11 Ocak 2021 – Edebiyatta Savaş ve Barış Atölyesi XII. Dönem VIII. Toplantı – “Kum Kitabı”

0
Want create site? Find Free WordPress Themes and plugins.

Temasını ‘İspanyol dilinde yazılmış edebiyatta savaş ve barış’ olarak belirlediğimiz Edebiyatta Savaş ve Barış Atölyesi’nin XII. Döneminin sekizinci toplantısında Yalçın Akyıldız bize, Arjantin tarihi hakkında bilgi verdikten, sonra, yazar Jorge Luis Borges’in (1899-1986) hayatından ve Atölye’nin konusu olan Kum Kitabı’ndan (1975) söz ettikten sonra kitabı katılımcıların tartışmasına açtı.

Arjantin’de, M.Ö 13000-9000 yılları arasına denk gelen tarih öncesi çağlardan beri insan yerleşimlerinin bulunduğu biliniyor. Bu topraklarda bulunan halkın, 1492 yılından itibaren İspanyol ve Portekizliler bu toprakları işgal etmeye başladığında yarı göçer olarak yaşadıkları biliniyor.

Aztek İmparatorluğu’nun yerinin keşfedilmesiyle Avrupa kökenli hastalıklar hızla yayılmaya başlar ve yapılan kıyımlarla birlikte nüfus yarı yarıya azalır. Aztek’lerden sonra İnka İmparatoru Atahulpa esir edildiğinde büyük bir savaş verilmiş ancak İspanyol kılıçları ve zırhları karşısında yapacak hiçbir şey olmayan yerli halk, liderlerini kurtarmak için dağlar kadar altın getirmiş, ama çoktan öldürülmüş olan liderlerini kurtaramamıştır. İspanyollarla birlikte asker olarak kıtaya giden ve sonra papaz olup İberyalıların zulmünü tüm dünyaya duyurmaya çabalayan, İspanya Kralına kadar konuyu götüren, bu konuda bir kitap kaleme alan Bartolomé de las Casas toplamda 20 milyondan fazla kişinin öldürüldüğünü söyler.

1600’lü yıllarda Latin Amerika’nın birçok yerinde yerli işçilerin yerini tamamen Afrikalılar alır. Afrikalılar, Avrupa ve Asya kökenli virüs ve hastalıklara karşı daha bağışıklık kazanmışlar, Amerikan yerlilerinin o güne kadar görmediği at, sığır, koyun, domuz, tavuk gibi ehlileştirilmiş hayvanlara alışmışlar, deneyimli demir işçisiydiler ve tarıma, kırsal yaşam biçimine alışıktılar.

Birçok tarihçiye göre, sömürgeciler askeri güçlerinden çok, üst kültürün alt kültüre hegemonyası yoluyla, az sayıda kişiyle bu devasa alanı kontrol altında tutabilmiştir. Bu alt tabakaların bir tür kabullenmesine dayanan bir egemenliktir ve din bu kültürel hegemonyanın en önemli faktörlerinden olur. Yalnızca eğitimi değil zamanı da kilise denetler, yedi günlük hafta kavramı bu insanlara öğretilir, güçlü ataerkillik, aile-şeref gibi meseleler de İberyalılardan bu bölgeye gelir.

1516 yılında Arjantin’i ilk keşfeden Avrupalı bir İspanyol olan Juan Diaz de Solis olsa da  ilk yerleşim 1536 yılında Pedro de Mendoza tarafından kurulur. Şehre Puerto de Santa Maria de los Buenos Aires adı verilir, 1580 yılına kadar kalıcı bir özellik göstermez, 1580 yılında Juan de Garay, Ciudad de la Santísima Trinidad y Puerto Santa María de los Buenos Aires adıyla tekrar kurulur.

