31 Ocak 2018 – Edebiyatta Savaş ve Barış Atölyesi IX.Dönem 7.Toplantı

0
Want create site? Find Free WordPress Themes and plugins.

Konusunu ‘Edebiyatta adalet arayışları’ olarak belirlediğimiz IX. Dönem Edebiyatta Savaş ve Barış Atölye’sinin 24 Ocak Çarşamba akşamki yedinci oturumunun konusu Harper Lee’nin (1926-2016) Bülbülü öldürmek (1960) kitabıydı. Kamer Badur Eğilmez yazarın yaşamı, yaşadığı dönem hakkında bilgi verdikten sonra kitabı Atölye katılımcılarının değerlendirmesine açtı.

Yazar Harper Lee bir edebiyatçı olarak, kitabı Bülbülü Öldürmek ise bir başyapıt olarak edebiyatın ve pazarın her türlü cilvesinden nasibini almıştır. Kitap, 1960 yılında yayımlandığında, yazarın büyük beklentileri olmasa da, büyük bir edebi olaya dönüşür, 1961 yılında Pulitzer Edebiyat Ödülü’nü kazanır, bir yıl sonra Gregory Peck’in başrolünü oynadığı bir filmde beyazperdeye aktarıldığında Oscar ödülü alır, yasaklandığı, sansürlendiği pek çok okul olur, bir çok dünya diline çevrilir, Amerikan Kütüphaneciler Birliği tarafından yüzyılın en iyi kitabı seçilir, 2008 yılı Amerikan Barolar Birliği Dergisi Ağustos sayısında ise ‘En İyi 25 Mahkeme Filmi’ anketinde birinci sırada yer alır.

Ödüller, kitabın başarısını kanıtlar ve katlar. Çünkü öykü her ne kadar küçük bir Alabama kasabasında geçse ve ırk ayrımcılığının sarsıcı yanını gösterse de, tema olarak evrenseldir. Taşranın, çocuk anlatıcının evrenselliğini daha da önemlisi hukukun üstünlüğü idealinin ve bu ideale bir türlü ulaşamamanın evrenselliğini taşır.

Romanın 1960’da piyasaya sürülme tarihi, 1955’de kurulan Sivil Haklar Hareketi’nin yarattığı etkiyle örtüşür. Emmet Till cinayeti, Afro-Amerikan Sivil Haklar Hareketi’nin kurulmasına sebep olmuştur. Olay, akrabalarını ziyarete gittiği Mississippi’nin Money kasabasında çiklet almak için girdiği marketin sahibi olan kadına, marketten çıkarken ‘bye baby’ dediği için kadının kocası ve erkek kardeşi tarafından, o gece evinden arabayla alındıktan sonra, 14 yaşındaki Emmett Louis ‘Bobo’ Till isimli Afro-Amerikalı çocuğun öldürülmesiyle patlak verir. Mahkeme kadının kocası ve erkek kardeşini yaklaşık 69 dakikada suçsuz bulmuş, katiller yıllar sonra cinayeti nasıl işlediklerini kameralara anlatmıştır. Kitaba bir diğer esin kaynağı ise, dokuz Afro-Amerikalı gencin, yalan yere, iki beyaz kadın tarafından tecavüzle suçlanmasını konu alan Scottsboro Denemeleri olur.

Roman, belki de adaletsizlikleri daha sinir bozucu hale getiren, bir çocuğun gözünden masumiyeti ile Güney’de Afro-Amerikalılar üzerinde işlenen adaletsizliklere ışık tutar. Babası Avukat Atticus’un telkin ve tavsiyeleriyle yönlendirilen Scout, etrafındaki kişilerle empati kurmayı ve diğer insanlara haksızlık eden herhangi bir yasayı sorgulamayı öğrenir.

