26 Ocak 2011 – Edebiyat Atölyesi VI – İstanbul

0
Want create site? Find Free WordPress Themes and plugins.

26 Ocak Çarşamba akşamı II.Dönem Edebiyatta Savaş ve Barış Atölyesinin beşinci kitabı Mihail Şolohov’un Uyandırılmış Toprak kitabını bizlere Görkem Yeltan ve Yalçın Akyıldız hazırladı. Yazarın hayatı, yaşadığı dönem, Rus sosyolojisi, tarih ve kültürü ile ilgili bilgiler aldıktan sonra kitap ile ilgili tartışmalara ve değerlendirmelere geçtik.

Sosyalist gerçekçiliğin en büyük yazar ve yapıtlarından biri ile karşı karşıyaydık. Bir anlamda bir edebiyat eseri üzerinden 1930 yılının Sovyetler Birliği’ni özel olarak da Don Bölgesi gerçekleri ile yüz yüzeydik.

Bizim Uyandırılmış Topraklar olarak okuduğumuz kitap aslında iki kitaptan oluşmaktaydı. 1932 Yılında yayınlanan Yarınların Tohumu ( bizim dün gece tartıştığımız kitap) ve çeşitli nedenlerle dergide tefrika edilmesine izin verilmemesi  ya da durdurulması nedeni ile yayınlanması 1960’a kalan Don Kıyısında Hasat.

Uyandırılmış Topraklar,1930 yılında Don Askeri Bölgesi olarak da bilinen (Çarlık Rusyası tanımlaması)bir bölgenin 170 hanelik bir köyünde geçmektedir.

Stalin’in 1928’de S.B.K.P. de Genel Sekreteri olarak iktidarı eline alması ile yapılan 5 yıllık kalkınma planı çerçevesinde ilk hamlesi tarımın kolektifleştirilmesi olmuştu. Amaç nüfusun %82’sini oluşturan ve Ukrayna ile Kazakistan arasına sıkışmış küçük bir alanda, 120 milyon köylünün üretimini kolhozlarda merkezileştirmek, üretimi arttırarak artı değeri ve kolhozlardan arta kalan işgücünü cılız sanayiye aktararak işçi sınıfını güçlendirmek, o tarihte büyük toprak sahibi gibi gözüken Kulak’ları ortadan kaldırmak (köylü nüfusunun %3’ü).

Kulakları ortadan kaldırmak, topraksız köylüye onların mallarından pay dağıtılmasını, köylünün sisteme katılmasını, devlete işlenmiş toprak, araç gereç ve hayvan sağlanmasını, karşı çıkan Kulakları da sürgün bölgelerine, çalışma kamplarına gönderilmesini sağlamaktadır. Nitekim 2 milyon kulak çalışma kamplarına gönderilmişti.

Oysa ki köylülerin toprak sahibi olmalarının, 1861 yılında Çar’ın 23 milyon serfe özgürlük vermesiyle başlayan kısa bir geçmişi vardı. Zaten orta ölçekli çiftçi ile Kulak’ı birbirinden farklılaştıran, zaman zaman bir büyükbaş hayvan, bir fazla oda, birkaç ruble daha fazla gelir gibi küçük kriterlerdir.

Ancak bu çok kısa süreli geçmişi olan mülkiyet duygusu bile, köylü ile partiyi karşı karşıya getirmiş ve kanlı mücadelelere, ayaklanmalara neden olmuştur. Belleklerinde kolektifleştirme hamlesinden birkaç yıl önce, 1920-21 yıllarında, Lenin’in karşılıksız tahıl istemesiyle baş gösteren açlık vardır. Köylü Lenin’in isteğine karşı çıkmış, tahılını gizlemiş ya da ekmemiş, tarım üretimi düşmüş ve kıtlık başlamıştır. 6 Milyon insanın ölümü ile sonuçlanan bu birinci kıtlık dönemi, belleklerde tazedir ve Don Kazakları, kolektifleştirmeye ve kolhozlara karşı ayaklanır.

Kazaklar, kökenleri çok bilinmese de 15.yüzyılda Don nehri çevresine yerleşmiş, balıkçılık ve yağmacılık yaparak geçinen, dindar Ortodoks olan, geleneklerine bağlı kapalı bir toplum. Savaşçı özellikleri nedeniyle Çarlık ordusunun vazgeçilmez ve korkulu unsurları. 20-60 Yaşları arasında ortalama 22 sene askerlik yapan ve karşılığında, Rus köylülerinden önce toprak sahibi olan bir topluluk. Kazaklar 1917 Devrimi ve sonrasında sosyalist düşünce ve yönetim ile hiç uyuşamıyor, Beyaz Ruslar’ın yanında yer alıyor, isyanlar çıkartıyor ve kolektifleştirmeye karşı direniyorlar.

İşte roman böylesi bir toplumsal dönemde, kolektifleştirme çalışmalarının başlatıldığı bir köyde geçiyor. Tasfiyelerin başlamasıyla da kan dökülmeye başlıyor.

