2 Nisan 2012 – Edebiyat Atölyesi Üçüncü Dönem Onikinci Kitap – İstanbul

0
Want create site? Find Free WordPress Themes and plugins.

2 Nisan akşamı Atölye’nin tartışacağı kitap arasında isimle kitabıydı. Sinan Akboğa bize hem yazar hem de kitabın felsefi alt yapısı ile ilgili çok değerli bilgiler verdi.Tarihe kaçış ve tasavvuf, islamcı edebiyat gurubu için seçmiş olduğumuz bu kitap islam felsefesinin kaynak kitaplarına, Kuran’a ve ayetlerine, fıkıh ve tesfirlere, ‘Tunuslu alim’olarak İbn-i Haldun’a, ‘Endülüslü alim’ olarak İşbiliyeli(Sevilla) Muhittin İbn-i Arabi’ye göndermeler içeriyordu. Sinan bu göndermeleri açıklayarak kitabı daha iyi anlamamıza ve değerlendirmemize olanak sundu.Kitap tezi, belgeselliği,ideolojisi kadar tarihe bakış açısı, kurgusal tekniği ve diliyle irdelendi.

Romanda biri bireysel (Numan-Nahide aşkı), diğeri tarihsel (Yeniçeri Ocağı)olmak üzere iki ana tema var. Ancak her iki tema, tasavvufi bir bakış açısıyla işleniyor ve romanın en önemli özelliklerinden birinin mistik bakış açısı olduğu ortaya çıkarıyor.

Kitap gerek doğu masallarında, gerekse post-modern eserlerde olduğu gibi pencere pencere açılarak katman katman derinleşen hikayelerin bütünü olarak kurgulanmıştı.

Romanda bağımsız görünen öykü ve olay halkalarının, üst katmanda, Yeniçeri Ocağı’nın öyküsünde bütünleşerek modern bir yapı kurduklarını göstermektedir.  Yapıt, bu çerçeve öykü tekniğiyle, Doğu öykücülüğünde Binbirgece Masalları’na dek uzanan bir geleneksel anlatım tekniğine eklemlenebilecek özellikler göstermekteydi.

İsimle Ateş Arasında, üç katmandan oluşmaktadır. En üstte hayatla ölüm sürecini anlatan ”isimle ateşin öyküsü”, ikinci katmanda ”Nihade ile Numan’ın ve yeniçerilerin öyküsü”, en alt katmanda ise ”Yeniçeri Ocağı’nın öyküsünü oluşturan küçük öyküler” yer alır.

En üst katmanda düzmece olarak Yeniçeri defterine, esameye, kaydı yapılan Numan’ın, yeni ismiyle Mansur’un, evini, eşini ve kızını bırakarak, buğu ve koku üreticisi dul Nahide ile olan aşkı ve evliliği hakkında okunuyordu. Ana anlatıcı gibi gözüken Numan/Mansur üzerinden bir üst katmanda Yeniçeri Ocağı’nın kurulması, gelişmesi, bozulması ve yıkılmasını okuduk. Zaman zaman değişen anlatıcılarla devşirmeleri,padişahları,şehzadeleri onların iç dünyalarını, korku ve acılarını da okuduk.

Romanda sultanlar, sadece tarihi kimlikleriyle değil, psikolojik yönleriyle de veriliyorlar. Kimileri tedirginlikleri, kimileri sertlikleri, kimileri çaresizlikleri, kimileri ince ruhları ve kimileri de kararlılıklarıyla öne çıkarılıyor.

Dönemi, süreci ilahi bir yazgı dairesinde, varlıkla yokluk arasındaki bir süreç olarak, mistik bir bakış açısıyla ele alıyor. İbn-i Haldun’dan kaynaklanan, devletlerin de insanlar gibi ömürleri olduğu, doğup geliştikleri ve öldükleri düşüncesi, romancının tarihe bakışını da özetliyor.

Arada kalmışlık, hatırlama, aşk ve çöküş ana temalar gibi yer almış. Bu arada kalmışlık, çokluk ve teklik arasında kalmak bakımından tasavvufi anlamlara da açık duruma getiriyor.

Romanın ikinci katmanında gördüğümüz süregiden ana öykünün teması aşktır.Aşka tasavvufi bakış, romanda kelam-kalp, akıl-duygu çatışmasında iyice belirginleşiyor. Numan/Mansur aşka hep aklıyla yaklaşmak ister. Bu nedenle kuşku düşer aşığın kalbine, çünkü akıl, kuşkudur, huzursuzluktur. ‘Ama akıl şüpheyi, şüphe vehmi, vehim vesveseyi doğurup duruyordu’ Kuşku başlayınca, huzur kaçınca da ardından korku, kıskançlık geliyor, huzur ve barış yerini savaşa bırakır.