Harper Lee ABD’nin Alabama eyaletinin Monroeville şehrinde, dört çocuklu bir ailenin kızı olarak doğar ve büyür. Babası avukattır ve Alabama Eyalet Yasama Organı’nda görev yapar. Çocuklukta en yakın arkadaşlarından biri, Truman Capote’dir ve Bülbülü öldürmek kitabında Dill karakterine esin kaynağı olduğu bilinmektedir. Gerçek adı Nelle’dir ama cinsiyetsiz bulduğu Harper Lee ile yazar kitabını. Bu dönemde bir kadının kitabını yayınlatma zorluğu nedeniyle olduğu kadar, Nellie diye anılmak istememesinden de ileri gelir bu kararı. Huntington Koleji ve Alabama Üniversiteleri’nde hukuk okusa da mezun olmaz. Bir süre Newyorkta havayolu şirketinde çalışır.

1956 Yılında yazmaya başladığı otobiyografik öyküler zaman içerisinde Bülbülü öldürmek’e evrilir. Bülbülü Öldürmek az rastlanır bir edebiyat olayıdır. Romanın böylesine büyük başarı sağlamasının nedeni, olayların çocuk ruhuna ve hayal gücüne uygun bir şekilde değerlendirilmesi olarak gösterilir. Yazar Bülbülü öldürmek’ten sonra birkaç deneme haricinde yazı yayınlamaz, hiçbir söyleşi ve program davetini kabul etmeyerek sakin bir hayat sürer. Kendisinden 15 yaş büyük ablası Alice ile uzun yıllar Monroeville’de mütevazı bir evi paylaşır. Ancak yaşamı münzevi değil hep halkın arasında geçer. Kitabın ve filmin başarısından sonra Monroeville yönetiminin Harper Lee’yi turistik ve ekonomik açıdan fırsata çevirmeye çalıştığı, yazarın buna direndiği de bilinir. Yaşamı boyunca ilk romanının getirdiği şöhretin gururuna kapılmamaya çalışmış, Bülbülü öldürmek’te de bunu yazmışıtr: ‘Aklı olan yeteneklerinden gururlanmaz,’ ve ‘Söylemek istediğimi zaten söylemiştim. Tek istediğim Güney Alabama’nın Jane Austen’ı olmak,’ der.

Bülbülü öldürmek ile yazarın yaşamı arasındaki paralellikler de hep konuşulur. Finch, Harper Lee’nin annesinin kızlık soyadıdır, çocukluğu Scout’la çok benzer bir şekilde geçmiştir, Dill karakterinin modeli Lee’nin çocukluk arkadaşı ve kapı komşusu Truman Capote’dur, hem gazetecilik hem avukatlık yapmış babası romandaki Atticus’unkine benzer bir davayı alıp kaybetmiştir.

İkinci ve son kitabı olan Tespih Ağacının Gölgesinde, Bülbülü öldürmek’ten önce yazılsa da ondan 55 yıl sonra yayınlanır ve yayınlanmayla ilgili bir çok tartışma yürütülür. Bülbülü öldürmek’te karşılaştığımız karakterler Tesbih Ağacının Gölgesinde yaşlanmış ya da olgunlaşmış halleriyle yer alır. İlk romandaki iyimser bakış kaybolmuş, kasaba insanları biraz daha muhafazakârlaşmış, kasaba bir cehenneme dönüşmüştür. Okur, ikinci romanda karşılaştıkları Atticus’u sevmese de bu adeta ırkçı, adalet anlayışı değişmiş kahramanın ve artık çok da ideal olmayan babanın sonu olabileceğini belirtenler olur.

Harper Lee’nin mirasçıları, Bülbülü öldürmek’in bundan sonra cep boy baskısının yapılmasını yasaklar, yazarın vasiyeti mühürlenir. Bu yasaklarda, ‘Harper Lee endüstriyel kompleksinin’ ya da ‘ticarethanesinin’ kalan üyelerinin kazanç sağlama arzuları dile getirilir.

