21 Nisan 2021 – BU TABLOYU SİZ Mİ YAPTINIZ? – Nilüfer Uğur Dalay

0
Want create site? Find Free WordPress Themes and plugins.

I. Giriş

1937 yılında Paris’te gerçekleşen Dünya Fuarı kapsamında düzenlenen sergi sırasında Guernica tablosunun karşısında Picasso’ya ‘Bu tabloyu siz mi yaptınız?’ diye soran Nazi subayına ressamın verdiği yanıt çarpıcıdır; “Hayır siz yaptınız.” 20. yüzyılın en önemli, en politik, en savaş karşıtı kabul edilen tablosu yalnızca İspanya İç Savaşı’nın vahşetinin değil, modern savaşların neden olduğu acıların da uluslararası bir simgesi kabul edilir.

Adolf Hitler ve Benito Mussolini’nin İspanya İç Savaşın başlamasından hemen sonra, emrine uçak filosu, asker desteği göndermesine ‘teşekkür’ etme ve ‘bilimsel çalışmaları’ desteklemek amacıyla General Franco, Alman Kondor Lejyonu’na hava taktiklerini ve teorilerini kendi ülkesinde deneme fırsatı sunmuş ve bu hizmetinin ‘gereği’ olarak 27 Nisan 1937 yılında Guernica kasabasının yoğun bir biçimde havadan bombalanarak 1.654 kişinin öldürülmesinde, çok sayıda sivilin yaralanmasında, kasabanın yıkılmasında bir sakınca görmemişti.

Her bilim ve sanat insanının duyacağı vicdani sorumlulukla Picasso da savaşın yıkıcılığını, yaşanan katliamı, yakılan ateş ile yanan ve acılanan insanlığı anlatmak sorumluluğunu üstlenir. Beyazın yerine aşama aşama mavi, ardından siyah ve gri tonlarına geçildiği, adeta renksiz, mavinin öldüğü, geriye savaşın siyahlığı ve gri küllerin kaldığı, bir anlamda savaşın soldurduğu, cansız bıraktığı renklerin egemen olduğu bir tablo ortaya çıkarır. General Franco, hükümetin başında olduğu sürece resmin İspanya’ya girmesini yasaklarsa da eser birçok ülkede sergilendiği gibi bugün işlenen o insanlık suçunu, hafızalarda silinmeyecek biçimde belgeler.

Neden savaş? Soru çok sık sorulsa da bugün Birleşmiş Milletler kayıtlarına göre dünyada hala onlarca savaş, iç savaş, çatışma olduğuna göre sorunun yanıtı tam anlamıyla verilememiş gibidir. Bu insanlık suçunun hukuka, sanata, insan hayatına nasıl yansır sorusuna makalenin sınırları ölçüsünde yanıt aramaya çalışacağız. Çalışmada, savaşın nedenleri, sonuçları, etkilerine kısaca değindikten sonra, insancıl hukukun konuya nasıl yaklaştığını irdeleyecek, İspanya İç Savaşı özelinde, bu dönemin insan üzerindeki etkilerini edebiyatta, Carmen Laforet’nin Hiç romanı satırları arasında bulmaya çalışacağız.

Hayat serüvenlerimizde, mavinin yok olup, siyah ve grinin egemen olduğu bir dünyada yaşamamak için, Guernica tablosundaki gözü yaşlı barış güvercininin çaresizliğine düşmemek için, yılmadan ‘neden savaş?’ sorusunu sormamızın gerekli ve zorunlu olduğunu düşünmekteyiz.

Soruyu sorarken savaşın farklı disiplinler açısından değerlendirilmesi gerektiği çok açık olsa da biz bu çalışmanın sınırlarını hukuk ve edebiyatla çizmeye çalışacağız. Bu nedenle, çok faklı yollar ve yöntemler arasında, savaş hukuku, savaşın etkileri ve edebiyatın içindeki insancıl savaş hukukunun izleri veya edebiyata gidiş ile bunun tam tersine yol alışın yöntemini izleyeceğiz. “Hukuk denince ilk akla gelen nosyonların hemen hepsi- adalet, vicdan, eşitlik, hesaplaşma, iyi, kötü, hüküm, suç, ceza vb.- edebiyatın olmazsa olmaz dayanakları, en çok didiklediği kavramlar…Edebiyatın gücünü de es geçmemek gerek elbet, ne de olsa hukukun siyasetin gölgesinde tökezlediği zamanlarda, ‘kral çıplak’ diye ilk bağıran genellikle edebiyatçılar olmuştur.”[1]

II. Savaşı anlamak

  1. Neden savaş?

“Her insanın kendi hayatıyla ilgili hakları vardır ve savaş umut ve vaat dolu hayatları yok eder.”[2]

Albert Einstein, dahilik düzeyinde bir bilim insanı olmasının ötesinde, yılmaz bir barış savunucusudur. 1931 Yılında Entelektüel İşbirliği Enstitüsü, politika ve barış hakkındaki düşüncelerini kendi alanı dışındaki bir disiplinde saygın birisiyle mektupla tartışmaya açmasını ister. Einstein, psikanalizin öncüsü sayılan Sigmund Freud’u seçer. Böylece insanın doğası, dünyada şiddeti azaltmak için atılması gereken adımlar konusunda bir dizi mektuplaşmanın başladığı bir sürece girilir. Mektuplar Hitler’in iktidara geçtiği ve her iki bilim insanını da sürgüne gönderdiği tarihten sonra, 1933 yılında, İngiltere’de büyükçe bir broşür kalınlığında, ‘Why War?’ adıyla 2.000 adet olarak basılır. Basılanların büyük bir bölümü savaş sırasında yok olur. Çok az bilinen bu mektuplar aracılığıyla tartışma, 1960 yılında Einstein on Peace adlı kitapta, ‘Why War? (Einstein and Freud’s Little-Known Correspondence on Violence, Peace, and Human Nature)’ başlığıyla yayınlanmasıyla ortaya çıkar. Kitabın önsözünü Bertrand Russell yazar.

Einstein bu mektuplarda, iktidara sahip olanın, onun çevresinde bulunan, destekleyen az sayıda insanın, sorunların çözümü için savaştan başka yol olmadığını düşündüklerini, geniş kitlelere böyle yansıttıklarını ve bir kitle ruhu yarattıklarını yazar. Bu tespitten sonra sorar: “Nasıl oluyor da bu küçük klik, savaş durumunda kayıplara uğrayacak, acı çekecek, tutkularından vaz geçecek olan çoğunluğun iradesini tahakküm altına alabiliyor?”[3]  Kendi sorduğu soruyu, azınlıktaki yönetici sınıfın bunun için eğitimi, basını ve din kuruluşlarını kullanıp etkisini yayarak, kitlenin duygularını kendi çıkarının aracı haline getirdiğini söyleyerek yanıtlar. Ardından bir başka soru sorar: “ Nasıl oluyor da bu araçsallık, insanın ruhunda, hayatını kurban etmeye varacak vahşi bir coşku uyandırabiliyor?”[4] İnsanın içinde normal zamanlarda baskı altında tutulan, kolektif psikozla ortaya çıkan yıkma, kin ve düşmanlık duyma içgüdüsü var diye yanıtlıyor kendini. Bir sonraki soruyu soruyor: “ İnsanın nefret ve yıkım psikozu karşısında kendiyle yüzleşebileceği,  bu duyguları kontrol altına alabileceği zihinsel bir evrim geçirmesi mümkün mü?”[5] Bunu kendi deneyimlerinden yola çıkarak ‘Intelligentzia’ sürecinden geçilerek, düşünmek için aklın eğitilmesiyle aşılacağını söylüyor.