Latin Amerika’da bugünkü ülkelerin oluşumu İspanyol krallığının özellikle değerli madenlerden alacağı beşte bir oranındaki vergiyi kontrol etmek amacıyla yolladığı valilerden ve bunların kontrol alanını belirleyen bölgelerden kaynaklanır. Meksika, Peru, Kolombiya valilikleri kurulur. Daha sonra Potosi’de gümüşün bulunmasıyla Başkenti Buenos Aires olan yeni bir bölge oluşur, 1776’da Rio de la Plata (gümüş nehri) genel valiliği olarak anılır, ve  valilik bugün Arjantin, Bolivya, Uruguay ve Paraguay topraklarını içerecek kadar geniş bir alanı kapsar. Arjantin kelimesi Latince Argentum’dan (Gümüş: kimyada Ag) gelir.

Sömürgeciler ırklara dayalı bir kast sistemi uygulamak isteseler de zamanla farklı ırkların birbiriyle yaptığı evliliklerle sınıf sayısı 16’ya kadar yükselir ve sistemin sürdürülebilirliği ortadan kalkar. Latin Amerika’da kast sistemine karşı servet büyük bir önem taşır: ‘para beyazlatır’. Mal varlığı olan alt kaslara sahip kişiler para ihtiyacı bitmeyen İspanya krallığından para karşılığında beyazların haklarını satın alır ve bu muafiyete ya da beyazlaştırmaya ‘gracias al sacar’ (çıkarılma için teşekkür) adı verilir. Evlilik yoluyla da üst kastlara erişilebilinir.

1800 Yıllarında karışık ırklardan gelen kişiler artık Latin Amerika nüfusunun yaklaşık dörtte birini oluşturmaktadır. Nüfusun diğer dörtte birini oluşturan beyaz İspanyol Amerikalılar müzik beğenileri gibi alışkanlıklarını ve tercihlerini Avrupalı kuzenlerinden farklı olduğunu ve bir bakıma sömürge hiyerarşisi içinde kendilerinden daha alt kademedeki insanlara yaklaştıklarını fark etmiştir.

İspanyollarla serbest ticaretin açılmasıyla 18.yüzyılın sonuna gelmeden şehrin nüfusu iki katına çıkan Buenos Aires bölgenin önde gelen ekonomik ve kültürel merkezi haline gelir, Avrupa ile olan kültürel temasları giderek artar, gençler eğitimlerini için Avrupa’ya gönderilir, aydınlanma çağının filozoflarının eserleri sıklıkla okunur. 

Fransız Devrimi Buenos Aires’te tutkulu bir şekilde hissedilir, Napoléon’a hayranlık duyulur, İspanyol işgaline karşı duruş yükselir. 1806 Yılında İngilizler Buenos Aires’e 60 km. mesafede bulunan Ensenada’ya çıkar, Rio de la Plata valisi hazineyi alarak Cordoba’ya kaçar, Fransız Jacques Linier İspanyolların mali desteği ile bir direniş örgütler ve 1806-1807 yılları arasında İngilizleri püskürtmeyi başarır. Kreollerin (kendilerini İspanya’dan gelen İspanyollardan ayırmak için kullandıkları Amerika’da doğan İspanyol asıllılara verilen ad. İspanya’dan gelen akrabaları onlardan daha nitelikli konumlar elde ettikleri için aralarında ciddi bir rekabet oluşmuştur) oluşturduğu grupları içeren bu direniş ‘Reconquista’ (yeniden fetih) adıyla anılır olur.

