24 Kasım 2010 – Edebiyat Atölyesi II – İstanbul

0
Want create site? Find Free WordPress Themes and plugins.

Merhaba.

24 Kasım akşamı Edebiyatta Savaş ve Barışı aradığımız ikinci döneminin ilk kitabı olarak Hermann Hesse’nin Masallar kitabını tartıştık. Nilüfer U.Dalay yazarın hayatı, yazım özellikleri ve yaşadığı tarihsel dönem hakkında genel bir bilgi verdikten sonra Masallarla ilgili görüşlerimizi paylaştık.

Edebiyatta barışın hemen hiç, savaşın çok işlenen temalar olduğu genel kanısını çürütürmüşçesine, çok başarılı bir barış edebiyatı ürünü ile buluştuğumuzu gördük. Hepimiz, savaşın izini aramak için çok çaba harcamamıza karşın bu izlere rastlamadığımız konusunda görüş birliğine varmıştık.

Üretken bir barışsever, bir savaş karşıtı ile karşı karşıyaydık. 85 Yıllık ömrüne, biri Nobel olmak üzere 8 ödül ve 3 unvan, 23 edebi eser, 60 gazete ve dergide 3.000 kitap tanıtım yazısı, cevaplandırılmış 17.000 okur mektubu sığdırmıştı.

İnsanlık hallerini en iyi anlatan yazarlardan biri olarak adlandırıldığını belki de bu nedenle, insana, insanın kendini geliştirme hakkına, toplumda insana verilmesi gereken değere, öneme ve dolayısı ile barış ortamına inandığını konuştuk. Ona göre insanın kendini geliştirmesinin ve yenilemesinin sürekli değişen yolunu anlamanın bir yöntemi olarak kişinin kendi üzerinde düşünmesi gerekiyordu. Kendini geliştirmenin tek bir yolu, hayatının nasıl yaşanılacağı üzerine tek bir formül yoktu.  Bir dine, bir felsefeye ya da herhangi bir inanç sistemine körü körüne bağlanarak ruhani bir hayat yürütmek, çabalamak ve kendimizi anlamlı ölçüde geliştirmek yönündeki düşüncelerimiz eleştiriye açık olmalıydı. Her anın, her zaman yeni, canlı ve ebediyen değişen gerçeğini yaşamaya çalışmamız gerekiyordu.

O çağına yabancı birisi değildi. 1.Dünya Savaşı’ndan itibaren inançlı bir savaş karşıtı olmuştu. İçinde yaşadığı  burjuva sistemine, orta sınıf ahlakına, eğitim sisteminin kısıtlamalarına yoğun çağ eleştirisi yapan bir yazar olarak adlandırılmıştı. Çürümekte olan Avrupa için kullandığı simge ölümdü. Birinci Dünya Savaşının ardından eski kıtanın (Avrupa’nın) yüzyıllardır elinde bulundurduğu hâkimiyeti kaybettiğinin kabulü etmişti.

Nazizmin iktidara gelmesine zemin hazırlayan ve bunu mümkün kılan yükselişe geçmiş militarizmin tam ortasında yer alan Alman orta sınıfına ve onların gönül rahatlığına yönelik eleştirisi ve bu konudaki öngörüsü çok güçlüydü. Diğer yandan Nazizmin gelişmesini engelleyecek bir güç olarak gördüğü aydınların umursamazlığına da yoğun bir öfke duyuyordu.

Hesse, Nasyonal Sosyalistlerin Almanya’da iktidarı ele geçirmelerini büyük bir endişeyle izlemişti. Bertold Brecht ve Thomas Mann’ın 1933 yılındaki sürgünleri her defasında olduğu gibi Hermann Hesse’nin yanında son bulmuştu. Almanya’daki gelişmeyi kendi biçimiyle karşı çıkarak yönlendirmeye çalışmıştı. O dönemde, Nasyonal Sosyalistler tarafından takibe alınan diğer yazarların kitaplarını, tanıtım yazılarında etkili bir şekilde dile getirmişti. Otuzlu yılların yarısından itibaren hiçbir Alman gazetesi Hesse’nin makalelerini yayımlamaya cesaret edememişti.

Hesse’nin savaşa, teknolojiye, savaş sonrası toplumun Amerikanlaşma eğilimlerine bir tepki niteliğindeki itirazlarının açıkça yer aldığı, toplum eleştirisinin yoğun olarak görüldüğü eserlerin yazarı olarak hepimizin beğenisini kazanmıştı.

1946’da ona edebiyat dalında Nobel ödülü verilmesi: “Daha cesur ve etkili bir biçimde gelişen ve klasik hümanizmin ideallerini, biçimin yüksek bir sanatı gibi aynı şekilde ortaya serip derine dalarak oluşturulan eseri için” verilmişti.