Bu savaş için yalnızca ülkeler arasındaki savaşı kastetmediğini, ülke içi savaşlarının, din savaşlarının, sosyal faktörlere ve ırklara dayalı savaşların da aynı kategoride düşünülmesi gerektiğini ve silaha dayalı bu çatışmaların ortadan kalkması için kendilerine, bilim insanlarına da görevler düştüğünü yazarak bitiriyor mektubunu.

İktisat tarihi çalışmaları savaşların nedenlerinin genellikle ekonomik olduğunu gösterir; artı değere el koymak, iktidar ve gücü elinde tutma dürtüsüyle. Öyle ki savaşın ekonomik özelliliği bir ‘savaş ekonomisi’ felsefesini geliştirir. Makro iktisadın kurucusu İngiliz ekonomist John Maynard Keynes, “Kapitalist ekonominin durgunluğu, yerini, sürekli bir savaş ekonomisine bırakmalıdır….Ekonominin aşırı kapitalizasyonunda, savaş, çok karlı ve verimli bir ekonomik kaynaktır. Sarsılma ya da çöküş tehlikesi içinde bulunan temel ikame piyasalarını harekete geçirmek için başkaca yol yoktur,” der. [6]

O zaman insanı anlamak, insanla savaş arasındaki ilişkiyi kavrayabilmek için bir de iktisadi bakış açısına ihtiyaç doğar. “İnsanı iktisadi analize hem birey hem de toplumsal varlık olarak yeniden kazandırmanın ve insanın özsel bütünlüğünü sağlamanın yolu, iktisat ile bağı koparılan alanları yeniden düşünmekten geçmekte ve bu bağlamda, iktisadın diğer disiplinlerle ilişişini yeniden sorgulamaya ve hatta kurulmaya çalışılmaktadır.”[7]

  • Savaş Kavramı ve Uluslararası İnsalcıl Hukuk

Uluslararası hukukta savaşın herkes tarafından kabul edilmiş bir tanımı yapılamamıştır. Belki de savaşın tanımlanması ve açıklanması konusunda savaşa yalnızca hukuk perspektifinden bakılamayacağı, onun yanı sıra ideolojik, felsefi, siyasal, ekonomik, sosyolojik, psikolojik boyutlarını göz ardı etmeden bakmak gerektiği içindir. Böylesi bütüncül bakış açısı disiplinlerce genel bir kabul görür.

Hugo Grotius savaşı “Bir toplumun, bir ulusun veya devletler topluluğunun isteklerini diğer bir ulus ve devletler topluluğuna zorla kabul ettirmek amacıyla giriştikleri bir mücadele”[8] şeklinde tanımlarlar. Savaş, bu çatışmaya katılan devletlerin savaş hukuku kurallarına uymalarını, çatışmaya katılmamış devletlerin de tarafsızlık hukuku kuralları içerisinde bulunmalarını gerektirir. Daha genel bir tanıma göre savaş, “Devlet veya ulus içerisindeki rakip siyasal güçler arasında, genellikle açık ve ilan edilmiş olarak yürütülen silahlı çatışma halidir.” [9]

Bu genel tanımlardan hareketle savaşın devletlerin ve toplumların ya da aynı devlet içinde farklı güçlerin silah kullanarak hesaplaşması olduğu kabul edilebilir.

Savaş ve silahlı çatışma terimleri uluslararası hukukta iki ayrı kavram olarak bulunsa da ikisi aynı sonuçlara sahiptir. Buna göre iki durumda da uluslararası savaş hukuku uygulanır. Kuralların genel çerçevesi 1949 yılında imzalanan Cenevre Sözleşmesi ve onun ek protokolleri tarafından çizilmiştir. Bu sözleşmeler özellikle savaş suçları ve insanlığa karşı işlenen suçları belirler. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 3314 sayılı kararında ‘işgal’, saldırı eylemlerinden biri olarak değerlendirilir.[10]

Savaşı ve her türlü silahlı çatışmayı düzenlemeyi amaçlayan savaş hukukunun birisi dar,  diğeri de geniş olmak üzere, iki ayrı tanımı yapılabilir. Dar anlamda savaş hukuku silahlı çatışmalar sırasında bireylerin korunması dâhil, savaşan tarafların uyması gereken uluslararası hukuk kurallarını belirtmektedir. Geniş anlamda savaş hukuku ise yalnızca silahlı çatışma eylemleri ve bireylerin korunması ile sınırlı kalmamakta, geleneksel savaş hukuku kapsamı içerisinde ele alınan silahlı çatışmaların, savaşan tarafların ve üçüncü devletlerin ilişkileri üzerindeki hukuksal etkilerini de kapsar. [11]

Silahlı çatışmalarda çatışan tarafları hukuksal kişiliklerine göre şöyle sınıflandırılır:

  1. Devletlerarası silahlı çatışmalar,
  2. Taraflardan birinin uluslararası örgüt olduğu silahlı çatışmalar,
  3. Bir devletin hükümet kuvvetleri ile hükümete karşı gelen silahlı gruplar arasında silahlı çatışmalar,
  4.  Bir devlet içinde değişik silahlı gruplar arasında silahlı çatışmalar.[12]

Bu sınıflamadan hareketle bir ülkede iktidar sahiplerinin silahlı güçleriyle, onun uygulamalarına silahla karşı gelinme hali bir iç savaş durumunu gösterir ve bu çatışmalar, savaş hukuk içinde değerlendirilir.

Silahlı çatışmalarda dört grup için özel hükümler uygulanır:[13]

  1. Çatışan devletlerin düzenli ordularında görev alanların savaş alanındaki durumunun iyileştirilmesi,
  2. Çatışma sırasında sivil halkın korunması,
  3. Çatışmalarda tarafsız kalan devletlerin durumu,
  4. Bir devletin ülkesinde iç çatışma çıkması durumunda, ordu mensupları ile sivil halkın güvenliğiyle ilgili tüzel düzenlemeler.

Söz konusu antlaşmalar yelpazesi Uluslararası Savaş Hukuku’nun günümüzde Uluslararası İnsancıl Hukuk olarak adlandırılan hukuk dalını içeriğini oluşturur.

  • Savaşın toplumsal etkileri

Amerikan Psikiyatri Birliği askerlik ve savaşın etkileri konusunda yazılara yer verdiği sitesinde insanın ruh sağlığının “gerçek bir ölüm ya da ölüm tehdidi, ağır bir yaralanma ya da kendisinin veya başkalarının fizik bütünlüğüne bir tehdit olayını yaşaması, böyle bir olaya tanık olması ya da böyle bir olayla karşı karşıya gelinmesi” ve “kişinin tepkilerinin korku, çaresizlik ya da dehşete düşme gibi olası durumlarda bozulabilmektedir.”diye yazar. Bu türden travmaların en yaygın olarak oluştuğu ortamlar savaşlar ve şiddet içeren ortamlardır.

