20 Nisan 2020 – Edebiyatta Savaş ve Barış Atölyesi, XI. Dönem, 11.Toplantı – Cesur Yeni Dünya

0
Want create site? Find Free WordPress Themes and plugins.

Temasını ‘İngiliz Edebiyatında savaş ve barış’ olarak belirlediğimiz Edebiyatta Savaş ve Barış Atölyesi’nin 8 ve 15 Nisan Çarşamba günlerindeki oturumlarında Aldous Huxley’in (1894-1963)  Cesur Yeni Dünya (1932) için, Murat Tekelioğlu yazarın hayatı, Sevgi Usta dönemi ve kitabı, Asuman Büke Kafaoğlu ise dönemi etkileyen felsefi akımlar hakkında bilgi verdikten sonra kitabı Atölye katılımcıların tartışmasına açtılar.

Aldous Huxley’in 1932 yılında, 38 yaşında yayınladığı distopya romanı Cesur Yeni Dünya yüzyılın en iyi 100 kitabından biri olarak kabul edilmektedir. Kitap ismini Shakespeare’in Fırtına adlı eserinden alınmıştır. ‘Brave’ sözcüğü o günlerde cesur değil güzel anlamında kullanıldığı ileri sürülmektedir. 19.Yüzyılın sonu 20.yy.ın ilk yarısında, I.Dünya Savaşı ile II. Dünya Savaşı arasında, yeni dünya düzeninin kurulmasının ayak sesleri olan politik, ekonomik, bilimsel değişim ve gelişmelerin art arda geldiği bir dönemde, tüm bu değişimleri bizzat yaşayan İngiltere’de yaşasa da yazar A.B.D.’nde yaşadığı yıllarda yazar. Romanın kurgusu Londra’da 26.yüzyılda geçmekteyse de Yeni Dünya ile Vahşi Ayrı Bölge olarak ikiye ayrılmış dünyanın temelleri yaşadığı yüzyıldaki politik, ekonomik ve bilimsel ve düşünsel dünyasında atılmıştır.

Yazarın yaşadığı dünya, I.Dünya Savaşı’ndan sonra Çarlık Rusya’sının, Osmanlı, Avusturya ve Macaristan İmparatorluğunun çöktüğü, dünya güç dengesinin ABD ve İngiltere kaydığı, ‘Büyük İsrail Devleti’nin kurulmasına kararı verildiği (1897), Çin Komünist Partisi’nin, Sovyetler Birliği’nin kurulduğu (1922), Hitler Almanya’sı ve Mussolini İtalya’sının gelişmekte olduğu, İngiltere’nin sömürgelerinden biri olan Hindistan’da Mahatma Gandi önderliğinde pasif direnişle bağımsızlık savaşı başlatıldığı(1929) bir politik coğrafyaya sahip dünyadır. Alman fizikçi Wilhelm Conrad Röntgen, X ışınlarını keşfederek tıp dünyasında yeni bir çığır açmış, İvan Petroviç Pavlov, 1904 yılında köpekler üzerinde yaptığı deneylerle geliştirdiği Pavlovcu Şartlandırma Yöntemi ile 1904 yılında Fizyoloji ve Tıp Nobel Ödülü’nü almış, 1926 yılında Amerikalı Robert H. Goddard sıvı yakıtla ilk füze’yi fırlatmış, 1927 yılında  Hipnopedya olarak isimlendirilen, insanların uykudayken öğrenebileceği fikrinin öncüsü sayılabilecek, New York’taki mucit A. B. Saliger tarafından psiko-fon sahneye çıkmıştır.  Ayrıca 1920’li yıllarda radyolar siviller arasında popülerlik kazanmaya başlamış, 1925 yılında Kodak ilk renkli filmini ortaya çıkararak renkli fotoğraf makinesini kullanılmaya başlanmış, Fransa’da Lumiere Kardeşler, sinema tarihinin başlangıcı kabul edilen 28 Aralık 1895 deki ilk gösterilerini yapmıştır.