Bir yıl sonra İngilizler yeniden saldırıya geçer, Jacques Liniers, Kreollerden oluşan güçleriyle İngilizlerin karşısına tekrar çıkar ve Arjantin tarihinde ‘Defensa’ (savunma) adı verilen karşı eylem başlar.  Arjantinliler İngilizlerden sonra İspanyol sömürgesine karşı da muhalefet etmeye başlar.  1808 Yılında Napoléon’un İspanya’yı işgali ve tahta kardeşini geçirmesiyle tüm Güney Amerika’yla birlikte Arjantin’in de bağımsızlık mücadelesi hızlanır. 1806 Yılında İngilizlere karşı verdikleri mücadelede güçlerinin farkına varan seçkin Kreoller iktidarı almak için sistematik bir biçimde örgütlenir. Kreol liderlerin giriştiği hareketin amacı kitlelere yardımcı olmak ya da sömürge toplumunda eşitlik sağlamak değil sadece yönetimi ele geçirmektir. Ancak milliyetçi önderler sayıca çok az olduklarından alt tabakaların desteğini almadan bağımsızlıklarını kazanamayacaklarını görürler: yeni uluslar hayal ediyorlardı ve çok az ortak noktaları bulunan insanların da bu ülkeleri hayal etmelerini istiyorlar ve insanlar bunun uğruna krallarına ihanet edebilmeli, öldürmeli ve ölmeyi göze alabilmeliydiler.

Tutucu kırsal kesim halkı için cumhuriyetçilik gibi radikal doktrinler cazip değildi. Bunun için buldukları çözüm Nativizm’di. Doğum yeri ile tanımlanan ‘Americanos’ kimliğini Kreoller yerli hakla, melezlerle ve hatta Afrikalı kölelerin çocuklarıyla paylaşmak zorunda kalacaklardı. Amerika’da doğmayan İspanyol ve Portekiz doğumlulardan nefret ediyorlar ve yönetimin halkın yani Americanos’un elinde olmasını istiyorlardı. Ne kadar kavramlar geniş tutulsa da devrimci liderler aslında sosyal eşitlikten yana değillerdi, eski hiyerarşi sürmeli, Kreoller yeni oluşan bağımsız devletlerin liderleri olmalıydılar.

18-25 Mayıs 1810 haftasında İspanya Genel Valisini iktidardan uzaklaştırır, sömürgeyi yönetmek üzere kendi “cuntalarını” oluştururlar. İşte bu “Revolución de Mayo- Mayıs Devrimi” olarak isimlendirirler. Mayıs Devrimi Kreollerin, başka bir deyişle burjuvazinin devrimidir. Ekonomik kaynakları, madenleri, tarım alanlarını elinde bulunduran, mali olarak güçlü̈ olduklarından Madrid’in atadığı üst düzey yöneticilerle çıkar çatışmalarına düşen, elindeki maddi gücüyle orantılı olarak hem idari hem de siyasi yetkiler isteyen Kreoller bu mücadelenin hem fiziki hem de finans ortaklarıdır.  Mayıs Devrimi bugünkü̈ Arjantin devletinin ortaya çıkış sürecinin başlangıcıdır.

Kast sistemi ortadan kalksa da ülkeler iki temel sınıf kategorisine dönüşür: tepede çoğunluğu beyaz olan ve kendilerini seçkin kişiler olarak tanımlayanlar ve onun altında İspanyolca el Pueblo denilen sıradan insanlar.

Özgürleşme hareketi Arjantin’le sınırlı değildir, ilk önce Arjantin’de doğmamıştır. Simón Bolívar; Kolombiya, Venezuela, Ekvator, Peru ve Bolivya’nın bağımsızlığını sağlamış, İspanyol mandasına karşı başlatılan bağımsızlık hareketinin askeri lideri olmuştur. Küba ve Porto Riko hariç tüm İspanyol Amerikası bağımsızlığını elde etmişse de Latin Amerika halkı için değişen pek de bir şey olmamıştır: yerli Amerikalılarla Afrikalılar yine en alt düzeydedir, sömürgecilerin dili ve yasaları yeni ülkelerce de benimsenmiştir. Bağımsızlık hareketinin önderi Bolivar 1830’da ölmeden önce  “Denize tohum ektim ama hiçbir başarıya ulaşamadım” diyerek başarısızlığı dile getirir. İspanyol Amerikası bir düzine ulusa bölünür, Rio de la Plata Genel Valiliği dört bağımsız ülke olur: Bolivya, Uruguay, Paraguay ve Arjantin. Ama bu yeni ülkelerin halk gözünde geçerlilik kazanması yıllar alır.

