17-23 Agustos 2010 – Küresel Bak Bülteni

0
Want create site? Find Free WordPress Themes and plugins.

Dünyadan Haberler

ABD Irak’ı kaderine terk ediyor / Radikal – 17.08.2010

Savaşan Amerikan askerlerinin Irak’tan ayrılmasının ardından onlara yardım eden 10 bin asker de ay sonunda ülkeyi terk ediyor. Irak’ta artık yalnızca güvenlik güçlerini eğitip yetiştirecek, Amerikalıları koruyacak birlikler görev yapacak.

Amerikan ordusunun 20 Mart 2003’te 250 bin askerle işgal ettiği Irak’ta dün sembolik bir gün yaşandı. ABD Başkanı Barack Obama’nın kararıyla ay sonuna kadar Irak’tan tamamen çekilecek olan Amerikan ordusunun son muharip askerleri de dün (planlanandan erken) ülkeyi terk etti.

Yani Irak’ta savaşan asker kalmadı. Muharipleri destekleyen 10 bin asker ise, ay sonuna kadar ülkeden çıkacak. Eylül 2010 itibariyle Irak’ta yalnızca 50 bin Amerikan askeri kalacak. Bunların görevi 16 ay boyunca Irak askerlerini eğitmek ve ülkedeki diplomatik temsilcileri korumak olacak. Irak’taki son Amerikan askeri 2011 sonunda ülkeden ayrılacak. Amerikan ordusunun ülkeden çıkışı bazı Iraklılar tarafından eleştiriliyor. Eski Başbakan Yardımcısı Tarık Aziz, geçtiğimiz günlerde hapisten yaptığı açıklamada, “Irak’ı kurtlara atıyorlar” dedi.

‘Bizi bırakmayın’

Irak Genelkurmay Başkanı Babekir Zebari ise, 12 Ağustos’ta yaptığı bir konuşmada, “ABD ordusu, Irak güvenilk güçleri hazır olana kadar, yani 2020 yılına kadar kalmalı” diyerek Amerikan yönetimine, “gitmeyin” dedi. Ancak Amerikalılar ülkede bundan böyle varlıklarını yalnızca diplomatik ofisleri aracılığıyla devam ettireceklerini söylüyor.

ABD’nin Bağdat Büyükelçisi Chritopher Hill’in, yerine gelecek olan James Jeffrey’yi ya da yeni Irak hükümetinin kurulmasını dahi beklemeden geçen hafta ülkeyi terk etmiş olması Amerikalılar’ın diplomasi alanında bile ülkede olup bitenlerle çok ilgilenmedikleri yorumlarını beraberinde gitiriyor. Zaten Obama yönetiminin Irak yerine Afganistan’daki savaşa öncelik verdiği de sır değil.

Irak’ta Hükümet Kurma Çalışmaları Kesildi

Öte yandan Irak’ta 7 Martta yapılan seçimlerin ardından hükümet kurma çalışmaları hala devam ederken, İyad Allavi’nin Irakiye Listesi ile Başbakan Nuri El Maliki’nin Hukuk Devleti İttifakı arasındaki müzakerelerin kesildiği bildirildi.

Irakiye Listesi Sözcüsü Maysun Damaluci, yaptığı açıklamada “Hukuk Devleti İttifakı ile müzakereleri kestik. Bunun nedeni de Maliki’nin televizyona verdiği bir demeçte Irakiye Listesinin Sünni olduğunu söylemesidir. Biz Sünni değiliz. Projemiz ulusaldır” ifadesini kullandı.

Sözcü, Maliki’den özür beklediklerini, özür dilemezse müzakerelere devam etmeyeceklerini kaydetti.

Seçimlerin üzerinden 5 ay geçmesine rağmen, Iraklı partiler hala hükümeti oluşturacak koalisyon konusunda bir anlaşmaya varabilmiş değil. Seçimlerin galibi olan Allavi, Sünniler tarafından desteklenen laik bir programı savunuyor ve hükümeti kurma görevinin kendi hakkı olduğunu söylüyor.

Zebari ABD ve Türkiye’yi suçladı

Hürriyet – 18.08.2010

Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari, Barack Obama başkanlığındaki ABD’nin ve AK Parti yönetimindeki Türkiye’nin, Irak başta olmak üzere Ortadoğu politikasının “kaygı verici olduğunu” iddia etti.

Zebari, İtalyan gazetesi Corriere della Sera’da bugün yayımlanan demecinde, “Irak’ta vahim bir iktidar boşluğu var. Bu, bizi terk eden Obama’nın suçu. Komşu ülkeler, bizim siyasetimize müdahale ediyor” dedi.

Zebari, son dönemlerde Washington yönetimini sürekli uyarmaya çalıştığına da değinerek şunları ifade etti: “Irak’ta son derece tehlikeli bir iktidar boşluğu yaratılıyor. Amerikalılar gidiyor, İranlılar, Türkler, Suriyeliler ve de başkaları geliyor. İstikrarı bozucu müdahaleler çoğalıyor ve komşularımızın her biri söz sahibi olma uğraşında. Bu bizim geleceğimiz açısından dev bir sorun. Sadece bizim geleceğimiz açısından da değil. Son zamanlarda bunu Washington’a defalarca anlatmaya çalıştım: Afganistan’ı kaybederlerse, bir ülke kaybetmiş olurlar, ama Irak’ı kaybederlerse, tüm Ortadoğu’yu kaybederler. Bunu anlayabildiklerini sanmıyorum.”

Zebari, demecinde son dönemlerde bölgede Türkiye’nin aktif bir dış politika izlemesini de eleştirdi.

Zebari’nin, “Türkiye’de dindar kesimlerin güçlenmesini nasıl değerlendirdiğine” ilişkin soruyu yanıtlarken, “Bu ciddi bir sorun. Türkler son zamanlarda Lübnan, Suriye, Gazze ve Irak’a giderek daha agresif biçimde müdahale ediyorlar. Aldıkları sonuçlar yetersiz. Ama daha önce görülmemiş biçimde faal vaziyetteler. Samimi olmam gerekirse, bunun (bir karşı dengeyle) dengelenmesi gerektiğini düşünüyorum” demesi dikkati çekti.