Savaşların çok geniş toplumsal etkileri vardır. Kullanılan silahlar ve kimyasallarla çevre, iklim değişikliği, ekolojik dengenin bozulması, toprak kirliliği, kimyasal ve radyoaktif kirlilik, asit yağmurları oluşturmak,  katı atık ve çöp yaratmak, doğal hayatı yok etmek, kıyıların yüzey ve yeraltı su sistemlerinin kirletmek, su, kanalizasyon sistemlerini çökertmek, su yol ve kanallarında kirlenmesi, tahrip edilen barajlar, köprülerle su baskını sellere yol açmak, göç ve mülteci hareketliliği yaratmak gibi bir dizi, etkileri savaş sonrasına taşınan ağır sorunlar yaratır.

Savaşların ağır psikolojik etkileri ve sosyo-kültürel, ekonomik etkileri vardır.

Savaşların tüm bu etkilerine ek olarak savaş ortamlarının suç işlemeye eğilimleri arttıran, belirsizliği yüksek, kontrol edilememesi güç bir güvenlik zafiyeti yaratmak gibi sonucu vardır. Bu ortam savaşın sonrasında da sürüp gider.

Savaş sırasında işlenen suçların normal dönemlerde işlenenlerden çok farklı olarak sayıca artar, suç işleyenlere yönelik suçlamalar azalır, genç nüfustaki suç oranı artar, şiddete yönelik özellikle kadın bedenlerinin savaş alanına dönmesi gibi eğilimi olur.

Milliyetçilik duygusuyla sahip olunan suç eğilimleri artar, organize suçlar tırmanır, varlıkların korunması, savaş ortamının yarattığı psikolojik baskı ve ruhsal çöküntü, hayatta kalma güdüsü, kin, nefret ve düşmanlık sebepleriyle suç işleme eğilimleri dışa vurulur.

Savaş ortamında işlenen suçlar nicelik ve nitelik açısından değerlendirildiğinde, yapılan çalışmalar cinayet, adam öldürmeye teşebbüs,  adam kaçırma, tecavüz, gasp, kundakçılık,  adam yaralamanın (müessir fiil) arttığını gösterir. [14]

  • Savaş ve barış zamanında şiddet

Savaş kavramı, her ne kadar hukukta silahlı mücadeleye dayanan şiddet yaratmayı içerse de, savaş sonrası gelen ve adına barış denen dönemde, savaşın etkileri şiddet olarak devam eder. Diğer bir deyişle bir savaş hukuken sona erse de neden olduğu sorunlar devam eder. Bu nedenle, savaşın ardından gelen süreçte, bireyi ve toplumu hedef alan her türden şiddetin uygulanması, anatomik ve ruhsal bütünlüğü bozucu, maddi ve manevi nitelikteki şiddet de aslında süregelen savaş olarak görülebilir.

Çünkü uyum, karşılıklı anlayış ve hoşgörü ile oluşan ortamın, insanın denge, sakinlik, huzur içinde olmasının tanımı olan barış ortamı, savaşın ertesinde hemen sağlanmaz ve şiddet hayatın bir parçası olmaya devam eder.

Şiddet denince aklımıza öncelikle fiziksel şiddet gelir. Çünkü fiziksel şiddet, şiddetin en sık görüneni ve en fazla yakınılanıdır. Oysa insanı derinden etkileyen ve belki de insanın yeniden inşasını gerektiren başka şiddet türleri de bulunur. Ülkelerin toplumsal dokularına işlemiş yapısal şiddetten söz edilebildiği gibi kötüleşen ekonomik koşullar nedeniyle artan ekonomik şiddetten, borçlanmayı teşvik edilerek yaratılan finansal şiddetten, kültürel şiddetten, çevre bağlamında uygulanan şiddetten, aslında hiç ayırdında olmadan maruz kaldığımız ‘fark edilmeyen şiddet’ ve ‘söz arasına gizlenmiş şiddet’ ten de söz edilebilir.

Fark edilmeyen şiddet, yoğun gündelik yaşamın içine sızmış küçük şeylerde gizlidir. Fark etmeden maruz kalırız ve önemsemeyiz. Sözümüzün dinlenmediği, bize değer verilmediği, duygularımızın incitildiği, yok kabul edildiğimiz durumlar bu tür şiddeti anlatır.

Aile üyeleri, öğretmenler ya da diğer yetişkinler, zaman zaman ortamda bulunan çocuk ve gençlerin duygu ve düşüncelerini ifade ettiklerinde, teselliye ihtiyaçları olduğunda, görmezden ve duymazdan geldiklerinde, güldüklerinde, hafife aldıklarında, bağırdıklarında, odalarına kapanmaya mecbur bıraktıklarında, sözleri arasında şiddet uygulamaktadırlar aslında.

Bu durumlarda duygusal ya da psikolojik zararlar yaratılır. Bu da toplum tarafından şiddeti meşrulaştırılmış aile üyeleri, öğretmenler, ‘büyükler’ ya da polis, hukukçu, hâkim, askeri güçler gibi meşru şiddet tekelini elinde bulunduran güçler tarafından uygulanmaktadır. Bu türden davranışlar şiddet olarak görülmez ama aslında ‘meşrulaştırılmış şiddet’ uygulamasıdır. [15]

Savaş fiziksel olarak sona erse de etkileri, insan davranışlarındaki yansımaları savaş sona ermemiş gibi şiddet olarak devam ettiğine göre ‘neden savaş’ diye sormanın yanı sıra ‘neden şiddet’ diye de sormalı, nedenlerini araştırmalı ve nasıl sona erdirileceği konusunu düşünmeliyiz.  Bu soru da bilim ve sanat insanlarının olduğu kadar tüm insanlığın sorumluluğundadır.

III. İspanya İç Savaşı ve yansımaları

  1. İspanya İç Savaşı

”İspanya’da dövüşen gönüllüler, bu savaşın anılarını yüreklerinde kötü bir yara gibi taşımışlardır. Çünkü insan, haklı olduğu halde yenilebileceğini, zorbalığın gayrete boyun eğdireceğini, bazen cesaretin kendi kendisinin ödülü olmadığını İspanya’da öğrenmiştir.” George Orwell 1938 yılında İç Savaş anılarını derleyerek yazdığı  Katalonya’ya Selam kitabına  Albert Camus’nün bu cümleleriyle başlar başlar.[16]

İspanya, 1936 yılının başında, hemen hemen tüm Avrupa’da olduğu gibi, liberal demokrasi ile otoriterliğin çatıştığı, hizipler arasındaki huzursuzlukların toplumu derinden bölündüğü ve otoriterliğin egemen olduğu bir dönemden geçmektedir.

“Elbette bunlar iç savaşa neden olmak zorunda değildi. Savaş, Cumhuriyet’e karşı bir askerî ayaklanma, devletin ve cumhuriyet hükümetinin düzeni koruma yeteneğini tahrip ettiği için başladı. Ordunun ve güvenlik güçlerinin bölünmesi askerî ayaklanmanın zaferini olduğu kadar, hızla iktidarı ele geçirme temel hedefini de engelledi” [17] Darbeyi yapanlar, onu destekleyenlerle karşı olanlar arasında büyük bir şiddet yaşanınca üç yıl sürecek İspanya İç Savaşı başlamış olur.

Diğer bir bakış açısıyla aslında İç Savaş şiddete kayan bir seküler çatışmanın,  ekonomik nedenlerin, ülkeyi ilerleme ve modernleşme yolundan alıkoyan devletteki yanlış politikaların sonucu değildir. İspanya, Avrupa ile benzerlikleri farklarından çok olan bir ülkedir. Toplumsal, ekonomik, siyasal ve kültürel dönüşümleri çok benzerdir. Modernleşme adımları birbirine çok yakındır. Ancak “Yüzyılın bölünme çizgisi olan 1930’lar ve 1940’larda Avrupa’da hemen hemen hiçbir ülke çatışmalarını barışçı yollardan çözmedi.”[18]

17 Temmuz 1936 ile 1 Nisan 1939 tarihleri arasında General Franco önderliğindeki

milliyetçiler ile yönetimde olan II. Cumhuriyet Hükümetinin, kendisine farklı ülkelerden yardıma gelen Uluslararası Tugay ile güçlenmiş olan Halk Cephesi arasında gelişen kanlı çatışmalarla süren, yüz binlerce sivilin yaşamını kaybettiği, yüz binlerle ifade edilecek kayıp ve sürgünün yaşandığı, kardeşin kardeşi öldürdüğü bir mücadeleye dönüşür İç Savaş. Gelen tüm desteklere ve üç yıl boyunca verilen kanlı mücadeleye karşın falanjistler arkalarında 500.000 ölü ve sayısız yaralı bırakarak, birçok tahribata neden olarak, ülkeye hâkim olur.

Salamanca Üniversitesi Rektörü Miguel de Unamuno, İspanyolların Amerika kıtasına ayak basışı anısına 12 Ekim 1936 tarihinde Üniversitede düzenlenen anma toplantısında  yaptığı konuşmada, General Franco’nun darbesi için “Kazanacaksınız, çünkü haddinden fazla kaba gücünüz var. Ama ikna edemeyeceksiniz. Zira ikna edebilmek için anlatabilmeniz lazımdır. Ama anlatabilmek için gerekene sahip değilsiniz: Akıl ve mücadelede haklılık​.”[19]

Ancak dönemin ruhu, anlayışı General Franco’nun 1975 yılında ölümüne kadar İspanya’da etkin olacaktır. İç Savaşla başlayan diktatörlük rejiminin üç yıl süren savaş koşulları ardından sosyal, ekonomik ve toplumsal anlamda etkisi uzun yıllar sürecek büyük bir çöküntüye uğratacaktır.

Tüm savaş mağdurları gibi İspanyol halkı da bu dönemde yokluklara, can kayıplarına,  General Franco’ya destek veren İtalyan ve Alman hava kuvvetlerinin şehirleri bombalamalarına, açlık ve beslenme bozukluklarından kaynaklanana hastalıklara ve ölümlere, anne-babaları ölmüş ya da sürgün edilmiş sahipsiz çocuklara tanıklık eder. İspanyol halkı savaş sonrası ortamında ahlaki değerlerin çökmesine, karaborsacılığa, toplum içinde gelişen adaletsizliklere ve toplumsal sınıflar arasında ortaya çıkan keskinleşen ayrımlara, savaş zenginlerinin ortaya çıkışına maruz kalır. Cumhuriyetin çöküşü, entelektüellerin ve kültürel yaşamla ilgili her seviyedeki insanın da çöküşü anlamına gelir.  Sivil halkın yanı sıra yazarlar, öğretmen ve öğretim üyeleri, gazeteciler hapse atılır, kurşuna dizilir.

İç Savaş bitse de yenenlerin yenilenlere yaptığı zulüm bitmez. Sürgüne gönderilmiş, yurt dışına çıkmış yazarların sesleri, yazıları İspanyol halkına ulaşamaz, üniversitelerinde okutulmaz. Ülke dış ülkelere ve onların her türden girişimine kapatılır. Halka ulaşan mesajlar yalnızca diktatörlüğün ideolojisini yaymaya çalışan Falange, kilise, güdülenmiş basın ve haberlerin taraflı aktarıldığı radyo yayınlarından gelmektedir. Savaş sonrası ortamda Katoliklikle ilgili dini toplantılar dışında insanların iletişime geçmesi ve haberleşmesi büyük bir risk olarak görülür. Toplantı yasağının getirilmesiyle izinsiz bir araya gelen halkın her an gözaltına alınıp tutuklanma ihtimali yaygınlaşır.

Dönem yenilenler arasında hâkim olan iletişimsizliği, korku ve bilinmezliği de beraberinde getirir. Cezaevinde bulunanların, arananların, sürgündekilerin ve muhaliflerin aileleri arasında bir dayanışma ve yardım ortamının kurulması ağır koşulları az da olsa hafiflese bile yeterli olmaz.  

Franco imgesi ve İspanya’da Hâkim Yeni İdeoloji, tarihin taraflı aktarımıyla, sansürle, kıtlık ve yokluk yıllarıyla, tayın karneleri ve yetersiz beslenmeyle, suç ve ahlaki çöküşle, eğitim ve ideolojinin sağlamlaştırılmasıyla, sosyal yaşamın ve halkın yeni geliştirilen ‘boş zaman aktiviteleriyle’ pekiştirilir. 

“1936 Temmuz’undaki coup d’état, 20. yüzyıl İspanya tarihinde bir dönüm noktasına işaret eder. Dahası, İç Savaş’ın 1939’da sonuçlanmasından sonraki en az yirmi yılda –1945’ten sonra Batı Avrupa’nın diğer ülkelerinde görüldüğü gibi– herhangi olumlu bir yeniden inşa da söz konusu olmadı.”[20]

  • İç Savaş sonrasında topluma yansıyanlar

İç Savaş sonrasının toplumda yarattığı en büyük değişiklikler ekonomide, sosyal sınıflarda, din ve ahlak anlayışında, eğitimde ve kadına bakışta yarattığı etkiler olarak değerlendirilebilir.

İç Savaş sonrasında İspanya’da ekonomik olarak büyük bir çöküntü yaşanır ki ardından büyük bir manevi çöküşü getirir. Alınan destekler nedeniyle tarım ve sanayi burjuvazisi Franco diktatörlüğünün yanında yer alır. Kaybeden sosyal sınıfların bolluktan, refahtan, huzurdan söz etmesi, taleplerde bulunması Falange ruhuna ters düşmek anlamına gelir. Yaşamın kolaylaşmasını dilemek, ihanetten farksızdır. Mutluluğu aramak neredeyse ayıp sayılır. 

Ekonomik çöküntü, yokluklar, kıtlık, kaynak dağılımındaki eşitsizlikler, yasal baskılar, kültürel çöküş ve ahlaki yıpranma yaratır. Yasaklara karşı gelen kesim suça yönelir. Ulusal-Katoliklik doktrininin halk için en uygun ahlak ve yönetim modeli olarak görse de Franco yönetimi, suç ve ahlaki çöküntünün önüne geçemez. Sosyal bir olgu olarak din, kilise ve ordu işbirliği yapsa bile, çözüm üretemez, çürümeye engel olamaz. 

İdeolojilerin benimsetilmesinde eğitimin önemli bir rolü olduğundan, İspanya’da da Franco yönetimi eğitimi önemli bir araç olarak görür.

Yıllarca monarşiyi egemenliği altında tutan kilise bu kez Cumhuriyet Rejimini etkisi altına alır. Kilisenin kurumsal etkinliği artınca eğitim Katolik inançla şekillendirilir, gelenekçi ve Katolik bir eğitim modeli uygulanmaya başlar,  laik eğitim ortadan kaldırılır.

Basın üzerinde yaygın bir sansür başlar.