1960 Yılında yayınlanan kitap 1935 yılında ABD’nin güney eyaletlerinden biri olan Alabama’nın küçük bir kasabasında geçer ve ABD İç Savaşı’nın (1861-65) etkilerinin hala sürdüğü dönemin toplumsal, ekonomik ve hukuksal sorunlarını yansıtması açısından önem kazanır.

Amerikan İç Savaşı ABD’nin kuzey ve güney eyaletleri arasında, ekonomik nedenlerle çıkmış bir savaş, ABD ile Eyalet Birliği’nden çıkarak, bağımsız olmak isteyen 11 Güney Eyaleti arasındaki yaşanmış tarihi bir çatışmadır. Bu İç Savaş, 11 Güney eyaletinin 1860 yılında Abraham Lincoln’ün başkan seçilmesiyle Jefferson Davis komutasında ayaklanarak bağımsızlıklarını ilan etmesinden sonra 1 Eylül 1861 yılında, Güney Carolina Eyaletindeki Sumter Kalesi’nden yapılan top atışıyla başlar ve 1 Ocak 1863’de köleliğin kaldırılması teklifi, parlamentoda oylanarak kabul edildikten sonra 31 Ocak 1965’de yasalaşıncaya kadar sürer. Bu zaferden beş gün sonra Abraham Lincoln bir suikast sonucu öldürülür.

Güney Bölgesi, Virginia Eyaleti’nden güneyde Florida’ya, batıda ise Texas’a kadar uzanan bölgeyi kapsar; Batı Virginia, Kentucky, Tennessee, Kuzey Carolina, Güney Carolina, Georgia, Alabama, Mississippi, Arkansas, Louisiana ile Missouri ve Oklahoma’nın bir bölümünü içine alır. ABD’nin bütününde Amerikan İngilizcesi, standart olmakla birlikte kullanım biçimi bölgesel farklılıklar gösterir.

Sanayi üretimine ağırlık veren Kuzey ile tarımla uğraşan Güney’in çıkarları 1800 yılından itibaren ayrılmaya başlar. Güney’de, özellikle kıyı kesimlerindeki tütün ve pamuk üreticisi zenginleşir. Tahıl yetiştirmenin en ekonomik yolu, ‘plantasyon’ adı verilen çok geniş çiftliklerde tarım yapmaktır ve bu yoğun iş gücü gerektirmektedir. Plantasyon sahiplerine göre, bu ihtiyacı karşılamak için ucuz işgücüne ihtiyaç vardır ve Afrika’dan getirilen kölelerden yararlanmaya karar verirler. İşte Güney ile Kuzey’i ayıran en önemli çelişki olarak kölelik böylelikle ortaya çıkmış olur.

John Hawkins adında bir İngiliz’in sahip olduğu ilk köle gemisi, 1562’de Amerika sularına girer. Köle ticareti şeker kamışı plantasyonlarının yaygınlaştığı 1630’lardan sonra yoğunlaşır. 19. yüzyılın sonlarına doğru büyük tarım arazilerinin geliştiği güney eyaletlerinde özellikle pamuk, tütün ve şeker kamışı üretiminde ciddi gelirler elde edilir. Kuzey ve batı eyaletlerinde sanayi sektörünün gelişmesiyle serbest işçi sistemi yerleşmeye ve yeni işçilere ihtiyaç doğmaya başlayınca, yeni işçi sınıfı için Afrika’dan gelenleri gözüne kestiren Kuzey, başlangıçta insani gözüken bir amaçla köleliğin yasaklanmasını öngörür. Ancak köleliğin yasaklanması, gelirlerini tarımdan karşılayan ve tarım arazilerinde köle ihtiyacı olan güney eyaletlerinin işine gelmez ve bu yasağın önünde sonunda güney eyaletlerinde de uygulanacağını düşünerek devletten ayrılmak için bir iç ayaklanma çıkarırlar.