Bush Kararlı Biriydi

Irak’ta 2003’ten bu yana Dışişleri Bakanı olarak görev yapan 57 yaşındaki Zebari, eski ABD başkanı George Bush ile şimdiki başkan Obama’yı karşılaştırmasının istendiği soruyu da şu ifadelerle yanıtladı: “Bush kararlı biriydi, Karar veriyor, icraata geçiyordu. Hoş karşılanmama ya da hata yapma pahasına da olsa, icraata geçiyordu. Obama döneminde ise girişimler yarı yolda kalıyor. İsrail-Filistin müzakerelerinde de, Lübnan’da da bir ilerleme kaydedilmiyor. Afganistan’da, Pakistan’da işler kötü gidiyor. Büyük bir seferberliğe karşın, ortada başarı göremiyorum”.

Zebari, İran’ın nükleer santrallerine olası bir saldırı durumunda Irak’ta ABD çıkarlarına darbe indirme olasılığı konusunda ise, “Bence bu tehlike geride kaldı. Eylül başından itibaren ülkemizdeki ABD askerlerinin sayısı 50 bine inecek. Bunlar da bizim güvenlik güçlerimizi eğitecek olan askerlerden ibaret” dedi.

Ardında, iç savaşbıraktı

Açık Gazete – 20.08.2010

Independent’in tecrübeli Ortadoğu muhabiri Robert Fisk, Irak’tan muharip birliğini çeken ABD için “İşkence, yolsuzluk, iç savaş… Amerika Irak’ta izini bıraktı” yorumunu yaptı.

Irak’taki son muharip Amerikan askerleri dün, daha önce belirlenen takvimden yaklaşık iki hafta önce çekilmişlerdi.

Independent bugün “Irak’a elveda” manşetiyle ABD’nin Irak’tan çekilme sonrasındaki panoramasını yayınladı.

Gazetenin tecrübeli Ortadoğu muhabiri Robert Fisk, Irak’tan muharip birliğini çeken ABD için “İşkence. Yolsuzluk. İç Savaş. Amerika Irak’ta izini bıraktı” yorumunu yaptı.

Fisk, Amerikalıların, Saddam Hüseyin’in zalimce yönetimine karşın Sünnilerle Şiilerin birlikte yaşadığı bir ülkeyi, Irak’ı, mezhep temelinde böldüklerini yazdı.

“Şiiler her zaman bu yeni ‘demokrasinin’ hakimi olacak. Amerikan askerleri İran’a, 1980-1988 yılları arasında Saddam Hüseyin’e karşı giriştiği korkunç savaşta istediği zaferi verdi.” diyen Fisk, yazısını şu sözlerle noktaladı:

“Amerikalılar şimdi bu hikayeyi yeniden yazmakla meşgul. Belki bir milyon Iraklı öldü… Amerikalılar geldiler, gördüler, kaybettiler ve şimdi kazandıklarını söylüyorlar. İç karartan ülkelerinde günde altı saat elektrikle yaşamlarını sürdüren Araplar ise, bir daha bunun gibi bir zafer kazanmamayı umuyor olmalı.”

Irak’ta iç savaş korkusu başladı

InternetHaber – 22.08.2010

ABD, Irak’tan çekiliyor ancak bu kez de ülkeyi iç savaş korkusu yaşıyor. Bölge uzmanları ise bu korkuya hak veriyor!

ABD’li yetkililer, ülkelerinin Irak’taki muharip güçlerini çekmesinden sonra, askerlerin öncülüğündeki ABD-Irak ilişkilerinden, sivillerin öncülüğündeki normal ilişkilere doğru 3-5 yıllık bir geçiş dönemi öngörüyor. Ancak Ortadoğu uzmanı Pollack, Irak’ta iç savaş çıkmasının olası olduğunu ifade ediyor.

AP’nin haberine göre Başkan Barack Obama yönetimi yetkilileri, bu geçiş dönemi için ülkede bulundurulacak diplomatların, bu amaca yönelik iyi bir hazırlık içerisinde bulunduklarını belirtiyor.

Sayıları 300 dolayında olan bu küçük diplomat ordusunun, geçiş döneminde karşı karşıya bulunduğu önemli görevler arasında, hükümetin kurulması çalışmalarında siyasetçiler arasında ortaya çıkan derin görüş ayrılıkları, Arap-Kürt toprak anlaşmazlıkları, yabancı sermayenin çekilmesi, hükümet hizmetlerinin yaygınlaştırılması, ABD-Irak ilişkilerinin normalleştirilmesi yer alıyor.

ABD’nin Bağdat’tan yeni ayrılan Büyükelçisi Christopher Hill bir açıklamasında, Irak’ı parlak günlerin beklediğini ancak önemli sorunlardan birinin “Sünni-Kürt-Şii gerginliği” olduğunu, bu gruplar arasında bir “güvensizlik dağı” bulunduğunu ifade etti.

ABD’nin Irak’a atanan Türkiye Büyükelçisi

ABD’nin Irak’taki diplomat ordusunun başında ise, ABD’nin Türkiye Büyükelçiliğinden, Irak Büyükelçiliğine atanan James Jeffrey olacak. Küçük diplomat ordusunun güvenliği ABD Dışişleri Bakanlığının sorumluluğunda olacak ve bu güvenlik, yaklaşık 7 bin kişilik özel güvenlik birimince sağlanacak. Bu özel güçler, Ekim 2011’den itibaren Irak polisinin eğitimine de destek verecek.

Öte yandan ABD’nin muharebe operasyonlarını resmen Iraklı güçlere devredeceği 31 Ağustostan sonra ülkede kalacak olan 50 bin asker de, Irak güvenlik güçleri için danışmanlık ve eğitim verecek, diplomatlar için güvenlik ve ulaşım sağlayacak. Bu güçler de 31 Aralık 2011’de ülkeden tamamen çekilmiş olacak.

Geçiş dönemi uzayabilir

“Center for Strategic and International Studies”den Anthony Cordesman, ise geçiş döneminin 10 yıla kadar uzayabileceğini savunuyor. Cordesman, bu dönemin başarıyla geçirilmesinin, etkili ve birlik içerisinde bir Irak hükümetiyle Irak güvenlik güçlerinin oluşturulabilmesinden geçtiğini belirtti.

Cordesman, ABD muharip güçlerinin çekilmesinden sonra, daha önce sağlanan ilerlemelerin durup durmayacağının veya tersine dönüp dönmeyeceğinin, bu alanlardaki başarıya bağlı olacağını kaydetti.