Savaş sonrası İspanya’da kültürel çevrede Falange ruhuna uygun kadın kolları, savaş yıllarında kadınları cephede hemşire olarak yetiştiren Kadın Seksiyonu, 17-35 yaşları arasındaki genç kadınlardan oluşan Sosyal Yardımlaşma Kurumu gibi kamu yararına çalışmalar kadınlara bakış açısını yansıtan önemli kuruluşlar olur. Bu kuruluşların örgütlediği Kadın Örgütlerinin Ev Okulları’nda kızlara ileriki yaşamlarında nasıl iyi bir ev kadını, iyi bir anne ve mükemmel eş olunacağına konusunda hayat dersleri verilir. Genç kadınları, hayatın getirdiği yükü omuzlamak kısacası yaşamın zorluklarına göğüs germek üzere cesaretli, dayanıklı ve sabırlı bireyler olarak yetiştirilmeleri amaçlanır. Ev işi derslerinden ayrı olarak, köylerde okuma yazma bilmeyen kız çocuklarına okuma, yazma ve din dersleri verilir. Doğal olarak kadın kuruluşlarının düzenlediği bu kurslar her zaman Franco yönetimi propagandası altında gerçekleşir.

Bu bağlamda; Franco yönetiminin kadın modeli, liberal görüşlü cumhuriyetçilerin kadın modelinden hayli uzaktır. Falange ideolojisinin savunduğu kadın modeli, Katolik kilisesine bağlı, dindar, muhafazakâr, geleneksel değerlere sahip çıkan, evine, çocuklarına bağlı kadınlardır. Bu kadınlar kendilerini eşine ve çocuklarına adarlar. Bu düşünce yapısındakiler, kadınların misyonunun, Tanrı, İspanya ve Falange rejim için, sağlıklı, güçlü çocuklar yaratmak olduğuna inanırlar.

Franco yönetiminin kadınlara yönelik verilen tüm eğitimlerde; vatanseverliğin destelenmesi, kadınların falanjist yönetimin getirdiği disipline alıştırılması, dinin gücünün arttırılması ve model ile topluma örnek anneler yetiştirilmesi hedeflenir. Bu döneminde kadının sosyal alandaki gelişimini, toplumsal ahlakı düzeltmek ve bir düzen getirmek amacıyla Kadın Koruma Kurumu açılır.

Franco yönetiminin başlangıcından sonuna kadar, kadın bir birey değil, erkeğine bağımlı, ahlaki değerlere önem veren, asıl görevi çocuk doğurmak ve yetiştirmek olan bir varlık olarak görülür.

Buna karşın erkeğe hizmet eden, evlilik, aile gibi kavramlarla özdeşleşen kadınlardan bazıları bir çıkış noktası olarak edebiyatı kullanır ve yaşadıkları toplumu değişik açılardan ele alarak, görüşlerini dile getirmeye çalışırlar. Kimliği eve sıkıştırılmış kadın yazmaya başlar.  Kadınların yazması yasaklanmamış, yazmak uygunsuz bir meslek olarak algılanmamış Franco ideolojisinin boşluğunu kadın gözü yakalar. Kadınlar toplumu algılayış biçimlerini, yarattıkları karakterlerin gözünden anlatmaya, aktarmaya çalışır, yaşadıkları haksızlıkları, deneyimlerini, sosyal, ekonomik, kültürel farklılıklarını sansür ve yasaklamalara rağmen üstü örtük olarak okuyucuya vermeye çalışırlar. [21]

  • İç Savaşının ve sonrasının İspanyol edebiyatına ve romana etkisi

Büyük bir yıkımla sona eren İç Savaş ve ardından gelen baskı dönemi, İspanyol sanat dünyasında, özellikle edebiyatta önemli değişimlere yol açar Çünkü genelde Avrupa özelde İspanya’ın 19. ve 20.yüzyıl tarihi büyük savaşların, sürekli işgallerin, bağımsızlık savaşlarının tarihidir ve savaşın etkisinin edebiyata yansıması kaçınılmazdır.

“1936-1939 Yıllarındaki İspanya sivil savaşı İspanya sanatını yurtdışında olgunlaştıran bazı yazarları siyasallaştırmıştır. Sivil savaş sırasındaki tartışmalar incelendiğinde  sivil savaş öncesi yazarların gerçekçi ve sosyo-politik yazarlar olduklarını, fantastik ve bilinç dışı alanlara ilgilerinin geliştiği görülmüştür. Bu durum siyasal baskılar nedeniyle ortaya çıkmıştır.”[22]

“ Gerek kişisel anlamda gerekse ülke bütününde komedi ve mizah, kaotik ortamlarda hayatta kalmanın bir yoludur.”[23] Ama İspanya’da böyle olmaz çünkü İspanya’da kana, içe işlemiş duende vardır.

İspanyolcada başka herhangi bir dile çevrilmeyen bir sözcüktür duende. Mitolojik musa,değil, esin ya da ilham perisi değil, içe kaçan cin değildir. Duende o ülkede yaşayanların kanına işlemiş, o toprakların haşarı, afacan, hınzır şeytanıdır; zaman zaman karamsar, zaman zaman muzip. Duende tüm o topraklarda yaşayanların içine işlemiştir.

Federico Garcia Lorca, Buenos Aires’de 1933 yılında verdiği o etkilili ‘Duende’nin oyunu ve kuramı’ başlıklı konuşmasında Flamenko kültürüne atfedilse de evrensel sanatsal kavram olarak gördüğü duende’yi açıklar.

“Tanıdıklarım arasında kan kültürünün en önemli temsilcisi olan Flamenko dansçısı Manuel Torre, Manuel de Falla’nın kendisine ait ‘Noches en los Jardines de España’adlı parçasını çalarken şu mükemmel çıkarımı yapmıştır: ‘Karanlık seslere sahip olan her şeyde duende vardır.’

Bundan daha doğru bir laf olamaz. Bu karanlık sesler birer muammadır, hepimizin bildiği ve görmezden geldiği ancak sanatın özünü bize ulaştıran kökleri balçıklara saplanmıştır. İspanya’nın gözdesi karanlık sesler demiştir ve Paganini’den bahsederken duende’nin tarifini yapan Goethe’yle hemfikirdir: ‘Herkesin hissettiği ama hiçbir filozofun açıklayamadığı gizemli güç.’

Demek ki, duende bir arzudur eylem değil, bir mücadeledir düşünce değil…. Sözün kısası, duende bir yetenek meselesi değil, gerçek bir oluş meselesidir; yani, bir kan; yani bir kadim kültür, eylem anında yaratma meselesidir.

‘Herkesin hissettiği ama hiçbir filozofun açıklayamadığı bu gizemli güç’, özetle, toprağın ruhudur… Hayır. Benim bahsettiğim duende, karanlık ve ürperticidir, baldıran içtiği gün onu öfkeyle tırmalayan Sokrates’in mermerden ve tuzdan o neşeli iblisinin ve çemberlerden ve çizgilerden usanarak, sarhoş denizcilerinin şarkılarını dinlemek için kanala giden Descartes’ın yeşil badem kadar küçük o hüzünlü iblisinin soyundan gelir.”[24]

Lorca, kanlı İç Savaşın daha en başında, 19 Ağustos 1936 tarihinde kurşuna dizilecektir.