Bilimselliği tartışmalı bir toplumsal akım (veya toplumsal felsefe) olarak kabul edilen Öjenizm, 1911 yılında çok yönlü bir İngiliz bilim insanı olan Sir Francis Galton tarafından ortaya atılmış ve A.B.D.’nin bazı eyaletlerinde zekâ engelli, sağır ya da körlerin zorla kısırlaştırılmasını kabul eden kanun yürürlüğe girmiş ve uygulanmaktadır. İngiliz nüfus bilimci ve politik iktisat teorisyeni Thomas Robert Malthus’un ileri sürdüğü,  toplumsal sefaletin en büyük nedenin alt sınıflar olduğu ve bu yüzden nüfus planlamasının uygulanmasını ifade eden Malthus Teori( Nüfus Kuramı) 18.yy sonlarında büyük bir yankı uyandırmış, birçok devlet adamını etkilemiştir..

Ekonomik alanda, 1918’den sonra Avrupa’da Taylorist emek verimliliği düşüncesinin hedefi; tüm üretim sürecinin hareketli montaj hattı, standardizasyon ve kitle pazarı ile yeniden düzenlenmesi ‘Fordizm’e taşınmış, Fordizm’in Avrupa’daki en büyük cazibesi, ekonomiyi, toplumu ve hatta insan kişiliğini teknik rasyonalitenin katı kriterlerine tabi kılarak, kapitalizm öncesi toplumun tüm arkaik kalıntılarını yok edeceğine söz vermesi haline gelmiştir. 1929 Dünya ekonomik krizi başta İngiltere ve A.B.D olmak üzere birçok ülkede ciddi ekonomik, politik ve sosyal dalgalanmalara yol açmıştır.

Huxley, kitabına milat olarak Henry Ford’ın T-modeli otomobilini ürettiği yılı seçmiş ve dünya tarihini Ford Öncesi(F.Ö) Ve Ford Sonrası(F.S.) olarak ayrılmış, Dünya Devleti’nin mesih figürü olarak kabul edilmiş , ‘Our Lord’ sözcüğüyle anılmıştır.   

17. ve 18.yüzyıl Avrupası, Aldous Huxley’i ve yaşadığımız günleri değiştiren felsefi akımların başlangıç yılları olarak düşünülebilir. AngloSakson dünyasında İngiltere doğumlu John Locke (1632-1704), İrlanda doğumlu George Berkeley (1685-1753) , İskoçya doğumlu David Hume (1711-1776), kıta Avrupa’sındaysa Fransız René Descartes (1596-1650), Flamenk Baruch Spinoza (1632-1677), AlmanGottfried Wilhelm Leibniz (1646-1716) döneme damgalarını vurmuşlardır.

Bilgi sadece deneylerle kazanılır,  deneyler sadece duyu algılarıyla edinilir, zihin doğuştan boş bir kağıt gibidir (Tabula Rasa), bilgi ve bilginin dayandırıldığı bütün kavramlar deneyle kazanılır, zihin deney ve gözlemlerin sonucu ortaya çıkan izlenimlerle dolar, dış algılar, duyularla edinilen datalardır, iç algılar ise yansımadır diyen deneycilerin düşünceleriyle (Ampirik Felsefeciler) ile bilgi düşünce ve zihinde temellenir, bilginin kaynağında akıl vardır, kesin bilgilere ancak akıl yoluyla ulaşılabilir, duyular yanıltıcı olabilir, oysa matematik kuramları değişmez, gerçek bilgi de bu değişmeyen bilgilerdir diyen  akılcıların (Rasyonalizm, Usçu Felsefe) düşünceleri dönemin iki önemli felsefe akımı olur.

Bu iki akımın dışında Aldous Huxley, Cesur Yeni Dünya’yı yazarken üç önemli düşünürün de etkisi altındadır.

1. Etienne Bonnot de Condillac ((1714-1780)

Locke’un öğrencisi, Denis Diderot’un entelektüel çevresinin üyesi, Rousseau’nun dostu ampirik düşünürdür. Locke’un felsefesini Fransa’ya getirmiş, Voltaire ile zaten tanınmaya başlamıştı deneyci felsefeyi savunmuş, ampirik felsefeye yenilik olarak ‘sensationism’i getirmiş, Locke’un kuramına duyuların sezgisini katarak daha sonraları Hume’un geliştireceği duyular arası bağlardan söz eden ilk filozof olmuş,  ileride psikolojinin de  kullanacağı bu ampirik kuramları geliştirmiştir.

2. Maine de Biran  (1766-1824)

Felsefeye Condillac ve John Locke gibi deneyci kuramlarla başlayan, daha sonra daha geniş bir entelektüel arayış içinde mistik kuramlar geliştiren, pasif algıların bilgi teşkil etmediği ama psikoloji üzerinde etki yarattığını söyleyen, duyular ve dikkat; bakmak ve görmek farklılığı üzerinde duran,  alışkanlıklar üzerine kitap yazarak pasif algı ile bilinçli algı farkını ortaya koyan düşünürdür.

3.  Ivan Petroviç Pavlov(1849-1936)

19. Yüzyılda gelişen bilimsel düşünceleri yakından takip eden, psikolojide sezgiler algı üzerine önemli gelişmelere yol açan çalışmalar yapan, algıların sinir sistemi üzerindeki etkisini, davranış şekillenmelerini, refleks üzerine araştırmaları, bilinçli ve istemsiz davranışları çalışan Rus düşünür ve fizyolog.

İşte dünyanın böylesine yoğun düşünce akımlarının etkisinde, bilimsel gelişmelerin, teknolojik ilerlemelerin, ekonomik gelişme ve çalkantıların, siyasi kutuplaşmaların yaşandığı yıllarda, Aldous Leonard Huxley, 26 Temmuz 1894 tarihinde İngiltere’nin Surrey Godalming köyünde dünyaya gelir.  Kültürel donanımı yüksek bir ailede, tanınmış yazarlar, bilim insanları ve eğitimcilerden oluşan bir ailede büyür. Aldous’nun doğduğu yıllarda, Huxley ailesi ve akrabaları, Victoria İngiltere’sinde edebi ve felsefi odağındaki bir çevreye sahiptir.  

Annesi Julia Arnold kız çocuklarına eğitim veren bir okulun kurucusu ve 19. yüzyılın önemli şairlerinden Matthew Arnold’un yeğenidir. Matthew’ın babası Thomas Arnold da eğitim teorisi ve pratiği ile ilgili çalışmalar yapmış önemli bir eğitimci ve tarihçidir. Babası bir yazar, dergi editörü ve öğretmen, dedesi ünlü bir biyolog ve  ‘agnostik’ sözcüğünü ilk kullanıp yaygınlaştıran, Charles Darwin’in evrim teorisini geniş bir kitleye tanıtılmasında büyük katkısı olmuş bir kişidir.

Huxley, ailesindeki tüm erkek çocuklar gibi saygın hazırlık okulu olan Eton’a gönderilir. 1908 Yılında 14 yaşındayken annesi Julia’yı kanserden kaybeder. Ardından depresyona meyilli ağabeyi Trevenan intihar eder. 17 Yaşında keratit isimli bir göz hastalığı geçirir ve neredeyse görme yetisini tamamen kaybeder ve okulu bırakmak zorunda kalır. Geçirdiği bir ameliyat sonrası görme yetisi kısmen de olsa düzelir ve Oxford’daki Balliol Kolejine girer. Ancak körlük tehdidi Huxley’in peşini hayatı boyunca hiç bırakmazsa da 1916 yılında İngiliz edebiyatı bölümünü birincilikle bitirmeyi başarır.  

Huxley Lady Ottoline Morrell’in Oxford yakınlarındaki Garsington malikanesinde düzenlediği toplantılara devam ederken ekonomist John Maynard Keynes, romancı Virginia Woolf, eleştirmen Clive Bell (Bloomsbury gurubundaki üç kişi), Bertrand Russell ile tanışma şansı yakalar ve bu kişilerin fikirleri dünya görüşünü ve yazınını derinden etkiler. Oxford’dan mezun olduktan sonra, öğretmenlik yapmak için Eton’a geri döner, Fransızca öğretmeye başlar. Bir süre Durham yakınlarındaki bir kimyasal tesiste çalışır ki burada kazandığı deneyimi ileride Cesur Yeni Dünya’yı yazarken kullanacaktır. 1919-1921 yılları arasında zamanın en tanınmış yayınlarından biri olan Londra dergisi Athenaeum’da editör olarak çalışır, Vanity Fair ve Vogue dergilerine katkıda bulunur, 1924 yılından sonra da kendini tamamen yazılarına verir.  