Brookings Institution’ın Orta Doğu Direktörü Kenneth M. Pollack da şüphe duyanlardan…

Pollack, ABD yönetiminin, Irak’ta karşı karşıya bulunduğu güçlükleri hafife aldığını ileri sürüyor.

Pollack, “Amerikalıların büyük çoğunluğunun yaptığı hatalardan biri, Irak’ın yeniden iç savaşa yuvarlanmayacağını düşünmeleri. Oysa gelişmeler kolayca bu yöne gidebilir” dedi.

Yeryüzündeki iç savaşların yarısının, sonradan yeniden patlak vermiş olduğunu dikkati çeken Pollack, bunun Irak’ta da olmayacağını düşünmenin hata olacağını kaydetti.

Pollack, ABD Dışişleri Bakanlığının bu ülkede polisin eğitiminden, karmaşık kalkınma problemlerine, örneğin içme suyu projeleri gibi sorunlarla ilgilenecek olmasının, aslında bu bakanlığın genleriyle bağdaşmadığını savunarak, “başarısızlık” ihtimaline dikkati çekti.

Asker gidiyor taşeron kalıyor

Hürriyet – 20.08.2010

Irak’ta ‘Yeni Şafak’: 7.5 yıllık işgalin ardından dün son ABD muharip askerlerinin çekildiği Irak’ta güvenlik taşeronlara devrediliyor. 1 Eylül itibariyle Irak’ta Özgürlük Operasyonu son bulacak yerine “Yeni Şafak” Operasyonu başlayacak. Kuzey Irak’ta iki karakol: Irak’ta kalan 50 bin ABD’li asker, 2011 Ekim’e kadar Irak’a destek verecek. Sonrasında 7 bin özel güvenlik görevlisi, Amerikan çıkarlarını koruyacak. Kuzey Irak’ta ise peşmerge-Arap çatışmasına karşı iki karakol kurulacak.

ABD Başkanı Barack Obama’nın bu ay sonuna kadar muharip operasyonlara son verme politikası kapsamında 40 bin kişiden oluşan son muharip birlik dün Irak’tan Kuveyt sınırları içine sevinç çığlıklarıyla girerken ülkede yeni ve belirsiz bir dönem başlıyor. Ülkede Irak ordusunu eğitmek için kalan ve 2011 ekim ayı sonunda çekilecek 56 bin asker artık sadece kendilerini korumak için ya da Irak devletinin talebiyle askeri faaliyette bulunacak. “Peki onlar da çekildiğinde ne olacak” sorusuna New York Times Gazetesi’ne hükümetin konuyla ilgili planını anlatan yetkililer cevap verdi. Plana göre, son Amerikan askeri de Irak’tan çıktığında Dışişleri Bakanlığı Irak polisinin eğitimini üstlenecek. Bu görev de büyük oranda taşeronlarca gerçekleştirilecek.

En gergin bölge Kuzey Irak

Kuzey Irak’ta etnik ve mezhepsel gerilim nedeniyle Kürt Peşmergelerle Irak ordusu arasında olası bir çatışmayı önlemek için ise iki yeni 100 milyon dolarlık karakol kurulması öngörülüyor. ABD Dışişleri Bakanlığı, El Kaide ve İran destekli çok sayıda militandan ülkedeki sivilleri korumak için özel güvenlik görevlilerinin sayısını ikiye katlayarak 7 bine çıkarmayı planlıyor. Taşeronlar ordu gibi hareket edecek. Dışişleri Bakanlığı ayrıca daha önce sivil ölümlerine adı karışan Blackwater gibi özel güvenlik şirketlerine karşı hassasiyeti göze alarak güvenlik taşeronlarının hiçbir bağışıklığı olmadığını, dışişleri yetkililerince gözleneceklerini ve Irak hükümetince kayıt altına alınacaklarını vurguluyor.

18’inde geldi 25’inde döndü

Er Luke Dill, 2003’te Irak’a giren ilk askerlerden biriydi. 18 yaşındaydı. Bindikleri Humvee araçların altını çelik yelekle kaplamışlardı. Bombalara dayanıklı Stryker zırhlı araçla Irak’ı terk eden Çavuş Dill (25), Irak’ta görev aldığı için onur duyduğunu söylüyor.

Basına karartma uygulandı

Bağdat’ın yakınlarındaki Özgürlük ve Taji Kampı’ndaki 4’üncü Stryker Tugayı ve 2’nci Piyade Bölüğü, 360 aracı ve 1200 askeriyle 600 km’lik yolu iki günde kaydetti. Askerlere, tıpkı ülkeye girerken olduğu gibi yine iliştirilmiş basın mensupları eşlik etti. Konvoya yönelik saldırı riskini asgaride tutmak için basın askerler Kuveyt sınırına yaklaşıncaya kadar yayınlarını geciktirdi.

ABD’nin özel ordusu

Kale gibi 5 binada üstlenecek bu özel birlikler radarla düşmanın roket saldırılarını bildirecek, yol kenarına yerleştirilmiş bombaları arayacak, insansız keşif uçakları uçuracak hatta zor durumdaki sivillere yardım etmek için acil tepki güçleri oluşturacak.

Devlet Kendine Yakışanı Yapmıştır

Taraf – 20.08.2010 / Arat DİNK

Devletin AİHM savunmasında şaşırtıcı bir şey yok. Bize tek araç “söz” kaldı. Sözümüze de göz diktiler. Diyorlar ki “Devlete katil deme”. Olur. Seri Katil.

Devlet ve katiller arasındaki benzerlik, savunmalarındaki benzerlikten ibaret değildir. Savunmaların benzerliği, aralarındaki benzerliğin sebebi değil tam tersine sonucudur. Dahası aralarındaki ilişki benzerlikten çok aynılıkla açıklanabilir. Bu açıdan bakıldığında, devletin AİHM savunmasında şaşırtıcı bir şey yok. Peki ilginç olan ne? AKP hükümeti demokrasiyi bolca vurgulayan bir hükümet ya herhalde ondan ilginç geldi. Başka alanlarda demokrat olup olmadığı bu yazının konusu değil ama Hrant Dink cinayeti konusundaki notunu hâlâ veremeyenlere bu savunmanın şaşırtıcı gelmesi de gayet normal.

Türkiye’de demokrasi mücadelesi büyük oranda, katı koyu bir sıvıda boncuk arama performansı gerektiriyor kuşkusuz. Bu gerçek aklın bir ucunda her zaman tutulursa iyi olur. Eğer değiştirmeye güç ve/veya gönül yoksa maalesef o boncukları bulup, parlatıp, ortaya çıkarıp, boncukların bilinçli/bilinçsiz sahiplerini fazlasına teşvik etmekten başka da kısa vadede yapılacak pek bir şey yok. “Bak bu çok güzel oldu, bundan yapmaya devam et.” Elbette bunu yaparken kendi parlattığımız boncukların büyüsüne kapılmamak kaydıyla. Zira gözün karanlığa alışması gibi, boncuk ararken katı koyu sıvıyı görmez de olabiliriz. O durumda da daha koyu bir parça bize ilginç gelebilir.

Savunmanın gündeme gelmesi üzerine, bazı gazetelerde hükümeti edilgen bir konumda resmeden tuhaf kulis haberler yer aldı. “İşte demokrat denen Hükümet’in gerçek yüzü” diye ortaya atılan fırsatçılığa ne kadar karnımız toksa, “bu savunma hükümetin işi değil devletin işi” çevikliğine de o kadar tok. Kimse “devlet”in ne olduğunu, “hükümet”in ne olduğunu anlatma zahmetine girişmesin. Kaynakları aynı da olsa doğruya doğru derken, eğriye de eğri diyebiliriz.

Nihayet hükümet kanadından, savunmanın pek şık bulunmadığına ilişkin sahibi belli beyanlar da geldi. Hükümetin “ne şiş yansın ne kebap”, “hem ağlarım hem giderim” tavırlarına da “ya sabır” çekip duruyoruz. Milliyetçilikte de demokratlıkta da mangalda kül bırakmayan bir tutumla daha ne kadar demokratikleşeceğiz bilemem. Ancak mevcut bu kadar antidemokratik olunca herhalde ilerlemenin bu şekli bir süre daha devam edecek. Demokratlık mutlak bir değeri ifade ediyormuş gibi, yanlışların doğruları götürdüğü bir lüküs hayat düşü içerisinde de değiliz zaten.

Türkiye’de hükümetlerin tam anlamıyla iktidar olmadığını, hiç mecbur olmasak da, göz önünde bulundurabiliriz elbet. Ama bu, hükümetin bir güç sahibi olmadığı anlamına hiç gelmez ve bakılacak yer tam da o sahip olduğu gücün ne kadarını, nasıl kullandığıdır. Cinayetin hazırlık sürecindeki tutumu aymazlık idiyse bunu cinayetten sonraki süreçteki tutumuyla gidermeye çalışabilirdi. Sorumluların ortaya çıkarılıp yargılanması bir tarafa, ödüllendirilenlerini de gördük. Hasbelkader ortaya çıkmış olanları, yargılamamanın kendisi de bir ödüllendirmedir zaten. Mesela şimdi çok üzüldüğünden bahseden yetkililer, eminiz gözyaşlarını siler silmez söz konusu savunmayı yapanlarla ilgili bir işlem başlatmışlardır ve sonuçlarını da çok geçmeden açıklarlar. Samimi hislerin ne olduğu bizi ilgilendirmez, bu “samimi hisler” çok fazla dillendirilmezse memnun olacağız. Kanaat oluşturmak için, yapılanlar ve yapılmayanlar dışında bir yerlere bakacak halimiz yok.

Geçmişle yüzleşmekte zorsunanlar, bugünle yüzleşmeyi deneyebilirler. Bu cinayetteki devletin sorumluluğu yargılanmadan, “muasır medeniyet seviyesi” bir ham hayal olarak kalır. Evet, öylesine belleğimize işlendi ki bu vecizeler, dil oynamadan edemiyor. “Öteki”nden boşalacak o zehirli kanın yerini “kendi”yle barışarak doldurmanın Nazilikle benzerliğini açıklamak, bu yorumda imzası bulunan Hükümete düşer. Babamı tehdit eden vali yardımcısından boşalacak yeri, devletin güzide bünyesinde mevcut olan bir diğeriyle doldurmaya, o kadar zaman neyin engel olduğunu açıklamak da…

Savunmada aynı terane bolca döndürülüyor yine: “Koruma istememiş”miş. Siz dalga geçmeye devam edin. Tehditçisine “beni koru” demek babamızın meşrebine uygun değildir. Lafı dolandırmayalım, bu ülkede söz konusu kuvvetler halka hiçbir zaman ayrı olmamıştır. Onlar kendine ayrıdır. “Devlet” diyorsak, “devlet” ne demekse onu söylüyoruz. Yasamayı, yürütmeyi, yargıyı alın, bunlara bir de “devlet güdümlü medya” ve “devlet güdümlü sivil toplum kuruluşları”nı ekleyin, bütün bunları alıp boynumuza beşi bir yerde yapan egemen ideolojiyi de unutmayın. Devlet budur. Katil de budur. Şimdi bunların cinayette tek tek nasıl sorumlulukları olduğunu anlatamayacağım. Hâlâ anlaşılmamış bir şey kalmışsa, uygun bir vakit madde madde anlatırız. Diyorlar ki “Devlet deme”, yok “bir kısım de”, yok “derin de”. O kısmı neyse çıkar ortaya, sen söyle. O kısım tamamen ortaya çıkmadıkça bunun adı “devlet”tir.

Diyorlar ki “Devlete katil deme”, “dedirtmem”. “Ben devletim” diyen katilleri çıkar ortaya, onlara “sen devlet değilsin” de önce, sonra beni tashih edersin.

Rahip Santoro cinayetine bakıyoruz, öldürüldüğü güne kadar devletin emniyet teşkilatı “pontusçuluk”tan dinlemeye almış. Malatya’daki “misyoner cinayetleri”ne bakıyorsun, dava dosyasının yarısı maktuller hakkında devletin topladığı bilgilere ayrılmış. Babam hakkında fişler tutulmuş. Bunları bilmek için bu belgelere ihtiyacımız var mıydı? Misyonerlik faaliyetleri ve azınlıklar bu devletin güvenlik konsepti içinde birer tehdit kaynağı olarak ele alınmıyor mu? Geçmişe dönüp faili sözde meçhul cinayetlerin bütün kurbanlarına bakalım mı, ortak noktaları ne diye? Kürtlere yapılanlara bakalım mı? Yoksa birilerinin hidayete erip “devlet itirafçısı” olmalarını mı bekleyelim?