İç Savaş’ın hemen ertesi en yoğun sansürün ve baskının uygulandığı dönemdir. Bu dönemde İspanyol yazınının dönüm noktalarından birisi olarak aşırı gerçekçilik olarak adlandırılan tremendismo akımının yaygınlaşması görülür. Korkunç, ürkütücü, titreten, dehşet verici anlamına gelen sözcükle ifade edilen akım,  gerçeğin şiddete kayacak kadar açık anlatımı,  tatsız ve hatta itici olayların sistematik bir şekilde sunulması, kara tonların, şiddetin, acımasız suçların, bazen tiksinti uyandıran zalim bölümlerin vurgulandığı katı bir gerçekçiliği anlatır.

Yaşamın çirkinliği üzerine kurulu bu akım, çoğu eleştirmence o dönem Avrupa yazınında ortaya çıkan varoluşçuluktan etkilenen İspanyol Edebiyatının benimsediği bir yönelim olduğu konusunda birleşir.

Tremendismo, İspanya’nın içinden geçtiği dönemin, yaşam koşullarının etkisini, yaşamın karanlık yönlerinin, zalimliğin, acı çekmenin, ölümle burun buruna yaşamanın, can sıkıntısı ve tiksinme hissinin, İspanyolların duyduğu endişeyi, günlük yaşama dair yıkıcı gerçekliği, özgür irade sorununu, var olma hissinin algılanışını yansıtır. [25]

 “Çağdaş İspanyol yazını büyük ölçüde toplumsal ve insansal uğraşların etkisi altındadır….Ancak iç savaşın henüz  canlılığını kaybetmemiş anısı, yazarları ülkenin kaderi üzerinde durmaya iter.”[26]

Lorca ‘Duende’nin Oyunu ve Kuramı’nda, “Her ülkede ölüm bir sondur. Ölüm gelir ve perde kapanır. Ama İspanya’da öyle olmaz. İspanya’da perde açılır. Yaşarken evlerinin dört duvarı arasına sıkışmış insanlar ölünce güneşe çıkarılır. İspanya’da ölüler, başka ülkelerin ölülerinden çok daha canlıdır; onların siluetleri berber usturası gibi keser yaşayanların etini.” der.[27]

“Zira İspanya bir ölüm ülkesidir ve her şey ölüme doğru akmaktadır. Flamenko  sanatçısının sesindeki tınıda, resmin karanlık bölgelerinde, tragedyanın ve şiirin içerdiği ölümde titreşip durur duende. Ölüme bağlı, ölüm bilincinden kaynaklanan bir farkındalığın acısıdır yani. Başka her şeyi anlamsız kılan, ne yazsanız ölümü hecelediğiniz bir olma biçimi. Ölüm ile yaşamı birbirinden net ve herkese güven verecek biçimde ayıran uçurumun bataklığından doğar duende. Belki de bu nedenle bu denli tehditkâr ve bu denli çekicidir sanatçı için.”[28]

Ölümün gündelik olaylardan sayıldığı savaş ortamlarında, sansür ve baskının yoğun olarak yaşandığı, yaşam koşullarının ağırlaştığı 1939-1950 yılları arasında,  İç Savaş sonrası sosyal ve toplumsal ortamı yansıtan, tremendismo akım etkisinde yazılmış roman sayısı çok olsa da en bilinenleri Camilo José Cela’nın  ‘Pascual Duarte ve Ailesi’, ‘Arı Kovanı’ ve Carmen Laforet’in ‘Hiç’romanıdır.

IV. Savaşın yarattığı tablo: HİÇ.

Carmen Laforet’nin Hiç (Nada) romanından savaşa bakmak

İspanya’da savaş sonrası dönem edebiyatına damga vurmuş üç kadın yazardan söz edilebilir; Carmen Laforet, Carmen Martín Gaite ve Ana María Matute.

Bu yazarların ortak özellikleri üçünün de o dönemin çağdaş kadınını temsil etmeleri, Franco Dönemi baskılarına karşın  üniversite eğitimi almış ilk kadınlardan olmaları, boşanmanın çok az olduğu o dönemde Carmen Martín Gaite ve Carmen Laforet’nin eşlerinden boşanmaları ve de kendilerini feminist olarak tanımlamıyor olmalarıdır.

Carmen Laforet  Hiç romanını daha 23 yaşındayken, 1944 yılında yazmış, döneme damgasını vurmuş ve yayımlandığı yıl İspanya’da ilk kez verilen Nadal ödülünü kazanmıştır. Roman, İç Savaş yıllarında ve hemen sonrasında ülkesinde ve kendi ailesinde yaşanan ekonomik ve sosyal sıkıntıların, psikolojik kaygıların, çürümüşlüğün, köşeye sıkışmışlığın tanıklığıyla kaleme alınmıştır.

“Laforet’nin özel hayatında üniversiteye giderek hukuk okuması ve daha sonra eşinden boşanması, dönemdeki diğer kadınlara göre yazarın daha aydın, cesur ve farklı olduğunu ortaya koyar.”[29]

Hiç romanı, anne ve babası öldüğü için üniversitede okumak için taşradan Barselona’ya akrabalarının yanına gelen ve onların fakirleşmiş, çirkinleşmiş, bunaltıcı ortamında yaşamak zorunda kalan genç bir kızın, Andrea’nın öyküsünü anlatır. Roman, Franco Dönemi kadına bakışından farklılaşarak, kadını az da olsa evden dışarı çıkartmaya çalışan bir roman olarak görülebilir.

 “Romanın tür olarak sınıflandırılmasında çeşitli görüşler bulunmaktadır; Susanne Hasenstab eseri tremendismo akımımın bir örneği olarak ele alırken, eserin varoluşçuluk örneği olduğunu savunanlar da bulunmaktadır.”[30]

Oysa roman Alman edebiyatında bir roman çeşidi olan, Türkçeye oluşum romanı olarak çevrilebilecek ama edebiyat dünyasında Bildungsroman olarak yerleşmiş roman türüne de çok yaklaşmaktadır. Bir genç kızın kadınlığa geçişindeki oluşum sürecinin anlatısıdır.

“Bu dönemde kadınları Bildungsroman türünde yazmaya iten sebeplerin en önemlileri yabancılaşma, derin acı, yazı yoluyla kendini yenileme ihtiyacı ve eksik kalmış bir bilinçlenmedir.  Ciplijauskaité, İspanyol Bildungsroman’larının çoğunun gençlikten kadınlığa geçiş sürecini anlattığını ifade etmiştir”[31]

Hiç bir dönem, bir mekân, bir birey anlatısıdır. İspanya İç Savaşı sonrası toplumda görülen tüm etkiler, dönüşümler öz yaşam öyküsü tarzında kaleme alınmış olarak da değerlendirilen romanın arka planında yer alır.

“İspanya sınırları içinde yazılan romanlar, İspanyol gerçekliğini üstü örtülü bir şekilde, şehir ve aile imgeleriyle yansıtmış ve 50’li yılların sosyal romanına bir geçit oluşturmuştur. Özellikle farklı toplumsal sınıfları ve yaşamlarını, bir sınıf olarak İç Savaş sonrasında kadının ve çocuğun gerçeğini okurun tanıklığına sunmuştur.”[32]

Anlatı, Andrea’nın ailesi ve büyük şehirle ilgili hayal kırıklıkları üzerine kurulu dursa da, ‘kokuşmuş’ diye nitelediği Barselona’daki yakın akrabalarının dayanışma eksiklikleri ve sürekli birbirleriyle çatışmaları nedeniyle İç Savaş sonrası İspanyasının küçük bir maketi niteliğini taşır. Hiç, kentsoylu bir ailede savaşın boğucu, iç karartıcı toplumsal yansımaları olarak da değerlendirilebilir.

