yaptıklarımızı yapmaya devam edeceğiz” şeklinde olmaktadır. Darbeciler, kirli savaşın yürütücüleri ve ırkçı katiller barışa meydan okuyorlar. Onlara barışa meydan okunamayacağı gösterilmelidir. Davalar bir an önce sonuçlandırılmalı ve hak ettikleri cezalara çarptırılmalıdır.

Barışı tehdit eden bir gelişme de son günlerde Türkiye’nin değişik yerlerinde, Halkların Demokratik Partisi binalarına, araçlarına ve üyelerine dönük sistemli saldırılardır. Seçim güvenliğini tehdit eden bu saldırılar, toplumda bölünmeye yol açmakta, halklar arasına düşmanlık tohumları ekmekte, 1 yıldır çeşitli zorluklara rağmen sürdürülmekte olan barış sürecine de zarar vermektedir.

Urla, Aksaray, Tekirdağ, Ordu, Giresun, Düzce, Sakarya, Fethiye gibi pek çok yerde yaşanan söz konusu saldırılar, günler öncesinden yapılan ırkçı çağrılarla devletin gözü önünde gerçekleşmektedir. Saldırıların tamamında sivil unsurlarla devlet görevlilerinin açık işbirliği gözlenmektedir. Bu saldırılara karşı önlem almak yerine, parti tabelasını söküp yerine bayrak asmak, Kürtlere yönelik saldırılara göz yummak gibi tutumlar, barış ve çözüm sürecine yapılan en büyük düşmanlıktır.

HDP’ye yönelik saldırıları kınıyoruz. Nefret suçu işleyen bu saldırganlar bir an önce yakalanmalı ve yeni saldırıların önüne geçilmelidir.

30 Mart seçimlerinde barış ve demokrasiden yana olan herkesi savaş tezkerelerine, savaş bütçelerine, nükleer santrallere evet diyen partilere ve adaylara değil, barışı savunan partilere ve adaylara oy vermeye, omuz vermeye çağırıyoruz. Çünkü savaş karşıtlarının, silahlanma ve nükleer karşıtlarının sesi yerel yönetimlerde de duyulmalıdır.

Türkiye ikinci bir Newrozu daha savaşsız geçirmeye hazırlanıyor. Barışa güçlü bir şekilde sahip çıkmak, barışın değerini göstermek için, başta savaş karşıtları olmak üzere tüm yurttaşlarımızı 21 Mart Newroz Bayramı kutlamalarına katılmaya davet ediyoruz.

Yaşasın halkların kardeşliği!

Biji aşiti! Yaşasın barış!

 

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu yürütme kurulu

 

22-23 Mart 2014 – Barış 2014 Etkinliği Hazırlık Toplantısı Raporu – Saraybosna 

Haziran 2014’te Saraybosna’da yapılacak Barış 2014 etkinliğinin dördüncü hazırlık toplantısı 22-23 Mart tarihlerinde Saraybosna’da yapıldı. Hazırlık toplantısında Almanya, İtalya, Belçika, Fransa, Avusturya, İngiltere, Türkiye ve Bosna-Hersek’ten pek çok barış organizasyondan katılımcılar vardı.

Toplantılar Saraybosna Belediye başkanı temsilcisi Dragana Solakovic ile yerel medya için bir basın toplantısı ile başladı. Basın toplantısında Barış 2014 etkinliğinin tanıtımı yapıldı.

Basın toplantısından sonra hazırlık toplantısı Barış 2014 etkinliğinin hazırlık komitesinin raporu ile devam etti. Raporda önce Barış 2014 etkinliğinin amacı anlatıldı. Hazırlık komitesini oluşturan barış organizasyonları burada barış etkinliği yapma fikrini nereden aldıklarını anlattılar. Birleşmiş Milletler 2001-2010 tarihlerini “10 yıllık barışçıl kültür” dönemi olarak ilan ettiklerinde hazırlık komitesi bunun sürekli olabileceğini düşünüp Saraybosna’da bu etkinliği organize etmeye başlamışlar. Saraybosna’ya gelip buradaki kurumlarla görüşmeler çok olumlu geçmiş. Hazırlık komitesinde yerel organizasyonlar, ulusal ve uluslararası kurumlar olarak birlikte çalışıyor. Almanya, İtalya ve Bosna-Hersek organizasyonları hazırlık komitesini oluşturuyor.

Barış 2014 etkinliğinin amacı dünya savaşının yıldönümünde tarihin anlatılması ve tartışılmasından çok barışçıl bir kültür inşası. Herkes bu yüzyılda ne kadar çok savaş çıktığını biliyor, özellikle 1990’larda Bosna ve çevresindeki savaşlar Avrupa’yı sarstı. Barış 2014 etkinliğinin amacı savaşın tek yönlü sorumlusunu bulmak değil, yüzleşme ve barışma yolları bulmak, bir daha aynı hataların yaşanmamasını sağlamak.

Şu anda dünyanın her yerinde savaşlar devam ediyor, medyaya çıkmayan savaşlar da var. Yoksulluk Avrupa’da bile problem olmaya başladı. İklim felaketleri, ekonomik krizler ve diğerleri bize böyle gidersek daha iyi bir dünyada yaşamayacağımızı söylüyor.

Barış 2014 etkinliğinin amacı savaşsız, şiddetsiz bir dünyanın nasıl kurulabileceğini tartışmak. Amacı herkes için barışçıl bir dünya inşa etmek. Etkinlik herkesin katılımcı olabileceği bir organizasyon olmaya çalışacak.

Barış, insan hakları ve diğer kurumlar olarak 100 yıllık faaliyetlerini anlatmak istiyoruz. Bazı yerlerde bu kurumlar başarılı olabildiler, bunların deneyimlerini paylaşmak istiyoruz.

Barış 2014 etkinliği, bölgedeki ve Avrupa’daki aktivistler arasında bir diyalog başlama noktası olabilir. Bölgedeki taban örgütlenmelerinin temsilcilerini bir araya getirip, deneyim paylaşmalarına olanak sağlamaya çalışacak. Bu etkinlik tek başına sorunu çözemez ama bir başlangıç noktası olabilir. Etkinlikte önemli olan şiddetsiz etkinlik deneyimlerini paylaşmak.

Ardından hazırlıkların ne aşamada olduğu tartışıldı.

İlk çalışmalara başlandığında hazırlık toplantısının bu kadar kalabalık olacağını hayal bile edilmemişti. Hazırlık toplantısının kalabalığı bile yol alındığını gösteriyor.

Etkinlik boyunca her gün toplantılar, kültürel etkinlikler, tartışmalar örgütlemeye çalışılacak. Saraybosna’dan pek çok belediye başkanı etkinliğe katılacak. Unesco, BM gibi yerlerden destek ve katılım bekleniyor. Atölyeler, konuşmacılar hala organize edilmeye çalışılıyor.

Barış 2014 etkinliği 6 Haziran’da başlayacak atölyelerden sonra 18.00’de açılış töreni yapılacak. Orada Nobel barış ödüllü alan sanatçılar, yazarlardan konuşmacılar olacak. 9 Haziran Pazartesi günü sabah atölyelerde tartışılan konular arasında bir koordinasyon sağlanmaya çalışılacak. Öğleden sonra kapanış töreni olacak. Cuma ve Cumartesi akşamları barış festivalleri olacak.

Cuma, Cumartesi ve Pazar günleri 5 tane yuvarlak masa toplantıları olacak. Bunların konuşmacıları hazırlık komitesi tarafından saptanacak. Bunların başlıkları: 1) Barışın ve Şiddetsiz hareketin Kültürü, 2) Cinsiyet, kadın ve Barış, 3) Barışma ve geçmiş ile yüzleşme, 4) Barış ve Sosyal adalet, 5) Militarizm ve alternatifler.

Daha sonra yurtdışından gelenlere Bosna-Hersek’teki protesto gösterileri hakkında bilgi verildi.

Yugoslavya dağıldıktan sonra yeni kurulan tüm cumhuriyetlerde problemler devam ediyor. Savaşlarda 100 binden fazla insan öldü. Ölenlerin bir kısmının cesetleri bile bulunamadı. Bosna-Hersek’te çok yoksul bir halk yaşıyor, çoğunluk işsiz ve hayatta kalmaya çalışıyor, eğitim sistemi çöktü. Politikacılar sadece yönetimde kalmak için uğraşıyor. Çok uzun bir süreden sonra sivil protestolara başlanabildi, sosyal güvenlik numarasının verilmesi için gösteriler başladı ve devam ediyor. Gösteriler ülkenin her yerinde etkili olmaya başladı. İnsanlar siyasi olarak güçlü oldukları için değil aç olduğu için protestolar yayılıyor. Halk kötü yönetimlerden bıkmış durumda.

Bu gösterilerde insanlar ilk kez kendileri için konuşmaya başladılar. Bu gösterilerde şiddete başvurmadan etkinliklere devam etmeye çalıştılar. Protestolar için tek doğru yolun şiddetsiz etkinlikler olduğu ortaya çıktı.

Bu açıdan 2014 Barış etkinliği çok önemli. Barış etkinliğinin sadece Saraybosna’da değil tüm Bosna-Hersek’te olması için çaba harcanmalı. Avrupa ve dünya deneyimleri paylaşılmalı.

Öğleden sonra yapılan oturumda 6-9 Haziran’da yapılacak atölyeler ve forumlar konuşuldu. Avrupa’nın pek çok ülkesinden çok farklı organizasyonlar onlarca atölye önerisi yapıldı. Atölye için başvurular Nisan sonuna kadar devam edecek. Etkinlik şimdiden atölye sayısı olarak Avrupa’da yapılan en büyük Barış etkinliği olma iddiasında.

Barış 2014 etkinliğinin amacı bir yandan onlarca atölye yapmak bir yandan da bu atölyelerde konuşulan şeyleri koordine etmek. Krizler ve savaşların yaşandığı günümüzde barışçıl bir dünya kurmak herkesten önce barış organizasyonlarının işi. Bu konuda neler yapılabileceğini tartışmak etkinliğin en önemli hedefi. Atölyeler ve forumların başlıkları ve konuşmacıları kesinleştikten sonra bu konuda ne tür adımlar atılabileceği tartışılacak.

 

Yıldız Önen

 

27 Mart 2014 – Yazılı Basın Açıklaması Metini

SURİYE’YE ASKERİ MÜDAHALEYE ve SAVAŞA HAYIR!

TSK, Türkiye hava sahasını 1 km ihlal ettiği gerekçesiyle bir Suriye savaş uçağını bombalayarak düşürdü. Pilotu uçağı terk ederek hayatını kurtardı. Resmi kaynaklar Suriye uçağının uyarıldığını söylüyor. Uluslararası kuruluşlar daha çok bilgiye ihtiyaç var diyor. Suriye iddiaları kabul etmedi. Sınır ihlali, zaten gergin olan bölgede böyle bir fiili saldırıya ihtiyaç olacak kadar ciddi miydi bilmiyoruz.

Üstelik bu aynı bölgede son günlerin ilk vahim hadisesi de değil. Suriye içinde bulunmasına rağmen Türkiye toprağı sayılan ve TSK korumasında olan Süleyman Şah türbesi büyük bir gerilime konu oldu. Esad rejimine karşı savaşan Irak Şam İslam Devleti adlı örgütün buraya saldırı planladığı basında yer aldı. Hemen ardından bu saldırıya karşı TSK’nın yapacağı operasyonun ayrıntılarını öğrendik.

Bütün bunların 30 Mart seçimlerine günler kala yaşanması ise savaş kışkırtıcılığına kadar varan irkiltici söylemlerin miting meydanlarına taşınmasına neden oldu.

Hükümeti Suriye’ye karşı her türlü askeri müdahaleden, bölgede savaşı kışkırtacak girişimlerden kesinlikle uzak durmaya çağırıyoruz. Bölgede ve Suriye’de silahlı güç gösterilerine değil, şiddetsiz çözümlere ve barışa ihtiyaç var.

Bütün bu gelişmeler Türkiye’nin adım adım Suriye’deki iç savaşa çekilmekte olduğu kuşkusunu da yaratıyor. Üstelik bu konu üzerine bizzat Başbakan tarafından seçim meydanlarında gündeme getirilen hamaset hepimizi tedirgin ediyor.

Suriye’deki rejimin ülkedeki ayaklanmayı bastırmak için yarattığı yıkım ve işlediği insanlık suçları bir gerçektir ama bunlar askeri bir müdahalenin gerekçesi yapılamaz. Suriye’deki ve Ortadoğu’daki diktatörlükler elbette yıkılacak ve yerlerine demokratik yönetimleri kurulacaktır ama bu dönüşümler o ülkelerdeki halkların kendi inisiyatifi ile olacaktır.

Savaş ihtimali, tehdidi ve söylemi günlük politikanın seçim malzemesi yapılamaz. Haber bültenlerini askeri bültene çeviren gazete ve TV’leri sorumlu davranmaya çağırıyoruz.

Hükümet Suriye konusunda olumlu bir adım atmak istiyorsa, sokaklarda yaşam mücadelesi veren yüz binlerce Suriyeli mülteciye sahip çıksın.

Savaş insanlık suçudur. Hiç bir şekilde olumlanamaz. Savaş hiç bir soruna çare de olmaz. Türkiye ve Ortadoğu bu acıyı 100 yıldır yaşıyor. Yeni acılara yol açacak adımlara hiç kimse heveslenmesin.

Suriye’ye askeri müdahaleye ve savaşa hayır!

 

Şengül Çifci

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu adına

 

18 Nisan 2014 – Hrant Dink Davası Basın Metini

Devlete hakim olmak için yapamayacakları şey, kullanmayacakları silah yok. Hrant Dink cinayeti bu savaşta her iki siyasi çizgi tarafından da diğerine karşı silah, bir tehdit unsuru olarak kullanılıyor” dedi.

“Bu tablo her iki siyasi gelenek için de utanç vericidir ya da daha doğrusu utanç verici olmalıdır. Bu tablonun bize gösterdiği şey şudur: Devlet özünde değişmemekte ama giderek daha da pervasız, daha da yüzsüz olmaktadır”

“Üstelik bu hesaplaşmanın sonuçlarından biri olarak, Hrant Dink’i hedef gösteren ve cinayete giden süreçte yol gösterici rol oynayanlar tahliye edilmiştir. Şimdi bu zatlar, iktidar savaşlarında AKP’nin safına geçerek yeniden devlet içinde konuşlanmaya başlamışlardır. Kısacası devlet fabrika ayarlarına geri dönmüş, üç devlet geleneği aynı ortak paydada buluşmuştur”

“Hrant Dink’i kimin öldürdüğünü, sorumluların neden bir türlü ortaya çıkmadığını, 1915’te olanların hala nasıl inkar edildiğini bir kez daha anladık”

“Şu yedi yılda gerek dava sürecinde gerekse siyasi iklimde çok şeye tanık olduk. Hava bir kez daha döndü. Güya bahara giriyoruz ama hava hala soğuk ve puslu. Gerçek bir bahar gelene kadar biz burada olmaya, ‘Buradayız Ahparig’ demeye devam edeceğiz. Biz bitti demeden bu dava bitmez!

 

Cüneyt Cebenoyan

Hrant’ın Arkadaşları adına

 

23 Nisan 2014 – Ermeni Soykırımı Anma Çağrısı

Bizler, 2005’ten bu yana kapalı alanlarda, 2010’dan bu yana da kamuya açık alanda 24 Nisan Ermeni Soykırımı’nı anma etkinlikleri düzenlemekteyiz.

İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi, Irkçılık ve Ayrımcılığa Karşı Komisyon ile Irkçılığa ve Milliyetçiliğe DurDe Girişimi bugüne kadar her yıl iki ayrı yerde anma düzenlemiş, her iki çevre de birbirinin anma etkinliklerine katılmakla birlikte, anmayı bütün güne yaymak açısından da farklı yerlerde anmalara devam etmiştir.

Ermeni Soykırımı’nın 100. yılına yaklaştığımız 2014 yılında Soykırım anmasını 24 Nisan’da, İnsan Hakları Derneği Genel Merkezi ile DurDe Girişimi olarak ortak bir çağrıda bulunmayı, Soykırım inkârına son vermek ve Soykırımın devlet ve toplum katında tanınması çalışmalarına ivme katmak açısından ileri bir adım olarak görmekteyiz.

24 Nisan 1915’te başlayan İstanbullu Ermeni toplumunun önde gelen kişilerinin tutuklanma süreci nedeniyle 24 Nisan, Ermeni Soykırımını temsil ediyor ve tüm dünyada Ermeni Soykırımı’nı anma günü olarak kabul ediliyor. Bizler, 1915-1916 yıllarında aynı süreçte, aynı coğrafyada yaşanan Seyfo, yani Süryani Soykırımı ve Anadolulu Rumlara yönelik Soykırımın kurbanlarını da hep birlikte anmak üzere, Soykırım inkârına karşı tüm kuruluş ve kişileri 24 Nisan 2014, Perşembe günü bizlere katılmaya davet ediyoruz.

 

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ GENEL MERKEZİ

IRKÇILIĞA VE MİLLİYETÇİLİĞE DURDE GİRİŞİMİ

 

30 Nisan 2014 – Yazılı Basın Açıklaması Metini

Mısır’da darbeciler insanlık suçu işliyor: İdam Cezalarına Hayır!

Mısır’ın halkoyu ile seçilen ilk cumhurbaşkanı Muhammed Mursi, 3 Temmuz 2013 tarihinde bir askeri darbe ile devrildi. Darbe sonrası çıkan olaylarda askerler tarafından halka ateş açıldı. Mursi’yi destekleyen 2000’den fazla gösterici, askerler ve polisler tarafından öldürüldü. Olaylar sırasında ayrıca binlerce gösterici ve darbe karşıtı tutuklanarak cezaevlerine konuldu. Bağımsız kaynaklar Mısır cezaevlerinde 16 bin siyasi tutuklu olduğunu bildiriyor. Yapılan göstermelik mahkemelerle darbe karşıtları ve muhalifler ağır cezalara çarptırılıyor. Sonuçlanan iki davada 1000’den fazla kişiye idam cezası verildi.

Darbe karşıtı protestolar sırasında 1 polisin öldüğü Minya kentindeki olaylarla ilgili davada 528 kişiye verilen idam cezasının ardından, aynı mahkeme bu kez de “şiddete teşvik ve karakollara saldırı” ile suçlanan 683 kişiye daha idam cezası verdi.

Mahkeme, ilk kararından 491’ini müebbet hapse çevirirken 37 idamın onaylandığını açıkladı. Hukuka aykırı bir yargılama sonucu verilen bu cezalar önümüzdeki günlerde yüzlerce insanın hayatını sonlandırabilecek. Bu bir katliam girişimi ve ağır bir insanlık suçudur.

Adil yargılanma hakkı İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinde tanımlanmış en temel haklar arasındadır. Oysa Mısır’daki darbe mahkemelerinde hukukun en temel prensibi olan, savunma hakkının kullanımına bile izin verilmemektedir. Hatta henüz tutuklanamayan bazı sanıklara savunmaları alınmaya gerek görülmeden ceza verilmektedir. Dünyanın birçok ülkesinde gösterilen tepkilere rağmen, Mısır adaleti kararların ölçüsüzlüğü konusunu izah etme ihtiyacı bile hissetmemektedir.

İnsanlık ve küresel adalet ağır bir tehdit ile karşı karşıya. Mısır mahkemelerinin verdiği idam kararlarının bir an önce iptal edilmesini talep ediyoruz. Dünyanın neresinde ve sebebi ne olursa olsun idam cezası cinayettir.

Mısır’da işlenen insanlık suçları bütün Ortadoğu’ya yayılacak yeni acılara yol açacaktır. Tüm savaş karşıtlarını ve halkımızı zulme karşı Mısır halkının yanında olmaya çağırıyoruz.

Küresel mücadele ve dayanışma günü 1 Mayıs’ta barış ve adalet mücadelesinin sesini yükseltmek için alanlarda olacağız.

 

Faruk Sevim

Küresel BAK Yürütme Kurulu Adına

 

15 Mayıs 2014 – Yazılı Basın Açıklaması Metini

SİLAHA DEĞİL İŞ GÜVENLİĞİNE BÜTÇE

Manisa’nın Soma ilçesinde yaşanan maden faciasında şimdiye kadar gelen haberlere göre 282 vatandaşımızı kaybettik. Ölü sayısının daha da artmasından endişe ediyoruz. Faciada ölenlerin ailelerine başsağlığı dileriz.

Başbakan Erdoğan dün yaptığı açıklamada yaşanan facianın normal olduğunu, örneğin Çin’de 1942 yılında büyük bir kaza olduğunu söyledi. Ama dünyada en çok kömür üreten Çin’de maden kazalarında ölümün oransal olarak Türkiye’den 5 kat daha az olduğunu söylemedi.

Yaşadığımız facianın aslında bir iş kazası değil, cinayet olduğunu çeşitli bilgilerden anlıyoruz. 1984 yılında devletten özelleştirme yolu ile “Maden ocağını”  alan firmanın sahibi geçtiğimiz yıl şöyle dedi; “Devlet kömürün tonunu 140 dolara mal ediyordu, biz 24 dolara mal ediyoruz.”

Bu söylem gösteriyor ki, indirilen maliyet, cinayetin başlıca sebebi. Elbette yeterli denetimleri yapmayan devlet de facianın diğer suçlusudur.

Türkiye son yıllarda giderek silahlanmaya daha fazla para harcayan bir ülke konumuna gelmekte. Son olarak TSK ihtiyaçları için F-35 savaş uçakları, savaş gemileri, AWACS gözlem uçakları, nakliye uçakları, savaş helikopterleri, füze sistemleri vb. siparişler verildiğini biliyoruz.

Bütün bu siparişlerin toplam bütçesi en az 20 milyar dolar. Yıllık bütçemizde askeri harcamalara, silahlanmaya ayrılan pay yaklaşık 40 milyar dolar. Yeni siparişlerle 60 milyar doları bulabilecek bu bütçe Türkiye’yi bir savaş ülkesi konumuna getiriyor.

Halbuki insanlarımızı korumak için önümüzde yapabileceğimiz çok daha somut görevler var. Her yıl iş kazalarında ortalama 1300 insanımız ölüyor. Ama örneğin Avrupa’daki iş güvenliği önlemlerini Türkiye’deki iş yerlerinde uygulasak bu sayı en fazla 100 olacak. Yani 1200 insanımızın hayatını kurtaracağız. Bunun için gereken milyarlarca dolardan çok daha az bir bütçe ve bir de kamu denetiminin doğru yapılmasıdır.

İlerde olabilecek hayali bir savaş için her yıl milyarlarca dolar harcıyoruz. Ama her yıl 1200 insanımızı ölümden kurtarmak için hiçbir şey yapmıyoruz. Para harcamanın ötesinde, denetim bile yapmıyor. Daha fazla üretim, daha fazla kar için insanlarımızı ölüme yolluyoruz.

Artık buna bir son verelim. Daha fazla insanımızı iş cinayetlerinde kaybetmek istemiyoruz. Silahlanmaya değil, insana, onun güvenliğine yatırım yapalım.

 

Fatma Yörür

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu yürütme kurulu adına

 

21 Mayıs 2014 – Türkiye Barış Meclisi Basın Toplantısı

“Türkiye Barış Meclisi, 10 Mayıs 2014 Cumartesi günü İstanbul’da toplumun farklı kesimlerinden kanaat önderleri, akademisyen, yazar ve barış savunucularının katılımıyla ‘Barış İçin Şimdi Ne Yapılmalı’ başlıklı iki oturumdan oluşan bir istişare toplantısı gerçekleştirdi.  Doç. Dr. Ayşen Candaş’ın moderatörlüğünü yaptığı birinci oturumunda Prof. Ferhat Kentel, ‘barış/çözüm penceresinden’ bir süreç değerlendirilmesinde bulundu. Türkan Uzun’un moderatörlüğünü yaptığı ikinci oturumunda Hüsnü Öndül, ‘belirsizliği ve güvensizliği giderecek politikalar’ konusunda sunum yaptı. Toplantının son konuşmacısı Murat Çelikkan ise yapılan önerileri tasnif ederek heyete sundu.

Toplantıya Katılan Davetliler: Akın Özçer, Altan Öymen, Ayşen Candaş, Ayhan Ogan, Ayşegül Doğan, Bekir Berat Özipek, Bülent Küçük, Büşra Ersanlı, Celal Korkut Yıldırım, Cevat Öneş, Cuma Çiçek, Ekrem Bilek, Emine Uçak, Erol Katırcıoğlu, Esra Mungan, Evren Balta, Engin Sustam, Fatih Polat, Ferhat Kentel, Feyza Akınerdem, Gençay Gürsoy, Hayko Bağdat, Hüsnü Öndül, İbrahim Betil, Maya Arakon, Meryem Koray, Merve Özdemirkıran, Murat Çelikkan, Mustafa Paçal,  Necdet İpekyüz, Nil Mutluer, Nükhet Sirman, Osman Kavala, Ömer Faruk Gergerlioğlu, Ruşen Çakır, Şemsa Özar, Seyfi Öngider, Turan Sarıtemur, Ufuk Uras, Yüksel Taşkın, Zeki Kılıçaslan, Ziya Halis.

 

SONUÇLAR:

Bizler, barışın siyasi partilere olan mesafemizle ilişkilendirilmeksizin, siyasi tercihler üstü ve toplumsal bir siyaset haline getirilmesinin yaşamsal olduğunu vurgulamak istiyoruz.

Bu çerçevede ortaklaştığımız birincil konu, Türkiye’nin en önemli gündem maddelerinden biri ve içinden geçtiğimiz dönemin en önemli adımı olan Kürt meselesinde çözüm/barış sürecinin geri dönülemez bir süreç olduğudur.

Bu nedenle Barış Meclisi ve katılımcıları olarak, sürecin sağlıklı ilerleyebilmesi için hızla güven artırıcı önlemler alınması gerektiğini hatırlatmak istiyoruz.

Sürecin bir güvenlik sorunu olarak algılanıp yürütülmesinin, sürecin toplumsallaşması önünde en büyük engellerden biri olduğuna inanıyoruz.

Barış yanlıları olarak bir an önce İmralı’da yapılan görüşmelerin yasal çerçevesi belirlenmiş müzakere aşamasına taşınması ve sürecin mümkün olduğu kadar şeffaflaştırılması gerektiği inancındayız.

Sürecin sekteye uğramaması ve kalıcı çözüme yönelmesi için öncelikli olarak alınması gereken önlemleri şöyle sıralayabiliriz:

Güven Artırıcı Politikalar Hemen Hayata Geçirilmeli

•       Milli İstihbarat Teşkilatı’nın görüşmeyi sürdüren tek aktör olarak görülmesi, toplumsal, kültürel, hukuki, vicdani, siyasal ve ekonomik boyutları olan sorunun güvenlik meselesinden ibaretmiş gibi algılanmasını güçlendirmektedir. Süreç hızla yasal çerçevesi belirlenmiş bir müzakereye dönüştürülmeli ve mümkün olduğu kadar şeffaflaştırılmalıdır.

•       Çözüm sürecinde TBMM etkin hale getirilmelidir.

•       Başta CHP olmak üzere, siyasi partiler de yapıcı bir rol üstlenmelidirler.

•       Abdullah Öcalan’ın temasları MİT ve HDP temsilcileriyle sınırlanmamalı, daha geniş kesimlerle, toplumun kanat önderleriyle ve STK temsilcileriyle görüşmesi sağlanmalıdır.

•       Bu çerçevede gözlemci işlevi görecek mekanizmalar inşa edilmelidir.  Akil İnsanlar Heyeti çalışması değerlendirilerek benzeri bir yapının tekrar devreye sokulması hem sürecin toplumsallaşması, hem de çıkabilecek sorunlarda uyuşmazlık ve aksamaların giderilmesi açısından işlevsel olabilir.

.    Türkiye Barış Meclisi gibi sivil toplum kuruluşlarının çözüm sürecini daha etkin izlemeleri ve gelişmeleri toplumla paylaşmaları gerekmektedir.

•       Siyasi aktörlerin zaman zaman barış dilinden uzaklaşmaları toplumsal kutuplaşmayı artırıcı etki yapmaktadır. Bu bağlamda ötekileştirici, dışlayıcı, düşmanlaştırıcı, duygusal kırılmalar yaratıcı, sürece olan inancı yıpratıcı dil ve tutumlardan uzaklaşılmalıdır.

•       Çözüm Sürecinde güven arttırıcı adımlar bağlamında 163’ü ölüm aşamasında olan 500 hasta tutuklunun tahliyesi, hem insan onuruna yaraşır bir tutumun, hem de hasta haklarına saygının bir gereği olacaktır.

Barışın Kalıcılaşması ve Sürecin çatışmasızlıktan tam çözüme evrilmesi için

•       Başta anadilde eğitim olmak üzere kültürel hakların kullanılmasının bir ihsan değil, tüm yurttaşlar açısından bir hak olduğunun kabul edilmesi;

•       Çözümün kolaylaşması ve kalıcılaşması bakımından, sivil ve demokratik anayasa hazırlıkları sürdürülmeli, bu yapılırken aynı zamanda TBMM’de üzerinde uzlaşılmış maddeler bir an evvel yasalaştırılmalıdır.

•       Siyaset yapmanın önündeki engellerin kaldırılması; temsilde adalet ve yüzde 10 barajının kaldırılması gibi siyaset alanında özgürlükleri artırıcı reformların gerçekleştirilmesi,

•        Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na konulan çekincelerin kaldırılması ve bunun Türkiye için öneminin topluma anlatılması;

•       BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne konulan çekincelerin kaldırılması;

•       Geçici Köy Koruculuğu uygulamasına bir an önce bir plan ve program dâhilinde son verilmesi;

•       Bölgede, Suriye’de özellikle de Rojava’daki, yani yurtiçindeki ve yurtdışındaki gelişmeleri aynı anda dikkate alan bir barış ve çözüm politikasının izlenmesi;

•     Savaşın mağduriyetini ağır ve yakından yaşamış olan kadınların barış sürecine aktif katılımlarının sağlanmasının, barışın en önemli güvencelerinden biri olacağına inanıyoruz.

Türkiye’de yaşayan farklı halklardan, farklı etnik kimlik ve siyasi görüşlerden gelen bizler barışın vazgeçilmez olduğu inancındayız. Bunun için atılacak adımlar Türkiye’de kutuplaşmanın da geride bırakılmasını getirecektir. Kuvvetle ve kararlılıkla inanıyoruz ki Türkiye’nin barıştan başka şansı yoktur.

 

11 Haziran 2014 – Yazılı Basın Açıklaması Metini

BARIŞ İÇİN HERKESE GÖREV DÜŞÜYOR

Uzunca bir süredir Kürt illerinde karakol-kalekol yapımlarına karşı halk tepki gösteriyor. Bu tepkinin yöneticiler tarafından görülmesi, anlaşılması gerekirken, Cumartesi günü protesto gösterisi yapanların üzerine askerler tarafından ateş açıldı ve 2 yurttaşımız hayatını kaybetti.

Barış sürecini provoke eden derin devlet yapılarına karşı uyanık olmalıyız. Herkesin gözbebeği gibi bakması gereken bir Barış ve Çözüm Sürecinin içinden geçerken yapılan bu katliamı protesto ediyoruz. Sorumlularının biran önce tespit edilmesini ve yargılanmasını talep ediyoruz.

Dağa çıkan çocuklar konusu da son günlerde kamuoyunun önemli bir gündem maddesi oldu. Çocuğunun savaş ortamlarından uzak olmasını istemek her anne babanın hakkıdır. Hiçbir anne baba, çocuğunun savaşçı olmasını istememesi nedeniyle suçlanamaz. Bütün çocuklar bir an önce savaş ortamlarından uzaklaştırılmalı, anne babalarına teslim edilmelidir.

Biz Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu olarak sadece çocukların değil, yetişkinlerin de savaştan uzak durmasını, barış içinde kardeşçe yaşamalarını istiyoruz. Zorunlu askerliğe karşıyız, Vicdani ret hakkının önemli bir insan hakkı olduğunu savunuyoruz.

Barış ve çözüm sürecinde ortaya çıkabilecek pek çok sorun, her iki tarafın da çabaları ile çözülecektir. Bölgede savaşı körükleyen kalekol-karakol yapımlarının bir an önce durdurulması gerekir.

Hükümet yetkililerinin üstü kapalı da olsa açıkladığı gibi, bir Toplumsal Barış Yasasının çıkarılması, dağdakiler, yurt dışındakiler, cezaevindekiler dahil tüm Kürtlerin kendi evlerine dönmesi, yasal siyasete katılmasının sağlanması sürecin en önemli adımıdır.

Hepimiz enerjimizi, dikkatimizi, gücümüzü bu sorunun bir an önce, barış, eşitlik ve kardeşlik temelinde çözülmesi için harcamalıyız.

 

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu Yürütme Kurulu

 

20 Haziran 2014 – Yazılı Basın Açıklaması Metini

CUMHURBAŞKANI BARIŞIN, EŞİTLİĞİN VE ÖZGÜRLÜKLERİN GÜVENCESİ OLMALIDIR

Cumhurbaşkanlığı seçimi tartışmaları isimler üzerinden devam ediyor ama daha doğru yöntem Cumhurbaşkanı adayında aradığımız kriterlerin konuşulmasıdır.

Savaş karşıtları olarak, Cumhurbaşkanı adayında aradığımız en önemli kriterler şunlar olacak:

Cumhurbaşkanı askeri harcamaların azaltılmasından yana ve militarizme karşı olmalıdır. Çünkü Türkiye son yıllarda giderek silahlanmaya daha fazla bütçe ayıran bir ülke konumuna gelmektedir. Son olarak F-35 savaş uçakları, savaş gemileri, AWACS gözlem uçakları, nakliye uçakları, savaş helikopterleri, füze sistemleri vb. siparişler verileceği duyurulmaktadır. Bu silahlanma çabaları hiç de hayra alamet değildir. Halkın parası silahlanmaya harcanarak çarçur edilmekte, hem de bölge ülkelerine karşı silahlı müdahale hazırlıklarının yapılmakta olduğu algısına yol açmaktadır. Cumhurbaşkanı her türlü yetkisini kullanarak, silahlanmaya dur demeli, barışçı bir dış politika izlenmesini sağlamalıdır.

Cumhurbaşkanı daha fazla demokrasi için girişimlerde bulunmalıdır. Çünkü Türkiye hala 1982 yılında darbeci generaller tarafından hazırlatılan anti demokratik bir Anayasa ile yönetiliyor. Geçen yıllarda bazı önemli düzeltmeler yapıldıysa da Anayasa’nın anti demokratik başlangıç hükümleri varlığını koruyor. Seçilecek Cumhurbaşkanı özgürlükleri artıracak yeni bir anayasa için çaba göstermelidir.

Cumhurbaşkanı Kürtlerin eşit vatandaşlığını savunmalı ve hayata geçirilmesi için çaba göstermelidir. Bin yıldır bu topraklarda birlikte yaşayan Kürt ve Türk halklarının aralarındaki ilişkinin gelinen süreçte hukuksal bir zemine oturtulması çok önemli bir konudur. İçinde olduğumuz barış süreci seçilecek Cumhurbaşkanı için elverişli bir ortam sunuyor. Çatışmasız geçen yaklaşık iki yılın heba edilmemesi için süratle gerekli yasal alt yapı oluşturulmalıdır. Kürtlerin acil talepleri olan; anadilde eğitim, yerel yönetimlere daha fazla özerklik ve Öcalan dahil tüm Kürt siyasetçilere yasal siyasete katılma koşullarının sağlanması hayata geçirilmelidir.

Cumhurbaşkanı Türkiye’de yaşayan gayrimüslimlerin haklarını korumalı, tarihsel acıları hatırlamalı ve hatırlatmalıdır: Bu topraklarda yaşayan gayrimüslim azınlıklar tarihsel olarak çeşitli acılar yaşadı, katliamlara, soykırımlara, tehcirlere ve haksızlıklara uğradı. Bu olaylarda zarar görenlerden özür dilenmesi, tazminat dahil gasp edilen hakların iade edilmesi, sorumluluğu olanların teşhir edilmesi için atılacak adımlar en başta Cumhurbaşkanı’nın sorumluluğundadır.

Cumhurbaşkanı inanç özgürlüğünün güvencesi olmalıdır. Anadolu etnik kökenlerin olduğu kadar aynı zamanda inançların da mozaiğidir. Cumhurbaşkanı her türlü din ve inançtan kişilerin, özellikle de Alevilerin ibadetlerini tam bir özgürlük içinde yapmasını savunmalı, bunun için gerekli koşulların oluşturulmasına çalışmalı, aynı zamanda inançsızların da özgürlüğü olduğunu kabul etmelidir.

Cumhurbaşkanı çevre duyarlığına sahip olmalıdır: Küresel ısınma ve yaklaşan iklim felaketine karşı hükümetlerin alması gereken çok önemli tedbirler var. Türkiye’nin bu konularda acil olarak atması gereken adımlar var. Cumhurbaşkanı hükümetin çevreye duyarlı bir politik çizgi izlemesini denetlemeli ve sağlamalıdır.

Cumhurbaşkanı emekçilerin taleplerine duyarlı olmalı, neo-liberal işçi düşmanı politikalara karşı olmalıdır: Bugün Türkiye’de toplam yirmi sekiz milyon çalışabilir kişi içinde on yedi milyon işçi, beş milyon köylü, beş milyon da kendi işini yapan emekçi var. Yani Türkiye’de bir milyon işverene karşılık, yirmi yedi milyon işçi, köylü, emekçi var. Buna karşılık sendikalı işçi sayısı bir milyon. Ücretli çalışanların yaklaşık yarısı asgari ücret alıyor. Dört kişilik bir ailenin yoksulluk sınırını aşması için gereken gelir, asgari ücretin beş katı. İş kazalarında Avrupa’da birinci, Dünya’da üçüncüyüz. Seçilecek Cumhurbaşkanı bu adaletsizliklerin en aza indirilmesi için çaba göstermeli, özelleştirmelere karşı olmalı, sosyal devletten yana olmalıdır.

Cumhurbaşkanı nefret söylemi kullanmamalı, kendisi gibi düşünmeyenleri ötekileştirmemelidir. İcraatlarını basınla, toplumla paylaşmalı, toplumsal mutabakatı oluşturacak adımlar atmalı, özellikle ülkenin toplumsal yaşamını etkileyecek kararlarında şeffaf olmalıdır. Cumhurbaşkanı toplumsal barışı sağlayacak adımları atma iradesinde olmalıdır.

Cumhurbaşkanı tüm toplumu kapsayıcı olmalıdır. Toplumun kutuplaşması üzerinden siyaset üretilen, kısır çekişmelerin egemen olduğu bir süreçten geçiyoruz. Ülkenin ve halkın geleceğini belirleyecek pek çok konu, olması gerektiği gibi tartışılamamakta, çözümler değerlendirilememektedir. Bu durumun aşılması için, öncelikle Cumhurbaşkanının her kesimle diyalog kurabilen, demokrat, uzlaştırıcı ve şeffaf bir kişiliğe sahip olması gerekir. Toplumsal barış ortamı en başta Cumhurbaşkanının tüm toplumsal kesim ve hassasiyetleri kapsayıcı bir kişilik olması ile sağlanabilecektir.

Bu temel kriterlere sahip bir kişinin önce Cumhurbaşkanı adayı, sonra da Cumhurbaşkanı olması için çaba göstermeliyiz.

 

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu

 

16 Temmuz 2014 – Yazılı Basın Açıklaması Metini

12 Haziran’da kaybolan 3 İsrailli gencin, öldürülmüş olarak bulunmasının ardından, İsrail’in Filistin’in Gazze bölgesine yaptığı saldırılarda, 8 Temmuz’dan bugüne kadar 200’e yakın Filistinli hayatını kaybetti. 1500’e yakın kişi yaralandı. Gazze’de ölenlerin çoğunluğu sivil ve bunların 36’sı da çocuk. Çatışmalar sırasında askerlere yiyecek götüren bir İsraillinin de yaşamını yitirdiği açıklandı.

Katliama dönen saldırının 8. gününde hava akınlarının devam edeceğini açıklayan İsrail ordusunun Gazze’nin kuzeyine yaptığı “Bölgeyi tahliye edin” uyarısının ardından binlerce Gazzeli evlerini terk ediyor.

En son 2012 yılı Kasım ayında Gazze’ye saldıran İsrail, 158 kişiyi öldürmüş, dünya kamuoyunun tepkisi ve Filistinlilerin beklenmeyen direnişi sonucu çekilmek zorunda kalmıştı.

İsrail, kaybolan gençlerin öldürülmesinin aydınlatılması ve faillerinin bulunması için Filistinli yetkililerle işbirliği yapmak yerine, ambargo ve işgal nedeniyle çok zor koşullarda yaşamlarını sürdürmeye çalışan Filistinlileri adeta yok etmeye çalışmaktadır.

Nasıl ki evden çıktıktan sonra kaçırılarak vahşice öldürülen Filistinli gencin ölümünden bütün İsrail halkı sorumlu tutulamazsa, henüz nasıl ve kimler tarafından öldürüldüğü belli olmayan 3 İsrailli gencin ölümünden de tüm Filistin halkı sorumlu tutulamaz, topluca bir cezalandırma yöntemine gidilemez.

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu olarak, İsrail’in Gazze’ye yönelik hava saldırıları nedeniyle yaşanan can kayıplarından derin üzüntü duymaktayız. Filistin halkının acısını paylaşıyoruz.

İsrail’in, Filistin’i topluca cezalandırmak amacıyla gerçekleştirdiği saldırıları kınıyoruz. Barış ve adaletten yana herkesi bu saldırıya karşı tutum almaya çağırıyoruz.

Diyalog dışındaki yaklaşımların bölgeyi yeni bir şiddet sarmalına sokacağı ve bunun yeni nefret tohumları ekeceği unutulmamalıdır.

Yetkilileri uluslararası kuruluşlar nezdinde Gazze’ye ve Filistin halkına yönelik saldırıların sona erdirilmesi için çaba göstermeye çağırıyoruz.

 

Faruk Sevim

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu yürütme kurulu üyesi

 

17 Temmuz 2014 – Hrant Dink Davası Basın Metini

7 yıllık bir mücadelenin ardından devletin o koca ve ağır kapısı bir parmak aralandı. Cinayette kusuru olduğu düşünülen ancak soruşturma izni verilmeyen 24 kamu görevlisinden 8’i için mahkeme yolu açıldı. Haklarındaki “kovuşturmaya yer yoktur” kararı iptal edildi. Şimdi beklenen, gereken, ilk olarak o dönem İstanbul Emniyeti’nde görev yapan 8 kişi, yani dönemin İstanbul Vali Yardımcısı Ergun Güngör, dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, dönemin İstanbul Emniyeti İstihbarat Şube Müdürü Ahmet İlhan Güler ve 6 polis memuru için dava açılması…

Açılması gereken bu dava, hazırlanması gereken iddianame, nereye gider, devlet o klasik refleksiyle yine kendini korumaya devam eder mi, ederse nasıl eder, bilinmez. Ancak bu gelişme, ailenin, avukatların ısrarının yanı sıra,  “bu dava böyle bitmez” diyenlerin adalet nöbeti sayesinde de oldu.

Fakat bu kişiler, yargılanması istenen kamu görevlilerinin sadece bir kısmıdır. AKP Hükümeti’nde bakanlık koltuğuna kadar yükselen, ancak hakkında yolsuzluk iddiaları ortaya dökülünce bir köşeye alınıveren isimler hakkında, hâlâ bir işlem yoktur. Keza yine o dönem Trabzon Emniyeti’nde yuvalanmış AKP’nin eski iktidar ortağına yakın polis şefleri hakkında da bir gelişme yoktur. Zira onların dosyası ayrılmıştır.

Asıl olarak beklenen, gereken, bu cinayette kusuru bulunan tüm kamu görevlilerinin yargı önüne çıkması, hesap vermesidir.

Asıl olarak beklenen ayrı ayrı yürütülen davaların tek bir dava olarak birleştirilmesidir.

Ve elbette asıl olarak beklenen, Hrant Dink’i katillerin önüne atan, ona hayatı dar eden, devletle iç içe geçmiş, şu günlerde aklanmışçasına ortalıkta gezen isimlerin cinayetteki rolünün açığa çıkarılmasıdır.

Buradan tekrar sesleniyoruz, uyarıyoruz: Devlet tüm kanatlarıyla hesap vermek zorundadır. Ancak o zaman, devletçe dilenen taziye, biraz daha anlam kazanacaktır. Biz bu cinayetin arkasındaki yapı ortaya çıkana, sorumlular hesap verene kadar adalet nöbetimizi sürdüreceğiz. “Hrant için, Adalet için!” demeyi sürdüreceğiz. Şimdilik “Kamu görevlileri, mahkemeye bekleniyorsunuz!” diyor ve ekliyoruz:

Biz bitti demeden bu dava bitmez!

 

Onur Ünlü

Hrant’ın Arkadaşları adına

 

18 Temmuz 2014 – Gazze Halkının Yanındayız Basın Açıklaması Metini

“Küresel adalet ve barışın değerleri Gazze’de ayaklar altına alınıyor. İnsanlığın bittiği bu noktada İsrail devletinin saldırganlığını, vahşetini anlatmaya kelimeler yetmiyor. 9 gündür süren hava saldırılarından sonra, dün akşamdan itibaren 8 bin kişiyle karadan ve denizden de operasyon başladı. İsrail ordusu daha önce sınır bölgesine gönderdiği 30 bin askere ek olarak 18 bin yedek askeri daha göreve çağırdı. Katliamlar sonucu ölenlerin sayısı 260′ı geçti. Medya kuruluşları vuruluyor, hastaneler kullanılmaz hâle getiriliyor, plajda top oynayan çocuklar öldürülüyor.

Filistinlilerin, saldırı öncesi “uyaran” İsrail ordusundan kaçmak için yalnızca 57 saniyesi var!

Birleşmiş Milletler ve dünyadaki pek çok devlet bu haksızlığı, katliamı izlemekten başka bir şey yapmıyor.

21.yüzyılda, bin bir çaba ve emekle ortaya çıkarılan insanlık değerleri, bombayla parçalanmış çocuk bedenlerinde bütün anlamlarını kaybediyor.

Elli yıldır işgal altında olan, son iki yılını tam bir abluka altında yaşayan Gazze halkı, bir kez daha İsrail devletinin bombaları ile ölüyor.

Gazze’ye yönelik bu saldırganlık, İsrail’e hiçbir güvenlik sağlamayacağı gibi, şiddet sarmalını büyütecek, şiddet, şiddeti doğuracaktır.

İsrail’deki hukuk, adalet tanımaz devlet, Filistin halkını topyekûn katletmedikçe rahatlamayacak gibi davranıyor.

Uluslararası toplumun vurdumduymazlığı, İsrail’in hukuksuzluğunu görmeyen tavrı, bu katliamları gerçekleştirmek için saldırganlara cesaret veriyor.

Irak’ın Kuveyt’i işgaline anında tepki gösteren ABD ve İngiltere, şimdi İsrail’in Birleşmiş Milletler üyesi bir devlet olan Filistin’in topraklarına, Gazze’ye saldırısına bahane üretmekle meşguller.

Ortadoğu’daki diktatörlük yönetimlerinin İsrail karşısındaki suskun tavırları da ibret verici. Mısır, Suriye, Suudi Arabistan, Ürdün’ün diktatörleri hâlâ İsrail’in bu saldırganlığı ile ilgili herhangi bir kınama açıklaması dahi yapmadılar.

Gazze’de sadece insanlar ölmüyor, aynı zamanda insanlığın ortak değerleri ölüyor. Barış ve adalet duygusu ölüyor.

Ama dünyada barış yanlıları da var. Bizzat saldırgan İsrail devletinin topraklarında, Tel Aviv’de savaş karşıtı İsrailliler, ordunun Gazze’ye kara saldırısını protesto ediyorlar. Göstericiler, “Faşizme geçit yok”, “Benim adıma değil” yazılı pankartlarla İsrail devletinin saldırganlığına karşı seslerini yükseltiyorlar.

Bugün dünyanın dört bir yanında, dünya halkları, İsrail devletinin saldırganlığını protesto ediyor. Şili’de, Arjantin’de, Venezuela’da, Japonya’da, Filipinler’de, Avrupa’da yüz binlerce insan, barış için, adalet için ayakta.

Biz de buradan, Türkiye’den tüm dünyadaki barış yanlılarına sesleniyoruz. Küresel barışa ve adalete inanıyoruz. İsrail devletinin saldırganlığını kınıyoruz. İnsanlığın adalet ve barış umudu asla sönmeyecek.

Bir kez daha söylüyoruz: Gazze’ye uygulanan ambargo bir an önce kaldırılmalıdır. Uluslararası toplum, Birleşmiş Milletler derhal harekete geçmeli, İsrail’in bu saldırganlığını durdurmalıdır. İsrail’in bütün dünyayı alaya alan bu davranışları cezalandırılmalıdır.

Direnen Gazze’nin yanındayız!

İsrail, Filistin’den defol!

İntifada kazanacak!

 

Pakrat Estukyan

Küresel BAK adına

 

9 Ağustos 2014 – Yazılı Basın Açıklaması Metini– İstanbul

ABD MÜDAHALESİ ÇARE OLAMAZ, IŞİD’İ YARATAN ZATEN ABD İŞGALİDİR!

Suriye ve Irak’ta terör estiren IŞİD (Irak Şam İslam Devleti) milisleri aylardır Rojava’da saldırıyor, insanları katlediyor, acımasızca öldürüyor. Bu örgüt geçtiğimiz günlerde Ezidi Kürtlerin yaşadığı Şengal’e saldırdı, yüzlerce Ezidi’yi öldürdü, kadınları esir aldı. On binlerce Ezidi aç susuz dağlara kaçmak zorunda kaldı.

Girdiği her yerde kendilerinden olmayan sivilleri katleden IŞİD örgütünün bu acımasız saldırganlığına karşı Kürdistan Bölgesel Yönetimi ve Rojava yönetimi birlikte direnmeye çalışıyorlar. On binlerce sivil savaştan kaçmaya, yiyecek bulmaya çalışıyor. Şengal’de ve savaşın yaşandığı Kürt illerinde tam anlamı ile bir insanlık dramı yaşandı ve yaşanıyor.

Türkiye ve diğer ülkeler bu gelişmelere seyirci kalırken, IŞİD saldırısının Erbil yakınlarına dayanması üzerine, dün ABD savaş uçakları IŞİD mevzilerini bombaladı. Şimdilik IŞİD saldırısını durdurmayı amaçlayan bu müdahale ise muhtemelen önümüzdeki süreçte daha beter sonuçlar doğuracak. Yakın geçmişte yaşananlar bunu gösteriyor.

Biliyoruz ki, Irak’ta ve Suriye’de yaşanmakta olan insanlık dramlarının asıl sorumluları, 2003 yılında Irak’ı işgal eden -başta ABD olmak üzere- emperyalist devletlerdir. Irak’ta 2003 işgalinden sonra bombalarla, çatışmalarla geçen 11 yılda bir milyondan fazla insan öldürüldü. Suriye’de ise Esat diktatörlüğüne isyanla başlayan ve üç yıldır süren iç savaşta 200 bin kişi öldürüldü. Milyonlarca kişi yerlerinden ayrılmak zorunda kaldı ve mülteci oldu. Bölge halkının iradesine dayanmayan ve emperyal güçlerin çıkarlarına göre şekillendirilen yönetimler büyük acılara yol açtı. IŞİD terör örgütünü yaratan bu kaotik ortam da emperyalist müdahaleler ve işgalin eseridir.

Kürt halkı IŞİD’in bu saldırıları karşısında diz çökmüyor, dayanışmayı yükseltiyor ve onurlu bir mücadele yürütüyor. Tıpkı İsrail saldırganlığı karşısında Gazze’deki Filistin halkı gibi. Bizler barışın ve adaletin yanında taraf olanlar, Kürt halkının direnişini destekliyoruz. Rojava’ya, Ezidiler’e ve Güney Kürdistan’a yönelik saldırıların bir an önce son bulmasını istiyoruz.

ABD’nin askeri müdahalesi ve bomba yağdırması bölge halklarının yararına değil, olsa olsa kendi çıkarlarının korunması içindir.

Birleşmiş Milletler derhal bir barış gücü oluşturarak sivil halkın daha fazla zarar görmesini engellemeli, IŞİD terör örgütünün saldırganlığını durdurmalıdır. Filistin’de koruyamadığı sivil halkı, Kürdistan’da korumak için çaba göstermelidir.

Türkiye Devleti ve diğer bölge devletleri, sivil halka insani yardım yapmak için her türlü imkanlarını vakit geçirmeden kullanmalıdır.

Türkiye sınırları, savaştan kaçan sivillere açılmalı, savaş mağdurlarına mülteci statüsü verilmeli ve insanca yaşam koşulları sağlanmalıdır.

 

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu yürütme kurulu

 

9 Ağustos 2014 – “İsrail Zulmüne Karşı Bir Aradayız” Basın Toplantısı Konuşmaları

Toplantıda ilk olarak konuşan MAZLUMDER İstanbul Şube Başkanı Cüneyt Sarıyaşar, İsrail saldırılarını katliam olarak nitelendirerek “Dünya kamuoyunda İsrail saldırılarına karşı güçlü bir itiraz var ancak tüm bu itirazlara rağmen katliam yine de durdurulamıyor” dedi. Çetelerin devlet adı altında yapığı her türlü katliama karşı mücadele edeceklerini söyleyen Sarıyaşar, “Bu katliamları yapan devlet yetkilileri uluslararası kamuoyunda halklara teşhir edilmeli ve yargılanmalıdır. Bazı güç odakları, devlet yetkililerini katliamlarda memur gibi görevlendirerek kullanıyor. Bizler her türlü insanlık dışı uygulamalara ve katliamlara karşı olacağımızı bir kez daha ifade ediyoruz” dedi.

IŞİD terör örgütünün Şengal’de Êzidî Kürtlere yönelik yaptığı saldırıları da kınayan Sarıyaşar, “Bugün Şengal’de katliamlar yapılıyor. Acımız ortaktır. Irak’ta, Suriye’de, Libya’da zulüm devam ediyor. Tüm insanlık adına ortak acımız var” dedi.

Sarıyaşar’dan sonra söz alan Gazze Gemisi İsveç Sözcüsü Dror Feiler da Gazze’ye yönelik yapılan saldırıların siyasi amaçla gerçekleştiğini ifade etti. “Ben bir Yahudi ve eski bir İsrailli olarak, İsrail politikalarına karşı çıkıyorum ve yalnız değilim. Gazze’deki abluka sürdüğü müddetçe gemiler göndermeye devam edeceğiz, bugün bunun için de buradayız” diyerek sözlerine devam eden Dror Feiler saldırı emrini veren ve saldırıyı gerçekleştiren devlet görevlilerinin uluslararası hukuki mercilerde yargılanması gerektiğini vurgulayarak “Saldırılar İsrail’in iddia ettiği gibi güvenlik gerekçesiyle yapılmadı. Saldırılar siyasi amaçla yapıldı. Saldırıların temel nedeni ise 2007 yılında uygulanan ablukadır. Abluka atında olan Filistinliler, bu ablukayı kaldırmak isteyince katlediliyorlar. Netanyahu ve diğer yetkililer, uluslararası yargı mercilerinde yargılanmalıdır” dedi.

Daha sonra söz alan Gazeteci-Yazar Roni Margulies ise saldırılarda 65 bin insanın yaşam alanını terk ettiğine dikkat çekerek, saldırıların temelinde İsrail’in, Filistin’in devlet kurmasını istememesinin yattığını kaydetti. Türkiye’nin İsrail’e karşı dünyada en az eylemin yapıldığı yer olduğunu belirten Margulies ‘Türkiye Yahudileri Filistin’e savaşa gidiyor’ demenin de Siyonist İsrail’in ekmeğine yağ sürmek olduğunu söyledi.

İmza veren bileşenler adına basın açıklamasını okuyan Küresel BAK Sözcüsü Yıldız Önen, İsrail’in sivillere yönelik saldırılarının artarak devam ettiğine dikkat çekerek, “Katliamcı için ölenin asker ya da sivil olması fark etmiyor. Dünya halkları Filistin halkına güç kuvvet olmak, yanında olduğunu göstermek için günlerdir ayakta. Bizler de, Türkiyeli Müslüman, Hıristiyan, Yahudi, Ermeni, Alevi, Ateist, sosyalist ve diğer pek çok kimlikten insanlar olarak, İsrail’in katliamlarına dur demek için bir araya geldik” dedi.

Katliamın durdurulması ve ablukanın kaldırılması çağrısında bulunan Önen, “Bütün hukuksuz yerleşim birimlerinin dağıtılması ve Apartheid rejiminin sonlandırılması, tarihi Filistin topraklarında dini, kavmi, ırkı ne olursa olsun her insanın tam vatandaş olduğu ve bir arada yaşayabildiği özgür ve adil bir Filistin’in kurulması için çağrımız daim olacak. Aynı şekilde bizler, haklı ve onurlu tavırların, ırkçı, azınlık düşmanı ve kolektif cezalandırmayı savunan söylemlerle lekelenmesini istemiyoruz” ifadelerini kullandı.

Toplantıda söz alan DSİP Eş Başkanı Şenol Karakaş da Türk hükümetine İsrail’le sürdürdüğü ekonomik, siyasi ve askeri ilişkileri kesme çağrısında bulundu. Destek için somut adımların atılması gerektiğini belirten Karakaş, “Nutuklar atmak ve ‘One munite’ demek yetmiyor artık, somut adımlar atılmalı. Hükümet derhal İsrail’le var olan ekonomik, askeri ve siyasi anlaşmaları iptal etmelidir” şeklinde konuştu.

FİDDER Başkanı Muhammed Samir Mişeniş ise yapmak istedikleri şeyin sadece mazlumlara değil zalimlere de yardım etmek olduğunu söyleyerek “Zalim de olsa mazlum da olsa kardeşinize yardım edin hadisi vardır. Zalime yardım onu zulümden men etmekle olur. Buradaki Yahudi arkadaşlarımızın da aslında yapmak istedikleri budur. Yani diğer Yahudileri zulmetmekten kurtarmaya çalışıyorlar. İsrail’in zulmüne son vermesi gerekiyor. İleride bu zulümleri kendi aleyhlerine olacaktır. Eğer dünyada barış ve adaletle yaşamak istiyorsak İsrail’in işgali sona erdirmesi ve evlerinden çıkarttıkları insanlara evlerine geri dönüş hakkı vermesi gerekiyor. Küresel barış ve adaleti sağlayabilmek için de uluslararası toplum bir araya gelmesi ile mümkün olacaktır. Uluslararası STK’lar olarak ortak bir çabaya girişmeliyiz. Filistinlilerin hakları iade edilmeli ve suçlular hesap vermeli” dedi.

Toplantıda Sosyolog-Yazar Mualla Kavuncu da bir konuşma yaptı. Kavuncu, devletlerin ya da çeşitli örgütlerin terörleri karşısında insanların ırkçılığa savrulmaya çok hazır olduğunu belirterek bunun karşısında sivil toplum örgütlerinin çok duyarlı olması gerektiğini söyledi. Mualla Kavuncu sözlerine şöyle devam etti: “İsrail’e karşı birçok ülkeyle kıyaslandığında Türkiye’deki toplumun az tepki verdiğini görüyoruz. Bunda hükümetin açıklamalarının bir payı olduğunu düşünüyorum. Hükümetin söylemleri toplumun gazını alıyor, ‘Nasıl olsa hükümetimiz gerekeni yapıyor’ rahatlığı var. Bu yüzden toplumun hem devletini hem de terör örgütlerini baz almadan kendi vicdanıyla hareket etmesi gerekiyor.”

Kavuncu, Türkiye’de ve başka yerlerde de acıları, trajedileri yarıştırma durumu olduğunu, oysa kim zulme uğruyorsa uğrasın hepsinin karşısında, sivil olarak, halklar olarak şiddete karşı anti militarist bir tavır sergilenmesi gerektiğini belirterek “Siviller olarak atacağımız her adım çok önemli” dedi.

Basın toplantısının sürpriz konuğu olarak konuşan, Mavi Marmara yolcularından Filistinli Usame Qashoo ise İsrail’in Gazze’ye yaptığı saldırılar süresince 7.000 Filistinli bebeğin doğduğunu belirterek: “Bu savaş uzun bir savaş, 62 senedir devam ediyor ve belki daha uzun bir süre devam edecek. Buna çabuk bir çözüm bulmak mümkün değil, tüm çözüm çabaları da İsrail tarafından engellenmeye çalışılacaktır. Bu yüzden çok dikkatli olmalıyız. İsrail’in dikkat etmemiz gereken bir stratejisi var; İsrail her iki yılda bir sadece Hamas’ı ve oradaki direnişi hedef almıyor, hem oradaki binaları, altyapıyı yok etmeye çalışıyor hem de o iki yıl boyunca dışarıdan Filistin’deki direnişi destekleyen organizasyonların faaliyetlerini de söndürmeye çalışıyor. Bence bu savaşta İsrail’i şaşırttık. Çünkü ilk söylemleri şu şekildeydi: ‘Biz Gazze’ye gireceğiz ve 12 saatte bu işi bitirip oradan çıkacağız’. Ama bir ayı aşkın bir süredir oradalar ve çok büyük bir başarı elde edebilmiş değiller, Filistinli direnişçiler de onlara yeni sürprizler hazırlıyor. Bizim STK’lar olarak uzun vadeli, dirençli stratejiler oluşturmamız lazım. Aramızdaki iletişim ağını daha görünür, şeffaf bir hale getirip önümüzdeki nesillere aktarabilmemiz lazım. Bunu İsrail’in az önce bahsettiğim oyununa düşmemek için yapmalıyız. Kuruluşları, aileleri, kişileri kardeş kılarak tüm dünyayı Filistinleştirelim. Böylece öldürerek bitireceğini düşünen Siyonistler tüm dünyayla mücadele etmek zorunda kalacak.” dedi.

 

9 Ağustos 2014 – “İsrail Zulmüne Karşı Bir Aradayız” İmza Metini ve İmzacıları

“İsrail işgalinin kıyıma, katliama dönüştüğü günlerden geçiyoruz. İşgalci İsrail Devleti Gazze Şeridi’ni bombalıyor. Aileler yok ediliyor. Katliamcı için ölenin asker ya da sivil olması fark etmiyor. Dünya halkları Filistin halkına güç kuvvet olmak, yanında olduğunu göstermek için günlerdir ayakta. Bizler de, Türkiyeli Müslüman, Hıristiyan, Yahudi, Ermeni, Alevi, Ateist, Sosyalist ve diğer pek çok kimlikten insanlar olarak, İsrail’in katliamlarına dur demek için bir araya geldik. Öncelikli olarak katliamın durdurulması ve ablukanın kaldırılması, bütün hukuksuz yerleşim birimlerinin dağıtılması ve apartheid rejiminin sonlandırılması, tarihi Filistin topraklarında dini, kavmi, ırkı ne olursa olsun her insanın tam vatandaş olduğu ve bir arada yaşayabildiği özgür ve adil bir Filistin’in kurulması için çağrımız daim olacak. Aynı şekilde bizler, haklı ve onurlu tavırların, ırkçı, azınlık düşmanı ve kolektif cezalandırmayı savunan söylemlerle lekelenmesini istemiyoruz; İsrail’in zalimliğinin Yahudilere yönelik ırkçı tavırları hiçbir biçimde meşrulaştırmayacağını ilan ediyoruz. Bayramdan hemen sonra ise MAZLUMDER İstanbul Şubesi’nde düzenlenecek ortak basın açıklamasında, düşüncelerimizi basın mensupları ve kamuoyu ile paylaşacağız.”

 

İMZACILAR

 

A.Faruk ÜNSAL Abdurrahim ÇELİK A. Haluk ÜNAL Abdülhalim DEDE Adem ÇAYLAK Adnan ÖZYALÇINER Ahmet BOZKURT Ahmet İSVAN Alaattin KITAY Ali AKAY Ali BULAÇ Ali Kerem SAYSEL Ali ÖNER Ali AYDIN Alin TAŞÇIYAN Aliye ÖZKUL Ammar KILIÇ Arin MANCA Arzu CİHANGİR Aslı FİLİZ Aslı ÖZGE Aygül ERCE Ayhan ONGUN Ayla DEREN Ayla KERİMOĞLU Ayla SÜMER İŞLER Aynur TUNCEL Ayşe BAYRAM Ayşen CANDAŞ Ayşe DEMİRBİLEK Ayşe KİLİMCİ Ayşe GÖZEN Ayşe Özlem EKŞİ Ayşegül AKYAPRAKLI Ayşegül DEVECİOĞLU Ayşe Nur DOKSAT Babür PINAR Bahattin CİZRELİ Bahattin UNCU Bahri Bayram BELEN Baskın ORAN Behmen DOĞU Bekir Berat ÖZİPEK Belma BAŞ Belmin SÖYLEMEZ Berrin SEVİMLİ Berrin SÖNMEZ Beşir AYVAZOĞLU Beytullah Emrah ÖNCE Bilge CENGİZ Bülent AYDIN Bülent ÇEBİN Bülent KÜÇÜKASLAN Can İKİZLER Can KILCIOĞLU Cafer SOLGUN Cengiz AKTAR Cengiz ALGAN Ceyda ARSLAN Cezmi YAKAR Cuma BOYNUKARA Cüneyt CEBENOYAN Çağla OFLAS D. Yıldız AMCA Deniz Akçay KATIKSIZ Deniz Işıker BEDİR Dersu Yavuz ALTUN Doğa KILCIOĞLU Doğan ŞAHİN Döne YILMAZ Elif KÖKSAL Elif Suna TUNÇ Emine ARSLANER Emin AKTAR Emin ALPER Emine DOLMACI Emine YILDIRIM Emine DİLSİZ Emira Sultan BARYAMAN Emrullah BEYTAR Erbil COŞKUNER Ergin CİNMEN Ersin DAMARSARDI Ersin SALMAN Ester RUBEN Esin YILMAZ Esra DURU Esra MUNGAN Etyen MAHÇUPYAN Eli HALİGUA F. Betül AYDIN Fatma AKDOKUR Fatma BOSTAN ÜNSAL Fatma ÇİFTÇİ Fatma ÜLGEN Fatma YÖRÜR Faruk SEVİM Ferda KESKİN Ferhat KENTEL Ferhunde ÖZBAY Fethiye ÇETİN Feryal SAYGILIGİL Feyha KARSLI Firuz KUTAL Fuat KEYMAN Gencay GÜRSOY Gizem SOYSALDI Gönül DİNÇER Gülçin AVŞAR Gülenay BÖREKÇİ Gülsüm CENGİZ Gülsüm EKİNCİ Gülsüm KAVUNCU ERYILMAZ Gonca SÜTŞURUP Güneş SAVAŞ Güray TEZCAN Gürcan ONAT Güven Gürkan ÖZTAN Hacı KAYSERİ Hakan AKÇURA Halil İbrahim YENİGÜN Halil İbrahim GÜREL Haluk SEZER Haluk SUNAT Handan ÇAĞLAYAN Hasan Fehmi ÖZER Hasan POSTACI Hasan ARGUNAĞA Hatice ASLAN Hatice ÖZTÜRK KINIK Hatice ÜNAL Havva YILMAZ Hayati ŞENER Haydar ERGÜLEN Hayri YETİK Hilal BARIN Hilal TURAN Hüda KAYA Hülya GÜLBAHAR Hülya TARMAN Hümeyra KARAYIL Hüseyin KARABEY Hüseyin KARACA Hüsnü ÖNDÜL Isil CAİAZZA İbrahim Ö. KABAOĞLU İlhan YILMAZ İrvin Cemil SCHİCK İzzet YASAR Jale YANILMAZ Karin KARAKAŞLI Kelemet Çiğdem TÜRK Kemal AKKURT Kemal BAŞAK Kerem KABADAYI Korhan GÜMÜŞ Kutluğ ATAMAN Lale ALATLI Lara FRESKO Levent ŞENSEVER Mehmet Ali ASLAN Mehmet Can ÇAĞLAYAN M. Ali BAŞARAN M. Ali DEVECİOĞLU M. Cüneyt SARIYAŞAR Mahmut BALCI Mahmut Fazıl ÇOŞKUN Mahir GÜNŞİRAY Masum BİLEN Mebuse TEKAY Medine KÜÇÜK Mehmet AKSU Mehmet Arif KOÇER Mehmet ALKIŞ Mehmet BEKLİOĞLU Mehmet Bülent DENİZ Mehmet DERE Mehmet Lütfü ÖZDEMİR Mehmet RASGELENER Mehtap TORUNTAY Melek ULAGAY TAYLAN Melik SARAÇOĞLU Meltem İŞLER SEVİNDİ Meltem ORAL Metin BAYRAK Metin SOLMAZ Meryem KARAGÖZ Meryem KORAY Mesut TUFAN Muhammed Cihad EBRARİ Murat DÜZGÜNOĞLU Murat EFE Murat GERMEN Murat PAKER Murat Cemal YALÇINTAN Murat ÇİÇEK Mustafa ÇOLAK Mustafa ELVEREN Mustafa Güngör TÜRKÖNE Muzaffer GEZER Mustafa ÖZGÜN Nadir ÖPERLİ Nadire GÜL Nagihan HALİLOĞLU Nazan ÜSTÜNDAĞ Nebahat AKKOÇ Necla KOYTAK Necla SAYDAM Necmettin DOĞAN Necmiye ALPAY Neslihan AKBULUT ARIKAN Nevin Nesrin AYDIN Nevzat ERNES Nevzat TARHAN Nida Karabol AKDENİZ Nil MUTLUER Nilgün TOKER Nilgün YURDALAN Nilüfer Uğur DALAY Nur BEKATA Nur SÜRER Nurcihan SAATÇİOĞLU Nurcan KAYA Nuran YÜCE Nurettin DEĞİRMENCİ Nükhet SİRMAN Ohannes KILIÇDAĞI Onur EREM Osman ELBEK Oya BAYDAR Ozan TEKİN Ömer Faruk GERGERLİOĞLU Ömür Çınar ELÇİ Özcan GEÇER Özge AÇIKKOL Özlem SEZER Özcan YURDALAN Özden SÖNMEZ Özlem TÜRKDOĞAN Özlem ÖZTÜRK Özlem YAĞIZ Pakrat ESTUKYAN Pelin ESMER Pınar BEDİRHANOĞLU Rabia TAMER Rahmi AKDAŞ Rana ARIBAŞ Raziye KUBAT Recep KARAGÖZ Reha RUHAVİOĞLU Reis ÇELİK Rojin ÜLKER Roni MARGULİES Saadet AYDIN Sabri SAYANSait ÇETİNOĞLU Saliha ÖZÇELİK Sarphan UZUNOĞLU Seçkin YASAR Seda UYGUR Sedat YILMAZ Sedef ECER Sefa Feza ARSLAN Selda ŞEN Selim MAHMUTOĞLU Selma KÖROĞLU Selma SARICI Selva HAMDAN Sema AYLA Seyfettin TOKMAK Seyhan KAYA Semanur SÖNMEZ YAMAN Semra SOMERSAN Sennur SEZER Serdar KORDU Serdar TEMİZ Serhat ORAN Serkan ACAR Serkan TÜRK Sevil DEMİRCİ Seyhan KAYA Sibel ÖZBUDUN Sinan ÖZBEK Soner TUFAN Süheyl Hıdır ŞENGÜL Şahin CANDAŞ Şengül ÇİFTÇİ Şenol KARAKAŞ Şirin BOZER Tahsin YEŞİLDERE Tarık TUFAN Tatyos BEBEK Tayyar TARCAN Temel DEMİRER Temel İSKİT Tennur KOYUNCUOĞLU Teoman PAMUKÇU Tevfik DURMAZ Tevfik TAŞ Tilbe SARAN Timuçin KÖPRÜLÜ Timur ERTEKİN Tolga TÜZÜN Turna ÇELİK Tülin ÖZEN Tülin TEZEL Ufuk URAS Ümit AKTAŞ Ümit İZMEN Ümit ŞAHİN Ümmühan KURŞUN Ümran SIRIMSI CANDEMİR Üstün BOL Vahdettin IŞIK Vangelis KECHRİOTİS Vedia Yeşim BAYANOĞLU Veli DENİZ Veli GÜRBÜZ Vivet KANETTİ ULUÇ Volkan AKYILDIRIM Volkan ÇIDAM Yamaç OKUR Yalçın YUSUFOĞLU Yasemen ÇOBAN Yasemin GÖKSU Yasemin ÖZ Yıldız ÖNEN Yıldız RAMAZANOĞLU Yılmaz ENSAROĞLU Yuhanna AKTAŞ Yusuf EKİNCİ Yusuf ERADAM Yusuf MARDİN Yücel SAYMAN Yüksel SELEK Zehra F. KABASAKAL ARAT Zeki KILIÇASLAN Zelal EKİNCİ Zeynep DURMAZ Zeynep KURADA Zeynep TANBAY Zülal BAKKAŞ

 

9 Ağustos 2014 – “Suriyeli Sığınmacılar Kardeşimizdir!” Basın Açıklaması Metini  

“Değerli basın emekçileri,

Son haftalarda, tedirgin edici bir gelişmeyle karşı karşıyayız. Ankara, Maraş, Antep, Kayseri, Mudanya ve Urfa’da Suriyeli sığınmacılara yönelik saldırganlık, linç girişimleri gerçekleşti.