Yaptığı seçim propagandalarında köleliği kaldıracağına söz veren Abraham Lincoln’un başkan seçilmesinin ardından güney’deki 7 Eyalet (Carolina, Missisipi, Florida, Alabama, Teksas, Georgia ve Louisiana) başkanın köleliği kaldıracağına kesin gözüyle bakarak zaman kaybetmeden bağımsızlıklarını ilan eder. Güney eyaletlerinin İngilizlerle olan ticari ilişkileri, güney eyaletlerinin pamuk karşılığında İngilizlerden Afrikalı köle almaları kuzey eyaletlerini tedirgin eder. Kuzey, İngilizlere ucuza satılan pamuğun kuzeydeki sanayi kuruluşlarında işlenebileceğini ve büyük ekonomik gelir elde edilebileceğini öngörür. Bütün bu sebeplerden dolayı, güney eyaletlerinden oluşan ‘Güneyli Konfederasyon’ ve Kuzey’deki diğer eyaletlerden oluşan ‘Union’ (Birlik) arasında Amerikan İç Savaşı başlar.

Amerikan iç savaşının ilk yıllarında ağır kayıplar vermelerine karşın, taraflar birbirlerine üstünlük sağlayamaz. Temmuz 1863 yılında yapılan ‘Gettysburg Muharebesi’yle ibre Kuzey’den yana döner. 9 Nisan 1865 yılında güneyli ünlü komutan Robert Edward Lee’nin orduları bozguna uğrar ve güney birliği teslim olur. Başkan Abraham Lincoln, güney eyaletlerini sömürmek yerine onlara kalkınmaları için borç vermeyi teklif etse de Kuzey birliğindeki taraflar ve çıkar grupları başkanın tam tersine güney topraklarının işgal edilmesini savunur. Yapılan anlaşmalardan sonra Senatör Wallace ve gizli servisin hazırladığı bir kumpasla, aslen oyuncu olan ‘John Wilkes Booth’, Başkan Abraham Lincoln’ü silahla başından vurarak öldürür.

Kuzey’in zaferiyle teslim olan Güney’de köleler serbestleştirilir, belli bir süre sonra da oy kullanma hakkı kazanır. Savaş sonunda siyah kölelere birçok hak tanınsa da bu haklar zamanla toprak sahipleri tarafından geri alınır. Amerika iç savaşı çıkmadan önce ekonomik olarak kuzeyden üstün olan Güney, savaştan sonra tarım ekonomisinin çökmesiyle ekonomik üstünlüğü Kuzey’e kaptırır.

Savaş yaralarının sarılması yıllarca sürer. Köleliğin kaldırılması, Afro-Amerikalıların siyasi ve ekonomik haklara kavuşmasını sağlamaya yetmez, Güneyli kasaba ve şehirlerde günlük hayatta ırk ayrımı uygulamaları devam eder. Irk ayrımına son verilmesi için, Afro-Amerikalıların ve destekçilerinin yoğun çaba harcamaları gerekir.

Kuzey-Güney farkı bugün bile ortadan kalkmış değildir. Gittikçe gelişen sanayi, Güney’in tarımsal yapısını emer, kendine uydurur. Renk ayrımı çözülmüş gözükmemektedir. Bugün Güney genel olarak Cumhuriyetçi, Kuzey Demokrat olsa da, Kuzey’de muhafazakâr sayılan cumhuriyetçiler, Güney’de insan hakları ve yurttaşlık bilinci konusunda ileri adımlar atmış olan demokratlardan daha demokrattır. Güney ile Kuzey Amerikan halkının dünya görüşleri, tavırları, yaşam anlayışları, siyahilerle ilişkileri birbirinden farklıdır; sorunlar bugün de uzlaşma yöntemiyle sözde örtülerek devam etmektedir.

