2019 hem umudun hem de otoriterliğin yükseldiği bir yıl oldu
2019’da bir yandan dünyanın dört bir yanında isyanlar yükseldi, bir yandan da Trump, Mondi, Putin, Erdoğan, Orban gibi otoriter liderlere yenileri, örneğin Boris Johnson eklendi.
Bütün otoriter ve savaşçı eğilimlere karşı, insanların tabandan mücadelesi de yükseldi. Hong Kong, İran, Şili, Sudan, Cezayir, Irak, Lübnan, Ekvador, Mısır, Fransa ve daha pek çok ülkede insanlar sokaklara çıktı.
Şilili kadınlar yargı sistemine, şiddete, tecavüzlere, baskılara karşı ‘Las Tesis’ dansı ile tüm dünyayı etkiledi. ‘Sarı Yelekliler’ Paris’i işgal ettiler. Sudan ve Cezayir’de diktatörler devrildi. Fransa’da emekli yaşı ve maaşı konusunda genel grev halen devam ediyor. İran, Irak ve Lübnan’da kitleler yüzlerce kişinin öldürülmesine rağmen sokakları terk etmiyor.
İklim için eylemler tüm dünyaya yayıldı
İklim eylemleri, 2019 yılına damgasını vurdu, bundan sonraki yıllarda da Gezegenin korunması için mücadele en önemli aktivizm konularından birisi olacak.
2019 yılında dünyada 27 savaş veya çatışma yaşandı
2019 yılında dünyada pek çok savaş ve çatışma yaşandı. Bu savaşların bazıları halen devam ediyor. Savaşlardan en çok etkilenen bölge Afrika oldu. Afrika’da çıkan savaşlarda (Kamerun, Nijerya, Kongo, Orta Afrika, Somali) on binlerce insan öldü, milyonlarca insan göç etmek zorunda kaldı.
Büyük çatışmaların yaşandığı başka bir yer de Yemen oldu. Yemen’deki insanlık krizi hala devam ediyor. Suriye’de 2011 yılında başlayan savaş devam ediyor. AKP Hükümeti, bir güvenlik kuşağı oluşturmak ve Suriyeli mültecileri buraya yerleştirmek gerekçesi ile Suriye’nin kuzeyine Ekim ayında askerî harekât düzenledi. Son olarak Rusya ve Esad, İdlib’e saldırdı, İdlib’den kaçan on binlerce insan yollara düştü.
Savaş, emperyalist ülkelerin hangisinin ya da hangilerinin küresel hegemonyanın zirvesinde kalacağının tayin edildiği, kapitalizmin sonsuza kadar ertelenmesi mümkün olmayan rekabetçi doğasının kaçınılmaz bir sonucudur. Savaşa son vermekten söz etmekle kapitalizme son vermekten söz etmek çoğu kez bir ve aynı şeydir. Savaş karşıtı mücadele, antikapitalist mücadelenin ayrılmaz bir parçası olmaya devam ediyor.
AKP’nin çözülmesi ile devlet yönetiminde çürümeye, haksızlıklara ve adaletsizliklere karşı öfke aynı anda artıyor
Türkiye’de 31 Mart ve 23 Haziran seçimleri ile birlikte, ‘korku imparatorluğunda’ gedikler açıldı, AKP’nin çözülme süreci görülür hale geldi. İktidara yakın kalemlerin “60 bin TL için intihar edilmez” diye yazması kamu vicdanını yaralarken, bazılarının nasıl bir servete sahip oldukları da anlaşıldı. Çünkü Türkiye’de bugün ortalama gelirli bir vatandaş değil 60 bin TL, 600 TL borcunu bile ödeyemez hale geldi. Çürüme ve öfke önemli boyutlara ulaştı.