Suriye’de yaklaşık 200 bin kişinin öldüğü savaş ortamından kaçıp Türkiye’ye sığınanlar, birçok yerde saldırılara uğruyor.

Suriyelilerin evleri taşlanıyor, kundaklanıyor. Bazı yerlerde yerel idare Suriyelileri sürüyor, bazı yerlerde ise polis saldırgan grupları “Mesajınız alınmıştır” diyerek “sakinleştiriyor”.

Saldırganlara ise hiçbir yaptırım uygulanmıyor.

Irkçı gruplar, Suriyeliler yüzünden halkın işsiz kaldığını, sığınmacıların “huzurlarını kaçırdıklarını” ileri sürerek, yaygın önyargıları tetikleyerek saldırılara zemin hazırlıyor; linç girişimlerini örgütlüyor.

İşte bu ırkçı saldırganlığa “Dur” demek için bugün bu yürüyüşü düzenledik.

Bugün yaptığımız bu yürüyüş, bu basın açıklaması bir başlangıç olarak görülmeli.

Çünkü bir yandan ırkçı gruplar saldırganlıklarını sürdürmeye, Suriyeli sığınmacıları düşmanlaştırmaya devam ediyor bir yandan da medya bu ırkçılığı olağanlaştırıyor.

Medya, bir yandan Suriyeliler yüzünden “esnafın kan ağladığını” anlatan haberlerle ırkçılığı besliyor; bir yandan ise saldırıları “gerginlik”, “mahalle halkının tepkisi” şeklinde yansıtarak ırkçılığı meşrulaştırıyor.

Daha bugün Urfa’da esnaflar Suriyeli sığınmacılara saldırdı.

Suriyeli sığınmacıları düşmanlaştıranların iddialarıyla Avrupa’da da neo-Nazi mülteci ve göçmen düşmanlarının argümanları aynı: “İşlerimizi elimizden alıyorlar”, “Suç işliyorlar”, “Kültürümüzü yok ediyorlar”, “Etrafa rahatsızlık veriyorlar”.

Değerli basın emekçileri,

Toplumsal sorunların kaynağını göçmenlerde aramak ırkçılıktır.

Suriyeli sığınmacılar, her şeyden önce, online casino kanlı bir iç savaşın sivil mağdurlarıdır.

Akrabalarını, eşlerini, evlerini, mallarını ve mülklerini terk ederek, Türkiye’ye sığınan on binlerce Suriyeli kayıt dışı olarak, asgari ücretin çok altında ücretlerle, günde 16 saate yakın çalıştırılıyor.

Türkiye’de işsizliğin, yoksulluğun sebebi Suriyeli sığınmacılar değil; Suriyelileri ucuz işgücü olarak sömürenlerdir.

Hükümet, Suriyelilerin mülteci statüsünü tanımayarak, onlara “misafir” diyerek uluslararası sözleşmeler ve insan hakları normlarından kaynaklanan temel haklarını göz ardı ediyor.

Yayınlanan Valiler genelgesiyle, Suriyelileri kamplara zorla geri götürüyor.

Sığınmacılara yönelik ırkçı saldırganlığa karşı çıkmak zorundayız.

Hükümetten sığınmacıların koşullarını hızla iyileştirmesini talep ediyoruz.

Mülteci haklarını derhal tanınmalıdır.

Mülteci hakkı en temel insan hakkıdır.

Irkçı saldırganlığa karşı hemen tedbir alınmalıdır.

Medyadaki ırkçı saldırganlığı yumuşatan ve meşrulaştıran habercilik dilinin kınıyoruz.

Irkçı saldırılara son!

Suriyeli sığınmacılar kardeşimizdir!

Kardeşime dokunma!

 

Çağla Oflas

Irkçılığa ve Milliyetçiliğe DurDe Platformu adına

 

1 Eylül 2014 – Yazılı Basın Açıklaması Metini

Barışın Sesini Yükseltelim!

1 Eylül Barış gününe dünyada savaşlar ve katliamlarla giriyoruz.

Son iki ayda İsrail saldırılarında çoğunluğu kadın ve çocuk iki binden fazla Filistinli öldürüldü. Yeni sağlanan ateşkesin ne kadar kalıcı olduğu belli değil.

Irak’ta terörist IŞİD örgütü, sivil halka karşı katliam yapıyor, binlerce kişiyi öldürüyor. Kürtler, Türkmenler, Ezidiler, Şiiler, Hıristiyanlar zulümden kaçıyorlar. Son üç ayda bir milyondan fazla Iraklı yaşadığı bölgeleri terk etmek zorunda kaldı, ne zaman dönecekleri belli değil. IŞİD terörünü bahane eden ABD Irak topraklarını bombalamaya başladı.

Suriye’de Esed diktatörlüğü halkını öldürmeye devam ediyor, Haziran 2011’den beri devam eden iç savaşta ölenlerin sayısı iki yüz bine, mültecilerin sayısı on milyona yaklaştı. Türkiye’de barınmaya çalışan bir milyondan fazla Suriyeli mülteciye karşı, ırkçı gruplar saldırılarda bulunuyor. Mısır’da göstermelik seçimle kendisini cumhurbaşkanı seçtiren darbeci Sisi’nin rejimi, iki bin kişi için idam cezası verdi.

Ukrayna’da on aydır devam eden silahlı çatışmalarda büyük çoğunluğu sivil, üç bine yakın insan öldü, çatışmalar devam ediyor. Kırım Rusya tarafından ilhak edildi. Libya’da ve Yemen’de silahlı gruplar arasında çatışmalar yaşanıyor. Afganistan’da işgal devam ediyor.

Barış halkların özlemi ama Mısır’dan Irak’a, Suriye’den Ukrayna’ya çatışmalar ve katliamlar devam ediyor.

Bu arada Türkiye’de Kürt sorununda çözüm süreci ilerliyor. Silahların susmasının üzerinden yirmi ay geçti. Çözüm süreci, kalıcı bir barışın ilk adımı olması açısından, tüm savaş karşıtlarının desteklemesi gereken bir süreçtir. Ancak artık hükümetin süreci ilerletmesi, yol haritasına uygun demokratikleşme adımlarını atması gerekir.

Yıllardır tüm savaşlara karşı çıkan barış aktivistleri olarak bir kez daha çağrı yapıyoruz:

Çözüm süreci ilerletilsin, kalıcı barış sağlansın. Hükümet, çözüm sürecinde kendisinden beklenen demokratikleşme adımlarını atsın.

Kürt sorununun kalıcı bir şekilde çözülmesi için, Kürt halkının haklarını her düzeyde garanti altına alan yeni demokratik bir anayasa hazırlansın.

Türkiye Devleti sivil halklara insani yardım yapmak için her türlü imkanlarını kullansın. Türkiye sınırları, savaştan kaçan sivillere açılsın, savaş mağdurlarına sığınmacı statüsü verilsin, insanca yaşam koşulları sağlansın.

Sığınmacılar misafirimizdir. Sığınmacılara ırkçı saldırganlığa karşı tedbir alınsın.

Savaşsız bir dünya mümkün.

 

Faruk Sevim

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu Yürütme Kurulu

 

9 Eylül 2014 – İst-KIBES Konuşma Metini

Değerli Dostlar,

Sözlerime, ‘Barış Gemisi’ ve ‘Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu’ ile birlikte düzenlediğimiz bu toplantıdan duyduğum memnuniyeti dile getirerek başlamak istiyorum.

KIBES adına, Japonya’dan yola çıkan Barış Gemisi aktivistlerini ve Pire Limanı’ndan gemiye dahil olan Kuzey ve Güney Kıbrıslı barış mücadelecisi dostlarımızı sevgi ve saygıyla selamlıyor, onlara İstanbul’a hoş geldiniz diyorum. Sizleri aramızda görmekten büyük mutluluk duyuyoruz.

‘Savaşsız, şiddetsiz ve nükleersiz bir dünya’ sloganıyla 84. Küresel Seyahatini gerçekleştiren Barış Gemisi’nin İstanbul ziyareti bizler için çok büyük bir anlam ifade ediyor. Belirtmek isterim ki, bu toplantı çerçevesinde küresel barış mücadelesinin bir parçası olmak bizler için çok değerlidir.

Japonya Anayasası’nın 9. Maddesinde aynen şu cümleler yer alıyor. ‘’ Adalet ve düzene dayalı bir uluslararası barışa içtenlikle gönül veren Japon halkı; savaşı ulusal egemenlik hakkı, tehdidi ve güç kullanımını da uluslararası çatışmaların çözüm aracı olarak görmekten sonsuza kadar vazgeçmektedir.’’

Sizlerin 9. Maddeyi korumakla ilgili Japonya’da yürüttüğünüz yerel çalışmaların yanı sıra bu maddenin küreselleşmesi konusunda ortaya koyduğunuz mücadeleyi ve çabalarınızı,  İstanbul’da yaşayan Kıbrıslılar olarak selamlıyoruz ve mücadelenize desteğimizi bildiriyoruz.

Öte yandan, bu toplantı, Kıbrıslı Rum , Yunanistanlı ve Türkiyeli dostlarımız ile barış için ortaklaşa çalışan bizlere, çözümsüzlüğün hüküm sürdüğü adamıza küresel dayanışma çerçevesinde ortak bir barış mesajı gönderme fırsatı vermesinden dolayı da çok değerlidir.

Dünya’nın dört bir yanında barışseverler olarak gösterdiğimiz tüm çabalara rağmen, savaş çığırtkanlığının arttığını, bölgesel çatışmaların yoğunlaştığını ve küresel barış ortamından gün geçtikçe uzaklaştığımızı üzülerek izliyoruz.

Savaştan canı çok yanmış, acılar ve kayıplar yaşamış bir ülkenin insanları olarak Ortadoğu halklarının yaşadıklarını çok iyi anlayabiliyoruz.

Özellikle yakın zaman önce, Kıbrıs’ın hemen yanı başında yaşananlar, herkesi olduğu gibi bizleri de çok derinden yaralamıştır. Gazze’de Filistinlilere karşı yürütülen İsrail saldırıları, savaşın ve şiddetin acımasız yüzünü tüm çıplaklığıyla bir kez daha ortaya koymuştur. Kıbrıslı barışseverler olarak Filistin halkının direnişini bu salondan bir kez daha selamlıyoruz.

Diğer yandan, Irak ve Suriye’de meydana gelen IŞİD saldırıları ile acımasızca katledilen ve yerlerinden edilen Ezidilerin, Kürtlerin ve Hıristiyanların acısını paylaşıyoruz.

Rojava ve Sincar’daki katliamlardan dolayı duyduğumuz derin üzüntüyü bu vesileyle bu toplantıda bir kez daha dile getirmek istiyoruz.

Buna ek olarak, Ukrayna’da devam eden çatışmaların derhal sonlanması dileğimizi de yineliyoruz.

Bu noktada, önemli bir konuya daha değinmek istiyorum. Suriye iç savaşında yerlerinden edilen yüz binlerce mültecinin geldikleri Türkiye’de toplumsal tepki ile karşılaşmaları ve çeşitli saldırılara maruz kalmalarını üzüntü ile gözlemliyoruz. Buradan bu konuda gerekli önlemlerin alınması ve mültecilerin güvenliklerinin sağlanması çağrısında bulunuyoruz.

Biliyoruz ki, yaşanan savaşlara ve acılara sadece üzülerek, bu kötü gidişe bir ‘dur’ diyemeyeceğiz. Bu yolda ancak küresel mücadele ve dayanışma ile elimizi taşın altına koyabiliriz. O nedenledir ki, Barış Gemisi’nin İstanbul ziyaretini küresel dayanışma için bir fırsat olarak görüyoruz. ‘Savaş, şiddet ve silahlanma’ya karşı duruş bizim ortak paydamızdır. İnanıyorum ki barış yanlısı ve savaş karşıtı mücadelemiz büyüyerek devam edecektir.

Çeşitli bölgesel sorunlarla ilgili mesajlarımızın yanı sıra, Kıbrıs’taki bölünmüşlük hakkındaki görüşlerimizi de bu toplantıda ortaya koymanın gerekli ve önemli olduğunu düşünüyorum.

Belirtmeliyim ki, KIBES’in örgütsel olarak varoluş sebeplerinin en başında Kıbrıs’ta barış için çalışmak gelir. Özellikle, tüzüğümüzün ikinci maddesinde, KIBES, Kıbrıs’ta iki toplumlu bir federasyon kurulması için çalışır deniyor. Bu çerçevede, çalışmalarımızın büyük bir bölümünü, iki toplumlu etkinlikler ve yeniden yakınlaşma konuları oluşturuyor. Barış Gemisi’nin yürüttüğü projeler ile aramızda birçok paralellikler gözlemliyoruz. Örneğin, Barış Gemisi’nin küresel barış kültürü oluşturma hedefi ile ayni doğrultuda, 2008 yılında Birleşik Kıbrıs Platformu çatısı altında barış kültürü projesi gerçekleştirdik.  İki toplumlu yönetilen ve iki toplumdan katılımcıları olan bu projenin Kıbrıs’ta barış kültürü oluşumuna katkı sağladığına inanıyoruz. Bunun yanı sıra gerçekleştirdiğimiz ve gerçekleştirmeye devam ettiğimiz birçok iki toplumlu etkinlik ile Kıbrıs’taki barış mücadelesine katkı koymaya çalışıyoruz.

Bu etkinliklerde tüm Türkiyeli barışseverlerin, özellikle Küresel Barış hareketinin bize verdiği desteği de belirtmek isterim.

Kıbrıslı Rum dostlarımız ile geliştirdiğimiz ortak anlayış ve ortak dil çerçevesinde, Kıbrıs’ta iki toplumlu iki bölgeli, siyasi eşitliğe dayalı bir federasyonu tek çözüm modeli olarak öngörüyor ve kabul ediyoruz.

2008’de başlayan liderler arası müzakere sürecinin halen bir sonuca ulaşmaması bizleri endişelendiriyor. Kıbrıs’ta barışa ulaşamadığımız her geçen gün zaman aleyhimize işliyor. Unutulmamalıdır ki, Kıbrıs sorunun çözümü Doğu Akdeniz’de bölgesel barış açısından da büyük bir önem arz ediyor.

Bu vesile ile, Kıbrıs toplumları liderlerini, bir kez daha ivedilikle Kıbrıs sorununu çözmeye yönelik adımlar atmaya davet ediyoruz.

Bizlerin omuzlarındaki sorumluluk çok büyük, iki toplum olarak mücadelemizi artırarak ve büyüterek sürdürmeliyiz. Bu süreçte küresel desteğe ihtiyacımız olduğunu düşünüyoruz. Tüm dünyadaki barışseverleri, Kıbrıs’ta çözüme ulaşılması için destek vermeye davet ediyorum.

Silahsızlandırılmış ve askersizleştirilmiş, barışın olduğu bir Kıbrıs için, savaşların olmadığı, halkların barış ve güven içinde yaşadığı bir Dünya için ortak mücadelemiz sonuna kadar devam edecektir. Biz bu konuda kararlıyız.

Yaşasın Barış ve Birleşik Kıbrıs için ortak mücadelemiz!

Savaşa Hayır, Yaşasın Barış!

 

Kıvanç Diren

İstanbul Kıbrıslılar Bilim, Eğitim, Sağlık ve Dayanışma Derneği

 

9 Eylül 2014 – Küresel BAK Konuşma Metini

NÜKLEER TEHDİDİN, SAVAŞLARIN VE ŞİDDETİN OLMADIĞI BİR DÜNYA MÜMKÜNDÜR

peaceboat-cezayir1Japonya’dan yola çıkan Peace Boat – Barış Gemisi’nin, nükleer tehditten, savaş ve şiddetten arındırılmış bir dünya için gerçekleştirdiği 85. Küresel yolculuğuna, Türkiyeli savaş karşıtları olarak başarılar dileriz.

