9 Şubat 2011 – Edebiyat Atölyesi VII – İstanbul

0
Want create site? Find Free WordPress Themes and plugins.

Merhaba.

9 Şubat Çarşamba akşamı II.Dönem Edebiyatta Savaş ve Barış Atölyesinin altıncı kitabı olan Aleksandr  Soljenitsin’in “İvan Denisoviç’in bir günü” kitabını bize Filiz Ülgüt tartışmaya açtı.

Bir önceki buluşmada Şolohov’un Uyandırılmış Toprak kitabını tartışırken, 1930 yıllarında ipuçlarını görmeye başladığımız Sovyet Toplumunun inşası çabalarının 1951’de nereye vardığını irdeleme fırsatını yakaladık.

Bu iki dönem arasında dünya büyük bir felaket olan 2.Dünya Savaşı’nı yaşamıştı. “1942 yılının kuzeybatı cephesinde düşman onları her yandan kuşatmıştı. Uçaklar yiyecek filan atmıyordu. Sonunda öyle bir duruma düştüler ki, ölen atların tırnaklarını kesip ıslattılar, yediler ve günlerce böyle hayatta kalabildiler. Ellerinde düşmana sıkacak tek mermi yoktu. Böyle olunca da Almanlar onları ormanda teker teker, armut toplar gibi topluyordu”.

Esir düşmek büyük suçtur. (Bkz.21 Ekim 2007’de gerçekleştirilen Dağlıca baskını sırasında 8 askerin kaçırılması, daha sonra serbest bırakılması üzerine Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in “8 Askerin kurtulduğuna fazla sevinemedim. Hiçbir Türk askeri bu duruma düşmemeliydi” demesi ve askerlerin tutuklanması).

Esir olan, sonra yolunu kaçan askerler “yurda ihanet” suçundan soruşturmaya uğrayıp “casusluk görevi” yaptılar gerekçesiyle genel ve özel çalışma kamplarına alınırlar.

Bu kamplar genel olarak Gulag  olarak adlandırılıyordu. Gulag sözcüğü Çalışma Kampları Yönetim Baş İdaresi sözcüklerinin baş harflerinden oluşmaktaydı. Bunlar 1918 tarihinde Lenin’in “güvenilmez unsurlar”, “halk düşmanları” “rejim karşıtı unsurlar”ın, kovuşturularak toplumdan soyutlanması, bir anlamda çalışarak “rehabilite edilmeleri” için kent dışlarında kurulan, Zorunlu Çalışma Sistemi’nin çalışma kamplarıydı.

1921 Yılında 43 eyalette 84 kamp bulunmaktaydı. 1929 Yılından itibaren, Stalin bu kamplara özel bir önem verdi; sanayileşmenin hızlanması, kuzeydeki ücra bölgelerde yerleşim alanlarının inşası, bu bölgedeki madenlerin işletilmesi amaçları ile sistemin alanı genişletildi. 2.Dünya Savaşı sonrası daha geniş alanlara yayılarak yüzlerce, binlerce kişiyi barındıran 467 çalışma kampına ulaşıldı. 18 Milyon dolayında insanın bu kamplardan geçtiği sanılmaktadır. 1970 Sonrasında demokratik eylemciler, Sovyet karşıtı ulusalcılar ve farklı suç kapsamındaki kişilerin çalıştırıldığı yerlere dönüştüler. Soğuk Savaş diplomasisinde önemli rol oynadılar ve 1980 de Reagan ile Gorbaçov’un tartışma konularından birini oluşturdular. Gulag Sistemi Kampları 1987 yılında kendi de bir Gulag hükümlüsü torunu olan Gorbaçov’un dağıtması ile 69 yıl sonra kapatıldı.

Atölye’de tartıştığımız roman işte bu kamplarda birinde, yurda ihanet suçu ile 8 yıldır bulunan İvan Denisoviç Şuhov isimli hükümlünün bir gününü anlatmaktaydı.

“Ceza sürelerinin ne zaman biteceği bilinmiyordu”. Erkenden, barakalara vurulan demir putrellerin sesiyle uyandırılarak – 27 derecede (-41 olursa çalışılmıyordu) “Sosyalist Yaşam Ünitesi” inşaatına doğru yola çıkartılırlar; “soğuğu yiyince o da ötekiler gibi hayvanlaşmıştı”.