AKP, ‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ ile devleti yönetilemez hale getirdi, devlet krizi ve kuralsızlık yayıldı. Sistem, paranın kullanımında, ekonominin yönetiminde, örneğin hangi şirketi nasıl kurtaracağı, krizin faturasını kime ödeteceği konusunda büyük bir bocalama yaşıyor. Bu durumu ‘Simit Sarayı’ olayında bir kez daha gördük.
AKP, İstanbul seçimlerini 800 bin oy farkıyla kaybettiğinden beri karşı sesler yükselmeye başladı. OHAL düzeni devam etse de, seçilmiş milletvekilleri, belediye başkanları görevlerinden alınsa da, insanlar artık susmuyorlar, konuşuyorlar. Çünkü ‘dağları saran korku delindi, cesaret bulaştı.’
Erdoğan ve çevresi piramidin en tepesine doğru ilerledikçe, hem görme, algılama yeteneklerini kaybediyor, hem de AKP’ye muhalif sesler daha gür çıkmaya başlıyor. Gül, Babacan ve Davutoğlu bu ortamda seslerini yükseltirlerken, kirli çamaşırlar da ortalara dökülmeye başlıyor.
Açlıktan, yoksulluktan, KHK’larla uğradıkları haksızlıklardan, cezaevlerinde maruz kaldıkları uygulamalardan dolayı mağdur olan insanlar, seslerini artık daha fazla çıkarıyorlar. Ezilenlerin hakları için mücadele edenlerin sayısı gittikçe artıyor.
2019’da militarizm, silahlanma ve nükleer tehlike arttı
2019 Nükleer tehlikenin arttığı bir yıl oldu. ABD ve SSCB arasında 1987 yılında imzalanan ‘Orta Menzilli Nükleer Silahların azaltılması ve yok edilmesi anlaşması’, iki tarafın da anlaşmadan çekilmesi ile bu yıl iptal edildi. Dünya artık nükleer açıdan daha güvensiz bir yer oldu. 2001 Yılında Anti-balistik füze anlaşması sona ermişti ve bunun sonucunda bütün ülkeler S-400 veya Patriot benzeri füze sistemleri almaya başlamıştı. Bugün benzer bir süreci kısa menzilli nükleer silahlar için görüyoruz.
2019 yılında Türkiye’de militarist politikalar yükseldi, silahlanmaya ayrılan para arttı. Komşu ülkelerle ‘sıfır sorun politikasından’ hızla uzaklaşıldı. Suriye’de, Akdeniz’de, Libya’da yeni çatışma ve sorun alanları yaratıldı. Türkiye, buna uygun bir yapısı olmamasına karşın ‘alt emperyalist’ bir ülke gibi davranma stratejisini seçti. Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu ve tüm barışseverler olarak Türkiye’de barışı savunan daha güçlü bir ses olmamız, önümüzdeki dönemde barış savunucularının sayısını artırmamız gerekiyor.
Kadına yönelik şiddete karşı eylemler yükseldi
2019 yılında hem Türkiye’de, hem de dünyada kadın cinayetleri artarken kadın mücadelesi de yükseldi. Ceren Özdemir cinayeti, toplumsal duyarlılığı bir kez daha yükseltti. Kadınlar hem 25 Kasım’da, hem de 8 Mart’ta korkusuzca sokaklara çıktılar, kitlesel eylemler gerçekleştirdiler.
Şiddet suçlarının artmasında TV’lerde yayınlanan şiddeti öven dizi ve programların büyük rolü var. Bu yayınlara karşı kamu denetiminin kayıtsız kalması, suçların artmasına sebep oluyor. Bizlerin bu tür TV dizilerine karşı suç duyurularında bulunması ve bazı dizilerin yayından kaldırılması elbette önemli, ama yeterli değil. RTÜK, ‘ceza verilerek şiddet önlenemez’ tezini terk etmeli, yasaların ona verdiği görev ve sorumlulukları daha etkin bir biçimde yerine getirerek şiddeti öven her türlü yayını engellemelidir.
