26 Şubat 2011 – Savaşsız Bir Dünya İçin Uluslararası Buluşma – İstanbul

0
Want create site? Find Free WordPress Themes and plugins.

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu’nun Savaşsız Bir Dünya İçin Uluslar arası Buluşması 26 Şubat Cumartesi günü İstanbul, Taksim Hill Otel’de gerçekleşti. Buluşmada, Kürt sorunundan, Mısır ve diğer Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde yaşanan devrimlere ve özellikle NATO’nun barışın önünde nasıl bir engel oluşturduğuna kadar Türkiye’de ve dünyada barışın tesis edilmesinin koşulları, olanakları ve bunun önündeki engeller tartışıldı.

Sempozyumun açılış konuşmasını BDP İstanbul Milletvekili Ufuk Uras yaptı. Küresel BAK’ın kurucularından olan Uras, Ortadoğu ve Akdeniz ülkelerinde gelişen isyanlarla birlikte diktatörlüklerin sallandığını ve sevindirici alt üst oluşların yaşandığını söyledi. Uras, buradaki halklarla dayanışmanın önemine dikkat çekti.

Savaşsız bir dünya için uluslararası buluşmanın fotoğrafları için tıklayın:

https://picasaweb.google.com/kureselbak/26Sub2011SavassZBirDunyaIcinUluslararasBulusma#

Savaşsız bir dünya için uluslararası buluşmanın görselleri için tıklayın: https://picasaweb.google.com/kureselbak/26SubatSavassZBirDunyaIcinUluslararasBulusmaGorselleri#

Türkiye’de de Kürt bölgelerinde askeri militarizme karşı barış ve özgürlük seslerinin yükseltilmesinin önemli olduğunu söyleyen Uras, geçen günlerde yaptığı Mahmur Kampı ziyaretine ilişkin gözlemlerini aktardı: “Savunulan özerk demokratik yapının orada yaşam bulduğunu gördüm. Kadınların hakimiyeti söz konusuydu. Mahallelerde kurulan komitelerle herkes söz söyleme hakkına sahipti ve kendi hastanelerini, kendi okullarını yapmışlardı.

Küresel BAK’tan Şenol Karakaş’ın moderatörlüğünü yaptığı ve konuşmacı olarak Sezai Temelli, Maya Arakon, Hanım Tosun, Ronayi Önen ve Ümit Şahin’in katıldığı ‘Önce Barış’ adlı ilk oturumda Kürt sorunun önemi ve güncelliği, barışın kazanılması için atılacak adımlar, toplumlararası barışın sağlanması ve savaşın toplumsal, ekonomik ve insani maliyeti gibi başlıkla konuşuldu.

Şenol Karakaş, oturumun açılışını yaparken, Mart ayına dikkat çekerek, “Batıdaki sosyal şovenizmi yenmemiz ve Kürt halkının uzattığı barış elinin tutulması gerekiyor. Mart’ta yeniden değerlendirilecek olan ateşkes sürecinin devam etmesi açısından hükümete sesleniyoruz ki savaşı derinleştirecek adımlar yerine Kürt hareketlerinin taleplerinden yana tavır alın” dedi.