‘Özgürlük… Eşitlik… Halk egemenliği… Amerika Amerikalılarındır…’ gibi sloganlarla liberalizm bayrağı altında toplanan Latin Amerika bağımsızlığına kavuşursa da genelde liberal hükümetler birkaç yıl içinde alaşağı edilir, anayasalar baş döndürücü bir hızla birbirini izler. Tüm Avrupa’da özelde İspanya tarihinde gördüğümüz gibi, kısa zamanda Latin Amerika liberaller ve muhafazakârlar olarak ikiye bölünür. Liberaller özellikle A.B.D.’nde, İngiltere’de ya da Fransa’daki ilerici modelleri savunurken muhafazakârlar sömürge dönemini ya da İspanyol modellerini benimser.

1829 Yılında iktidarı ele geçiren Juan Manuel de Rosas, Buenos Aires’in elitleri ve geniş halk kitlelerinin desteğini arkasına alarak otoriter, ‘kanlı ve despotik’ bir rejim kurar ve Latin Amerika diktatörlükleri içinde en çok nefret duyulanlardan biri olur. Kıyımları sırasında yazarımız Borges’in büyükbabası mallarını kaybeder, ona karşı isyana katılır, yakalanıp 7 yıl bir ahırda zorla çalıştırılır.

Rosas’ın devrilmesinin ardından 1853 yılında yürürlüğe giren ve bugün hala geçerliliğini koruyan anayasa ile Justo Urquiza Arjantin Cumhuriyeti’nin ilk devlet başkanı olur. 1880 Yılında canlanmaya başlayan ekonominin yarattığı ivmeyle hükûmet yerlilerin topraklarına el koyar, buna karşı gelenlerle ‘Çöl Savaşı’ olarak adlandırılan mücadele başlar,  geniş tarım arazileri ve otlaklar el değiştirir. Bu toprakları işleyecek insan gereksinimiyle çoğunluğu İtalyanlar olmak üzere birkaç milyon göçmen gelir ve Arjantin, gelen göçmenlerin de katkısıyla buğday üretiminde büyük rakamlara ulaşır.

1880-1930 Yılları arası, büyük bölümü Kuzey Amerika kaynaklı yabancı sermaye girişi ve ‘Açık kapı’ olarak adlandırıla, milliyetine bakılmaksızın herkese Arjantin’de aynı hakların tanınmasını sağlayan yasayla, yoğun göçmen hareketliliği başlar. Bu dönemde Güney Amerika’ya başta İtalya, İspanya ve Portekiz’den olmak üzere 20 milyon kişi göçer. Ortadoğu’dan gelenlere turcos denir. En büyük göçü 5 milyon kişiyle Arjantin alır ve nüfusun yarısından fazlası göçmenlerden oluşur, 1800’lerde 100.000 kişi olan nüfus yüzyıl sonunda 2 milyona çıkar. 1910 Yılında Amerika kıtasında New York‘dan sonra en büyük kent Buenos Aires olur.

Latin Amerika’yı Avrupa ya da A.B.D.’ne benzetmeyi amaçlayan liberal plan kısmen başarılı olur, toprak sahipleri ve kentlerdeki orta sınıfı zenginleşir, kırsal kesimdeki çoğunluğun yaşamı pek değişmediği gibi köylülerin elinde ekecek toprak kalmaz. Demir yollarıyla değerlenen arsaların yeni sahipleri yeni zenginlerdir. Latin Amerikalı tarihçiler 1880 ile 1930 yılları arasını ‘yeni sömürge’ dönemi olarak adlandırır; İspanyolların yerini İngilizce konuşan misterler almıştır. İngiltere Güney Amerika’daki hâkimiyetini 1900’lere doğru A.B.D.’ne kaptıracaktır.