İşçi sınıfının yönetenlere ve kapitalistlere karşı öfkesi artıyor
Yapılan araştırmalar, bir ülkede demokratik hakların elde edilmesi ve korunmasında en önemli faktörün, işçi sınıfının bu haklara sahip çıkma becerisi olduğunu göstermektedir. Türkiye’de halen en büyük işçi sendika konfederasyonlarının yöneticileri, hükümetle uzlaşma dışında bir politika yürütemediği gibi, haklarını almak için uzun süredir grev dahi yapamıyor. Açıklanan zamlara ve yüzde 50’lere varan enflasyona rağmen toplu sözleşmelerde yüzde 4 zamlara imza atılıyor.
Elbette bunun sonucu işçiler hem sendika yöneticilerine tepki duyuyor, hem de yürütme erkini elinde bulunduran AKP’den giderek daha da uzaklaşıyor. AKP’nin kendi yaptırdığı ‘en iyi lider’ anketinde bile İmamoğlu ve Demirtaş artık Erdoğan ile birlikte anılıyor.
Göçmenlik, küresel adaletsizliğin, savaşların, otoriterleşen devlet politikalarının sonucudur
Göçmenlik olgusu 21. Yüzyılda artık insanlığın bir gerçeği. Önceki yıllarda birkaç milyon göçmenden bahsederken, günümüzde yüzlerce milyon göçmen söz konusu. Ekonomik eşitsizlikler, bölgesel savaşlar, iklim koşulları milyonlarca insanı yerini, yurdunu terk etmek zorunda bırakıyor. Türkiye göçmenler konusunda bir kavşak noktasında yer alıyor. Doğudan, batıya, yoksul Asya ve Afrika ülkelerinden Avrupa ülkelerine doğru yoğun bir göç hareketi söz konusu. Bu göçün önemli bir kısmı Türkiye üzerinden gerçekleşiyor. 2019 Yılında Türkiye’ye giren 500 bin göçmenin bir kısmı Avrupa’ya giderken bir kısmı Türkiye’de kaldı.
Göçmenlere karşı davranışımız, bizim barış ve adalet konusundaki tutumumuz açısından önemlidir. Göçmenlerle dayanışmak, bugün insanlığın önündeki en önemli görevdir. Göçmen konusu 21.yüzyılda küresel barış ve adalet mücadelesinin en önemli alanlarından birisi olacak.
Küresel finansallaşma arttıkça, eşitsizlik artıyor
Küresel gelirin 2019 yılı sonu itibariyle 87,3 trilyon dolar olarak gerçekleşeceği öngörülüyor. 2018 yılında 74,7 trilyon dolar olan dünya borsalarının toplam değeri ise 2019 yılının ilk altı ayında 82,3 trilyon dolar oldu. ABD, Çin ve Japonya küresel gelirin yüzde 47’sini üretirken, borsalardaki işlemlerin yüzde 60’ını kontrol etmektedir. Bu rakamlar dünyada yoğun bir finansallaşma dönemi yaşandığının somut göstergesi. Sermaye artık üretimden değil, paradan para kazanmaya çalışıyor, bu da var olan ekonomik eşitsizlikleri, işsizliği, emeğin örgütsüzlüğünü daha da artırıyor.
Teknolojinin gelişmesiyle sanayi ve tarım ürünlerinin üretimi için gerekli olan emek ihtiyacı giderek düşerken, ücretler azaldığı için sanayi ve tarım ürünlerine talep azalıyor. Bu da küresel ekonomide talep yetersizliğine, dolayısıyla da arzın azalmasına ve durgunluğa yol açıyor. Küresel finansallaşma arttıkça savaş ve faşizm tehlikesi de artıyor. Bir yanda iş bulamayan, ya da geçici, güvencesiz işlerde, açlık sınırındaki ücretlerle çalışan milyarlar, bir yanda da küresel servetin %82’sine sahip, zenginliklere el koyan, lüks ve zenginlik içinde yaşayan, nüfusun %1’inden ibaret bir avuç kapitalist var.