Barış Gemisi ile İstanbul’a gelen barış dostlarına ve bugün aramızda bulunan Japonya, Yunanistan ve Kıbrıslı dostlara hoş geldiniz diyoruz.

Gerçekleştirdiğimiz barış buluşmasını çok anlamlı buluyoruz. Barış hareketinin gündemini oluşturan aşağıdaki konularda çağrıda bulunuyoruz:

– Barış İçin Belediye Başkanları (Mayors for Peace) adlı uluslararası örgütün “2020 Vizyon Kampanyası”nı destekliyoruz. 2020 yılına kadar dünyanın tüm nükleer silahlardan arındırılması çağrısına katılıyoruz.

– Japonya’daki barış güçleri ile dayanışma içinde olduğumuzu ifade ediyoruz. Bütün dünyada ve özellikle Asya Pasifik Bölgesi’nde barışın güçlenmesi için sürdürülen bu mücadeleye başarılar diliyoruz.

– Ukrayna’daki savaşın bir an önce son bulması için çağrıda bulunuyoruz. Ukrayna’ya yapılan bütün uluslararası müdahalelere derhal son verilmeli, kendi geleceklerine Ukrayna halkı kendisi karar vermelidir.

– İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarını kınıyoruz. Filistin halkının özgürlük mücadelesini destekliyoruz. Kalıcı çözüm için sınırları çerçevesinde, Kudüs’ün başkent olacağı, bağımsız ve demokratik bir Filistin Devleti kurulmalıdır.

– Irak ve Suriye’deki son gelişmeler dünya barışına yönelik bir tehdit oluşturmaktadır. Irak Şam İslam Devleti – IŞİD ve Suriye Devletinin terörüne karşı Suriye ve Irak halklarıyla, Ezidi ve Kürt halkıyla dayanışma içindeyiz. Yaşanan gelişmeler insan haklarının inkar edilmesi anlamına gelmekte, bütün bölgeyi sonu olmayan bir savaş ve şiddete doğru sürüklemektedir. Ortadoğu’da barış ve demokrasi için mücadele bütün dünyanın önceliği olmalıdır.

– Ortadoğu nükleer ve kitle imha silahlarından arındırılmış bir bölge haline gelmelidir.

– Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yaşanan vahim gelişmelere bakıldığında, Kıbrıs’taki barış mücadelesi çok önemlidir. Kıbrıs Cumhuriyeti, BM kararları doğrultusunda yeniden birleşmelidir. Kıbrıs halkı kendi geleceğini tayin etmelidir. Kıbrıs işgalden, üslerden, silahlardan arındırılarak, Doğu Akdeniz ile Avrupa arasında barış köprüsü olan bir ada haline gelmelidir. Kıbrıs’ta barışın kazanması, bütün bölge barışı için de çok yararlı bir gelişme olacaktır.

– Bölgemizde yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen, Türkiye’de Kürt sorununda çözüm süreci ilerliyor. Silahların sustuğu çözüm sürecini, kalıcı bir barışın ilk adımı olarak görüyor ve önemsiyoruz ama artık hükümetin süreci ilerletmesi, yol haritasına uygun demokratikleşme adımlarını atması gerekir. Sorunun kalıcı bir şekilde çözülmesi için, Kürt halkının haklarını her düzeyde garanti altına alan yeni demokratik bir anayasa hazırlanmalıdır.

NÜKLEERE, IRKÇILIĞA, SAVAŞA HAYIR

 

Şengül Çifci

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu

 

15 Eylül 2014 – Yazılı Basın Açıklaması Metini

Ortadoğu’ya ABD/NATO müdahalesine hayır!

ABD ve müttefiklerinin Irak’ı işgalinin üzerinden 11 yıl geçtikten sonra Ortadoğu’da bu defa NATO öncülüğünde IŞİD’e karşı yeni bir savaş başlamak üzere. Ortadoğu bir kez daha emperyalist müdahalenin alanı haline geliyor.

ABD’nin Irak işgali ve bölgedeki mezhepçi devlet yapılarının yıllardır uyguladıkları baskıcı politikalar sonucu ortaya çıkan IŞİD örgütü, bölge halklarına karşı acımasız saldırılar düzenliyor, insanları öldürüyor.

IŞİD’in saldırılarına hedef olan bölge halkları, Araplar, Kürtler, Türkmenler, Ezidiler, Hıristiyanlar kendi imkânları ile bu örgüte karşı savaşıyorlar. Binlerce insan IŞİD saldırıları sonucu yaşadıkları yerleri terk etti, öldürüldü, tecavüze uğradı, esir edildi, köleleştirildi…

Bu süreçte ABD’nin kendi stratejik çıkarlarını korumak için yaptığı ve sonucunda bir kısım Ezidi’nin IŞİD’den kaçmasını sağlayan hava saldırıları bizleri yanıltmamalıdır. Irak’ta yaşanan vahşetin asli sorumlusu, ABD ve müttefikleridir. Saddam döneminde Irak’a uygulanan ambargo nedeniyle beş yüz bin çocuk öldü. ABD işgali sonrası yaklaşık bir milyon insan öldürüldü, cezaevleri işkence hanelere çevrildi. Irak petrolleri işgalcilerin kontrolü altına girdi, halk ağır bir yoksullukla karşı karşıya bırakıldı.

Ortadoğu’da bölge halkları ABD ve batı emperyalizmini, bütün sorunlarının kaynağı olarak görür. Onunla işbirliği yapan hiçbir devlet veya askeri güç bölgeye barış ve istikrar getiremez.

ABD’nin desteği ile sekiz yıldır Irak’ta hükümet olan Maliki’nin dikta rejimi, elli yıldır Suriye’yi yöneten Esad diktatörlüğü, mezhepçi, anti demokratik, baskıcı politikaları ile IŞİD’in gelişmesinde en önemli rolü oynadılar.

Irak ve Suriye’deki, hatta tüm Ortadoğu’daki mezhepçi, baskıcı diktatörlükler yıkılıp, yerlerine demokratik, çoğulcu yönetimler kurulmadıkça, bölgedeki IŞİD benzeri örgütler yok olmaz.

Ortadoğu’da silahlı güç gösterilerine değil, şiddetsiz çözümlere ve barışa ihtiyaç vardır. IŞİD’e karşı mücadele bölge halkları tarafından yürütülmelidir. ABD’nin ve NATO’nun kirli sicilleri düşünüldüğünde, IŞİD’e karşı, ABD/NATO operasyonu tercih edilemez.

ABD ve NATO öncülüğünde Ortadoğu’da yapılacak askeri bir operasyon meşru değildir. Türkiye bu operasyona katılmamalı ve lojistik destek vermemelidir. Türkiye NATO’dan çıkmalıdır.

Ortadoğu’daki ABD, Rusya, NATO vb. kaynaklı tüm askeri üs ve tesisler başta İncirlik olmak üzere kapatılmalıdır. Ortadoğu, silahsız, nükleersiz, kimyasalsız, barış içinde halkların bir arada yaşadığı bir bölge olmalıdır.

Türkiye sınırlarından IŞİD ve benzeri örgüt militanlarının geçiş yapması engellenmelidir. Türkiye sınırları, savaştan ve zulümden kaçan sivillere açılmalı, onlara sığınmacı statüsü verilmeli, insanca yaşam koşulları sağlanmalıdır. Türkiye Devleti savaş mağduru halklara insani yardım yapmak için her türlü imkânını kullanmalıdır.

 

Yıldız Önen

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu Yürütme Kurulu adına

 

24 Eylül 2014 – Yazılı Basın Açıklaması Metini

Kobanê’de katliamı engellemek için ayağa kalkalım!

Suriye Kürdistanı Rojava’nın üç kantonundan biri olan Kobanê; doğu, güney ve batı yönlerinden IŞİD saldırısına uğradı. Daha önce Irak Kürdistan’ına, Şengal’e saldıran, binlerce Ezidi’yi katleden IŞİD, 15 Eylül’den beri Kobanê’ye saldırıyor. Irak ve Suriye rejimlerinden ele geçirdiği tank, füze, çeşitli top ve ağır silahlarla, yine birçok bölgeden getirdiği takviye güçlerle saldıran IŞİD, Kobanê kantonunda şimdiye kadar 64 köyü ele geçirdi, IŞİD vahşetinden kaçan çoğunluğu yaşlı, kadın ve çocuk 130 bin kişi Türkiye’ye sığındı.

IŞİD’in saldırısından kaçan Kobanê’lilerin sığındığı Suruç’ta tam bir kargaşa hâkim. Sığınmacılar yeterli yardım alamıyor, en temel ihtiyaçlarını karşılayamıyorlar. Güvenlik güçleri, dayanışma amacıyla Suruç’a gelen kitlelere saldırıyor, gaz bombası atıyor. Şu anda iki kişi ağır yaralı.  YPG güçleri Kobanê kantonunu savunmaya devam ediyor, IŞİD’in doğu bölgesindeki ilerleyişi durduruldu. Ama silah olarak kendisinden çok daha üstün kuvvetlerle savaşan YPG güçlerinin ne kadar dayanabileceği bilinmiyor.

600 bin kişinin yaşadığı Kobanê kantonunun merkezine IŞİD güçlerinin girmesi demek, soykırıma varacak büyük bir katliam demektir.

Tüm halkımızı ve duyarlı kamuoyunu Kobanê ile dayanışma içinde olmaya çağırıyoruz.

Hükümeti sınırda insanların güvenliğini sağlamaya, sınırdan geçenlere zorluk çıkartmamaya tam tersine her türlü kolaylığı sağlamaya çağırıyoruz. Hükümet, öte yandan Kürt halkının kendisini savunma girişimlerine engel olmamalı, her türlü geçiş yolunu açmalı, tüm insani yardım mekanizmalarını ve olanaklarını devreye sokmalı Kürt hareketine hiçbir müdahalede bulunmamalıdır.

Aynı zamanda aylardır devam eden çözüm sürecinde hızlı adımlar atılmalı, Kürt halkının tüm temel hakları tanınmalı ve güvence altına alınmalıdır.

Barıştan, halkların kardeşliğinden yana olan tüm insanları çok geç olmadan Kobanê için ayağa kalkmaya, IŞİD’in katliamına karşı elimizden gelen her türlü çabayla mücadele etmeye çağırıyoruz.

 

Kerem Kabadayı

Küresel BAK yürütme kurulu adına

 

27 Eylül 2014 – “Rojavalı, Suriyeli, Iraklı mülteciler kardeşimizdir!” Basın Açıklaması Metini Değerli basın emekçileri, değerli arkadaşlar,

Her yerden bomba, tüfek, patlama ve ölümün karanlık sesi yükseliyor.

Her yerden hınçlı, kindar, yok etmeyi hedefleyenlerin sesi yükseliyor.

Tüm tarihi savaş ve işgallerle biçimlenen Ortadoğu’da yeni acılar yaşanıyor.”İmdat” çığlıklarını hepimiz duyuyoruz. Kadınların, yaşlıların, çocukların çaresizlik içinde oradan oraya göç etmek zorunda kaldıklarını her gün görüyoruz.

Savaş, bombardımanlar ve acılar derin bir karamsarlık yaratıyor ve böylesi koşullarda, her zaman olduğu gibi, en tehlikeli virüs, ırkçılık virüsü hızla yayılıyor.

Yıllardır Esad rejiminin zulmünden kaçan insanlar Ortadoğu’nun dört bir yanına dağıldı. Resmi açıklamalara göre, Suriye’den ve Irak’tan 1.3 milyon insanın Türkiye’ye sığındığını biliyoruz.

Son bir aydır, IŞİD’in zulmünden kaçanlar; önce on binlerce Ezidi, ardından da Kobanê’de yaşayan yaşlı, çocuk ve kadınların çoğunluğunu oluşturduğu on binlerce Kürt sınırı geçip Türkiye’ye geldi.

Rojavalılar aç, susuz ve arkalarında katliam tehdidinin yarattığı ağırlıkla bekliyorlar.

Şimdi bir de üstüne, ABD ve müttefiklerinin bombalarından kaçanların eklenebileceği söyleniyor. Pentagon’daki savaşın efendilerine göre, Irak ve Suriye’ye askeri müdahale üç yıl sürecek.

Hepimizin gözü kulağı Kobanê’de.

Hepimizin gözü kulağı Halep’te.

Hepimizin gözü kulağı sınırlarda, Suruç’ta.

Dayanışmak zorundayız. Dayanışmadan söz edeceksek, o gün işte bugündür!

Yardımlaşmak zorundayız. Yardımlaşmadan söz edeceksek, o gün işte bugündür!

Kardeşleşmek zorundayız. Kardeşleşmeden söz edeceksek, o gün işte bugündür.

Bugün Kobanê’ye, Suriye’ye elimizi uzatma günüdür.

Direnen halkların yanında olduğumuzu gösterme günüdür.

Çünkü sadece savaş, yıkım ve ölümden ibaret değil yaşadığımız süreç; dayanışma, direniş ve umut da gelişiyor. Bu dayanışmayı, bu direnişi, bu umudu daha fazla dayanışarak, direnişe destek olarak, umudumuzu büyüterek güçlendireceğiz.

Devletler, savaşı derinleştirmek için el ele verip koalisyonlar kuruyorlar, dayanışıyorlar. Biz ise buna karşı aşağıdan, halkların, savaşa ve ırkçılığa karşı olanların dayanışmasını inşa etmek zorundayız.

Evlerinden, yaşadıkları yerlerden, ailelerinden, soludukları havadan kopup Türkiye’ye sığınan insanlarla dayanışmak zorundayız.

Büyük trajediler ve acılar yaşayarak Türkiye’ye sığınan mültecilerin evleri taşlanıyor, kundaklanıyor. Bazı yerlerde yerel idare Suriyelileri sürüyor. Saldırganlara ise hiçbir yaptırım uygulanmıyor.

Hükümet, Suriyelilerin mülteci statüsünü tanımayarak, onlara “misafir” diyerek uluslararası sözleşmeler ve insan hakları normlarından kaynaklanan temel haklarını göz ardı ediyor.

Kobanê’den Türkiye’ye gelmek isteyenlere ise sınır geçişlerinde zorluk çıkartılıyor. Arkalarında çocuklarını, eşlerini, torunlarını bırakmak zorunda kalan insanlar, sınır geçişlerinde gaz bombalarına ve tazyikli suya maruz kalıyor, sınır kapılarında bekletiliyor.

Medya organlarında mülteciler düşmanlaştırılıyor. Suriyeliler ve Kobanêliler hakkında sık sık nefret söylemi kullanılıyor.

Bu yüzden, tüm ırkçılara, çaresiz kaldığı için Türkiye’ye gelmek zorunda kalan sığınmacıları düşmanlaştıranlara, şunu net bir şekilde bir kez daha hatırlatalım: Tüm sığınmacılar bizim kardeşimizdir!

Hükümete de hatırlatalım: Sığınmacıları her an geri gönderebileceğimiz, bir an önce kurtulmamız gereken “misafirler” olarak değil kardeşlerimiz olarak görüyoruz. Onlarla birlikte yaşamak istiyoruz!

Bugün hepimiz Kobanêliyiz! Hepimiz Suriyeliyiz! Hepimiz Kürdüz! Hepimiz Arabız!

Irkçılığın hiçbir görünümüne izin vermeyeceğiz.

Bugün, son olarak, hükümete de şu çağrıyı yapmak zorundayız:

Sınırları açını! Sınırlar, zaten akraba olan köyleri, evleri, aileleri birbirinden ayırıyor. Yaşamı için sınırdan geçmek isteyenlere zorluk çıkartmayın!

Sığınmacıların tüm temel ihtiyaçlarını karşılayın. Sığınmacılar arasında etnik ya da dinsel köken açısından hiçbir ayrım yapmayın. Sığınmacıların insanca yaşamasının koşullarını yaratın.

Sığınmacıların mülteci statüsünü tanıyın. “Misafir” diyerek uluslararası sözleşmeler ve insan hakları normlarından kaynaklanan temel haklarını göz ardı etmeyin.

Tüm kaynakları ve olanakları zorlayarak, Kobanê’ye, Suriye’ye, katliamlarla yüz yüze kalan insanlara insani yardım elini uzatın! Yardım çabalarına engel olmayın!

 

Değerli basın mensupları, değerli dostlar,

Bugün kalbimiz Kobanê’yle, katliama karşı direnen Kürt kardeşlerimizle beraber çarpıyor.

Bugün kalbimiz, zalimlerin şiddetine karşı direnen tüm halklarla beraber çarpıyor.

Zalimleri ve ırkçılığı meşrulaştıranlar başaramayacak. Barış duygumuzu, kardeşlik duygumuzu, çözüm duygumuzu, halkların kardeşliğine duyduğumuz inancı ve mücadele ve dayanışma kararlılığımızı geriletemeyecekler.

Yaşasın halkların kardeşliği!

Irkçılığa dur de!

 

Ferhat Kentel

Irkçılığa ve Milliyetçiliğe DurDe platformu”

 

2 Ekim 2014 – ‘Tezkereye Hayır, Savaşa Hayır’ Basın Açıklaması Metini

1 Mart 2003’te Türkiye’nin Reddettiği Savaş Tezkeresi Tekrar Meclis’te

Hükümet, Suriye ve Irak’a askeri müdahaleyi öngören tezkereyi Meclis’e gönderdi, bir kez daha Ortadoğu’da savaş macerasına atılmayı denemek istiyor.

Tezkere, savaş tehdidi demektir, Türkiye ve bölge halkları savaş değil barış ve bir arada yaşamak istiyor. Hükümetin yapması gereken, kendi halkının taleplerine kulak vermek ve bölgede barışçı adımlar atmaktır.

Hiçbir askeri müdahale, hiçbir bombardıman, bombalanan, işgal edilen bölgelere özgürlük, eşitlik ve demokrasi getirmez. Tam tersine ülkeleri kaosa, halkları kan gölüne, yoksulluk ve yeni acılara sürükler. Bölgede bugün yaşananlar 2003’teki işgalin sonucudur.