Aşk öyküsünde işlenen bir başka tema, koku ve çiçeklerdir. Romanda, kokuların yapılışı, kimi çiçekler ve bunların öyküsü uzun uzun anlatılır. Koku ile de tasavvuf arasında ilgiler kurulur, kokunun metafizik nitelikler taşıdığı belirtilir.

Romanın ikinci ana öyküsü, Yeniçeri Ocağı’nın öyküsüdür. Bu öyküde, bir yeniçeri, geriye dönüş tekniğiyle Yeniçeri Ocağı’nın kuruluşunu, devşirme usulünü, başlangıçta ocağın sağlam yapısını, yeniçeriler ile sultan arasındaki güçlü bağları anlatır. Sultan, canbaz, perendebaz, hokkabaz taifesinin Yeniçeri Ocağı’na girmesine izin vererek bozulmaya zemin hazırlar. Aslında bozulma sadece orduda değildir; on sekizinci yüz yıla gelindiğinde nakış, minyatür, hat, cilt, mimari, saray, ebru, şiir her şey bozulmuştur.

Ardından başkaldırılar başlar. Böylece sözlüklere yeni bir deyim girer ‘Kazan kaldırmak’. Yeniçeriler, ‘zorba’ diye anılır olurlar. Savaşçılıkları nedeniyle semendere benzetilen yeniçeriler, ateş içinde yok olurlar.

Romanda Yeniçerilerin öyküsüne bağlanan küçük öyküler de vardır. ‘Nezuka: Devşirme’ öyküsünde, derşirmelik kurumunun nasıl insani şiddet yarattığını okuruz. ‘İki oğlu olanın birisini alalar’,’Türkçe bilen oğlan alınmaya’.Nezuka adlı bir çocuğun küçük yaşlarda devşirme olarak alınması, ailesinden ve vatanından koparılması, dilini ve kökünü unutması, Yeniçeri Ocağı’na katılmak üzere yetiştirilmesi anlatılmaktadır. Nezukanın annesinin feryadını duyarız ‘Nezuka sakın ismini unutma! Nezuka sakın dilini unutma! Nezuka anneni unutma!’ Ama devşirme eğitimi o denli baskıcıdır ki Nezuka ‘Dilini unuttu. Dili eviydi, evini unuttu. İsmini unuttu, ırmağı unuttu. En sonda annesini unuttu.’

Şehzade öyküsünde ‘kafeslerde kapalı, tedirgin ve halktan kopuk bir yaşam sürdüren şehzadelerin öyküsü’, Osman:Genç öyküsünde ‘Yeniçerilerin Genç Osman’ı acımasızca katletmeleri’,Murad:Dördüncü öyküsünde ‘hiddeti ve acımasızlığıyla ünlü Dördüncü Murat’ın şiddetiyle anlatıldığı bölümlerdir.’Dördüncü Murat’ın Yeniçeri katibini rüşvetle sınaması ve rüşvete kanan katibin boynunu vurdurması’, ‘yenilikçi ve sanatçı ruhlu bir padişah olan Üçüncü Selim’in yeniçerilerce öldürülmesi’,’Mahmud: İkinci ve Mahmud: Adli’de Yeniçeri Ocağının nasıl hunharca yök edildiği, yakılıp yıkıldığı’ anlatılır.

Romanda yer alan iki öykü, Yeniçerilerin öyküsü, kimi yönlerden Numan ile Nihade Arasındaki aşk öyküsüne benzer. Aşk öyküsünde üç aşama söz konusudur. İlk aşamada, aşık (Numan), sevgiliye (Nihade) gönlünü delicesine kaptırır; aşk böylece doğar ve gelişir. İkinci aşamada, aşığın kalbine kuşku düşer, aşka fitne karışır ve kopuş başlar. Son aşamada aşık kuşkunun karanlığında yolunu ve sevgilisini yitirir, gerçek aşka varamaz. Yeniçerilerin öyküsünde de yeniçerilerle sultan arasında böyle bir süreç yaşanır. Ocağın kuruluş döneminde yeniçeriler (aşık), sultana (sevgili) canları pahasına bağlıdırlar. Ancak aşk öyküsündeki gibi, yeniçerilerle sultan arasına da fitne girer. Son aşamada sultanla yeniçeriler koparlar, aşk biter, yeniçeriler ateşte yanarlar. Bu, her iki öyküde olayların, İbn-i Haldun’un devletlerle ilgili görüşüne uygun biçimde doğum, gelişme ve ölüm aşamaları doğrultusunda geliştiğini gösterir.