Yeditepe Üniversitesi Öğretim Görevlisi Maya Arakon, artık Kürt sorunuyla ilgili söyleyecek yeni bir şey olmadığını, ancak bugüne kadar söylenenlerin daha geniş kitlelerce anlaşılır kılınması gerektiğini savunarak sözlerine başladı. 1984 yılında Kürt halkına karşı uygulanan baskılara karşı PKK’nin harekete geçmesi ve buna karşılık TSK’nin “düşük yoğunluklu savaş” başlatmasından bugüne kadar resmi rakamlara göre, 50 bin kişinin öldüğü, 17 bin 500 kişinin faili meçhul cinayetlere kurban gittiğini, 2 milyon kişinin göç etmek zorunda bırakıldığını söyleyen Arakon, bu kirli savaşta kaç kişinin bedenen ve ruhen zarar gördüğünün ise bilinmediğini söyledi. PKK ile mücadele adı altında 1988 yılında askeri harcamaların gayri safi milli hasılanın yüzde 2’sini oluşturduğunu, bunun 1999’da %5’e yükseldiğini söyleyen Arakon, 1988-2004 arası 100 milyar doların kirli savaşa akıtıldığı bilgisini verdi. Yani “düşük ölçekli savaş”ın sadece TSK kanadından Türkiye’ye maliyeti yılda 7.5 milyar TL. Arakon’a göre, Emniyet Müdürlüğü’ne ayrılan payın da TSK’ye ayrılandan farkı yok. Resmi rakamlara göre 1980-2000 yılları arasında bütçeden Emniyet’e ayrılan para 120 milyar dolar. Yıllık 7,5 milyar TL’nin ayrıldığı da göz önüne alındığında emniyet ve terörle mücadele için yılda 15 milyar TL’nin aktarıldığı ortaya çıkıyor.

Kürt sorununun çözülmesi için en önemli faktörlerden birinin anadilin önündeki engellerin tamamen kalkması gerektiğini düşünen Bilgi Üniversitesi Kürt Dili Öğretim Görevlisi Ronayi Önen ise Kürtçe yaptığı konuşmada anadilin eğitim üzerindeki etkisine değindi. Çocukların okula gittiğinde kendi anadilinin dışında bir dil konuşmasının eğitim kalitesini olumsuz etkilediğini söyleyen Önen, çocukların hayalini kurdukları, düşündükleri şeyleri okul dışında bırakmak zorunda kaldıklarını, bunun da çocuğun okula yabancılaşmasına yol açtığına değindi. Toplumsal hafıza ve kodların anadilde saklı olduğunun bilimsel bir gerçek olduğunu vurgulayan Ronayi Önen, anadilde eğitim almaları durumunda çocukların, özellikle metropollerde yaşayan Kürt çocuklarının kendilerine güveninin artacağını, bunun da topluma yabancılaşmak yerine toplumla kaynaşmayı beraberinde getireceği görüşünü savundu.

Cumartesi anneleri olarak kaybedilen yakınlarının ardından her türlü polis müdahalesine, işkence ve gözaltına rağmen mücadeleden vazgeçmediklerini söyleyen Hanım Tosun, yaptığı konuşmada eşinin kaybediliş sürecini anlattıktan sonra şunları söyledi: “Benim kocam örgüt üyesi de olabilirdi. Eğer yasalarında bunun cezası idamsa idam etselerdi. Ancak “kaybetmek” anlaşılabilir bir şey değil. Her toplu mezar çıktığında ve o toplu mezarlara kepçelerle girildiğinde ben uyuyamıyorum. Bir gün öldüğümde beni lütfen kimsesizler mezarına gömün. Benim yakınlarım da kocam da orada olabilir.”

Savaşta ölen çocuklar üzerine konuşan Bir Göz De Sen Ol İnisiyatifi üyesi Sezai Temelli ise savaşta hayatını kaybeden çocukların raporunu tuttuklarını, sayının sürekli arttığını belirtti. Ulaştıkları sayının 428 olduğunu kaydeden Temelli, bölge insanının bu rakamların ‘çok, çok, çok’ üzerinde çocuğun öldürüldüğünü söylediğine işaret etti. “Önce kendi ülkemizdeki savaşı görmeden başka ülkeler için konuşmanın anlamı yok” diyen Temelli, şartsız siyasi af getirilmesini, seçim barajının düşürülmesini, özerkliğin sadece Kürt bölgesinde değil tüm coğrafyada hayata geçirilmesini istedi.

Küresel BAK’tan Ümit Şahin ise özerklik konusunda yaptığı konuşmada, ulusalcıların, Kemalistlerin yaygara kopardığı biçimiyle özerkliğin kopma, bölünme anlamına gelmediğini, her bireyin yönetime katılması anlamına geldiğini ifade etti.