İşte Bülbülü öldürmek kitabı da İç Savaş’ın sona erdiği 1865 yılından yaklaşık 70 yıl sonra, ırkçılığın hala sürdüğü bir Güney kasabasında olanları, bir çocuğun, Scout’un gözünden anlatır, onun gözüyle önyargılar, haksızlıklar, çatışmalar ve sınıf algısı sergilenir. Öykü her ne kadar küçük bir Amerikan kasabasında geçse de yansıttığı evrensel değerleriyle tüm sınırları ortadan kaldırır ve romanın önemli kahramanı olan ve küçük Scout’a adalet, dürüstlük gibi kavramları aşılayan babası Atticus Finch bize, bu evrensel değerleri hatırlatır.

Bir küçük kasaba hayatının tüm ruhuyla can bulduğu roman aynı zamanda yarattığı gerçeklik algısıyla da dikkat çeker ki bu durum Bülbülü öldürmek’in en büyük başarılarından biri olarak kabul edildi. Çünkü anlatılanlar yakıcı bir sahiciliğin gölgesinde ilerler ve o güne kadar hiç kimse dürüstlük ve adaleti, büyülü bir çocukluğun gözünden yazmamıştır, bu da kitabın en özel yanlarından birini oluşturur.

Yazar, ‘Bana kalırsa tek bir tür insan var. İnsanların hepsi insan’, ‘Biliyor musun, Scout? Ben her şeyi çözdüm. Dünyada dört grup insan var. Bizim gibi, komşularımız gibi sıradan insanlar, ormanda yaşayan Cunninghamlar gibi insanlar, bataklıkta yaşayan Ewelllar gibi insanlar, bir de zenciler…’ ‘Bak ama, Jem, bana kalırsa tek bir tür insan var. İnsanların hepsi insan,’ dediği kitabında, bir insanlık ideali peşindedir. Kitabın yayınlanmasından yaklaşık 60 yıl sonra, bugün bile bu ideal evrenselliğini, güncelliğini, zaman ve mekansızlığını gösterir ve gerek dünyada gerekse ülkemizde olanları anlamak, bu ideali düşlemek için bir deniz fenerleri gibi yol göstericidir.

Başkasını, ötekini anlamak için onun gibi, onun yerinde olduğunu, kendini ‘onun ayakkabılarıyla yürürken’ düşünmek önemlidir. ‘Bir kibrit çakıp kaplumbağanın altına tutmanın iğrenç bir şey olduğunu söyledi Dill. ‘İğrenç falan değil, sırf dışarı çıkarmak için, ateşin içine atmak gibi bir şey değil’ diye gürledi Jem. ‘Kibritin ona zarar vermeyeceğini nereden biliyorsun?’ ‘Kaplumbağalar hissetmez, aptal!’ dedi Jem. ‘Hiç kaplumbağa oldun mu?’, ‘Kendinizi bir insanın yerine koymadıkça, onun yerinde olmanın nasıl bir şey olacağını anlamaya çalışmadıkça o insanı gerçekten tanıyamazsınız’, ‘İnsanların çoğu iyidir, Scout, yeter ki sen onları bir gün gör’, ‘Umutlanabiliriz çünkü sabah olunca her şey hep daha iyi olur.’

Kitabın ana ekseni siyah-beyaz insan üzerinden adalet, ırkçılık, eşitlik kavramlarını irdelemektir. Scout, ondan birkaç yaş büyük ağabeyi Jem, yakın arkadaşları Dill ve avukat olan babaları Atticus’un yaşam öyküleri içinde hukuk ve adaletin ana kavramları sorgulanır. Atticus, İç Savaş’ın nedenlerinden birine değinir: ‘Siyah adamı aldatan beyaz adam; ister zengin, ister yoksul, ister iyi, isterse kötü bir aileden olsun değişmez. O adam daima kötü bir adamdır.’ Atticus, özellikle ‘İyi bir insan nasıl olmalıdır?’ ve ‘Nasıl iyi bir baba olunur?’ sorularının yanıtını aramaktadır; insanları olduğu gibi kabul eden, onları anlamaya çalışan, yargılamayan ve çocuklarına da bunu öğütleyen bir adamdır. ‘Basit bir sırrı öğrenirsen her türlü insanla anlaşman kolaylaşır, Scout. Bir insanı anlayabilmek için o insanın baktığı açıdan bakmayı becerebilmelisin. Kendini onun yerine koyup her şeyi onun gördüğü gibi görmelisin.’