İlk romanı olan Krom Sarısı’nı (Crome Yellow) 1921 yılında yayımlar ve bu romanı Cesur Yeni dünya romanı için bir giriş niteliği taşır. 1923 Yılında ikinci romanı Antik Saman’ı (Antic Hay), 1925 yılında üçüncü romanı Şu Kısır Yapraklar’ı (Those Barren Leaves), 1928 yılında da Ses Sese Karşı (Point Counter Point) romanı yayınlanır.

Cesur Yeni Dünya’nın yayımlanmasından hemen öncesinde BBC ye verdiği bir radyo röportajında toplumun ıslah edilmesi için bir entelektüel olarak elinden ne gelirse yapmaya hazır olduğunu söyleyerek, Darwin’in evrim teorisinden yola çıkılarak yaygınlaşan, insan ırkının ‘sağlıksız’ ve ‘kötü’ bireylerinin ayıklanması yoluyla istenmeyen niteliklerin düzeltilmesini amaçlayan bilim öjeni hareketine destek verir. 1929 Büyük Buhranının yol açtığı ekonomik bunalım ve işsizlik, İngiltere’de öjenizm düşüncesinin yeniden canlanmasına neden olur ve artan işsizlik ve yoksulluğun sorumluluğunu ırkın yozlaşmasına bağlama eğilimi artar. 1934 Yılında İsveç ve Almanya, zorunlu kısırlaştırma kanunu uygulamaya sokar.

Huxley, 1936 yılında II. Dünya Savaşı arifesinde pasifizmi teşvik eden Gazze’deki Kör (Eyeless in Gaza)adlı romanını yayınlar. 1937 Yılında, ailesiyle birlikte A.B.D.’ine taşınır. II. Dünya Savaşı’ndan sonra vatandaşlık başvurusunda Amerika’yı savunmak amacıyla silaha sarılacağını söylemediği için başvurusu reddedilir. Kaliforniya’da mistisizm araştırmalarına yönelir. 1953 Yılında genç bir psikiyatrist arkadaşı Humprey Osmond’un gözetiminde, insanda algı ve gerçeklik kavramlarını değiştirme özelliğine sahip olan, çok kuvvetli psikolojik etkileri bulunan, Meksika yerlilerinin ‘peyote’ adını verdiği kutsal bitki,  ‘meskalin’ ismindeki çok güçlü uyuşturucuyu dener. Sonrasında yaşadıklarını Algının Kapıları kitabında anlatır ve ona göre beynimiz sürekli olarak bizleri şartlandırmakta ve görüp hissettiğimiz her şey bu algının kapılarından, yani bir nevi sansürden geçmektedir. Bir döneme damgasını vuran ve bir kuşağın adeta kutsal kitabı haline gelecek olan Algının Kapıları 1954 yılında yayınlanır. Kitap ismini İngiliz şair William Blake’in (1757-1827) ‘Cennet ve cehennemin evliliği’ isimli şiirinde bulunan “bizi gerçeklerden ayıran algının kapılarıdır,” dizesinden esinlenilerek koyulmuştur.

İlerleyen dönemde geçimini sağlamak için Hollywood için Jane Eyre, Aşk ve Gurur ve Alice Harikalar Diyarında gibi klasiklerin film versiyonları için senaryolar yazar.  1959 Yılında İngiliz hükümeti tarafından kendisine şövalye unvanı verilmesi teklifini kraliçenin önünde eğilmeyi kabul etmediği için reddeder. 1960 yılında Huxley’e boğaz kanseri teşhisi konur. 22 Kasım 1963’te kanseri iyice ilerlemiş durumdayken ve konuşamaz haldeyken Huxley yazılı olarak eşinden kendisine 100 mg LSD enjekte etmesini ister. Karısı Huxley’in dediğini yapar ve birkaç saat sonra Huxley hayata veda eder.