Eski görkemini yitirmiş bir ev, içinde bir arada yaşamlarını sürdürmeye çalışan mutsuz bireyler, dönemin İspanyol toplumunun bir simgesidir. Yaşamlarını sürdürebilmek, bir öğün yemek bulabilmek için antika eşyalarını satan, kumar oynayarak para kazanan, kirli işlere bulaşmaktan başka bir çıkış yolu bulamayan, bir taraftan da İspanya’nın katı rejimini çağrıştıran prensiplerine düşkün, ahlâk bekçiliği yapan, katı ve baskıcı üyelerin de bulunduğu çok sayıda aileden yalnızca biridir Andrea’nın ailesi.

Okur savaş sonrası ortamında yaşanan psikolojik durumlara, savaşın İspanyol toplumuna verdiği hasarlara, yoksulluk ile zenginlik, açlık ile tokluk gibi karşıtlıklarla tanık olur. Gençlerin uğradığı düş kırıklıklarını, her biri ayrı bir dünyanın insanı olan gençler  arasında umutla yaşamı sürdürebilme çırpınışlarını, çekilen acıları, horlanmaları, çatışmalı arkadaşlık ilişkilerini, karmaşık iç dünyaları, çelişkileri, sefaleti, gururu, yaralanan özgüveni, yükselen genç kızlık isyanlarını görürüz. Savaş hukuken sonuçlansa da insanlar üzerindeki etkisini sürdürmektedir.

İç Savaş’ın ve sonrasındaki yaşam şartlarının, çocuğu, kadını, insanı nasıl zamanından önce olgunlaştırdığını Andrea’ya anneannesi anlatır: “Başka zaman olsa bunu sana söylemezdim…Zira sen daha küçük bir kızsın. Ama şimdi, savaştan sonra…”[33]

Andrea’nın yaşadığı bu acılı ve baskıcı ortamda hissettiklerine karşı, İç Savaş sonrasının boğucu atmosferinde, okumaya, eşitliğe, insanca yaşama inanan özgür bir bireyin yaşadığı kıstırılmışlık hissiyle attığı çığlıktır. “ İnsan nasıl böyle bir aşağılama yeteneği edinebilir, nasıl bu kadar hastalanabiliriz, nasıl olur da insan duygularına bu büyüklükte bir acıdan zevk alma sığabilir?”[34]

Sözün bitti yerdedir Andrea. “Kendi kelimelerinin içine dolanıp çıkış yolu bulamadan kalakaldığın o korkutucu şey geldi mi hiç senin başına?”[35]

V. Sonuç

Büyüme dönemi, her birey için zordur, zaman alır. Ancak savaş koşullarında birey erken büyür, olgunlaşır. Ne yazık ki yaşanılacak olağanüstü duruma hazırlıklı olunmaz. Carmen Laforet’nin Hiç romanı işte bu olağanüstü dönem ve mekânda büyüme ve var olma sancılarını anlatır.

“Devam eden her şey grileşiyor ve mahvoluyordu” dediği bir ailede ve toplumda savrulmalarını görürüz. Kötü zamanlarda insanlar ve aileler kötücülleşir. Çünkü, yaşananlar, bireyler, aileler, toplumlar üzerinde savaştan önce ve sonra şeklinde, keskin kopuşlara, parçalanmalara, ayrışmalara yol açar.

“Bu iğrenç ve güzelim dünyada, hangi insana tahammül edecek kadar fazla ilgi duyacaksın?” diye sorar insan.

7 Aralık 2015 tarihinde Nobel Edebiyat Ödülü alırken Belaruslu yazar Svetlana Aleksiyeviç, ‘kaybedilmiş bir savaş üzerine’ konuşur. “Savaşın cinayet olduğuyla ilgili yazacaktım kitabımı. Çünkü kadınların hafızasında savaş böyle kalmıştı. Daha demin, birisi gülümsüyordu, sigara içiyordu ve o insan artık yok. Her şeyden çok, kadınlar yok oluştan bahsediyordu, savaşta her şeyin hiçliğe ne kadar çabuk dönüştüğünden. İnsanın da, insanlığın vaktinin de.”[36]

‘Savaşların kazananı yoktur’ doğru bir saptamadır. Dolayısıyla o mavisi uçmuş, siyah ve gri ağırlıktaki tablonun kim tarafından yapıldığı muğlaktır. Belki biraz hepimiz, kirlenmiş olarak bir tarafında yer alırız.

“İnsan kendisinin var mı yok mu olduğunu bilebilir mi hiç? Muhakkak ki bunu en az bilen o insanın kendisidir. Kendi varlığı hakkında insan, kendisi pek az şey bilir…İnsan sadece başkaları için vardır…”[37]

Kaynakça

Akal,B.Celal, Tosun, Yalçın, Edebiyat, Hukuk ve Sair tuhaflıklar, Ankara, 2015,

Asan, Şefik, Barış Kültürü, İstanbul, 2007

Aslan, M. Yasin, ‘Savaş Hukukunun temel prensipleri’, TBB Dergisi, Sayı 79, 2008, s:235-274 Aydın,G.Derya, Akdere,Çınla, (derleyenler), Edebiyattaki İktisat, İstanbul, 2014

Burrowes, J.Robert, https://www.scoop.co.nz/stories/HL1707/S00008/building-on-the-legacy-of-einstein-freud-and-gandhi.htm?from-mobile=bottom-link-01, 8 Eylül 2017.

Canan, Erkan, “Bir toplumun ergenlik sıkıntıları”, Radikal Kitap, 25.01.2008 http://www.radikal.com.tr/kitap/bir-toplumun-ergenlik-sikintilari-860288/

Canpolat,E.Yıldız, İçsavaş Sonrası İspanyol Romanı, Ankara, 1993

Casanova, Julian,  İspanya İç Savaşı’nın Kısa Tarihi, İstanbul, 2015

De Unamuno,Miguel, Sis, İstanbul, 5 Basım, 2019

Duran, Zeliha,  “Bir oluşum romanı olarak Hiç”, Molesto: Edebiyat Araştırmaları Dergisi, 1.Cilt, 2018, https://dergipark.org.tr/en/pub/molesto/issue/38229/423423

Gökşenli,Y.Ebru, İç savaş sonrası İspanyol romanına yansıyan tarihsel, toplumsal ve sosyal çeşitliliğin incelenmesi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Batı dilleri ve edebiyatları Anabilim dalı İspanyol dili ve edebiyatı bilim dalı Doktora tezi, İstanbul, 2011 

Güçbilmez, Beliz, “Lorca’da zamanın temsili ve Duende”,  https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/172556

Günaydın, Enis, ‘Uluslararası hukuka göre savaş ve çatışma arasındaki fark neler? Güvenli bölge nedir?’https://tr.euronews.com/2019/10/11/uluslararasi-hukuka-savas-catisma-fark-neler-guvenli-bolge-tampon-baris-pinari-harekati

Horton,Andrew, Laughin Out Loud, Los Angeles, 2000.