20.Yüzyılın başında Latin Amerika’nın en gelişmiş ülkeleri Arjantin ve Uruguay’dır Halkın büyük kısmı okuryazardır. 1929 Yılındaki A.B.D. kaynaklı Büyük Buhranla Latin Amerika’daki ihraç mallarına talebi hızla düşer, ekonomi büyük darbe alır. 1930 Yılında ordu, büyük toprak sahiplerinin elindeki gücü̈ azaltmak isteyen, petrolün yabancı şirketlerce sömürülmesine son vermek için millileştirilmesine çalışan başkan Hipólito Yrigoyen’i devirir, Arjantin tarihinin ilk ama son olmayacak olan darbesi yaşanır. Darbe ekibinde Juan Domingo Peron Çalışma Bakanı olur.

Juan Peron milliyetçi bir subaydır. Çalışma Bakanı iken Arjantin’in işçilerin büyük desteğini kazanınca 1946 seçimlerini büyük bir çoğunlukla kazanır. Peron Arjantin’deki hemen tüm yabancı mülkiyeti ortadan kaldırmaya çalışır, ekonomisi ulusalcı temellere dayandırır, A.B.D.tarafından şiddetle protesto edilen icraatlar yapar. Peron’un anti-kapitalist söylemleri ve ‘işçi yanlısı’ tutumunun yanı sıra merkez bankasının devletleştirilmesi gibi kararlarla ekonomide devletin rolünü̈ arttıracağı sinyalleri vermesi egemen sınıfının önemli bir kesiminin kendisine yüz çevirmesiyle sonuçlanır.  Ülkenin mevcut şartları değerlendirildiğinde komünizme savrulmadan emperyalizme bağımlılıktan kurtulmanın tek koşulu bir ‘üçüncü yol’ tutturmaktır ki bu üçüncü yol Peronizmdir ki bugün hala Arjantin’de sol-popülist Peronizm çok güçlüdür ve iktidardadır. Kapitalizmle komünizm arasındaki bu üçüncü yola egemen sınıfı ikna etmek kolay olmaz. Peron’un üçüncü yoluna göre, komünizmi önlemenin tek koşulu işçi sınıfının ücret ve çalışma koşullarını iyileştirmektir. Planı işçi sendikalarını tek bir konfedere yapı altında birleştirerek devletin kontrolünde patronlarla pazarlık yapacakları bir zemin yaratmak ve böylece kontrolsüz grev ve işçi eylemlerini önlemektir. İşçi sınıfının alım gücünün artmasının iç piyasayı da hareketlendireceğini düşünülerek patron örgütleri de bir çatı örgüt altında toplanarak işçi konfederasyonu gibi devletle uyumlu hale getirilecektir. Ekonomik kararlar devletin gözetiminde emek ve sermaye cephesinin eşit temsil edileceği korporasyonlarda alınacaktır. Ne var ki Peron kafasındaki emek ve sermaye cephelerinin devletin organik uzantıları haline geldiği ve böylece bir sınıfsal uzlaşmanın sağlandığı modeli gerçekleştiremez. Peron, kendi adıyla bir siyasal hareket yaratarak ve yaptığı bazı sosyal reformlarla işçi-emekçi kitleler nezdinde “kurtarıcı” olarak görülür. Karısı Evita Peron işçilerin ‘anası’ olarak ün kazanır, 1947 yılında Arjantin’de kadınların oy kullanma hakkının kazanmasına yardımcı olur, eşit işe eşit ücret ilkesini savunur, 1952 yılında kanserden öldüğünde halk büyük bir kedere boğulur.

Peron’un 16 Eylül 1955 yılında hükümet darbesiyle devrilmesinde kuşkusuz Amerika’nın da payı vardır. Peron ülke dışına kaçar. 1962, 1966, 1970 Yıllarında Arjantin üç askeri cunta daha görür. Cunta, 19 Kasım 1972’de Peron’un ülkeye dönmesine izin verince, yapılan seçimlerin ardından 1973 yılında Peron tekrar devlet başkanı olur ancak 1 Temmuz 1974 yılında ölür. 1973 Seçimlerinde başkan yardımcısı olarak seçilen Peron’un ikinci eşi Isabel Peron, kocasının ölümü üzerine devlet başkanı olursa da 24 Mart 1976’da bir askeri darbe ile yönetimden uzaklaştırılır.