‘Ortadoğu’da Diktatörlükler, İşgal ve Toplumsal Barış Mücadelesi – Mısır Deneyimi’ başlıklı ikinci oturumda ise, Mısır’da geçtiğimiz haftalarda yaşanan hareketli günlere tanıklık eden İngiltere- Savaşı Durdurun Koalisyonu’ndan gazeteci Judith Orr Mısır deneyimi konusundaki gözlemlerini ve tanıklıklarını aktardı. Yaşananları, “bir devrimin başlangıcı” olarak niteleyen Orr, Tunus’da başlayan devrimin Mısır’da sonuç verdiğini ve iktidarı düşürdüğünü söyledi. Orr, Tunus’ta başlayan bu devrimci akımın Mısır’ın ardından tüm Ortadoğu’ya dalga dalga yayıldığını ve bugün ise Libya’da yine bir diktatörlük rejimin karşısına çıktığını söyledi. Orr; “Çok önemli bir azim söz konusuydu. Arap göstericiler daha fazla para kazanmak için değil en önemli olan şeyleri, haysiyetlerini aramak için sokaklara döküldüler. Bu bir devrim. Çünkü sıradan insanların hareketiydi. İnsanlar isyan sırasında artık gıda ve hastane gibi kurumların yönetimini yavaş yavaş kendi yönetimlerine aldılar” dedi. Mısır’da ve Libya’da insanların saldırılar karşında yılmadan korkusuzca mücadele ettiklerini kaydeden Orr, insanların Ortadoğu’da artık korkularını yendiklerini ve önceden iktidarlarla halk arasındaki korku ve baskı ilişkisinin de taraf değiştirdiğini söyledi. Orr; “İnsanlar kaçmadılar korkmadılar. Kokularını yenmişlerdi. Tunuslu bir sosyalist ‘korku taraf değiştirdi’ demişti. Nitekim tüm bu askeri güç bile göstericileri korkutmaya yetmedi. En güçlü ordular bile zamanı gelen bir düşüncenin önüne geçmeye yetemez. Evet gerçekten korku taraf değiştirmişti. Mücadele eden kişiler de ne istediklerini biliyorlardı. Ya buradayız ya öleceğiz diyorlardı. Bizler korkak değiliz diyorlardı” dedi. İsyanda diğer önemli bir noktanın ise kadınlar olduğunu ifade eden Orr, kadınlarında Mısır’da yaptığı direnişin çok büyük bir öneme sahip olduğunu söyledi. Orr; “Gerçekten bir önemli nokta ise kadınların mücadelesiydi. Mübarek saldırıya geçtiği zaman kadınlar bu şiddete battaniyelerine taşları koyarak karşılık verdiler. Bu büyük bir direnişti. Kadınlar kendi kendilerini Tahrir Meydanı’nda özgürleştiriyorlardı” dedi. Avrupa’da Ortadoğu’da yaşanan olaylara temkinli yaklaşılmasını eleştiren Orr, bunun sebebi olarak ise ayaklanmanın önderliğinin Müslüman Kardeşler olarak gösterilmesi olduğunu belirtti. Orr, halk ayaklanmasında hiç bir şekilde Müslüman Kardeşlerin öncülüğü olmadığını belirterek; “Batılı liderler bu devrimden korkulması gerektiğini söylüyorlar, Müslüman kardeşlerden dolayı. Ama bu devrimde öncülüğü Müslüman Kardeşler yapmadı. Burada tanık olduğumuzu bütün bir bölgeyi saran bir hareket ve kanlı canlı ve nefes alan ölümüne mücadele eden bir halk hareketi. İnsanlar kendi tarihlerini yazıyorlar. Bundan korkmamalı kimse. Kıvılcımı tutuşturan Müslüman Kardeşler değil, insanların siyasi bilincinin özgüven eksikliğinin yerinin doldurulması oldu” dedi. Orr, ayrıca son günlerde Libya’da yaşananların ardından Avrupa tarafından vatandaşların can güvenliği için Libya’ya asker gönderilmesi fikrini de eleştirerek, bunun Libya halkının isyanına yapılacak en büyük kötülüklerden birisi olduğunu söyledi.