Kitabın hukuki açıdan en önemli kısmı, beyaz bir kadına saldırmaktan tutuklanan ‘zenci’ Tom Robinson ve onun yargılanma sürecidir. Tom’un suçsuz olduğu aslında tüm kasaba tarafından bilinmekle birlikte, ten renginden dolayı suçlu olduğu algısı oluşmuştur. Tom’un davasını alan Atticus’un kasabalıların tehditleriyle karşılaşır, çocukları okulda dışlanır, saldırıya uğrar, kendi kızkardeşi ve onun arkadaşları tarafından eleştirilir. Duruşma sırasında Atticus’un yaptığı savunma ‘bir avukat nasıl olmalı?’sorusuna cevap verir; duruşma boyunca tanıklara sorduğu sorular, gerçekleri ortaya çıkarma yöntemi önemlidir. ‘Gerçek şudur. Bazı zenciler yalan söylerler, bazı zenciler kadınlara karşı saygısızdır, beyaz kadın olsun, siyah kadın olsun, fark etmez. Fakat bütün bunlar yalnız bir ırkı değil, bütün insanlığı ilgilendiren suçlardır. Bu salonda hayatında yalan söylememiş, ahlaksız bir davranışta bulunmamış bir insan olabileceğini sanmıyorum.’ ‘Tutuklanmaktan mı korktun, yaptığın şeyi kabullenmek zorunda kalmaktan mı?’, ‘Hayır efem, yapmadığım şeyi kabullenmek zorunda kalmaktan.’

Avukat Atticus, sözleri, çocuklarını yetiştirirken takındığı tavırlarıyla toplumun değişmez normlarına aykırı bir baba, bir aktivist, ırkçılığa karşı göğüs germiş, bir Amerikalı değil, bir dünya vatandaşı her şeyden önce insanlık adına yakışan bir insandır. Harper Lee’nin ve kalbi olan her insanın özlediği insan türü, köşeleri olmayan, mükemmel olmaya çalışmayan biri.

Kitapta karakterler üzerinden 1930’ların toplumsal yaşantısı ve sınıf farklılıkları anlatılır. ‘Deli’ ve ‘korkutucu’ sıfatlarını kazanmış Öcü Radley aslında kendi iradesiyle kendini toplumdan soyutlamıştır, ‘Dışarı çıkmamak istediği için içeride kalıyordu.’ Eweller, Finchler, Cunninghamlar gibi aileler ise o dönemde yaşanan sınıf farklılıklarına örnektir. Bayan Gates, ‘Burada biz insanlara zulmetmeyiz. Zulüm önyargılı insanlardan kaynaklanır. Ön-yar-gı;’ diyerek Amerikan kültürünü mükemmel biçimde eleştirir. Yazar ironik bir dille o mahallede yaşayan insanların önyargısını kendi dedikleriyle çeliştirmesini başarıyla verir.

Kişinin kendisi karşısında, kendisine karşı olan sorumluluğu vicdan temasıyla irdelenir. ‘Başka insanların yüzüne bakabilmek için ilk önce kendi yüzüme bakabilmeliyim. Çoğunluğa bağlı olmayan tek şey insanın vicdanıdır’, ‘Cesaretin eli tabancalı bir adam olduğunu sanmanı istemem. Mertlik baştan bitik olduğunu bilip de çabalamak, olacakları göğüsleyebilmektir,’ ‘Basit bir kuralı öğrenirsen, herkesle daha iyi geçinirsin Scout. Bir insanı, sorunu onun açısından düşünmeye alışmadıkça anlaman olanaksızdır. O insanın derisinin içine girip gezineceksin.’