1976-1983 Yılları askeri cunta dönemidir. Bu dönem Arjantin’de ‘Kirli Savaş’ olarak adlandırılır ve bu dönemde 10 ila 30 bin arasında kişi kaybolur, akıbetleri hakkında hiçbir bilgi edinilemez, çocuklarının akıbetlerini öğrenmek isteyen ve cinayetleri kınayan anneler, 1977 yılında Plaza de Mayo Anneleri Hareketi’ni kurarlar.

Ülke içinde artan huzursuzluklar nedeniyle toplumun dikkatini başka yöne çekmek isteyen askeri yönetim, İngiltere’nin elinde bulunan ve iki ülke arasında egemenliği konusunda tartışma bulunan Falkland adalarını 1982 yılında işgal eder, ancak İngiltere sahip olduğu üstün deniz kuvvetleri ve savaş gücü ile adayı 2,5 ay sonra geri alır.

Arjantin’in adı 2.Dünya Savaşı sonrası Almanya’dan kaçan Nazilerin gizli vatanı olarak anılır. 2020 Yılının Mayıs ayında 12.000 kişilik yeni ve gizli bir Nazi Listesi bulunmuştur.

“Arjantinliler İspanyolca konuşan, Paris’te yaşadıklarına inanan ve de gizli gizli İngiliz olmayı arzulayan İtalyanlardır” denir.

Arjantin, Adolfo Bioy Casares, Alberto Manguel, Eugenio Cambaceres, Julio Cortázar, Jorge Luis Borges, Manuel Puig, Ernesto Sabato, Ezequiel Martinez Estrada gibi çok yetkin yazarların yanı sıra şiir alanında Juan Gelman gibi isimleri de yetiştirmiştir.

Nedim Gürsel “XX. Yüzyılın başında bu ülkeye ayak basan tüm göçmenlerin, yurt özlemi; liman işçilerinin oturdukları izbelerin, kentin kenar mahallelerini haraca bağlayan kabadayıların, genelevlerde yaşanmış tüm tutkuların, aşklar ve cinayetlerin, acılar ve ihanetlerin öyküsü” dür, der.

19. Yüzyılın sonunda başta Buenos Aires olmak üzere Arjantin’e gelen yabancılar hem Lunfardo denilen İtalyanca İspanyolca karışımı bir dil icat eder ve besteledikleri tango müziğinin sözlerinin çoğu bu dille yazılır. Bugün Arjantin’de sanat denince akla gelen ilk kelime olan tango için Borges ‘genelevlerde doğan müzik’ tanımını kullanır.

Jorge Francisco Isidoro Luis Borges Acevedo 24 Ağustos’ta 1899’da Buenos Aires’de doğar. İngiliz babaannesi ilerde kör olmasına sebep olacak rahatsızlığın kaynağıdır.  Borges kendisiyle İngilizce konuşur, ilk okuduğu kitaplar İngiliz romanları olur, İngiliz edebiyatına ve genelde İngiltere’ye hayrandır, İngiliz kanından gurur duyar,  Cervantes’i bile İngilizce çevirisinden okur.  Psikoloji eğitmeni, avukat ve El Caudillo adlı tek romanını güç bela yayınlamış yazar babası Jorge Guillermo’nun edebiyata merakı, Borges’i etkiler. Babasının kütüphanesi özellikle İngilizce kitaplarla sıkı ilişki kurmasına yardımcı olur.

Ailesinin ekonomik durumu kötü olmasa da iki çocuklu aile kenar mahallede bir ev tutabilmiştir. Gerçek eğitimini okuldan değil avukat babasından ve babasının kitaplığından alır. İlk yapıtı 1909’da yayımlanan Oscar Wilde’ın Mutlu Prens öyküsünün İspanyolca çevirisidir.

