3 Aralık 2012 – Edebiyat Atölyesi IV. Dönem Üçüncü Kitap

0
Want create site? Find Free WordPress Themes and plugins.

Sinemaya uyarlanmış edebiyat eserlerinde savaş ve barış” Atölye”sinin üçüncü kitap/filmi Trainspotting“di. Irvine Welsh”in kitabını bize Kamer Badur-Eğilmez,Danny Boyle”in yönettiği filmi ise Emre Arda tanıttı ve tartışmaya açtı. Hikaye, 1993 yılında yayınlanan kitapta da sıkça ironik biçimde eleştirilen, liberal muhafazakar Margaret Thatcher”in  1979-1990 arasında da başbakanlık yaptığı İskoçya/ingiltere”sinde geçmektedir. Thatcher, 1980″li yıllarda batılı ülkelerde devletin iktisadi yatırımlardan çekilmesi,özelleştirme, serbest pazar ekonomisinin desteklenmesi ve işçi haklarının törpülenmesi ile kendisini gösteren neoliberal siyasetin Birleşik Krallık”daki uygulayıcısı oldu. Ortaya koyduğu politikalarla Birleşik Krallık”ı değiştirmekle kalmadı, siyaset alanını kendisinden sonra iktidara gelen muhaliflerinin politikalarını etkileyecek şekilde dönüştürdü.

Thatcher, öncelikli sorun olarak gördüğü özel sektör yatırımları önündeki en büyük engel enflasyonu önlemek amacıyla kamu harcamalarını kısmaya yöneldi. Bu politikasıyla baş gösteren iktisadi durgunluk yüzünden işsizlik 1979″da 1,3 milyon kişi iken 1981″de 2.5 milyon kişiyeulaştı, 1982″de 3 milyonu geçti. Thatcher hükümeti işsizlik sigortası hakkı kazanmayı zorlaştırdı, sendikaların gücünü kırmaya karar verdi. Sanayi üretimi, 1978″e göre 0 geriledi. 1940″lardan beri kamu mülkiyetinde olan pek çok büyük işletmeyi elden çıkarttı.

Thatcher 1987″deki parti kongresinde “Geleneksel ahlaki değerlere saygı göstermeyi öğrenmesi gereken çocuklarımıza, eşcinsel olmanın temel bir hak olduğu öğretiliyor.” dedi ve Aralık 1987″de çıkarılan tartışmalı bir kanunla okullarda eşcinselliğin “meşru bir ilişki türü” olabileceğinin öğretilmesini yasaklandı.

Thatcher”ın yerel yönetim vergilerini kaldırmak üzere 1987 yılında önerdiği vergi sistemi,İskoçya”da 1989″da, İngiltere ve Galler”de 1990″da uygulamaya alındı. Kelle Vergisi olarak bilinen vergi tepkilere ve sokak gösterilerine yol açtı.

İrvine Welsh”in Trainspotting kitabı, işte 1980″den itibaren uygulamaya koyulan politikaların kaygan zemininde, yarattığı sosyal patlamanın topraklarında kaleme alınmıştı. Dışarıda kalan, aykırı, kayıp ve yenik bir “kaybedenler çetesi” üyelerinin yaşamlarından bir kesit sunuluyordu.”Hayatı seçmemeyi seçmişlerdi”. “Son derece sınırlı bir arkadaş çevresinde”,”sınır tanımayan bir bireysellikle”, “serseriler arasında kurulmuş bir mason locası” ilişkisi içindeydiler. “Devleti dolandırmanın erdemine inanıyorlardı”. Geçimlerini 4-5 ayrı yerde adres göstererek aldıkları işsizlik sigortaları, hırsızlık ve gasp ile sağlıyorlardı.