Bu tezkere sınır güvenliğine de barışa da hizmet etmez. Olsa olsa, savaşçılara, militaristlere, ırkçılıktan, düşmanlık ve gerilim politikalarından beslenenlere hizmet eder.

Herhangi bir sınır ötesi harekât meşru değildir. Türkiye’den gidecek askeri güçler, işgalci olarak kabul edilecek ve bölgedeki tüm halkların direnişi ile karşılaşacaktır.

Tezkere, bir buçuk yıldır devam eden çözüm süreci için de olumsuz bir adımdır. Çözüm süreci, Kürt halkının en doğal haklarının tanınması sürecidir. Kürt siyasetinin temsilcilerinin terörist olmakla suçlanması, IŞİD’le bir tutulması kabul edilemez.

IŞİD’in şiddet dolu yöntemleri, çağdışı hukuku dışarıdan askeri müdahalelerle, bombalarla engellenemez. IŞİD, ancak Ortadoğu halklarının, demokratik çoğulculuğu esas alan yaygın mücadelesiyle durdurulabilir.

Türkiye’nin ucu bucağı belli olmayan bir savaş bataklığına yuvarlanmaması için tezkere geri çekilmelidir. Parlamentoda bulunan tüm milletvekillerini tezkereye hayır oyu vermeye davet ediyoruz. Tedirgin annelerin ve günlerdir sokakları dolduran insanların itirazını duyun.

Türkiye ABD öncülüğünde oluşturulan savaş koalisyonuna girmemelidir. Sınır ötesine asker göndermemelidir. Yabancı askeri güçlerin sınırdan geçişine izin verilmemeli ve İncirlik Üssü kapatılmalıdır.

Türkiye bölgeye yönelik insani yardımları artırmalı, saldırılardan kaçan sivillere kucak açmalıdır. Böyle zamanlarda halkların arasına duvarlar ve dikenli teller dikmek değil, barış köprüleri kurmak gerekir.

Barış sürecine yönelik olarak Kürt halkının taleplerini karşılayacak adımların hızla atılması gerekir. Kobanê ve Rojava’da saldırılara direnen Kürt halkının yanında olmak ise vicdani sorumluluktur.

Savaşa hayır!

 

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu

 

10 Ekim 2014 – Yazılı Basın Açıklaması Metini

Hükümet Çözüm ve Barış İçin Adım Atmalı

Türkiye yine bir şiddet sarmalına sürükleniyor. Dört günden beri devam eden olaylarda aralarında çocukların da olduğu 35 kişi öldü,  çok sayıda yaralı var ve yüzlerce mekan tahrip edildi. Yaşamını yitiren yurttaşlarımızın yakınlarına başsağlığı, yaralıların bir an önce sağlıklarına kavuşmasını diliyoruz.

IŞİD güçlerinin 25 gündür saldırdığı Kobanê konusunda hükümetin izlediği “bekle, gör” politikası özellikle Kürt halkında büyük bir gerilim yaratmış, ağır giden çözüm sürecindeki karamsar hava bu gerilimin üzerine eklenmiştir. Kobanê’ye yönelik katliam girişimine karşı yükselen öfke ve şiddet patlaması, karşı şiddeti, toplum içinde çatışmayı ve büyük bir istikrarsızlığı yaratmıştır.

Protesto gösterilerine sertlikle müdahale ve bazı yerlerde yaşanan provokasyonlar sonucu ölümlere yol açan şiddet olayları ortaya çıkmıştır. Türkiye’de demokratik, barışçı bir ortam bir an önce sağlanmalıdır.

Çok açık ki başta Kürt halkı olmak üzere Türkiye’de yaşayan herkesin barışa hava kadar ekmek kadar ihtiyacı var. Çözüm sürecinin kalıcı bir barışa evrilmesi, öncelikle aralarındaki mesafe günden güne açılan halkların barışmasıyla ve eşit koşullarda kardeşliğin tesis edilmesiyle mümkündür. Bunun için hükümetin acil olarak atması gereken adımlar vardır.

IŞİD güçlerinin katliam tehdidi altındaki Kobanê halkıyla dayanışmaya yardımcı olunmalı, sınırlar Kobanê’yle dayanışmak isteyenlere ve Türkiye’ye sığınmak isteyenlere koşulsuz açılmalıdır.

Kobanê sınırında sağlık hizmetleri en üst seviyeye çıkartılmalıdır. Bölgeye doktor ve sağlık hizmeti desteği arttırılmalıdır.

Bütün sığınmacıların temel ihtiyaçları giderilmeli, barınma, eğitim ve sağlık gibi en temel insan hakları karşılanmalıdır.

Hükümet yetkilileri Kürt hareketinin örgütleriyle IŞİD’i eşitleyen, zaten var olan sorunları içinden çıkılmaz bir şiddet sarmalına döndüren açıklamalara son vermelidir.

Protesto gösterilerini şiddetle bastırma girişimlerine son verilmelidir. Provokasyonlar ortaya çıkartılmalıdır.

Çözüm sürecinde somut adımlar atılmalıdır. Çözüm Koordinasyon Kurulu gibi kurullar sadece Resmi Gazete’de kurulduğu bilgisiyle kalmamalı, çözüm sürecinin pratik yol haritasının adımları açıklanmalıdır.

Çözüm sürecinin ruhuna uygun olmayan, sıkıyönetim uygulamasını devreye sokan, şehir merkezlerine asker yerleştiren tutumlara son verilmelidir.

Bugün hem Kobanê halkının yanında olmaya hem de çözüm sürecini savunmaya ihtiyacımız var. Kalıcı barış için, Kürt halkının temel haklarının tanınmasına ihtiyacımız var. Demokratik tepkilerin şiddet gösterilerine dönüşmemesi için sağduyuya ihtiyacımız vardır.

Çünkü tarih, hiçbir anlaşmazlığın ve çatışmanın, savaş politikaları, savaş araçları ve şiddet uygulamalarıyla çözülemeyeceğini göstermiştir.

Biz savaş karşıtları, bu kısırdöngünün kırılması için herkesi şiddete değil diyaloga, savaş politikalarına değil, barış politikalarına destek vermeleri konusunda uyarıyoruz.

 

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu

 

18 Ekim 2014 –Nilüfer Uğur Dalay’ın Uluslar arası Konferans Sunumu

Orta Doğu kavramı ilk kez 2.Dünya Savaşı sırasında, İngilizlerce, Mısır’daki askeri birliğin ‘Orta Doğu Komutanlığı’ olarak adlandırılmasıyla, ulus-devlet yapılarının netleştiği 20. Yüzyılın başlarında kullanılmaya başlanmıştır. Tanım da Avrupa bakış açısını,  İngiliz merkezli bir dünya coğrafyasının bölgeye düşen jeopolitik kavramın adını oluşturuyor.  Aynı şekilde, “ Yakındoğu, Uzakdoğu, vs.” bölgeleri de bu zihniyetin ürünüdür.

Kavram karmaşası coğrafi sınırların çizilmesinde de yaşanıyor. En geniş anlamıyla Orta Doğu Fas’tan başlayarak Afganistan’a, Pakistan’a, Türkiye’ den Habeşistan’a kadar giden bir bölgeyi kapsıyor.   Daha dar anlamıyla Ortadoğu denilince (Kuzey Afrika, Arap Yarımadası, Afganistan, Türkiye)nüfusu 653 Milyon olan bir havza. Toplam dünya nüfusu 6.9 Milyar (BM 2010 verisi) olduğuna göre,  dünyanın % 9.4’lük bir bölümden söz ediyoruz demektir.

Ortadoğu dünyanın medeniyet beşiğidir. Ortadoğu büyük güçlerin her zaman ilgisini çekmiştir. Petrol yokken de Ortadoğu çok önemli bir yerdi. Ticaret var olduğu sürece Ortadoğu önemini hiç yitirmedi.

Etnik yapı açısından bölge nüfusunun büyük çoğunluğunu Araplar oluşturur. Onlardan sonra sırasıyla Türkler, İranlılar, Pakistanlılar, Kürtler, Yahudiler, Afganlar, Ermeniler, Asuriler, Beluciler ve Kıptiler gelir.

Dinsel açıdan Müslümanlar çoğunluğu oluşturur. Ardından Hıristiyanlar ve Museviler gelir. Müslümanların 2/3 ü Sünni, 1/3 ü Şii (Alevi)’dir. Bunun dışında Hariciler, Nusayriler, Dürziler de bulunur.  Hıristiyanların içinde, İstanbul, Antakya, Kudüs ve İskenderiye Patrikhanelerine bağlı Ortodokslar çoğunluğu oluşturur. 4.ve 5. Yüzyılda patrikhaneden ayrılan Gregoryen Ermeniler, Kıpti, Nesturi, Süryani ve Maruni kiliselerine bağlı olanlar, Melkit, Ermeni, Kıpti, Roma’ya bağlı Katolikler ile Keldanileri, Protestanları ve Yezidileri de bu tabloya eklenmelidir.

Ortadoğu’nun önemsiz kabul edilmeyecek bir bölge olarak algılanmasının nedeninin altında, doğuyla-batı, kuzeyle-güneyin kesiştiği coğrafi kavşak niteliğinde olmasıdır. Bu sebepledir ki, dünya’da güçlü ve söz sahibi olmak isteyen ülkelerin birincil hedefi durumunda olmuştur.

Dünyanın beyni Batı ise, Dünyanın kalbi de Ortadoğu’dur.

Ortadoğu’nun can damarını oluşturan bu kendine has yapının temelini üç unsur oluşturmaktadır. Din, Siyaset ve İdeoloji.

Ortadoğu’nun doğal dokusunda tek adam iktidarları -Türkiye ve İsrail hariç- ya askeri diktatörler ya da kral şeklinde başa gelmişlerdir.

21. yüzyıldaki 11 Eylül senaryolarının başlangıç noktası 1979 İran Devrimi’dir. Büyük güçler bu bölgede milliyetçilik koridorunu, sosyalizm koridorunu, seküler koridorları kullanmıştır. Din koridoru hep bastırıldığı ve suçlu ilan edildiği için bölgede yeni bir dinamik ortaya çıktı. Isınmaya başlayan bu dinamikle İran’da ortaya çıkan ilk çatlak “İslam Devrimi” olarak yayılmaya başladı. 1989 sonrasından 11 Eylül’e gelen süreçte yeni bir hedef tanımlanmakta, 21. yüzyılda artık bu coğrafyada yeni bir düzen kurulmaktadır.

İslam nüfusunun yaklaşık 1.2 milyarlık (veya yaklaşık olarak Çin’in nüfusu kadar) kısmı bu yarım ay şeklindeki bölgede yaşamaktadır. Bu rakamın kabaca 820 milyonu Asya’da, 315 milyonu Afrika’da, nüfusunun yaklaşık 300 milyonu jeopolitik olarak önemli Doğu Akdeniz, İran Körfezi ve Orta Asya bölgesinde yaşamaktadır. Amerikan medyasının sık sık Müslümanları Yahudi düşmanı Arap olarak tanımlamasının aksine en büyük Müslüman nüfus yoğunluğu Güney ve Güneydoğu Asya’da (Endonezya, Malezya, Bangladeş, Pakistan ve Hindistan’da) bulunmaktadır. Farklı etnik kökenleri olan büyük Müslüman ülkeler arasında İranlı Persler, Türkler (Türk soyu Azerbaycan ve diğer birkaç Orta Asya halkı da dahil), Mısırlılar ve Nijeryalılar vardır.

En son sayıma göre BM’de, en az �′lık bir Müslüman nüfusu olan 32 üyesi ve Müslüman oranı f ile � arasında değişen 9 ülkesi ile beraber toplam 41 Müslüman ülke vardır… Geniş bir coğrafyayı kapsayan İslam nüfusunun bulunduğu bütün bölgeler ekonomik ve sosyal alanda hemen her dönem ‘sorunlu bölgeler’ olarak ön plana çıkmaktadır. 1.2 milyar nüfus ile toplumsal ilişkilerde belirleyici bir rol oynayan İslam kökenli ülkeler, uluslararası ilişkilerin ana gündeminin ilk sıralarını oluşturmaktadırlar.

Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında bulunan Kuzey Afrika ve Orta-Yakın Doğu ülkelerinin yüzölçümü 11.969.706 km karelik bir alanı kapsamaktadır.  Dünyanın toplam yüzölçümü 510.065.284 km’dir. Bu yüzeyin p,8′i (361.126.221 km²) sularla, ),2′si (148.939.062 km²) karayla kaplıdır. Orta Doğu dünya yüzölçümünün % 8’idir. Yüzölçümü olarak ele aldığımızda, dünya sıralamasında Cezayir 11., Suudi Arabistan 13., Libya 16., İran 17. ve Mısır 26. sırada bulunmaktadır. İran hariç söz konusu olan ülkelerin topraklarının önemli bir alanı çöllerle kaplı olmasına rağmen, petrol ve doğalgaz yatakları bakımından zengin olması nedeniyle, ekonomik verimliliği oldukça yüksek olan bölgeler olarak ön plana çıkmaktadır. Ülkelerin toprak büyüklüğü ve nüfus yoğunluğu dikkate alındığında, km kareye düşen insan sayısı 130 kişidir.

Tahminen 6,3 milyar olan dünya nüfusu içerisinde Müslüman kökenlilerin sayısı yaklaşık 1,2 milyardır. Söz konusu edilen bölgede yaşayan nüfus ise yaklaşık olarak 403 milyondur. Tabloda yer verilmeyen Türkiye ve İsrail’in dahil olduğu bölge, dünya nüfusunun yaklaşık olarak % 6,3′ünü barındırmaktadır. Bu ülkelerdeki nüfusun yaş oranlaması dikkate alındığında, çok önemli bir kesiminin genç kuşaktan oluştuğu anlaşılır. 15 yaşından küçük olanların genel nüfus ortalaması içerisindeki oranı yaklaşık olarak % 33′tür. 30 yaş sınırına kadar alındığında bu oran % 55′i bulmaktadır. İran, Türkiye, Mısır, Cezayir, Fas gibi ülkelerde nüfus artışı dünya ortalamasının çok üzerindedir. Tarihsel, sosyal, kültürel, dinsel vb. faktörler dikkate alındığında bu artış oranının devam edeceği görülüyor.

Bir ülkenin GSMH oranı o ülkenin gelişmişliği bakımında önemli göstergelerden biri olarak verilir. Söz konusu olan bölgenin toplamı yaklaşık GSMH, 2.3 trilyon$. Dünya ülkelerinin GSMH toplamı 71.67 trilyon $ dur (2012). Dünyadaki GSMH’nin % 3,2′si söz konusu olan bölgede gerçekleşmektedir. Dünya çapında kişi başına düşen milli gelir ortalama olarak 10.171 $dır. Türkiye 10.755 (2013).  Kuzey Afrika ve Ortadoğu bölgesini kapsayan ülkeler toplam olarak ele alındığında kişi başına düşen milli gelir yaklaşık olarak 3. 480 dolardır.

 

18 Ekim 2014 –Kerem Kabadayı’nın Uluslar arası Konferans Sunumu

11 Eylül 2001″de El Kaide bağlantılı gruplar dört yolcu uçağını kaçırarak, aralarında New York”ta bulunan Dünya Ticaret Merkezi kuleleri ve Amerikan Savunma Bakanlığı Pentagon”un bulunduğu hedeflere yönelik intihar saldırıları düzenledi. New York”taki kuleler tamamen imha olurken, Pentagon binasının batı cephesinde hasar meydana geldi. Büyük bir ihtimalle Beyaz Saray”ı hedef alan ve bunun için başkent Washington D.C.”ye ulaşmaya çalışan dördüncü uçaksa Pennsylvania”da yere çakıldı.

3000 civarında sivil hayatını kaybettiği saldırılar, 2000″li yıllar boyunca neredeyse tüm dünyayı içine çeken yeni bir Amerikan savaşının sembolik de olsa başlangıcıdır.

Ancak 11 Eylül saldırılarının tarihsel arka planında yatan, Amerika”nın Ortadoğu politikalarına karşı gelişen tepki bir anda ortaya çıkmamıştır. Amerikan yönetimlerinin Ortadoğu”daki diktatoryal rejimlerle kurduğu ortaklıklar, bölgedeki (özellikle de Suudi Arabistan”daki) askeri varlığı ve İsrail”e verdiği koşulsuz destek bu kitlesel tepkinin ardında yatan temel sebepler olarak sayıla gelmiştir.

Nitekim 1998 yılında Dar Es Selam ve Nairobi”deki Amerikan elçiliklerinin El Kaide tarafından bombalanması ile birlikte Amerika”nın Ortadoğu politikalarına karşı Ortadoğu”da giderek büyüyen öfkenin, artık cihatçı gruplar etrafında örgütlenmeye başladığı ortaya çıkmış oldu.

Clinton yönetiminin elçilik bombalamalarına verdiği ilk tepki EL Kaide”nin örgütlü olduğu iddia edilen Sudan ve Afganistan”daki hedefleri uzun menzilli füzelerle bombalamak oldu. Bu bombardımanlar sonucunda Sudan”da, kimyasal silahlar üretmek için kullanıldığı iddia edilen bir ilaç fabrikası tamamen imha edildi. Halbuki bugün artık tamamen sahte olduğu bilinen tanıklıklar ve istihbaratla hedef alınan El Şifa Fabrikası, Sudan halkının ihtiyacı olan sıtma ve tüberküloz ilaçlarının yanı sıra, ülkede kullanılan veteriner ilaçlarının da neredeyse tamamını üretiyordu. Amerikan bombardımanının ardından Sudan”da baş gösteren ilaç darboğazı, çoğunluğu yenidoğan olmak üzere on binlerce insanın hayatına mal oldu.

Clinton yönetiminin bu aceleci tutumu, Afganistan”da bugün hala sürmekte olan NATO işgaline giden yolu açmakla kalmayıp cihatçı örgütlenmelerin Amerikan karşıtı öfkeden faydalanarak, özellikle Suudi Arabistan ve Mısır”daki tabanlarını güçlendirmelerini kolaylaştırmış oldu.