Babasının gözleri hızla kör olur, emekliye ayrılır ve tedavi için Cenevre’ye göç ederler. Borges burada Heine’den etkilenir, Schopenhauer ve Walt Whitman’ı keşfeder ve edebiyat ve felsefeyle ilişkisini güçlendirir. Schopenauer’i kendi dilinden okumak için Heine kitabı ve sözlükle, kendi kendine Almanca öğrenir. Avrupa seyahatin sonunda gittiği İspanya’da ultraist harekete katılır. Arjantin’e döndüklerinde ailenin Borges’in yazar olacağını biliyordur ve onu olanakları elverdiği sürece desteklerler. İlk şiir kitabı ‘Fervor de Buenos Aires’ aile parasıyla 1923 yılında 300 adet basılır. 1934 Yılına gelindiğinde aşkta ve işte başarısız ve mutsuzdur,  intiharı düşünür. Aynı yıl Neruda ve Lorca ile tanışır.

1935 Yılında yayımlanan ‘Alçaklığın Evrensel Tarihi’ öyküleri Borges’in alametifarikasıdır. Kimilerine göre gerçeküstü öğeler taşıyan hikâyeler sonrasında ‘büyülü gerçekçilik’ olarak adlandırılacak akımın ilk örneklerdir; Borges garip, fantastik ve yenidir. 1936 Yılında basılan ‘Sonsuzluğun Tarihi’ 37 adet satarken 1975’te yayınlanan Kum Kitabı 40.000 adet basılıp iki ayda tükenir. İlk defa 1937’de bir kütüphanede bir iş bularak tam zamanlı çalışmaya başladı,9 yıl çalışır ve hep mutsuzdur.  Başta Sur olmak üzere birçok dergiye edebi yazılar, eleştiriler, film eleştirileri yazar. 1946-1947 Yıları arasında Sur’de editörlük yapar, Bioy’la birlikte takma adlarla (Bustos Domecq-dedelerinin isimlerinin birleşimi) polisiye öyküler yayınlar.

1946 Yılında Peron cumhurbaşkanı seçildikten kısa süre sonra kütüphanedeki işini kaybeder, kümes hayvanları ve tavşanlar müfettişliğine atanır. Peronlardan ve onların döneminden nefret eder. 1949 yılında yayınlanan 13 öyküden oluşan Alef kendisini zirveye taşır. 1951 Yılından itibaren de kitapları önce Fransa’da ardından da tüm dünyada çevrilmeye başlanınca ünü bütün dünyaya yayılır.

Ellili yaşların ortalarında sol gözünün görüşü tamamen kaybolmuş, sağ gözü ise bulanık bir hayal görüyordur. Sayısız katarakt ameliyatından sonra doktoru okumayı ve yazmayı tümden yasaklar. 1955 Yılında milli kütüphaneye müdür olarak atanır. Sembolik ve eski saygınlığını kazandığının göstergesi olan bir atamadır bu. Ertesi yıl Buenos Aires Üniversitesi’nde İngiliz ve Amerikan edebiyatı profesörü olur ve 1968 yılına kadar bu pozisyonda kalır.

1961 Yılında Samuel Beckett’le ortak Uluslararası Yayımcılar Ödülünü (Fermentor) kazanır ve bu ona tüm dünyanın kapılarını açar. 68 Yaşındayken 20 yıldır görüşmediği Elsa Astete ile evlenir, evliliği kötü gider ve üç yıl sonra boşanır. Oxford‘dan fahri doktora, Cervantes Ödülü, Legion d’Honneur nişanı alır. Hayatı farklı ülkelerden ve şehirlerden aldığı davetlerle seyahatte geçer. 1975 Yılından sonra yaşamını tamamen yurtdışında geçirirken ve bunun nedenlerinden biri de ülkesinde pek seveni kalmamış olmasıdır.