“Sabah sabah işbaşı yapmak berbat bir şey. Ayaz, karanlık, karınlar aç, koskoca bir günün başlangıcı. İnsanın dili ağırlaşır, canı konuşmak istemez”. Saatler ilerler, “Güneş doğarken ayaz çıkar, gece ısısının en düşük olduğu andır”.

Hükümlüler en kısa sürede itaat etmeyi öğrenirler. Bilirler ki “dikilirsen kırılırsın”. Cezalar ağırdır ve en kısa sürede hücre ve dayak cezalarının anlamını öğrenirler; “Sopa yemiş köpeğe kırbacı bir kere göster yeter”.

Açtırlar; “hükümlülerin yaşamlarına hükmeden 200 gr. ekmektir”, “Bir çanak çorba hükümlülere geçmişteki ve gelecekteki yaşamlarından, özgürlüklerinden daha değerliydi”.

Birbirlerine düşman ediliyorlardı. Sistem acımasızca kurulmuştu: “ya hepsine fazladan bir şey vereceksin ya da hepsi oturup acından geberecektir”, “kanlı düşman öteki yürüyüş koluydu”, “bir hükümlünün baş düşmanı yine bir hükümlüdür”.

Bireysellikleri, onurları, kişilikleri yok ediliyordu: “Bir hükümlünün düşünceleri yine kendisi gibi kısıtlıydı”, “İnsanı yerden yere çalan kamp yaşantısı kafada hoş hayaller mi bırakıyor”, “birkaç yıl kamp yaşantısından sonra çakallaşmaya başlıyorlardı”. Onların adları yoktu. Onlar 104.üncü, 37.ci, 82.ci işkolunun, 7.ci, 3.cü ya da 5.ci barakasında yatan, Ş-854 B-219, H-123 dürler.

Bu acımasız dünyada, kitapta kadınlar yoktur. Ancak bir mektupta İvan Denisoviç’in karısının izine rastlarız. Bir de genel kamplarda, Üst-İjme’de, kadınların da bulunduğu kamplardan söz edilir. Onlar da; “Kadınlar mı dedin? Kadın değil odun desen daha iyi olur”.

Bu kampta nasıl mutlu olunur demeyin. İvan Denisoviç gece geç saatte yatağına uzanıp bacaklarını lime lime olmuş kaputunun kollarına geçirip ince battaniyesini başına kadar çektiğinde “ mutluluk içinde gözlerini yumdu. O gün çok başarılı bir gün geçirmişti. Hücreye kapatılmamış, onların işkolları açık alandaki “Sosyalist Yaşam Sitesi”ne gönderilmemişler, öğle yemeğinde fazladan bir kap lapa aşırmış, kolbaşları iş yüzde hesabını iyi kapatmış, duvarı büyük bir istekle örmüş, aramada çelik parçasını kaçırmış, akşamleyin Sezar’ın evden gelen paketinden epey bir şeyler elde etmiş, tütün satın almıştı. Ayrıca hastalığına yenilmemiş, sağlığına kavuşmuştu. Keyfinin bozulmadığı bir gündü bu”.

Kitap bir devlet ideolojisinin kendi vatandaşlarını nasıl düşman olarak görebileceğini, onlara nasıl düşman muamelesi yapabileceğini, kişiliklerini yok ederek, emeklerine el koyarak emeklerinin ürünlerine nasıl yabancılaştırabileceğini anlatmaktaydı. Düşman her zaman sınırların dışında olmaz, savaş yalnızca sınır ötesi yapılmazı anlatan bu kitapta anlatılanlarla günümüz arasında kolaylıkla bağlantı kurabildiğimizi fark ettik.

Atölye takvimi şöyledir;

23.02.11 H.Böll   (1972)   Ve o hiçbir şey demedi

09.03.11 N.Mahfuz (1988)   Aynalar       Özlem Güveli

Did you find apk for android? You can find new Free Android Games and apps.
Share.

Comments are closed.