Bize tek araç “söz” kaldı. Sözümüze de göz diktiler. Diyorlar ki “Devlete katil deme”. Olur. Seri Katil.

Cumhurbaşkanı Gül ve Hrant Dink’in Kardeşi Hosrof Dink Buluştu

BİA Haber Merkezi – 20.08.2010

Cumhurbaşkanı Gül’le Hrant Dink’in kardeşi Hosrof Dink yaklaşık 20 dakika görüştü. Dink çıkışta “Çok özel konuları konuştuk. Bunlar acı paylaşımı ve dertleşmeydi. Hepsi bundan ibaret” dedi.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Hrant Dink’in kardeşi Hosrof Dink, İstanbul’da görüştü.

Görüşme Gül’ün daveti üzerine Tarabya Köşkü’nde saat 18:15 sularında başladı. Dink köşkte yaklaşık bir saat kaldı.

Dink, çıkışta “Cumhurbaşkanı’nın davetine teşekkür ediyorum. Çok özel konuları konuştuk. Bunlar acı paylaşımı ve dertleşmeydi. Hepsi bundan ibaret. Teşekkür ediyorum” dedi ve gazetecilerden soru almadı.

Gül de herhangi bir açıklama yapmadı.

19 Ocak 2007’de öldürülen gazeteci ve insan hakları savunucusu Hrant Dink’e Ceza Yasası’nın 301. maddesinden ceza verilmesini Dink ailesi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşımış, Türkiye davada Dink’i bir Nazi lideriyle karşılaştırmışve Dink’i “nefret söylemi kullanmak”la suçlamıştı.

Bu savunmanın haberlere konu olmasının ardından, Gül, Azerbaycan’a giderken gazetecilerin sorularını yanıtlamış ve Dink cinayetinde “gerekli tedbirlerin” alınmadığını söyleyerek devletin olaydaki sorumluluğunu kabul etmişti. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu savunmayı sahiplenmemiş, içine sindiremediğini söylemiş, dalet Bakanı Sadullah Ergin de davanın savunulamaz olduğunu dile getirmişti. Eski AİHM yargıcı Rıza Türmen, bugün Milliyet’te yayınlanan yazısında, Türkiye’nin AİHM’deki Hrant Dink davasında yaptığı savunmayı eleştirdi; savunma yapmak yerine devletin kusurunu kabul etmesini önerdi. Türkiye’ye özür dilemesini de öneren Tüzmen ayrıca “”Her davada savunma yapmak gerekmez. Bazen savunma yapmak yerine, devletin kusurunu kabul etmesi hem moral, hem de hukuk açısından daha doğru olabilir” diye de yazdı.

Diyarbakır’daki STK’lar: Sürecin devamı için operasyonlar durdurulsun

Firatnews.com  – 18.08. 2010

Diyarbakır’da 145 sivil toplum kuruluşu (STK) yaptıkları ortak açıklama, KCK’nin eylemsizlik kararı ardından bu sürecin devam etmesi için öncelikle operasyonların durmasını istedi. STK’lar çözüm için kendisini taraf olarak gören hiçbir kesimin dışlanmaması gerektiğini vurguladı.

Ortak açıklama yapan 145 sivil toplum kuruluşu eylemsizlik sürecinin devam etmesi için gerekli koşulları açıkladı. Sümerpark Resepsiyon Salonu önünde yapılan ve AKP’ye yakınlığı ile bilinen kurum temsilcilerinin de altına imza attığı açıklamayı TİHV Diyarbakır Temsilcisi Sezgin Tanrıkulu yaptı. Basın açıklamasında, bölgenin sivil toplum örgütlerinin kısa bir süre önce, yaşanan çatışmaların sona erdirilmesi konusundaki görüşlerini kamuoyu ile paylaştıkları ve öncelikle silahların susması gerektiğini talep ettikleri hatırlatıldı.STK’lar, “Bu yönlü yapılan çağrılara PKK’nin yanıt vermiş olması sevindiricidir ve 20 Eylüle kadar sürecek eylemsizlik kararı aldığını kamuoyuna açıklamıştır. Türkiye’nin içinde bulunduğu bu dönemde PKK’nın ilan ettiği bu kararın Kürt meselesinin şiddet dışındaki barışçıl çözümüne büyük bir olanak yarattığı düşüncesindeyiz” dedi.

Sürecin Heba Edilmemesi İçin…

Açıklamada, “Çeyrek yüzyıldır süren bu çatışma ortamında birçok kez ateşkes ve eylemsizlik kararları alınmış, uzun dönemlere denk düşen bu süreçler sorunun özgürlükçü ve barışçıl çözümü bakımından devletin kurumları tarafından değerlendirilmemiş adeta heba edilmiş, ölümlerin meydana gelmesine ve sorunun daha da derinleşmesine neden olmuştur” denildi.

Bu sürecin bir kez daha heba edilmemesi için şu maddeler sıralandı:

1. Öncelikle eylemsizlik kararının alındığı bu dönemde bu süreci boşa çıkartacak operasyonlar yapılmamalı, sorunun yaratılacak güven ortamı içerisinde barışçıl ve özgürlükçü çözümüne zemin hazırlanmalıdır.

2. Bu sürece bütün Türkiye toplumu sahip çıkmalı, operasyonların yapılmaması konusunda toplumun bütün kesimleri ısrarcı olmalıdır.

3. Özgürlüğü ve eşitliği esas alacak çözüme, kalıcı bir ateşkese zemin hazırlayacak bu konudaki somut önerilere ön yargısız yaklaşılmalı, önerilerin aynı zamanda barışçıl çözüm zeminini güçlendireceği de gözden uzak tutulmamalıdır.

Talepler

STK’lar bu bağlamda daha önce yaptıklar açıklamalarda dile getirdikleri talepleri yeniden paylaştı:

1.Kürt siyasetçiler, seçilmiş belediye başkanları ve insan hakları savunucularına yönelik hukuka ve adalete aykırı, kamu vicdanını yaralayan uygulamalara son verilmeli, tutuksuz yargılanmaları sağlanmalıdır.

2. Siyasetin sorun çözücü işlevini yerine getirebilmesi için, bütün siyasal görüşlerin kendini rahatça ifade edebileceği bir siyasal partiler rejimine ihtiyaç vardır. Bu nedenle başta temsilde adaletsizliğe sebep olan seçim barajı kaldırılmalı veya makul bir seviyeye düşürülmeli siyasi partiler yasası yasaklardan arındırılmalıdır.