Kalabalıklara karşı bir başına mücadele eden kahramanların hikâyesidir bu, Scout’un (kelime anlamı, öncü, izci, kaşif) hikayesiyle doğru bildiğinden bir an bile vazgeçmeyen ve Scout’un Hitler’i lanetleyip siyahilere cephe alma ikilemi içinde bulunan öğretmeninin aksine tüm insanlığa sevgiyle yaklaşan Atticus’un.‘Ama Hitler’den nefret etmek doğru mu?’, ‘Doğru değil,’ dedi Atticus, ‘Kim olursa olsun, nefret etmek doğru bir hareket değildir.’

Çocukların ‘deli’ olarak isimlendirdiği Boo Radley’in evine dokunmayı bile çok zor bir şeymiş gibi görmeleri, öğretmenlerinden başlamak üzere Kuzey-Güney, laik-muhafazakar, gezici-çomar vs. küçümsemeleri ve insanları sınıflandırmaları, yok Cunningham’lar şöyle yok Ewell’lar böyle diye insanların sınıf sınıf ayrılmaları, onların kilisesi beyaz bizim kilisemiz siyah gibi dinde bile ayrımcılığa uğramaları, giysi, elbise konusunda ve kız olma halleri gibi birçok durumda mahalle baskısı gibi bir çok konular bir çocuğun gözünden anlatılması kitabı daha da değerli hale getirir.

Oysa karşıt kavramları değerli hale getiren belki de o karşıt kavramın ta kendisidir, siyah olmadan beyazın, Kuzey olmadan da Güney’in anlamı yoktur… ‘İnsanlar eşit yaratılmamışlardır…İnsanlar ancak tek durumda eşit yaratılmış kişiler haline gelir; hukuk kuramı karşısında…hukuk en üst düzeyde eşitliğin gözetildiği kurumdur.’

Ancak Atölyemiz açısından, daha başta, kitabın adından başlayarak sorunlar yok değil. Neden diğer kuşları öldürebiliriz de bülbülü öldürmemeliyiz? Bize yarar sağladığı için mi, günah olduğu için mi? ‘İstediğin kadar saksağanı vur vurabilirsen ama unutma, bülbülü öldürmek günahtır.’ ‘Kendisine bir kadın almış’, ‘Bayan Maudi jüri üyesi olamaz çünkü o bir kadın…Kadınlar katılsaydı dava bitebilir miydi kuşkuluyum’, ‘Kilise kadına sahip çıkmalı, onu bağışlamalı. O zencinin karısını, Mayella’yı değil’, ‘Beş para etmez cahil adamlar’, ‘Ne de olsa zenci’, ‘Kapkaraydılar. Suriyeliydiler.’

‘Sıfatları karldırırsan geriye gerçekler kalır’, ‘Birinden hoşlanmamak için bir nedenlerinin olması insanlara iyi geliyor’, ‘Birinin kötü olduğunu düşündüğü şeyle seni nitelendirmesi hiçbir zaman hakaret değildir. O kişinin ne kadar zavallı olduğunu gösterir sana ve seni incitmez’, ‘Kadınların iffetsizliği öğretisine takıntılı olan din adamları’, ‘Kibirle gelen zulmetle gider’, ‘İnsanların çapını gösteren varsayım; zenciye güven olmaz’, ‘Gerçek olması doğru olduğu anlamına gelmez’, ‘Ama işler bir noktaya geldiği zaman cila çabuk dökülür. İçlerindeki zenci ortaya çıkar’, ‘Dava insanların yüreklerindeki gizli mahkemede görülmemişti. O kız ağzını açıp bağırdığında Tom zaten ölmüş demekti’, ‘Eşit haklara evet, özel ayrıcalıklara hayır’, ‘Başka bir kimsenin yüzüne bakmadan benim yüzüme bakacak. Ben de onun yüzüne çekinmeden bakacak şekilde yaşadım,’; bugünün dünyasından insan manzaraları…

Did you find apk for android? You can find new Free Android Games and apps.
Share.

Comments are closed.