“Bazı insanların içinde hep nefret vardır” söylemini doğrularcasına  arkadaş gurubunun çevre ile ilişkileri yoğun bir şiddet ve nefret içeriğinde yürütülüyordu ve yazar da kitapta yoğun olarak bu söylemi kullanmayı yeğliyordu. İstisnasız kitabın her sahifesinde herkese karşı nefret ve şiddet vardı. Sosyalistler, yaşlılar, şişmanlar, kadınlar, Taylandlı kadınlar, erkekler, göçmenler, hayvanlar, polisler, yargıçlar, İngilizler, Pakistanlılar, İskoçlar, İrlandalılar, holiganlar, dazlaklar, eşcinseller, zenciler, Katolikler, Protestanlar,Yahudiler, Yoko Ono, Margaret Thatcher… herkes bu nefretten payını bol bol alıyordu.

“İşçi sınıfının birleşmesini engelleyen, burjuvazinin egemenliğini nbso online casino reviews rakipsiz kılan” futbol gençlerin ilgi odağıydı. Ama daha da önemlisi “Pakistan  ve Kolombiya” göç hattıyla ellerine ulaşan uyuşturucu.

Trainspotting, “eroin kötüdür” diye basbas bağırmayan ancak uyuşturucunun yol açtığı zararları anlatan bir kitap ve filmdi. Uyuşturucu “her şeyi daha gerçekçi kılıyor. Hayat sıkıcı ve anlamsız.Büyük umutlarla başlıyoruz ve…Eroin dürüst bir uyuşturucudur, hayatın yanılsamalarını sıyırıp atar…Tek dürüst uyuşturucudur.Bilincini değiştirmez. Bir anda çarpar ve gevşetir. Ondan sonra dünyanın sefaletini olduğu gibi görür,kendini buna karşı duyarsızlaştıramazsın.” “Eroin sorunuyla baş etmeye çalışmak meydan okumaların en büyüğüdür.”

İşte bizler, kitap ve filmle birlikte kendi seçimleri sonucunda”uyuşturucu kullananların”ın da, aynen toplumdaki diğer “farklılar”, “ötekiler” gibi,var olma süreçlerinin ne kadar zor, çetin olduğunu, ne türden “toplumsal ve ahlaki değerlerle”, toplumsal baskılarla yüzyüze geldikleri ile yüzleştik. Onlar da toplumsal şiddetin mağdurları,genel ahlakın hedef tahtası, düşman görülenleri, dışlananlardı.

Kitap ve film bize her ne kadar toplumun genel değerlerine karşı olsa da yapılan seçimlerin kişilerin kendi iradelerinin sonucu olarak saygıyı ve anlayışı hak ettiğini bir kez daha hatırlattı.Bireyi hedef alan her türlü şiddet uygulaması, kişinin anatomik ve ruhsal bütünlüğünün bozulmasının kişiye açılmış bir savaş olduğu görüşünde bir kez daha birleştik. Uyuşturucu kullanıyorsa da bu bir yaşam biçimiydi, saygıyı hak ediyordu ve saygı göstermeyi öğrenmeliydik.

Bir kez daha toplumda, ekonomik yapıdaki sorunlarla yüz yüze gelen insanların, çıkış yolu görmediklerinde, bulamadıklarında, baş etmek için bağımlılıklara sarıldıklarını, bu bağımlılıkları her ne ise,uyuşturucu, alkol, depresyon hapları, politik bağımlılık…sorunlarını ve bağımlılıklarını daha da arttırarak kesif bir girdaba girdiklerini gördük. Belli bir süre sonra da “Uyuşturucu işi son derece monoton ve sıkıcı geliyor artık bana”.

Kitap ve “mutlu son” tercihiyle film bize yine de küçük umut kırıntıları sunuyordu.”İnsan olmak için bu kadar beklemeseydim keşke”,”Ev kadınları bizim gibilerin zehirli olduğunu düşünüyorlar, hani, bu onlara bizi öldürme hakkı verir mi?”, “Keşke bir hatun olsa diye geçiriyorum içimden…Sevmek için hani…yatmak için değil, yani sadece yatmak için değil…Sevmek için, çünkü sevmek geliyor içimden, cinsel anlamda değil ama…Sevecek biri olsun işte…”, “Hayatı yaşamaya devam et”.

Bizler de hayatı yaşamaya devam etmemizi sağlayan etkenlerden biri olan Atölye”ye aşağıdaki takvimle devam ediyoruz:

Did you find apk for android? You can find new Free Android Games and apps.
Share.

Comments are closed.