3. Kalıcı bir çözümü mümkün kılmak için diyalog süreci başlatılmalı ve bu süreçten kendini sorunun tarafı olarak gören hiçbir aktör dışlanmamalıdır. Sürecin nihai amacı olan çatışmaların tamamen sona erdirilmesi için sağlıklı bir diyalog ortamı oluşturulmalı, inisiyatif sahibi şahsiyet ve dinamiklerin önerileri önyargısız olarak tartışılabilmelidir.

Öncelikle Operasyonlar Durmalı

Bu sürecin devamı ve kalıcı hale gelmesinin öncelikle operasyonların durmasına bağlı olduğunu kaydeden STK’lar, “Bu sürecin sorumluluğu başta hükümet olmak üzere devletin diğer kurumları, Ana muhalefet partisi ve tüm siyasal partilerdir. Bu sorunun günlük siyasi çekişmelerin dışında ele alınmasını bu sürece tüm toplumun sahip çıkmasını ve katkı sunmasını bekliyoruz” diye belirtti.

Açıklamada son olarak, “Ayrıca biz aşağıda imzası bulunan sivil toplum örgütleri olarak, sorunun çözümü ve silahların bir daha kullanılmaması hususunda üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirmeyi belirtiyor ve bu konuda risk almayı taahhüt ediyoruz” ifadeleri kullanıldı.

Açıklamaya imza atan STK’lar:

5 Nisan Eşit Özgür Yurttaş Dayanışma Derneği, Bağlar Kadın Koop., Barış Anneleri İnisiyatifi, Bel-Çad-San, Belediye-İş, BES, Bölge Diş Hekimleri Odası, BTS, Büşak Derneği, DESOP, Ben-Bir-Sen, Memur-Sen, Eğitim-Bir-Sen, Çıra-Der, Bayındır-Memur-Sen, Kültür Memur Sen, Büro Memur Sen, Enerji Bir Sen, Birlik Haber Sen, Ulaştırma Memur Sen, Emekli Memur Sen, Toç Bir Sen, Sağlık Sen, Diyanet Sen, Ayder, Ceren-Der, Çevre Mühendisleri Odası, DTK, Dev Sağlık İş MYK, Diay-Der, Dicle Fırat Diyalog Grubu, Dicle Fırat Konut Yapı Koop., Dicle Kült. Snt Der, Dicle Siyasal Araştırma Vakfı, Düö-Der, DİKASUM, DİSİYAD, DİSK Bölge Tem., Diş Hekimleri Odası, Dives, Diyar-Tuhad-Der, Diyarbakır Barosu, Diyarbakır Çıra Derneği, Diyarbakır Esnaf ve Sanatkârlar Kredi Koop-Bölge Birliği, Diyarbakır Gazeteciler Cemiyetti, Diyarbakır Irak İşadamları Derneği, Diyarbakır Kent Konut Yapı Koop-Birliği, Diyarbakır Mermerciler Derneği, Diyarbakır Ticaret Borsası, DTSO, TOBB Genç-Kadın Girişimciler Kurulu, Diyarbakır Yapı İşadamları Derneği, DİYİAD, DKS Vakfı, Eczacılar Odası, Eğitim Sen, Elektrik Mühendisleri Odası, Engelliler Platformu, EPİDEM, Ergani Selis, ESM, Esnaf Sanatkarlar Bölge Birliği, Gençlik Kültür Merkezi, Genel-İş, Genel-İş-Tem, GÖÇ-DER, Gökkuşağı Kadın-Der, Gönül Köprüsü Der, Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti, GÜNSİAD, Haber Sen, Harb-İş, Harita Müh. Odası, Hasırlı Eşit Özgür Yurttaş Dayanışma Derneği, İHD Bölge Temsilciliği, İnsan ve Erdem Hareketi, İnşaat Müh. Odası, Jeofizik Müh. Odası Diyarbakır Temsilciliği, Jeoloji Müh. Odası, Kalkınma Merkezi Derneği, Kardelen, Kasaplar Odası, Kibele Kadın Koop., Kimya Müh. Odası, KURDİ-DER, Kürt Enstitüsü, Kürt Yazarlar Der, Lice Nujiyan Kadınevi, Liceliler Yardımlaşma Derneği, Maden Müh. Odası, Makine Müh. Odası, Mali Müşavirler Odası, MAZLUM-DER, Meya-Der, Meya Kadın Merkezi, Mimar Müh. Odası, MUSİAD, Nujin Kadın Mrk, OGSİAD, Özgür-Der, Per-Der, Pir Sultan Abdal Derneği, Sağlık İş, Sarmaşık-Der, Selis, SES, Silvanlılar Derneği, Siverekliler Derneği, SOHRAM, Sosyal ve Siyasal Araştırmalar Vakfı, Sur Eğitim Kültür-Der, Şarkiyat Derneği, Şehir Plancılar Odası, Tabipler Odası, Tarım Okran Sen, TEKGIDA İŞ Bölge Temsilciliği, TES İŞ 1 Nolu Şube, TES İŞ 2 Nolu Şube, TEZ KOOP, İŞ, TİHV, TİTAK, TOBB Genç Girişimciler, TOPLUM DER, TUHAFED, TUHAD DER, TÜM BEL SEN, Türk Pen Tem, Türk İş 7 Böl Tem., Türkiye Barış Meclisi Barış Girişimi, TZP Kurdi, Umut Işığı Kadın Koop., Veterner Hek. Odası, Yapı Yol Sen, Yol İş 1 Nolu Şube, Yol İş 2 Nolu Şube, Yunus Emre Eşit Özgür Yurttaş Dayanışma Derneği, Ziraat Müh. Odası, Ziraat Odası.

DTK Kürt Sorununda Çözüm İçin Beş Adımı Açıkladı

BİA Haber Merkezi – 23.08.2010

Demokratik Toplum Kongresi Eşbaşkanı Türk, PKK’nin eylemsizlik kararıyla askeri operasyonların durması gerektiğini söyledi; Kürt sorununun çözümü için atılabilecek beş adımı saydı; “Demokratik özerklik gönüllü birliktelik projesidir” dedi. DTK referandumda BDP’nin boykot kararını destekledi.

Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Diyarbakır’daki iki günlük Daimi Meclis toplantısında alınan kararları açıkladı. Açıklamayı DTK Eşbaşkanı Ahmet Türk okudu.

Türk’ün konuşmasından öne çıkan bölümler şöyle.

Operasyonlar dursun: PKK’nin eylemsizlik kararının toplumsal barışa tarihi bir fırsat sunduğu inancındayız. Bundan sonra biz taleplerimizi hükümete iletmek zorundayız. Bir kez daha askeri ve siyasi operasyonları fiili olarak durdurmaya çağırıyoruz.

Eylemsizliğe yanıt verilmeli: Bölgedeki sivil toplum kuruluşlarının devlet ve hükümeti adım atmaya zorlayacak yol izlemeleri gerektiği açık. Kardeş kanının dökülmemesi için Türkiye halkını da Kürt halkı gibi barışı sahiplenmeye, savaşa karşı çıkmaya çağırıyoruz. Eylemsizliğe yanıt verilmez, ölümler devam ederse, bizim bir kez daha eylemsizliği sürdürün çağrısında bulunmaya yüzümüz olmayacaktır.

Kürt sorununda çözüm için gündem

Türk, Kürt sorununun çözüm sürecinde müzakerelerin başlayabilmesi için gereken koşulları da saydı. Bunların 12 Eylül’deki anayasa referandumunda da, sonrasında da Türkiye’nin gündeminde olması gerektiğini söyledi. “Müzakerelerin başlayabilmesi için güven verici adımlar atılmalıdır” diyen Türk’ün saydığı beş madde şöyle:

  • Hapisteki PKK lideri Abdullah Öcalan’ın müzakerelere katılabilmesi için gerekli koşulların sağlanması.
  • Yeni, demokratik bir anayasanın hazırlanması.
  • Tutuklu barış grubu üyeleri ve Kürt siyasetçilerin bırakılması.
  • Seçim Yasası’ndaki yüzde 10 ülke barajının kaldırılması.
  • Terörle Mücadele Yasası başta olmak üzere antidemokratik yasal düzenlemelerin kaldırılması.

“Demokratik özerklik birleştirir”

Türk, “Demokratik Türkiye, özerk Kürdistan” olarak başlıklandırdığı demokratik özerklik projesinin de “birlikte yaşam projesi” olduğunu dile getirdi.

“Demokratik Türkiye, özerk Kürdistan çözüm önerisi daimi meclisimiz tarafından esas alınmaktadır. Bu, ayrıştırıcı değil, gönüllü birlikteliği esas alan bir projedir.. Demokratik özerklik projesiyle ilgili bir çalıştay düzenlenecek ve sonuçlar kamuoyuyla paylaşılacaktır.”

Boykota destek

Türk, DTK’nin anayasa referandumunda Barış ve Demokrasi Partisi’nin (BDP) aldığı boykot kararını desteklediğini de dile getirdi; “DTK, boykot tavrının ilkeli bir görüş olduğu görüşüne de inancını sürdürmektedir” dedi.

“Kimsenin tahammülü kalmadı”

“Silahların susturulması talebimizdir” diyen Türk, “Bu, demokratların, aydınların bir talebiydi. Birbirimizi anladığımız zaman sorunun çözümüne katkı sunmuş olacağız” diye konuştu.

Devlet yetkilileri, PKK ve Öcalan da dahil, tüm taraflarla görüşme çabalarının olacağını söyleyen Türk “Ne Türk ne de Kürt halkının bu sürece tahammülü kalmıştır. Herkesin bu konunun çözümü üzerinde çaba göstermesi gibi bir sorumluluğu vardır” dedi.

DTK Azadiya Welat gazetesinin kapatılmasını da kınadı. Türk “Demokratik siyasetin güçlenmesini istediğimiz bir dönemde bir Kürt gazetesinin kapatılmış olmasını kınıyoruz” dedi ve bunu basının, demokrasinin susturulması olarak değerlendirdi.

Afganistan’da Sivil Ölümleri Protesto Edildi

Amerika’nın Sesi -18.08.2010

Celalabad-Kabil karayolunu trafiğe kapatan göstericiler Amerikan aleyhtarı sloganlar attı

Afganistan’ın Nangahar vilayetinde iki sivilin NATO kuvvetlerince öldürülmesini protesto eden bir grup, ana karayolunu trafiğe kapattı.

Göstericiler, ulaşıma kapattıkları Celalabad-Kabil karayolu üzerinde, Amerikan ve Afgan hükümeti aleyhinde sloganlar attı.

Yetkililer, NATO birliklerinin dün bir baskın sırasında bir baba ile oğlunu öldürdüğünü doğruladı.

NATO yetkilileri, bir başka operasyonda, sivillere zarar verilmeden, iki militanın öldürüldüğünü, çok sayıda militanın da yakalandığını açıkladı.

Kandahar’da düzenlenen bir diğer operasyonda ise 10 militan öldürüldü, çok sayıda silah imha edildi.

Helmand vilayetinde ise NATO ve Afgan birlikleri Taleban militanları tarafından yasadışı şekilde tutsak edilen 27 kişiyi serbest bıraktı, 13 militanı öldürdü.

NATO Yine Yanlışlıkla Çocukları ve Afgan Polisi Vurdu

TurkishNY.com  – 21.08.2010

Afganistan’da NATO kuvvetlerinin bir çatışmada yanlışlıkla bir kadın ve iki çocuğu vurduğu bildirildi. NATO’dan yapılan açıklamada ayrıca başka bir olayda yine NATO askerlerinin ateşi sonucu 3 Afgan polisin öldüğü belirtildi. NATO yetkilileri ölümleri araştırmak için bölgeye soruşturma ekibi gönderildiğini ifade etti. Koalisyon kuvvetleri ayrıca Afganistan’daki çatışmalarda bugün 2, dün ise bir ABD askerinin öldüğünü açıkladı. NATO ölümlerin detayları ile ilgili ise hiçbir bilgi vermedi. Öte yandan bu ay zarfında Afganistan’da ölen ABD askeri sayısının ise 21’e ulaştığı kaydedildi.