Kaplancalı,Y.A.Nurdan, İspanya’da İç Savaş sonrası çocuk edebiyatı ve örnek bir inceleme: Antoñıta la Fantástıca, , İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Batı dilleri ve edebiyatları Anabilim dalı İspanyol dili ve edebiyatı bilim dalı Yüksek Lisans tezi, İstanbul, 2019 

Kunt, Veysel, Savaş ortamında suçlarin sosyal ve antropolojik açıdan incelenmesi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Antropoloji (sosyal antropoloji) Anabilim dalı Doktora tezi, Ankara, 2010

Laforet, Carmen, Hiç, Metis Yayınları, İstanbul, İkinci basım, 2015.

Lorca, F.Garcia, “Duende’nin Oyunu ve Kuramı”,  Tiyatro Araştırmaları Dergisi, 38:2014/2 • ISSN: 1300-1523 http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/13/1978/20677.pdf

Nahtan, Otto, Norden, Heinz (ed.), Einstein on peace, New York, 1960.

Orwell, George, Katalonyaya Selam, İstanbul,1985

Özdenak Cansu, İspanya İç Savaşı ve etkilerinin yabancılar tarafından algılanmasına bir örnek olay çalışması: Çanlar kimin için çalıyor. İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü  Radyo Televizyon Sinema Anabilim dalı, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2001,

Sav,Özden, Uluslararası insancıl hukuk açısından savaş ve barış , TBB, Ankara, 2015

https://www.apa.org/topics/military#:~:text=War%20can%20have%20a%20powerful,things%20reminiscent%20of%20the%20trauma.

“Venceréis, pero no convenceréis”maddesi , https://es.wikipedia.org/wiki/Vencer%C3%A9is,_pero_no_convencer%C3%A9is

https://en.unesco.org/courier/may-1985/why-war-letter-albert-einstein-sigmund-freud

[1] Akal,B.Celal, Tosun, Yalçın, Edebiyat, Hukuk ve Sair tuhaflıklar, Ankara, 2015, s:11

[2] Albert Einstein’in barış için katkı sunduğu tüm etkinlikler için Otto Nathan ve Heinz Norden’in editörlüğünü yaptığı 1960 yılında basılmış Einstein on Peace adlı kitaptan yararlanılmıştır.

[3] https://en.unesco.org/courier/may-1985/why-war-letter-albert-einstein-sigmund-freud

[4] a.g.mektup

[5] a.g.mektup

[6] Asan, Şefik, Barış Kültürü,  İstanbul, 2007, s: 32

[7] Aydın,G.Derya, Akdere,Çınla, (derleyenler), Edebiyattaki İktisat, İstanbul, 2014, s: 9

[8] Aslan, M. Yasin, ‘Savaş Hukukunun temel prensipleri’, 2008, TBB Dergisi, Sayı 79, s:247

[9]a.g.e.,s:247

[10] Günaydın, Enis, ‘Uluslararası hukuka göre savaş ve çatışma arasındaki fark neler? Güvenli bölge nedir?’,

https://tr.euronews.com/2019/10/11/uluslararasi-hukuka-savas-catisma-fark-neler-guvenli-bolge-tampon-baris-pinari-harekati

[11] Arslan,M.Yasin, a.g.e.s:262-263

[12] Sav,Özden, Uluslararası insancıl hukuk açısından savaş ve barış, TBB, 2015, s:25-26 içinde Pazarcı,Hüseyin PAZARCI, Uluslararası Hukuk Dersleri, Ankara, 2000, 4. Cilt, s:137

[13] a.g.e.s:12

[14] Yugoslavya İç Savaşı sırasında artan savaş suçları konusunda bkz.Kunt, Veysel, Savaş ortamında suçlarin sosyal ve antropolojik açıdan incelenmesi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Antropoloji (sosyal antropoloji) Anabilim dalı Doktora tezi, Ankara, 2010, s: 46-79

[15]Şiddetle ilgili bilgiler için bkz. Burrowes, J.Robert, https://www.scoop.co.nz/stories/HL1707/S00008/building-on-the-legacy-of-einstein-freud-and-gandhi.htm?from-mobile=bottom-link-01, 8 Eylül 2017.

[16] Orwell, George, Katalonyaya Selam, İstanbul, 1985, s:4

[17] Casanova, Julian, İspanya İç Savaşı’nın Kısa Tarihi, İstanbul, 2015, s:9

[18]a.g.e., 10

[19] Venceréis, pero no convenceréis , https://es.wikipedia.org/wiki/Vencer%C3%A9is,_pero_no_convencer%C3%A9is

[20] Casanova, Julian, a.g.e, s:10

[21] İç Savaş ve sonrası toplumdaki değişiklikler için bkz.  Kaplancalı,Y.A.Nurdan,İspanya‟da İç Savaş sonrası çocuk edebiyatı ve

örnek bir inceleme: Antoñıta la Fantástıca, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Batı dilleri ve edebiyatları Anabilim dalı

İspanyol dili ve edebiyatı bilim dalı Yüksek Lisans tezi, İstanbul, 2019  s:7-17.

[22] Özdenak Cansu, İspanya İç Savaşı ve etkilerinin yabancılar tarafından algılanmasına bir örnek olay çalışması: Çanlar kimin için çalıyor. İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü  Radyo Televizyon Sinema Anabilim dalı, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2001, s:24

[23] Horton,Andrew, Laughin Out Loud, Los Angeles, 2000, s:86.

[24]Lorca, F.Garcia, “Duende’nin Oyunu ve Kuramı”, Tiyatro Araştırmaları Dergisi, 38:2014/2,

[25] Tremendismo tanımı için bkz. Göksenli, Y.Ebru, İ İç savaş sonrası İspanyol romanına yansıyan tarihsel, toplumsal ve sosyal çeşitliliğin incelenmesi’, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Batı dilleri ve edebiyatları anabilim dalı, İspanyol dili ve edebiyatı bilim dalı, doktora tezi, İstanbul,  2011, s:34-56.

[26] Özdenak, Cansu, a.g.e, s::25

[27] Lorca, F. Garcia, a.g.e, s:76

[28] Güçbilmez, Beliz, “Lorca’da zamanın temsili ve Duende”,  https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/172556

[29] Kaplancalı,Y.A.Nurdan, a.g.e.,s:21-22

[30] Duran, Zeliha,  “Bir oluşum romanı olarak Hiç”, Molesto: Edebiyat Araştırmaları Dergisi, 1.Cilt, 2018, s:31 https://dergipark.org.tr/en/pub/molesto/issue/38229/423423

[31] Duran, Zeliha, a.g.e., s:35

[32] Kaplancalı,Y.A.Nurdan, a.g.e., s:88

[33] Laforet, Carmen, Hiç, İstanbul,2015, s: 127

[34] a.g.e., s:200

[35] a.g.e., s:227

[36] https://www.5harfliler.com/kaybedilmis-bir-savas-uzerine-svetlana-aleksiyevicin-nobel-edebiyat-odulu-konusmasi/

[37] De Unamuno,Miguel, Sis, Can Yayınları, İstanbul5 Basım, 2019, s:223-224

* Seçkin Yayınları tarafından basılan Hukuk ve Sanat kitabının güncellenmiş 6.Baskısının 467-487 sayfaları arasındaki ‘Bu tabloyu siz mi yaptınız’ başlıklı  makaleden alınmıştır.  

Did you find apk for android? You can find new Free Android Games and apps.
Share.

Comments are closed.