‘NATO’ya, Silahlanmaya ve Füze Kalkanına Hayır’ başlıklı üçüncü oturumda, her biri kendi ülkelerinde NATO’ya karşı mücadele eden uluslar arası konuklar ile birlikte, NATO’nun yeni stratejisinde nükleer silahlanma, nükleer silahları olan Avrupa ülkelerinde barış hareketi, dünya silah harcamaları, İncirlik Üssü’ne karşı hukuki mücadele gibi başlıklar tartışıldı. Küresel BAK aktivisti Nilüfer Dalay, dünyada silah harcamalarına ayrılan payın 1.531 milyar dolara ulaştığını, bu listenin en başında ise ABD’nin geldiğine dikkat çekti. NATO ülkelerinin savaşa ayırdığı bütçeleri de değerlendiren Dalay, toplam 997 milyar dolar bütçenin silahlanmaya ayrıldığının altını çizdi. Dünyada 30’dan fazla ülkede balistik füze olduğunu kaydeden Dalay, sadece Avrupa’da NATO kontrolünde yaklaşık 900 nükleer silahın olduğunu söyledi. Bu verilerin ekonomik olarak dünya üzerinde sürekli bir savaş bütçesi yarattığını belirten Dalay, silah sanayinin ekonomiyi canlandırıcı etkisi olduğu düşünülerek, bunun teşvik edildiğini ve askeri harcamaların arttırıldığını söyledi. Dalay sürekli savaş ekonomisinin ekonomik boyutunun yanı sıra insani boyutu olduğunu da ekleyerek, “Savaş ekonomisi sonucu dünya 52 ülkede savaş sonucu 24. 5 milyon insanın zorunlu göç yapmak zorunda kaldı” dedi.

Dalay’ın ardından NATO’nun yeni stratejisinde nükleer silahlanmanın yeri konusunda sunum yapan Uluslararası NATO Karşıtı Çalışma Ağı Başkanı Reiner Braun ise, NATO’nun son dönem stratejisinde kendi silahlarını modernleştirme projesinin olduğunu belirterek, bunun ise hiçbir ülkenin yararına olmadığını söyledi. Braun; “Silahların yaygınlaştırılması ile ilgili toplantıda maalesef silahsızlanma konusunda bir adım atılmadı. Dünyanın bütün kaynaklarının NATO kontrolünde olmasını istiyorlar. Biz kendi kaynaklarımızı sağlamalıyız diyorlar. Afganistan’da NATO’nun geleceği açısından tayin edici bir ülke. Savaşları kaybederlerse NATO’nun ne yapacağı sorusu gündeme gelecek. Bizim barış hareketi olarak da tankerlerin oradan çekilmesini sağlamak temel görevimiz olmalı. Yeni bir sosyal ve ulusal sistem lazım. Lizbon Anlaşması ile AB’nin askerileşmesi hedefleniyor. Buna karşı durmamız gerekiyor” değerlendirmesini yaptı.

Konferansa Fransa La Paix Barış Hareketi’nden katılan Ariel Denis ise NATO’ya karşı dünya çapında düzenlenecek eylem takvimi hakkında bilgi verdi.

Arif Ali Cangı ise, İncirlik Üssü’nün NATO üyesi ülkelere kullandırılması yönündeki Bakanlar Kurulu Gizli Kararnamesi hakkında açtıkları dava süreci hakkında bilgi verdi.

Did you find apk for android? You can find new Free Android Games and apps.
Share.

Comments are closed.