1998 yılının son günlerinde, Clinton yönetimi bombardıman kampanyasına Irak”ı da ekledi. “Çöl Tilkisi” adı verilen operasyonda, Irak topraklarında bulunan 97 hedef vuruldu. Birleşmiş Milletler tarafından yürütülen silah denetlemelerinin engellendiği ve BM denetçilerinin ülke dışına çıkartıldığı iddiasıyla meşrulaştırılmaya çalışılan bu saldırının ardındaki esas amaç ise Saddam Hüseyin rejimini zayıflatmaktı. Zira Colin Powell”ın iddia ettiğinin aksine BM denetçilerini Irak”tan çekilmeye zorlayan Saddam Hüseyin değil, bizzat Amerikan yönetimiydi.

Clinton yönetimi boyunca Amerika”nın Ortadoğu politikasında ve askeri müdahalelerinde giderek sivrilen iki ana unsur, yani El Kaide / Usame Bin Ladin”de vücut bulan “cihatçı tehdit” ile “başıbozuk” Saddam Hüseyin rejimi, 11 Eylül saldırılarının ardından Bush yönetimi tarafından bir araya getirilip, büyük bir manipülasyon kampanyası ile tek bir hedefe indirgenmiş oldu.

90″lı yıllarda, Amerikan tarihi boyunca kaydedilmiş en uzun süreli ekonomik büyümeyi gerçekleştirmiş olan Clinton yönetimini takip eden George W. Bush hükümeti, 11 Eylül saldırıları gerçekleştiğinde henüz sekizinci ayını doldurmamıştı.

Bush yönetimi, 11 Eylül”ün hemen ardından saldırılarla Saddam Hüseyin arasında bağlantı kurduklarını açıkladı; bu yetmezmiş gibi herhangi bir kanıta dayandırmadan Irak”ın elinde kitle imha silahları bulunduğu, hatta Saddam Hüseyin”in nükleer silah üretme peşinde olduğu ve Amerika”ya karşı El Kaide”ye destek verdiği yönünde yoğun bir propaganda faaliyeti yürüttü.

Amerikan hükümetinin yanına kattığı İngiltere, Avustralya ve Polonya”dan oluşan işgal koalisyonu, tüm dünyaya yayılmış savaş karşıtı gösterilere ve kamuoyunun tepkisine rağmen 19 Mart 2003 tarihinde Irak işgalini başlattı. 21 gün süren çatışmaların ardından işgal koalisyonu Bağdat”a ulaşmış, Baas rejimi çökertilmiş ve Saddam Hüseyin iktidardan uzaklaştırılmıştı.

Çoğunluğu Amerikan askerinden oluşan koalisyon gücüne, işgalin başarıya ulaşmasının ardından otuz civarında ülke daha katıldı. Ancak yıllar süren araştırmalar, işkenceli sorgular ve istihbarat takiplerine rağmen Irak”ta ne kitle imha silahlarına, ne de nükleer silah üretim tesislerine dair bir kanıta ulaşılabildi.

Amerika”nın önderliğindeki işgalin bilançosu çok ağır oldu. Yüzbinlerce sivil hayatını kaybederken çok daha fazlası göç etmek zorunda kaldı. Irak”ın altyapısı büyük oranda hasar gördü. Yıllar süren işgal ve şiddet ortamında birbiriyle çatışmaya giren dini ve siyasi grupların eylemleri ülkede herhangi bir düzenin kurulmasını imkansız hale getirirken, bu çıkmaz, Irak”taki Amerikan askeri varlığının devamı için de bir mazeret işlevi gördü.

2010 yılının Ağustos ayında Obama, resmi olarak Irak”a yönelik işgal operasyonunun sona erdiğini açıkladı ve 50.000 askerlik son Amerikan kuvveti de 2011 yılının sonlarında Irak”tan geri çekildi.

Ancak 2010 yılında Ortadoğu”yu en çok etkileyen olay, Amerikan askerlerinin çekilmeyi tamamlaması değil, üniversite mezunu, işsiz ve yoksul bir Tunuslu gencin protesto için kendini yakması oldu. Kitlesel gösteriler sonucunda, Tunus”u 23 yıl boyunca yöneten diktatör Zeynel Abidin Bin Ali”nin devrilmesini Mısır devrimi izledi. Amerika destekli diktatoryal rejimler altında on yıllardır ezilen halklar Yemen, Libya, Bahreyn, Suudi Arabistan, Cezayir, Fas, Sudan, Kuveyt ve Ürdün”de ayaklanarak kitlesel gösteriler örgütlediler. 2010 yılı sonundan 2012″ye kadar süren bu iyimser hava, ilk olarak Libya”ya düzenlenen NATO operasyonuyla olumsuz bir seyre döndü.

Libya”nın ardından, Suriye”de barışçıl gösterilerle başlayan halk ayaklanmasına akıl almaz bir şiddetle karşılık veren Esad rejimi, muhtemel bir devrimi boğmak için kendi halkına karşı katliamlara girişti. Baas diktatörlüğünün eliyle şiddet sarmalına sürüklenen Suriye devrimi girişimi başarısızlıkla sonuçlanıp, Ortadoğu coğrafyasına şekil vermek isteyen tüm güçlerin şu ya da bu şekilde dahil olduğu bir iç savaşa dönüştü.

Amerikan hükümetlerinin neredeyse son 20 yıldır askeri müdahaleler, bombardımanlar ve insan avlarıyla hedef aldığı cihatçı grupların açtığı yoldan ilerleyen IŞİD, aynı zamanda 11 Eylül sonrasında Bush yönetiminin ilan etmiş olduğu “teröre karşı küresel savaş” doktrininin en zehirli meyvelerinden bir tanesi. IŞİD, Ortadoğu halklarına karşı verdiği savaşla, emperyalizmin Ortadoğu”daki geçmişi, bugünü ve geleceğine dair ibretlik bir tablo olarak karşımızda duruyor.

2001 yılının Ekim ayında, ilk Amerikan füzesi Afganistan toprağına değdiği andan bugüne kadar geçen sürede Afganistan”da yaşananların, bugün Suriye”de tekrar yaşanması tehlikesi ile karşı karşıyayız. Taliban yönetimi ve El Kaide kadrolarını imha etme amacıyla Amerika”nın giriştiği Afganistan işgali, bugün NATO komutası altında halen devam ediyor. Afganistan halkını, son zamanlarda sıkça bahsi geçen “ortaçağ karanlığında” değil, tam anlamıyla taş devri koşullarında yaşamaya mecbur bırakan savaş, yakın bir zamanda sonuçlanacağa da benzemiyor.

Bugün IŞİD”in ilerlemesini durdurmak amacıyla, yine Amerika tarafından bir araya getirilen koalisyonun düzenlediği hava saldırıları, Suriye”deki durumu iyileştirmek ve IŞİD”e darbe vurmak yerine yine sivillerin ölmesine yol açıyor. Koalisyonun bombardımanlarını onaylayan Esad”a bağlı Suriye ordusu da kaldığı yerden sivilleri bombalamaya devam ediyor.

Afganistan”da Taliban ile Kuzey İttifakı üyesi gruplar arasında patlak veren mezhep temelli çatışmaları andıran bir fay hattı, bugün hem Suriye hem de Irak halklarını tehdit ediyor. Türkiye ise bir yandan savaş tezkereleriyle Suriye”ye yönelik tehlikeli planlar peşinden koşarken, diğer yandan Amerika önderliğindeki koalisyonla İncirlik Hava Üssü”nün kullanımına dair pazarlıklar yürütüyor.

IŞİD”in ne kadar vahşi ve güçlü bir örgütlenme olduğuna dair tüm propaganda, çok basit bir gerçeği değiştirmeye yine de yetmiyor. IŞİD, Irak ve Afganistan”ı yerle bir eden Amerikan emperyalizminden veya Filistin topraklarında sürekli kan döken terörist İsrail devletinden daha güçlü bir yapı değil. Kobane”de bir aydır büyük bir kararlılıkla direnen Kürt halkının tüm dünyaya gösterdiği üzere, IŞİD yenilmez de değil. IŞİD”in önüne geçmenin ve Ortadoğu”da kalıcı bir barış tesis etmenin yolu, yüz yıldır İslam coğrafyasında mezhep temelli çatışmaları besleyip büyütmüş emperyalistlerin bombalarından değil, Ortadoğu halklarının din, dil, mezhep gibi ayrımları aşan ortak mücadelesinden geçmektedir.

 

25 Ekim 2014 – Yazılı Basın Açıklaması Metini -İstanbul

Değerli basın emekçileri,

Ekim ayında yaşadığımız gerginlik, çatışma ve ölüm dolu günler, barışa ne kadar çok ihtiyaç duyduğumuzu hepimize bir kez daha hatırlattı. IŞİD güçleri 40 gündür Kobanê’ye saldırıyor. Saldırıların ilk gününden itibaren hükümetin izlediği “bekle- gör” politikası özellikle Kürt halkında büyük bir gerilim yarattı ve ağır giden çözüm sürecindeki karamsar hava bu gerilimin üzerine eklendi. Kobanê’yle dayanışmak için başlayan gösterilere sertlikle müdahale ve bazı yerlerde yaşanan provokasyonlar sonucu ölümlere yol açan şiddet olayları ortaya çıktı. Bu gelişmeler, Türkiye’de demokratik, barışçıl bir ortamın bir an önce sağlanmak zorunda olduğunu gösterdi.

Başta Kürt halkı olmak üzere Türkiye’de yaşayan herkesin barışa hava kadar ekmek kadar ihtiyacı var. Çözüm sürecinin kalıcı bir barışa evrilmesi, öncelikle aralarındaki mesafe günden güne açılan halkların barışmasıyla ve eşit koşullarda kardeşliğin tesis edilmesiyle mümkündür. Bunun için hükümetin acil olarak atması gereken adımları bir kez daha hatırlatmak istiyoruz.

1.IŞİD güçlerinin katliam tehdidi altındaki Kobanê halkıyla dayanışmaya yardımcı olunmalı, sınırlar Kobanê’yle dayanışmak isteyenlere ve Türkiye’ye sığınmak isteyenlere koşulsuz açılmalıdır.

2. Kobanê sınırında sağlık hizmetleri en üst seviyeye çıkartılmalıdır. Bölgeye doktor ve sağlık hizmeti desteği arttırılmalıdır.

3.Bütün sığınmacıların temel ihtiyaçları giderilmeli, barınma, eğitim ve sağlık gibi en temel insan hakları karşılanmalıdır.

4.Hükümet yetkilileri ve cumhurbaşkanı Kürt hareketinin örgütleriyle IŞİD’i eşitleyen, zaten var olan sorunları içinden çıkılmaz bir şiddet sarmalına döndüren açıklamalara son vermeli, gerginlik politikasından vazgeçmelidir.

5.Protesto gösterilerini şiddetle bastırma girişimlerine son verilmelidir. Provokasyonlar ortaya çıkartılmalıdır.

6.Çözüm sürecinde somut adımlar atılmalıdır. Çözüm Koordinasyon Kurulu gibi kurullar sadece Resmi Gazete’de kurulduğu bilgisiyle kalmamalı, çözüm sürecinin pratik yol haritasının adımları açıklanmalıdır.

Bugün hem Kobanê halkının yanında olmaya hem de çözüm sürecini savunmaya ihtiyacımız var. Kalıcı barış için, Kürt halkının temel haklarının tanınmasına ihtiyacımız var.

Demokratik tepkilerin şiddet gösterilerine dönüşmemesi için sağduyuya ihtiyacımız var.

Herkesi savaş politikalarına değil, barış politikalarına destek vermeleri konusunda uyarıyoruz. Kürt halkı barış istiyor. Türkiye’de yaşayan diğer halklar da barış istiyor. Kürt halkı, temel haklarının her düzeyde tanınması ve garanti altına alınmasını istiyor. Diğer halklar, emekçiler, yoksullar, gençler, Aleviler de siyasal demokrasinin sınırlarının genişlemesini istiyor. Kürt halkı kardeşlik istiyor. Ama lafta kalan bir kardeşlik değil, eşit koşullarda bir kardeşlik. Anadilini sadece günlük hayatta değil, resmi düzeyde de eğitim alanında da kullanmak istiyor.

Bu talepler hepimizin talepleridir!

Bu talepler, barışın talepleridir.

Bu talepler, karşılanması çok kolay olan taleplerdir.

Bu talepler, halkların bir arada yaşama duygusunun karşısına yapay bir şekilde dikilen ırkçı, milliyetçi önyargılardan çok daha haklı, çok daha güçlü ve kazanacak olan taleplerdir.

Çatışma, şiddet ve ölüm, sadece daha fazla çatışmayı, şiddeti ve ölümü üretiyor. Bu yüzden biz ölüm değil çözüm istiyoruz.

Savaş, sadece bir avuç savaş baronunun, bir avuç ırkçının tüm demokratik değerlerin, çevrenin, demokrasinin yıkımı pahasına istediği geri dönüşü olmayan imha politikasıdır. Bu yüzden biz, savaşın sesinin susturulmasını, barışın sesinin yükseltilmesini istiyoruz.

Bugün çıkarttığımız ses, bir ilk adım. Kobanê halkıyla dayanışmaya, çözüm, barış ve özgürlük için mücadele etmeye devam edeceğiz.

Yaşasın barış!

Yaşasın halkların kardeşliği!

 

Şengül Çifci

Küresel BAK adına

 

30 Ekim 2014 – Hrant Dink Davası Basın Metini – İstanbul

Bu dava başladığından beri her duruşmada mahkeme kapısının önünde durduk. Her seferinde farklı açılardan bakarak tek bir noktaya dikkat çektik. “Kamu görevlileri yargılansın” dedik. “Tetiğin arkasındakiler hakim karşısına çıksın” dedik.. Neredeyse 8 yıl geçti. Ve bu 8 yılın ardından nihayet taş yerinden oynadı. Çünkü kamu görevlilerinin bir kısmının yargılanmasının önü a

Gerçi bu bile kolay olmadı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin “etkin soruşturma yapılmamıştır” kararına rağmen, devlet son ana kadar adamlarını korumaya çalıştı. Böyle bir kararın ardından “soruşturma izni” gerekmiyordu. Ama soruşturma izni istenerek yine dolambaçlı yollara sapılmak istendi.  Bakırköy 8. Ağır Ceza Mahkemesi yargılamanın önündeki engelleri kaldırdı. Ama savcılık yine işi yokuşa sürmek için Adalet Bakanlığı’na başvurdu. Bu karar için “kamu yararına bozma” istiyordu.

Ne kadar anlamlı değil mi? Hukuki süreç, doğal akışına bırakıldığında “yargılansınlar”  sonucuna gidiyor. Ama bir el ısrarla “yargılanmasınlar” diyor. Devlet kendi adamlarını hakim önüne çıkarmamak için elinden geleni yapıyor. Bu dava bize öyle şeyler öğretiyor ki.. Bu tür davalarda hep varlığını hissettiğimiz o “görünmez el”i, işte burada, Hrant Dink Cinayeti davasında somut biçimde görüyoruz. Nerelere, nasıl uzandığını gözlerimizle takip edebiliyoruz.

Ve bu davada işte “kamu yararı”nın ne olduğunu da gözlerimizle görüyoruz. Kamu yararı bu imiş. Hrant Dink’in öldürülmesine seyirci kalanların, bu cinayetten şu ya da bu sebeple bir fayda umanların etrafına hukuki bir zırh örülmesi imiş. Ancak hukuki süreç öyle bir hal aldı ki Adalet Bakanlığı da direnemedi ve savcılığın bu “kamu yararına bozma” talebini reddetti.

Böylece dönemin İstanbul Vali Yardımcısı Erol Güngör, İstanbul İl Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, eski İstanbul Emniyet İstihbarat daire Başkanı Ahmet İlhan Güler ile polisler Bülent Köksal, İbrahim Pala, İbrahim Şevki Eldivan, Volkan Altunbulak, Bahadır Tekin ve Özcan Özkan’ın yargılanması imkanı var şimdi.

Artık biraz daha umutla bakmalı mıyız, davanın geleceğine? Ya da “umut” bu dava içi uygun bir kelime mi? Bilemiyoruz… Ancak şunu biliyoruz: 8 yıllık mücadelenin ardından taş yerinden oynadı. Kamu görevlilerinin hakim karşısına çıkması için bir imkan doğdu.

Bu imkanı sonuna kadar kullanmalıyız. Evet biliyoruz. Taş çok büyük. Çünkü bu taş, 99 yıllık bir taş. 99 yılın inkarını, günahını, kabahatini taşıyan, koca bir taş.  Ağırlığı o yüzden. Ama gerek ailenin ve avukatların, gerekse her duruşmada buraya toplananların, bu davayı ısrarla takip edenlerin sayesinde biraz da olsa yerinden oynattık işte.

Dolayısıyla belki de yeni başlıyoruz. Ve diyoruz ki, daha işimiz var. İlk olarak:  sadece bu saydığımız isimler değil, tüm kamu görevlileri, yani meşhur 24’ler hakim karşısına çıksın. Trabzon emniyeti, Trabzon emniyet istihbaratı,  Emniyet genel müdürlüğü istihbarat dairesi,  Trabzon jandarması. Hepsi, topluca, aynı davada hakim karşısına çıksın. Ve yargılanmaları da öyle usulen olmasın. Her şeyden önce, görevi ihmalden değil.. 83. Maddeden, yani cinayete göz yumma suçlamasıyla yargılansınlar.

Adalet ancak o zaman, etkin bir soruşturma yürütüldüğünde, silinen, kaybedilen tüm kanıtlar ortaya konduğunda ve doğru sorular sorulduğunda sağlanacak.

Bir kez daha buradan haykırıyoruz: Biz bitti demeden bu dava bitmez!

 

Yetvart Danzikyan

Hrant’ın Arkadaşları adına

Did you find apk for android? You can find new Free Android Games and apps.
Share.

Comments are closed.