AKP, devlette yönetim krizine sebep oldu
AKP uzatmaları oynuyor, AKP yönetimi her ne kadar kişisel olarak zenginleşse de, Türkiye ekonomisi parasal darboğazda, kötü günler yaşıyor. Türkiye’ye yönelik dış yatırımlar durdu, en son WV firması Manisa’da kurmayı planladığı yatırımlarını askıya aldı. İstanbul Havaalanını yapan firmalar batmak üzere, yeniden yapılandırma istediler. Yeni yapılan yatırımlardaki hesapsızlıklar ekonomiyi krize sürükleyen unsurlardan biri.
Kamuoyu tepkisi hükümete geri adım attırıyor
Bizlerin karbon salınımını ve dolayısıyla iklim krizini artırdığı için karşı olduğumuz termik santrallerle ilgili olarak toplumsal tepki yükseldi. 13 Termik santrale filtre takılmasını iki yıl erteleyen yasa önerisi kamuoyu baskısı nedeniyle Cumhurbaşkanı tarafından veto edildi. Teklifi veren AKP ve MHP geri adım attı, teklif torba yasadan çıkarıldı.
Aynı şekilde kamuoyu tepkisi nedeniyle Ziraat Bankasının ‘Simit Sarayı’nı 500 milyon dolar vererek kurtarma girişimi de engellendi.
Benzer bir durum güvenlik soruşturması konusunda gerçekleşti. Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen ‘devlet memurları için güvenlik soruşturması’ kuralını yasaya koymaya çalışan AKP, kamuoyu tepkisi nedeniyle geri adım attı, teklifini geri çekti.
Ekonomik kriz ağırlaşarak devam ediyor
Doğa Koleji, Temsa, ORA İnşaat, Şehir Üniversitesi, Simit Sarayı, 3.Havaalanı gibi konular, ekonomide son birkaç haftada kriz sinyalleri veren olumsuzluklar. Bunların çok daha fazlası, tabanda, küçük firmalarda yaşanıyor. Firmalarda yaşanan bu çözülme sürecinin sonunda bankalara yüklenen fatura acılaşıyor. Ekonomik bozulma, finansal krize ve banka batmalarına yol açabilecek boyutlara ulaşıyor. ABD’nin yaptırımları ise bütün bu ekonomik bozulmanın üstüne geliyor. Doların her 10 kuruş yükselmesi, Türkiye ekonomisinin borç yükünü milyar dolar karşılığı TL artırıyor. Süreç, siyasal istikrarsızlığı artırıyor.
2019 yılında barışın ve umudun yükselmesi için çaba gösterdik
2019 yılı barışın soruşturulduğu, ama ‘Barış İçin Akademisyenler’in Anayasa Mahkemesi tarafından aklandığı bir yıl oldu.
Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala hakkında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ihlal kararı verdiği bir yıl oldu.
- Duruşmasının yapıldığı, ama bir türlü gerçek suçluların bulunmadığı, Hrant Dink cinayeti davasının adalet talebiyle ısrarla takip edildiği bir yıl oldu.
Kadın cinayetlerinin ve kadına yönelik şiddetin arttığı ve buna karşın kadın eylemlerinin ve dayanışmanın yükseldiği bir yıl oldu.
Dizilerde şiddetin arttığı, ama buna karşı mücadelenin de verildiği bir yıl oldu.
İklim eylemlerinin ve göçmenlerle dayanışma eylemlerinin arttığı bir yıl oldu.
Kapitalizmin dünyayı ekonomik ve iklimsel açıdan yaşanmaz hale getiren politikalarına karşı, umudu yükselten barış ve adalet mücadelesinde yerimizi almaya devam ediyoruz.
2020 yılının barışın ve umudun yılı olması diliyoruz.
Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu