5 Aralık 2018 – Edebiyatta Savaş ve Barış Atölyesi X.Dönem, 3.Toplantı

0
Want create site? Find Free WordPress Themes and plugins.

Edebiyatta Savaş ve Barış Atölyesinin ‘İtalyan/Roma Edebiyatında savaş ve barış’ olarak belirlediğimiz X. Döneminin üçüncü oturumunun konusu Publius Ovidius Naso’nun (İ.Ö.43 – İ.S. 18) Fasti-Roma Takvimi ve festivaller kitabıydı. Yalçın Akyıldız, yazarın yaşadığı dönemi, edebi ve siyasi kişiliği ve kitaptaki yansımaları hakkında bilgi verdikten sonra kitabı Atölye katılımcılarının değerlendirmesine açtı.

Ovidius’un yaşadığı dönem Antik Roma’nın, çok önemli siyasi ve sosyal değişiklikler yaşadığı bir dönemdir. Cumhuriyet düşmüş, ülke içindeki iktidar savaşları toplumu hırpalamış, barış ve huzur, refah ve başarı uzak bir düş gibi görünür olmuş, ülke bir kaos ortamına savrulmuştur. Bu dönemde İmparator Augustus, geleneksel değerler kategorilerine, kültürel alışkanlıklara, Roma’nın ahlaki değerlerine dönmeyi bu karanlıktan çıkışın yolu olarak görür.  Bu niyetler  dönemin yazarlarının edebiyatına yansıyan etkin faktörler olur. Eserlere kişisel tercihlerden çok ailenin, ataların, toplumun, tanrıların ve devletin, ilke ve kurallarına saygılı, tanrıların biçtiği görevleri yerine getirmekte şüpheye düşmeyen, ülkü sahibi olma misyonları yansır. Kadere başkaldırmak değil ülkeyi ileriye götürecek kaderin peşine düşülür. Bu özellikler, o dönemde Roma vatandaşlarından beklenen özelliklerden olan, ‘La pietas’ ile örtüştürülür; Tanrıları tanıma ve itaat etme, insanlara (vatandaş olmaları kabul edilen sınıfa!) saygı duyma, kurallara uyma, görev bilinci ve bir misyon üslenme.

Bu dönemin bir diğer özelliği Pax Romana’nın (Roma Barışı) başlangıç dönemi olmasıdır.

Sezar’ın MÖ 44 yılında öldürülmesinin ardından yeğeni ve manevi çocuğu olan Genç Octavianus onun varisi olur. Ertesi yıl Octavianus, Marcus Antonius ve Lepidus’la birlikte güç birliğine giderek Triumvirlik (İkinci üçlü hükümdarlık) olarak bilinen askeri diktatörlüğü oluşturur. Üçlü yönetim uzun sürmez, Lepidus sürgüne gönderilir, Antonius MÖ 31 yılında, Roma’nın son iç savaşı olarak anılan Actium Savaşı’nda Octavianus’un ordusuna karşı kaybeder. Bu tarih Pax Romana’nın başlangıcı sayılır. İ.Ö.27 yılında Augustus’un başa geçmesiyle başlayıp İ.S. 180 yılında Marcus Aurelius’un ölümüne kadar geçen 207 yıllık bir süre olan Pax Romana, Avrupa’nın tarihte gördüğü en uzun süreli barış döneminin adıdır. Uzun yıllardır iç savaşla boğuşan bir ülke için çok değerli ve verimli bir dönem olur.

Pax Romana hukukun etkin olduğu, şiddetten arınmış güvenlikli bir toprak bütünlüğünde hüküm sürer. Onun bittiği yerde terra incognita (meçhul topraklar) başlar. Romalılara göre burası hukukun, kişi özgürlüğü ve güvenliğinin olmadığı, şiddetin hüküm sürdüğü istikrarsız topraklardır. Hukukla yönetilmek, bireysel, toplumsal ve siyasal uzlaşmazlıkları hukukla çözmek, insan olmanın temel göstergesidir. Terra incognita’da yaşayanlar ise ancak barbar olabilir.

Pax Romana Roma toprakları içinde sağlanmış bir iç barıştır ve Roma’nın dışındaki dünyada geçerli değildir. Bu nedenle de savaşa, işgale, fetihlere devam ederek Roma’nın en geniş sınırlarına Pax Romana’nın başlamasından 140 yıl sonra Traianus hükümdarlığında ulaşırlar. Düzenlenen seferlerle İspanya, Dalmaçya, bugünkü Avusturya-Almanya, Suriye, Afrika ve Ren bölgeleri Roma İmparatorluğu’nun egemenliği altına alınır.  Romalıların barışı, kendi topraklarına bir saldırının, yeryüzünde Roma’ya karşı gelecek herhangi bir gücün var olmaması anlamında, bir iç siyaset politikasından öte bir anlam taşımaz.

Romalı hatip, avukat, senatör ve tarihçi Gaius Cornelius Tacitus (İ.S 56 – 120) Britanya topraklarında hüküm süren Roma  egemenliği için ‘Bir harabe yarattılar ve adını barış koydular,’ der.

Octavianus MÖ 27 yılında başa geçer geçmez Roma Senatosu’nun demokratik haklarını resmi olarak geri verir, Roma eyaletleri ve orduları üzerindeki kontrolünden feragat eder. Yine de Octavianus’un ordunun ve emekli askerlerin sadakatine sahip olması, iç savaş olasılığını ortadan kaldırır. Zaten iç savaş yorgunu Roma’nın en son isteyeceği şey de budur.

Octavianus Sezar’ın açık Mutlakiyet anlayışını terk ederek anayasal bir princeps (birinci yurttaş) kılığına bürünmüş olarak imparatorluğu yönetmeyi başarır. Sezar’ın aksine senatoya ve geleneklerine büyük saygı gösterir.  Bir süre sonra da, gerçek bir devir olmasa da yetkilerini senatoya devreder.

Gaius Octavius Thurinus olarak doğmuş ve İ.Ö. 44 yılında Sezar tarafından evlatlık edinildikten sonra Gaius Julius Caesar Octavianus adını almış,  İ.Ö. 27 ile İ.S. 14  yılları arasında hüküm sürdüğü dönemde Augustus Caesar olarak anılmış imparator, Roma geleneğinin savunucusu olur. Eski devlet dinini, aile yaşamının ahlak standartlarını ve cumhuriyet yönetiminin hukuk biçimlerini yeniden kurmaya koyulur. Artık kullanılmayan eski dinsel bayramları ve tapınma uygulamalarını diriltir, tapınak ve kutsal yapıları onarır, cinsel suçlara karşı yasalar çıkarır, boşanmaları dizginler, zinayı bir kamu suçu olarak değerlendirir, evli olmayanlar için cezalar koydurur, çocuklu çiftleri ödüllendirir, cinsel tacizle ilgili, arazilere el koyma ve sürgün gibi ciddi cezaların verilebildiği bir ceza mahkemesi oluşturur.

Tüm Antik dünyada olduğu gibi Roma Hukuku’nda da yasalar erkeklerden çok kadınları zor duruma sokmaktadır. Erkeklerin bir köle ya da fahişeyle ilişkiye girmesi zina kabul edilmeyip izin verilirken, kadınlar eşlerinden başkasıyla cinsel ilişkiye girmesi yasaklanır. Bir baba ya da eş uygunsuz ilişkide bulunan kızını, karısını ve onların sevgililerini öldürebilir. Geç Cumhuriyet döneminde elit arasında rastlanan parçalanmış aile yaşantısına ve ahlak anlayışına tepki duyan Augustus bu yasalarda iyileştirmeler yapar.

Augustus Pater Patriae’dir (vatanın babası). Senato tarafından ona verilen yetkileri ömür boyu geçerlidir. İmparatorluğu düzenleyen bir anayasa yoktur ve cumhuriyetin yeniden canlanması onun ölümünden sonra gerçekleşecek olsa da Augustus ölümünden çok önce gerçek bir monarşiye özgü bir tarzda, bir vâris belirlemeye çalışır. Kendi kanından uygun bir aday olmayınca karısı Livia’nın daha önceki evliliğinden olma oğlu Tiberius’u vârisi olarak seçmek zorunda kalır. Augustus’un İ.S.14. yıldaki ölümüyle birlikte Tiberius varis olarak imparator olur ve imparatorluk kurumu iyice yerleşir.

Publius Ovidius Naso (İ.Ö.43 – İ.S. 18) Horatius ve Vergilius’tan gibi dönemin üç büyük şairinden biridir. Doğduktan sonra Sezar (İ.Ö.44), bir yıl sonra da Cicero öldürülür, Antonius ile Oktavianus arasındaki tarihin en kanlı savaşlarından biri olan Aktium Savaşı (İ.Ö.31) hala devam etmektedir.

Biyografisi hakkındaki bilgiler genellikle şiirlerinden elde edilir, özellikle Tristia adlı eserinde kendi hayatına dair uzun bir otobiyografik içerik bulunur. İ.Ö. 43 yılında İtalya’nın Samnium bölgesinde Sulmo kasabasında doğar. Bir süre retorik okur. Eğitimine Atina’da devam eder.  Anadolu’da uzun süre kalır, Sicilya’da yaşar.  Yunanistan ve Anadolu gezilerini, manzara betimlemeleri ve mitolojik konuları ele alan şiirlerinde yazar. O dönemde, Roma edebiyat çevresi çok canlıdır. Vergilius iki büyük eserini yazmış, Aeneas üzerine çalışıyordur, Horatius ünlü bir şairdir ve Latince en gelişmiş halini almış, değerli ürünler ortaya çıkmıştır.

Babası avukatlık yapmasını isterse de o kendini sadece şiir yazmaya verir. Ailesinin toplumdaki itibarlı konumu ve zenginliği sayesinde her zaman en üst düzeydeki soylularla, devlet adamlarıyla, askerlerle ve edebiyatçılarla dirsek temasında bulunur. Bu durum onun hem siyasal hem de edebi yaşantısının aksaksız gelişimine büyük katkı sağlar ve kısa sürede Roma’nın edebiyat çevrelerinde tanınmasına yol açar. Kendisini tanımış olan Seneca (İ.Ö.55-İ.S.37) onunla ilgili olarak, biçimsel tartışmalardan hoşlanmadığını, psikoloji ve etik konularını yeğlediğini yazar.

Ovidius şiire doğal bir şekilde başlar; ‘Ağzımdan ne laf çıksa, dizeler halinde çıkıyor’ der. Roma’nın en ünlü şairi olur. Vergilius’a hayranlık duyar ama onunla hiç karşılaşma fırsatı olmaz. Kendinden önceki büyük şairlerden, Vergilius, Tibullus ve Horatius, Augustus’un özendirdiği ‘resmi’  ahlak anlayışına uygun şiirler yazanlardan farklıdır. Amores (Aşklar) adı altında topladığı ilk düşünsel şiirlerini yazarken bir yandan da aşk şiiri ile alay eder.

Ovidius’un şiirleri zeka ve alay konularıyla bilinir. Diğer Latin şairleriyle karşılaştırıldığında daha az siyasetle ilgilidir. Hukuk, eğitim, sosyal konular fazla ilgisini çekmez. Genelde aşk üzerine yazar. Bunun nedeni de toplumsal düzeninin sağlam olduğu bir çağda yaşamış olması olarak gösterilir.

‘Benim aşkım bütün mitolojiyi kucaklar.’ Antik Yunanda bir din olarak yazılan, kabul edilen, tanrılarla ilgili anlatılar, ilk kez onun dilinden, Antik Roma Döneminde, mitoloji olarak anılmaya başlanır.

Bugün kaybolmuş ama çağında önem verilmiş bir eser yazar; Helene, Dido, Klytemnestra, Elektra gibi mitolojik kadın kahramanların ağzından sevgililerine, kocalarına yazılmış mektuplar kaleme alır. İlginç ve kadın açısını veren önemli bir eserdir ortaya çıkan; kadınlar ne hissettiler, neden yaptılar yaptıklarını. Ovidius, her zaman kadını anlamaya çalışan, kadın ruhuna ilgi duyan bir şair olur.

İ.S.8 yılında Elba adasındayken imparator Augustus tarafından Roma’ya çağrılır, imparatorun özel mahkemesinde devlete ihanet suçuyla yargılanır ve Karadeniz sahilinde Tomi’ye (bu günkü Köstence)  sürülür. Sürgün nedeni, hem kendisi hem de çevresi tam anlamıyla suskun kaldığından, Latin edebiyatında her zaman tartışılagelmiş bir muammadır. Ovidius’un Aşk Sanatı adlı eseri Augustus’un o dönem yerleştirmeye çalıştığı ahlak programına aykırıdır ama sürgünün nedeni Augustus’un kızı Giulia ile olan ilişkisi, ya da onunla ilgili gördüğü, duyduğu bir şeyi dile getirmiş olması olabilir. Bunun bir suç değil, boşboğazlık olduğunu düşündüren bilgiler vardır yalnızca. ‘Karadeniz’den mektuplar’ adlı eserini sürgünde yazar. Yalnızlık ve sıkıntı dolu bir dönem geçirir, yeniden, bağışlanma dileğiyle kaleme alınmış, daha kişisel ve daha içe dönük şiirler kaleme alır; eşine yazdığı şiirler dâhil, hepsi kamuya, imparatora, tüm dünyaya kendini duyurma isteğiyle yazılmış ‘kamusal’ şiirlerdir. Ne Augustus ne de halefi Tiberius tarafında affedilmez, sürgünde M.S. 18 yılında ölür.

Ovidius kendisini asla Vergilius derecesinde imparatorluk kurumuna adamaz ama saray ve çevresinde kıskanılan bir yakınlığı olur.  Kimilerine göre Ovidius eski Roma’da öldürülmüş ya da bir Roma klasiği olan intihara mecbur bırakılmış birçok şairden daha şanslıdır. Roma belediyesi ‘yanlışı düzeltmek’ amacıyla, ölümünün 2000’inci yılında Ovidius hakkındaki kararı 2017 yılında iptal eder. Roma belediye başkan yardımcısı Luca Bergamo, “Bugün aldığımız karar sembolik önem taşıyor çünkü bu karar, sanatsal ifade özgürlüğünün her geçen gün daha da baskı altına alındığı bir toplumda sanatçıların kendilerini özgürce ifade edebilmesini savunuyor” der.