Okuduğumuz Masallar kitabında, 1903 – 1932 yılları arasında yazılmış  25 masalın hemen tümünde barışın hakim olduğu bir dünya anlatıldığında hemfikirdik.  Çatışma ve çelişki dolu gerçek bir dünyada yaşarken, bize iki dünya savaşı arasında, güzelleştirilmiş,  adeta gerçek dışı gibi gelen bir dünya anlatıyordu. Masallar işte aynen bu güzel dünya gibi rengarenkti. Adeta pastoral tablolarla karşı karşıyaydık. Adeta hepimize işte barış bu dedirtiyordu. Yaşama yoğun bir bağlılık adeta her satıra sinmişti.

İlk masalı “Cüce”’de, cücenin fiziksel özelliklerini betimlerken kullandığı “ecüş bücüş” tanımını, intikam almak için yaptığı planlarını kınadık. Yine aynı şekilde “Kent” masalında kentin kenar mahallelerinde “çingeneler ve hırsızlar” ın oturduğunu yazmasını yadırgadık. Fanatizmi eleştirdiği “Doktor Knölge’nin Sonu” masalının ise en şiddet yüklü masalı olduğu görüşünde birleştik. “Başka bir gezegenden garip haberler” masalında savaş, nefret ve acı çok başarılı biçimde anlatılıyordu. Savaş nedir? Kimin suçudur? Savaşta öldürmeye izin verilmesini ve toplumun bunu istemesini anlatıyordu bize. “Avrupalı” masalında yine siyahînin, Hintlinin, Çinlinin ve Japon’un becerileri ile Avrupa’nın Avrupa olduğunu, onların sağladıkları katkılara rağmen dışlanışlarını, Avrupa’nın çevresinde dostça konuşabilecek kimse kalmadığı için yalnız, tek başına kaldığını anlatıyordu.

Savaşın nasıl başladığını, paranın gücü ve tadının nasıl savaşa neden olduğunu, ancak karanlıktan çıkış için ışıklı yolun da olduğunu anlatıyordu. “Eğer” diyordu yitik düşmüş bir halk, yazgısının ona çizdiği yolda istekle ve şaşmadan ilerleyebilirse, içinden, bir zamanlar olduğu gibi, bir yenilik doğacak, yeniden yaymaya başladığı tutarlı ve huzurlu akım dünyayı etkileyecek ve bugün düşmanı olanlar gelecekte bu sessiz akımı algılayıp ona kulak kabartacaklar”. Barışa giden yol da işte bu yoldu.

Hesse’nin Masallar’ının hala güncel, değindiği konuların evrensel olduğunda birleştik. “Ressam” masalı da buna iyi bir örnekti; sanatçı ve yarattığı ürünle olan ilişkisi, ticarileşen resmedilmiş yürekler anlatılıyordu.

“Bir sobayla söyleşi” masalında Hesse bizi “birinin öldürülmesini kahramanlık, salgın hastalığı ise Tanrı’nın işi olarak tanımladığımızla, savaşa devrim adını verdiğimiz” le eleştiriyordu.

“Piktor’un dönüşümleri” masalında “yaşamını gözden geçir ve neyin anlamlı olduğunu bul” diye salık veriyordu. Aksi halde “yaşlılıkta eğer değişme yeteneklerimiz yoksa zamanla hüzne ve dertlere gömüleceğimizi, güzelliklerimizi yitireceğimizi” söylüyordu.

“Kuş” masalında “düşünceleri paylaşırken de tartışırken de bir arada olmanın verdiği gücün, zamanın ve her zaman beraber olmanın verdiği süreklilik duygusunun, insana iyi gelen tadını çıkart” diyerek Edebiyatta Savaş ve Barış Atölyesi’nin bizde uyandırdığı duyguyu tanımlıyordu.

Henüz 10 yaşındayken yazdığı “İki kardeş” masalında, daha 1887 yılında “sevgisizliğinizle birini kendinizden uzaklaştırmayın” telkininde bulunuyordu. Barış istiyorsanız diyordu bizlere, sevin!

Bir sonraki Atölye’mizde, 8 Aralık Çarşamba akşamı Kalpazanlar romanını tartışacağız.

Atölye takvimi şöyledir;

22.12.10               W.Faulkner(1949)           Abşalom Abşalom

05.01.11               A.Camus             (1957)   Yabancı

19.01.10               M.A.Solohov (1965)       Uyandırılmış Toprak

02.02.11       A.Soljenitsin (1970)İvan Denisoviç’in bir günü

16.02.11               H.Böll    (1972)   Ve o hiçbir şey demedi

02.03.11               N.Mahfuz           (1988)   Aynalar

Did you find apk for android? You can find new Free Android Games and apps.
Share.

Comments are closed.