Söz konusu iki öykü ”farklı değer veya kavramların karşı karşıya gelmesi” üzerine kurulması bakımından da benzeşirler. Numan ile Nihade arasındaki aşk, akılla kalp arasındaki çatışmaya dayanır. Yeniçerilerin öyküsünde de isim-ateş, sultan ordu, ney-kılıç, Mevlevilik-Bektaşilik, doğu-batı gibi sözcük ve kavramların temsil ettiği değerler arasında benzer bir çatışma vardır.

Aynı çerçevede Mevlevilik, sarayın, merkezin, padİşahın bağlandığı tarikat, Bektaşilik ise, yeniçerilerin tarikatıdır. Nizâm-ı Cedit, batıyı, yeniliği, Yeniçeri Ocağı ise, doğuyu temsil ederler. Bu değerler arasındaki çatışma ikinci ana öyküde, daha üst katmanda sultanlarla Yeniçeri Ocağı arasındaki çatışma içinde değerlendirilmelidir.

Sonuç olarak hayat-ölüm, tasavvuf, aşk, akıl-kalp çatışması, koku ve çiçekler, Yeniçeri Ocağı, Osmanlı ordusunun bozulması, toplumsal çözülme, ordu ile sultanlar arasındaki çatışmalar, romanda işlenen başlıca temalardır.

Yapıtın başında ve sonunda kendini gösteren bu anlatıcı/yazıcı olarak yazarı görürüz. Anlattığı öykünün dışında, üzerinde, üst bir konumda yer aldığı için ona dış anlatıcı ya da Tahsin Yücel ‘özöyküsel anlatı’ dediği bir anlatıcı olarak adlandırabiliriz. Romanda Yeniçeri Ocağı’nın öyküsü, farklı anlatıcı ve bakış açıları aracılığıyla anlatılmış ve böylece olaylar farklı bilinç süzgeçlerinden aktarılabilmiştir.

İsimle Ateş Arasında, tema bakımından geleneğin tasavvuf ve tarih kaynağından beslendiği bir romandır. Yapıt, tarih, devlet, aşk ve kokuya ilişkin getirdiği tasavvufi yaklaşımlarıyla özgün bir içerik taşımakta ve bu yönüyle geleneğe eklemlenmektedir. Ancak çok katmanlı ve iç içe geçmiş olay örgüsü, çoklu anlatıcı ve – bakış açısı, zaman dizimindeki düzensizlik bakımından modern romanın yapısal özelliklerine de sahiptir.

Yazar tarihi, doğruluğu ya da yanlışlığı tartışılır bir belge veya tez olarak görmektedir. ‘Kalemi elinde tutan taraf, şayet zamanın en vahşi savaşını barış için başlattığını belgelere şerh düşerse, kim ne yapsın?’

Tarihi yeniden, bir edebiyatçı kalemiyle yazarken ‘Adaletten çok merhamete meyletmiş’ bir yazıcı, ‘Merakı aykırı, bakışı aykırı, yazısı aykırı bir kadının şefkat elinin yazdığı tarih’ olarak tanımlıyor kendini ve kitabını.

Bütün bunlara karşın Atölye kitabı her ne kadar dili değilse de içeriği ile şiddet yüklü, yazarı da şiddeti kadın eliyle ama erkek aklı ile yazan bir yazar olarak değerlendirdi.

Atölye takvimimiz şöyledir:

1. 16.04.2012 Hasan Ali Toptaş Gölgesizler     (s:156)Kamer Badur Eğilmez

2. 30.04.2012 Hakan Günday  Malafa             (s:210)Burcu Aktaş

3. 14.05.2012 Mehmet Uzun   Abdalın bir günü   (s:196)Şengül Çiftçi

4. 28.05.2012 Mehmet Eroğlu Fay kırığı         (s:300)Görkem Yeltan

5. 11.06.2012 Ayla Kutlu         Hoşça kal umut          (s:199)Evren Ergeç

Barışla kalın.

AtölyeBAK

Did you find apk for android? You can find new Free Android Games and apps.
Share.

Comments are closed.