Amerikan Halkının Afganistan’daki Savaşa Desteği Azalıyor

TurkishNy.com – 21.08.2010

Kongre seçimlerine 10 hafta kala, Amerikan halkının Afganistan’da sürdürülen savaşa desteği azalmaya devam ediyor. AP ve GfK tarafından gerçekleştirilen bir kamuoyu yoklaması, her 10 Amerikalıdan 6’sının Afganistan’da 9 yıldır devam eden savaşa karşı olduğunu gösterdi. Mart ayında Afganistan’daki Amerikan askeri sayısının artırılmasını destekleyenlerin oranı  %46 seviyesindeyken, son yapılan anket bu oranın %38’e düştüğünü gösterdi. Ankete göre, halkın sadece %19’u Afganistan’da durumun iyiye gideceğine, %49’u da mevcut durumun değişmeyeceğine inanıyor.

Rakamların, işsizlik, ekonomideki toparlanmanın yavaşlığı ve 1,3 trilyon dolarlık federal bütçe açığı nedeniyle zor günler geçiren Obama yönetimini Kasım ayında gerçekleştirilecek ara seçimler açısından kaygılandırdığı bildiriliyor. 11-16 Ağustos tarihleri arasında 1007 kişi ile görüşülerek hazırlanan ankete göre, Amerikalıların %58’i Afganistan’daki savaşa karşı çıkıyor.

Diğer taraftan Amerikalıların büyük çoğunluğu Obama’nın Irak’taki savaşa son verme kararını destekliyor. Araştırmaya katılanların %68’i ABD’nin Irak’tan çekilmesini olumlu karşılıyor. 7 yıl süren savaşı destekleyenlerin oranı %31 iken, savaşa krşı çıkanların oranı %65 seviyesinde.

Afganistan’da savaşın başladığı 2001 senesinden bu yana 1,100’den fazla Amerikan askeri hayatını kaybetti. Kongre’de Afgan halkının Afganistan yönetimine olan güvenini sarsan rüşvet ve yolsuzlukların önü alınmadıkça Afganistan’da askeri başarı sağlanamayacağını düşünen Kongre üyelerinin sayısı artmaya devam ediyor.

ABD Afganistan’dan hemen çekilmemeli

Star – 23.08.2010

Afganistan’daki Amerikan ve NATO güçlerinin komutanı Amerikalı General David Petraeus, Amerikan askerlerinin Afganistan’dan hemen çekilmemesi gerektiğini belirtti.

Petraeus, BBC’ye verdiği demeçte, gelecek temmuzda çekilme süreci başladığında Amerikan askerlerinin hemen çekilmemesi gerektiğini, ABD Başkanı Barack Obama’ya bu konuyla ilgili samimi öneride bulunacağını kaydetti. David Petraeus, önerisinin kabul ya da reddedilmesinin Başkan’ın yetkisinde olduğunu söyledi.

General Petraeus, Taliban hareketinin kilit noktalarda durdurulduğunu ifade ederek, militanların güvenli sığınaklarını imha etmenin önemli olduğunu vurguladı.

Yerini aldığı General Stanley McChrystal gibi görevden alınmaktan endişe edip etmediği sorusuna karşılık da Petraeus, ”Böyle bir iş yaptığınızda her zaman son işiniz olduğunu düşünüyorsunuz” yanıtını verdi.

Petraeus’tan önceki komutan McChrystal, kendisinin ve yardımcılarının Rolling Stone dergisine, Başkan Barack Obama yönetiminin tepkisine yol açan demeçler vermeleri üzerine görevinden alınmıştı.

Afganistan Irak’a benzer milis gücü oluşturacak

Hürriyet – 23.08.2010

Afganistan hükümeti, Irak’takine benzer yerel milis gücü oluşturacağını açıkladı.

İçişleri Bakan Yardımcısı Muhammed Münir Mangal, ilgili programın Taliban’ın güçlü olduğu bölgelerden ülkenin orta kesimindeki Vardak ile güneyindeki Uruzgan’da Amerikan ordusunun yardımıyla başlatıldığını söyledi.

Mangal, milislerin kendi köylerini korumasını öngören programın, hızla ülke geneline yaygınlaştırılacağını belirtti. Söz konusu gücün toplam mevcudunun zaman içinde 10 bin kişiye çıkarılması bekleniyor.

Afganistan’da görev yapan Amerikan askerleri ve NATO öncülüğündeki koalisyon güçlerinin komutanı Orgeneral David Petraeus ile Afganistan Devlet Başkanı Hamid Karzai’nin “yerel bir polis gücü” üzerinde anlaştıkları duyurulmuştu.

İçişleri Bakanlığına bağlı olarak kendi köylerini koruyacak milislere polis maaşının yüzde 60’ı kadar ücret ödenmesi bekleniyor.

ABD’nin, Irak’ta oluşturulan milis gücünün direnişçiler karşısındaki başarısını dikkate alarak, Afganistan’da da aşiretlerden milis gücü oluşturma peşinde olduğu biliniyordu.

ABD’den müjde geldi: Ortadoğu görüşmeleri başlıyor

Hürriyet – 20.08.2010

Perşembe gecesi konu hakkında bilgilendirilen iki yetkili, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın bugün İsrail’le Filistinlilerin 20 ay sonra doğrudan müzakerelere başlayacağını açıklayacağını belirtti.

Yetkililer, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ile Filistin Yönetimi Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın görüşmeleri bir yılla sınırlama konusunda anlaştığının altını çizdi.

Başkan Barack Obama’nın iki lideri de Eylül başında Washington’a davet etmesi ve müzakereleri başlatması bekleniyor.

İlk olarak dün akşam saatlerinde Reuters haber ajansının aktardığı “görüşmeler 2 Eylül’de başlıyor” haberini Obama yönetimi yetkilileri teyit etmemişti. Bir yetkili henüz planın tam netleşmediğini ve zamanlamada bir iki günlük sapmalar olabileceğini belirtmişti.

Ancak dün açıklama yapan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü PJ Crowley, “Tarafların doğrudan görüşmelere başlama kararına çok çok yaklaştıklarına inanıyoruz” dedi.

Görüşmelerin detayları henüz kamuoyuna açıklanmadı ancak bir yıllık süre limitinin İsrail tarafından sonuçsuz görüşmelere çekilmekten endişe eden Filistinliler açısından kritik olduğu belirtildi.

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu Bülteni, 23 Agustos 2010

İletişim: www.kureselbarisveadalet.org, kureselbak@gmail.com;

koalisyon@kureselbarisveadalet.org; 0090 5362196341

Did you find apk for android? You can find new Free Android Games and apps.
Share.

Comments are closed.