İ.S. 8 yılında Fasti için de çalışmaya başlar.Yılın her ayı için yazılmış 12 kitaptan oluşan (bugüne sadece altısı kamış olan) Fasti (Şenlikler) isimli eserinde,  belki de imparatorun gözüne girmek için, İmparatorluk ailesine övgü, yurtseverlik gibi, diğer eserlerinde olmayan temaların eklendiği, Augustus’un resmi edebiyat programına uygun ulusal şiirler kaleme alır.

Eseri Yunan şairlerinin kullandığı elegeia vezniyle yazar. Sürgün 12 kitap olarak tasarladığı bu çalışmayı yarıda bırakmasına yol açar. Aslında diğer altı ayın yazılıp yazılmadığı da belli değildir. Kitabı ilk başta Augustus’a adamış olsa da, sonrasında, imparatorun ölümünden sonra, Germanicus’a adar. Fasti Ovidius’un ölümünden sonra basılır. Kitapta dini, astrolojik ve tarihsel anlatılar bulunur.

Atölye, Ovidius’un eserini İdyada gibi tanrıları anlatan bir din kitabı olarak değerlendirdi. Ancak bunu mitoloji olarak adlandırması da, İlyada’nın yazılmasından 200 yıl sonra yazılmasının bir özelliği olduğunu dile getirildi. Silahlar, askerlik ve savaş yine dönemin ruhuna uygun olarak, yüceltilen değerlerdi. ‘ Silahlar vahşi soya hem güç hem şeref vermekteydi’, ‘Mızrak atan adam artık belagatliydi de’, ‘Savaşsever topluluk bu konuda büük özen gösterdi’, ‘Savaşsevere tanrıça Minerva…’, ‘Kaderine bir erkek gibi katlanmalısın’, ‘Yiğit adam için her toprak vatandır’, ‘Silahlar verecek sana istediğini’, ‘Bu koltuğu ben savaşla elde ettim sen barışla’,

Sanat önemli bir değer katıcı olarak görülüyordu kitapta. ‘Hayvana benzer bir yaşam, henüz sanattan yoksun ve ilkel bir topluluktu’, ‘Onun sayesinde hayat buldu binlerce sanat; hoşnut etme çabasıyla keşfedildiğini.’

Kadınlar yine aşağılanandı. İffetsizlikleri affedilmiyor, insan ya da tanrıların tacizine, saldırısına uğruyordu. ‘Ey İupiter, sen kaçırırsın kadınları, o buyurur (imparator) egemenliği altında olanların iffetli olmalarını’, ‘ Zifafa yatağıyla bana bağlı olan karım, adınla da bana bağlı kalacaksın’,’Kutlayın umumi kadınlar Venüs’ün tanrısal istemini.’

Ayırımcılık da sıkça karşılaşılan temaydı. ‘Resmi geçit yapacak hadımlar…taşınacak eşlikçilerin efemine omzlarında oturan tanrıça’, ‘Nereden geldi dedim rahiplerinin maslahatlarını kesme dürtüsü?’

Sık sık hukukuk üstünlüğü ve eğemenliği vurgulanıyordu, elbette Roma topraklarında geçerli olan Pax Romana için. ‘Dünyanın ucu bucağı Aeneas oğullarından korksun, Roma’dan korkmayan bir diyar varsa, aşk olsun!’ ‘Ve insanlar bir sürü şeye sahip oldukları halde hep daha fazlasını istediler. Yarıştılar kazanmaya tüketmek için ve tükettiklerini yeniden tüketmek için ve yoksulken varsıl olmak kusurlarını arttırdı’,‘Bu nedenle yasalar yapıldı, herşeye sahip olmasın diye daha güçlü olan.’

‘Bu sınıf karar vermeye, o sınıf savaşmaya hazırdı; bu yaş, savaşı tavsiye eder, o yaş, savaşır.’

‘Barış zamanında kapılarımı sürgülerim, barış gitmesin diye…’

‘Barış, gel ve dünya üzerinde kal huzur içinde.’

‘Şimdi tırmıklar, iki dişli sert çapa ve kıvrık saban,

Kırsal aletler, ışık saçsın ve pas tutsun silahlar

Ve kılıcını kınından çekmeye kalkışan biri,

Sıkışmış olduğunu anlasın onun, uzun süre

Kullanılmadığı için.’

Did you find apk for android? You can find new Free Android Games and apps.
Share.

Comments are closed.