Cesur Yeni Dünya’da Dünya Devleti’nin siyasal programı toplumcu, özdeşçi ve dengecidir.   Toplumcudur çünkü vatandaşların birbirleriyle barış içinde, sadece devlete hizmet etmek için yaşamaktadırlar. Özdeşçidir çünkü değişik toplumsal gruplar içinde yer alan her birey, bu gruplar içindeki herkesle tamamen aynı durumda olması gerekmektedir. Dengecidir çünkü vatandaşların emirlere itaat etmeleri ve tatmin edilmeleri gerekmektedir. Yaratılan bu toplumda gruplar kendi arasında yarıştırılmaktadır. Toplumda yaşayan herkesin, içinde bulunduğu şartları ve düzeni kabul etmesi, düşünmemeli ve her koşulda mutlu olmaları için soma adı verilen bir uyuşturucu kullanarak rahatlamalıdırlar.

“Cesur Yeni Dünya’da soma alışkanlığı kişiye özel, kötü bir alışkanlık değildi; politik bir kurumdu. Haklar Sözleşmesi tarafından garanti altına alınmış Yaşam, Özgürlük ve Mutluluk Arayışı’nın bizzat özüydü. Ama uyrukların devredilmez ayrıcalıklarının bu en değerlisi, aynı zamanda diktatörün cephaneliğindeki en güçlü yönetim araçlarından biriydi.”

“Devlet’in yararına (ve bu arada, tabii ki, kendi zevkleri için) sistemli olarak uyuşturucu almaları Dünya Denetçileri’nin politikasının ana direklerinden biriydi. Günlük soma istihkakı kişisel uyumsuzluk, sosyal huzursuzluk ve yıkıcı düşüncelerin yayılmasına karşı bir sigortaydı. Din, demişti Karl Marx, halkın afyonudur; Cesur Yeni Dünya’da bu terse çevrilmişti. Afyon, daha doğrusu soma, halkın diniydi. Din gibi uyuşturucunun da teselli ve telafi etme gücü vardı, daha iyi olan başka bir dünyanın hayallerini hatıra getirir, umut verir, inancı güçlendirip iyiliği ödüllendirirdi.”

Bu toplumda cinsellik Freud dediği gibi insan mutluluğu için gereklidir ve sınırsızca kullanılmaktadır.  Dünya Devleti’nde kast sistemi, koşullu davranışın varlığı ve kişisel özgürlüğün eksikliği savunulmaktadır. Bunlar, kalıcı bir mutluluğa yol açtığı için en yüksek sosyal erdem olan sosyal istikrarı elde etmek için ödemeye değer bir fiyat olarak kabul edilmiştir.

Temelleri 20.yy ın başında atılan 2500 yılının dünyasında çalışanlar/tüketenler, itaat edenler, denetlenenlerle, Eski Dünya’dan kalan, eski değerlere bağlı ama açlık ve sefillik içinde yaşayanlar olarak ikiye ayrılacağı öngörüsünde bulunulmaktadır. Yeni Dünya Sistemi’nin yanında, elektrikli tellerle çevrilmiş olan Vahşi Ayrı Bölgesi olarak adlandırılan topraklarda ise, ıslah edilmeye bile layık görülmeyen insanlar, insani olmayan koşullarda yaşamakta, bu bölgede hâlâ evlilik, doğal doğum, aile hayatı ve din ‘uygulanmaktadır’. Bu öngörüler bilimsel ilerlemenin insanlık dışı yönleri ve kapitalizmin geleceğiyle ilgili tahminler ki barış ve adalet bu yeni dünyada da yoktur. Yine bu yeni dünyada kadınlar için fiili eşitlikten bahsetmek mümkün değildir. Vahşi Ayrı Dünya’da, Yeni Dünya Sisteminden gelen Linda erkeklerle ilişkisi yüzünden fahişe olarak adlandırılmaktadır. Bu bölgede kutsal tek eşlilik sözlerine rağmen, bunlara uymayan erkeklerdir ki böylelikle aile kurumu ve Viktoryan ahlakının ikiyüzlülüğüne gönderme yapılmaktadır.