“İkazlarımıza rağmen, gece gündüz çalışarak zenginleşen Titok” ilk tasfiye edilecek Kulak oluyor. Yine farklı deneyimlerle toprağında verimi arttıran, araştırmacı ve çalışkan Yakov Lukiç uyanıklığı sayesinde Kulak olarak tanımlanmaktan kurtuluyor ama o da karşı devrimci olarak, kolektifin içerisinde sabotajlara başlıyor. Mahsul saklanıyor, tohumlar toprağa gömülüyor, hayvanlar kaçırılıyor ya da kesilip hasta olununcaya kadar yeniliyor.

Eski anlaşmazlıklar, kin, nefret, şiddetin dışa vurulduğu bir dönem. “Bunları yapıyoruz ki bizim yeni bir yaşam kurmamızı engellemesinler” diyerek zorla el koymalar. “iktidarı ele geçirme ve öç almanın kan kokusu tatlılığında düşüncelerin gelişmesi”. ”Sınıf savaşının çapı, dolaşık düğümleri, anlaşılmaz gizli biçimlerinin karmaşıklığı”, “Beyazların kendilerini üstün saymalarının sonu gelecek” düşünceleri, “Partizan yöntemlerle” yapılan hatalar ve ödenen bedeller. “Sovyet hükümetinin iki kanadı var, bir sağ, bir sol. Ne zaman havalanıp uçacak acaba” ikilemlerinin yarattığı gerginlik. “Kendi mülkünün efendisi olmak” uğruna insan hayatının hiçe sayılması. “Mülk kavramını gözden çıkaramamışların vicdanı nelere elverir”, her şeye ve her şeyi yaparlar, kıyım, işkence, dayak…

Kiliselerin kapatılması, papazların sürgüne gönderilmesi ve ayaklanan Kazakların “ komünistin boynuna zorla haç takma”sı ile beliren inanç hoşgörüsüzlüğü.

“Zaten bir kadının özlem ve isteğini doyurmak çok sürer mi”,“Kadınlar yan ürünlerdir”, “Kadınlara böyle davranabilirsin ama bütün bir halka böyle davranamazsın”,  “Toplantı yapmak erkek işidir, asker işidir. Üç yıl savaşmak gerekir”, “Karılarının eteklerine sarılanlardan nasıl devrimci çıkar”  cümleleri ile belirginleşen kadı aşağılamaları.

“Herifin çingelerden farkı yok”, “kelek çingene” betimlemeleri ile ayrımcılıklar.

Kahramanların hepsinin iç sesleri öldürmek üzerine, dile getirmeseler de içlerinden  geçen hep ölüm düşüncesi ile kendini dışa vuran şiddet.

Roman savaşın olmadığı bir ortamda, gündelik yaşamın savaşlarını, acımasızlığını, şiddetinin büyüklüğünü anlatması açısından çok başarılı.

Bu şiddet uygulamalı kolektifleştirmenin yarattığı sonuç 1930-33 yılları arasında yaşanan “insan yapımı”, “yapay” kıtlık ve çoğu Ukrayna’lı ve Don Kazağı 7-10 milyon arasında insan ölümü, 3,8 milyon tutuklanma ve 790.000 kişinin kurşuna dizilmesi.

Şolohov romanında beyazların ve kulakların entrikaları yanında parti programının ve özellikle de uygulamanın eleştirisini yapıyor. Hükümetin  çabası kadar yoksul köylülerin korku ve endişeleri de anlatılmaktadır. Duygularını anlatıyor ve şiddet uygulamasının yaratabileceği tehlikeli sonuçları daha o dönemde dikkati çekiyor. Kötü ayrıntılar ortaya koyuluyor, Stalin politikasının hayli açık eleştirisi yapılıyor.

Nobel Edebiyat ödülünün verilme gerekçesinde bildirildiği gibi “ …Sovyet halkının yaşamında tarihi bir dönemi, sert ve dürüst bir sanat diliyle anlattığı için…” ve Rus asıllı Fransız yazar Henri Troyat’ın eklediği gibi “kitaplarında şiir ve şiddet, benzersiz bir uyum içinde bulunmaktadır”.

Atölye takvimi şöyledir;

  • 09.Soljenitsin     (1970)   İvan Denisoviç’in bir günü
  • 23.02.11 H.Böll   (1972)   Ve o hiçbir şey demedi
  • 09.03.11 N.Mahfuz (1988)   Aynalar

Atölyede ayrıca iki değerlendirme yapılıp karar alındı;

·         Geçen döneme katılan arkadaşlara yazılarını mart sonuna kadar tamamlama süresi verildi.

·         Daha önce konuşulduğu gibi, II Dönem Atölye bitiminde, 1-3 Nisan tarihleri arasında İzmir’de son bir Atölye yapmaya karar verildi. Ülkü Burhan bize İzmir Öğretmenevinde yer ayırabilecek. Katılımcıların bu son Atölyede tartışacakları kitap önerisi geçen dönemde yapamadığımız Tolstoy’un Savaş ve Barış’ı. Kimin sunum yapacağını daha sonra belirleyeceğiz.

Did you find apk for android? You can find new Free Android Games and apps.
Share.

Comments are closed.