Cesur Yeni Dünya’da betimlenen toplum bir dünya devletidir; bu devlette savaş ortadan kaldırılmıştır ve yöneticilerin birinci amacı ne pahasına olursa olsun uyruklarını sorun çıkarmaktan alıkoymaktır. Bunu (diğer yöntemlerin yanı sıra) belli bir derecede cinsel özgürlüğü meşrulaştırarak başarırlar; bu cinsel özgürlük de Cesur Yeni Dünyalıları yıkıcı (veya yaratıcı) duygusal gerilimlerin her türlüsüne karşı neredeyse güvence altına alır.

Cesur Yeni Dünya’da en büyüleyici yapıdaki aralıksız eğlenceler toplumsal ve politik durumun gerçekliklerine çok fazla dikkatlerini yöneltmekten insanları alıkoymak için, kasten politika araçları olarak kullanılmaktadır.

Huxley’in 1958 yılında yayınladığı Cesur Yeni Dünya’nın gözden geçirilmiş baskısı için yazdığı metinde düşüncelerindeki değişimi ve Hindu Vedanta’ya dönüşümünün yansımalarını yer alır. Bu kitapta, aşırı nüfus, nicelik nitelik, ahlak, aşırı örgütlenme, demokratik bir toplumda propaganda, diktatörlük altında propaganda, satış sanatları, beyin yıkama, kimyasal ikna, bilinçaltı ikna,  hipnopedi, özgürlük eğitimi başlıklarına yer vererek, insanlığın içinde bulunduğu bu gerçeklik karşısında ne yapılabilir sorusuna ilişkin düşüncelerine yer verir.

1958 Tarihli bu metinden alıntılarsak;

 “İstenmeyen davranışın cezalandırılması yoluyla kontrol, uzun vadede, istenen davranışın ödülle pekiştirilmesi yoluyla kontrolden daha az etkilidir ve korku yoluyla yönetmek, çevrenin, düşüncelerin ve tek tek bireylerin duygularının şiddetsiz manipülasyonu yoluyla yönetmekten, bir bütün olarak, daha az işe yaramaktadır”.

“Nüfus baskısı sorunu çözülmediği için bizim tüm diğer sorunlarımızı da çözülmez hale getirecektir. Daha da kötüsü, bireysel özgürlük ve demokratik yaşama biçimine ilişkin toplumsal görgünün olanaksız, neredeyse düşünülemez olacağı koşullar yaratacaktır.”  “Nüfus aşırılığı, ekonomik güvensizliğe ve toplumsal huzursuzluğa götürür.”

“Huzursuzluk ve güvensizlik, merkezi yönetimlerin daha çok denetimine ve güçlerinin artışına götürür. Anayasal geleneğin yokluğunda, bu artan güç muhtemelen diktatörce kullanılacaktır.” “Bundan yirmi yıl sonra, dünyanın bütün az gelişmiş ve aşırı nüfuslu ülkeleri bir tür totaliter yönetimle yönetilecektir.” “Gelecekteki diktatörün uyrukları, iyi eğitim almış bir Toplum Mühendisleri ordusunca, ağrısız acısız, denetim altında tutulacaktır.”

“ Halkın beşte dördünün günde 2000 kaloriden az aldığı ve sadece beşte birinin yeterli beslendiği az gelişmiş ve aşırı nüfuslu bir ülkede, demokratik kurumlar kendiliğinden gelişir mi?

“Toplu üretim daha verimli hale getirildikçe, gitgide daha karmaşık ve pahalı olmaya yönelmektedir –dolayısıyla da kısıtlı araçları olan girişimci için daha erişilmez olmaya. Ayrıca, toplu üretim, toplu dağıtım olmadan işleyemez, ancak en büyük üreticilerin tatmin edici biçimde çözebileceği sorunlar doğurur. Toplu üretim ve toplu dağıtımın dünyasında Küçük Adam, eldeki yetersiz sermaye stokuyla, büyük bir dezavantaja sahiptir.”

“Örgütlenme kaçınılmazdır; çünkü özgürlük, sadece özgürce iş birliği yapan bireylerin oluşturduğu, kendi kendini düzenleyen bir toplulukta doğar ve ancak böyle bir toplulukta anlamlıdır. Fakat kaçınılmaz olmasına karşın, örgütlenme ölümcül de olabilir. Gereğinden fazla örgütlenme, erkekleri ve kadınları otomatlara dönüştürür, yaratıcı ruhu boğar ve tam da özgürlüğün olabilirliğini lağveder. Her zaman olduğu gibi, tek güvenli yol ortada, terazinin bir kefesindeki bırakınız yapsınlar ile diğer kefesindeki toptan denetim arasındadır.”

 “Kitle iletişimi ne iyi ne de kötüdür; sadece bir güçtür, tüm diğer güçler gibi, iyiye de kullanılabilir, kötüye de. Bir şekilde kullanıldıklarında, basın, radyo ve sinema demokrasinin hayatta kalabilmesi için zorunludur. Öbür şekilde kullanıldıklarında diktatörün cephaneliğindeki en güçlü silahlardır.”

“Adil bir şans verildiğinde, insanlar kendilerini yönetebilirler ve kendilerini, daha az mekanik bir verimlilikle olsa da “kendi iradelerinden bağımsız otoriteler” tarafından yönetilebileceklerinden daha iyi yönetirler. Adil bir şans verilirse, diye tekrar ediyorum; çünkü adil şans olmazsa olmaz bir ön koşuldur. Bir zorbanın yönetimindeki kölelik halinden, birdenbire, hiç alışılmadık bir politik bağımsızlık haline geçen hiçbir halkın demokratik kurumları işletmek için adil bir şansa sahip olduğu söylenemez. Yine, güvenilmez ekonomik koşullardaki hiçbir halk, kendisini demokratik biçimde yönetebilmek için adil bir şansa sahip değildir.” “Aşırı nüfus ve aşırı örgütlenme, bir toplumun demokratik kurumları verimli biçimde işletmek için adil şansını elinden alan iki koşuldur.”

“Endüstri genişledikçe, artan insan sayısının gitgide daha büyük bir kısmını büyük şehirlere çekmektedir. Şehir hayatı anonimdir ve adeta soyuttur. İnsanlar, eksiksiz kişilikler olarak değil, ekonomik işlevlerin cisimleşmiş halleri olarak ya da işte olmadıkları zamanlarda sorumsuz eğlence avcıları olarak birbirleriyle ilişki kurarlar. Bu tür hayata boyun eğmiş olarak, bireyler kendilerini yalnız ve önemsiz hissetmeye meylederler. Varoluşları önem ve anlam taşımaz olur.”

 “Yakın tarihin defalarca gösterdiği üzere, oy kullanma hakkı tek başına özgürlüğün güvencesi değildir. Dolayısıyla, halk oylaması yoluyla diktatörlükten kaçınmak istiyorsanız, modern toplumun devasa, makineyi andıran topluluklarını gönüllü olarak iş birliği yapan, Büyük İş ve Büyük Hükümet’in bürokratik sistemleri dışında işleyen gruplara bölün.”

“Eğer bireyler ve tüm toplumun manevi olarak yoksullaşmasından kaçınmak istiyorsanız, metropolü terk edin ve küçük kır topluluğunu canlandırın ya da alternatif olarak mekanik örgütlenmeler ağı içinde, bireylerin uzmanlaşmış işlevlerin bedenlenişleri olarak değil, tam kişiler olarak görüşüp iş birliği yapabildikleri küçük kır topluluklarının şehirli mukabillerini yaratarak metropolü insancıllaştırın.”

“Demokratik toplum; iktidarın kötüye kullanıldığı ve bu nedenle devlet görevlilerine ancak sınırlı bir miktarda ve sınırlı bir süre için teslim edilebileceği önermesine sadık toplumdur.”

Did you find apk for android? You can find new Free Android Games and apps.
Share.

Comments are closed.