Kum Kitabı son öykü kitabıdır ve önsözü de yazan Woodall’a göre ikinci sınıf bir Borges kitabıdır. Onu çarpıcı yapan şey tüm yapıtları arasındaki tek aşk öyküsü olan Uulrike öyküsünün bu kitapta yer almasıdır. Kitabın çıkmasından dört ay sonra annesi öldü. Borges, annesinin ölümünden sonra öğrencisi olan, öykülerini yazıya geçiren yarı yaşındaki sevgilisi Maria Kodama’yla dünya yolculuğuna çıkar. Çeşitli şehirlerde yaptıkları gezileri, Kodama’nın çektiği fotoğraflar ve Borges’in notlarıyla birlikte, daha sonra Atlas adıyla kitaplaştırırlar. 1985 Yılında Maria ile çıktıkları bir İtalya gezisine karaciğer kanseri olduğu anlaşılır. Ölmek için Cenevre’yi seçer, Maria ile evlenir ve vasiyetini onun lehine değiştirerek tüm varlığını Maria’ya bırakır. Evlendikten sekiz hafta sonra 14 Haziran 1986 günü öldü.

Hiçbir siyasete angaje olmadığı için mi Arjantinliler tarafından cezalandırıldı yoksa gerçekten toplumun gerçeklerini duyarsızlık mıydı, tartışmalı ve çelişkili bir konudur.  

1967 Arap İsrail savaşında İsrail’e sarsılmaz bir destek verir, Batı uygarlığının ayrılmaz bir parçası olarak gördüğü Yahudi kültürü ile İsrail devleti arasındaki farkı göremez. Bir röportajında Amerika’nın Vietnam’daki hareketlerini desteklediğini söyler ki sonradan menajeri muhabiri ikna ederek bunu röportajdan çıkartır. Latin Amerika’daki toplumsal hareketlerle ilgili olarak “Ben devrime inanıyorum ama birisi bana devrimden bahsettiği zaman bayrağı var mı diye soruyorum. Eğer varsa benim devrimim olmadığını anlıyorum. Benim devrimimde siyasal liderler, propaganda, bandanalar ve bayraklar olmayacak” der.

Karşı devrimcilerle iş birliği yaptığı ve seçimleri kaldıran diktatör Augustin Lanusse’nin temsil ettiği rejimde yakın ilişkisini olduğuna inanılır. “Demokrasiye inanırdım ama artık inanmıyorum. Arjantin’de önümüzdeki 50 yıl belki de yüzyıl içinde seçim yapılabileceğini düşünüyorum. Ama şu anda böyle bir şey için hazır değiliz. Komünizm yavaş yavaş bütün komşularımıza sızarken neler olacağını gerçekten bilmiyorum.” Diye kendini savunur.

 “Ülkeyi Kızılderiler’den temizlemek tarihi bir başarıdır. Esef edilecek şey geride kalan cehalet tohumlarının Peronizmin büyümesine neden olmasıdır.” Bu ifadedeki ırkçılığı birçok kişiye göre, her yıl aday gösterilmesine rağmen Nobel’i alamamasın arkasındaki nedendir. Bir röportajda İsabel Peron için “Bir sokak fahişesi olan Eva’nın zavallı bir kopyası. Birincisi, zavallı bir şeydi, öldü, yerine biri lazım dediler. Sokak fahişelerinin yerine yenisini bulmak kolaydır” der ve hem kendisi hem annesi için ölüm tehditleriyle karşılaşır. 1976 Yılında cuntanın İsabel Peron hükümetini devirdiğinde Borges onlara destek vererek yeni cuntanın beyefendilerden oluştuğunu söyler. Şili diktatörü Pinochet’den ödül almasıyla eleştirilerin hedefi olur.

Bütün bu siyasi dalgalanmalarına karşın 20. yüzyılın en büyük edebiyat mirasını bırakanlardandır. Ekollere ve kategorilere karşı çıkar, kimseninkine benzemeyen düzyazılarında, yüzyılların edebiyatlarını birleştirir. James Woodall’a göre “Onun iç açıcı parlaklığı, modernizmin tükettiği ve edebiyatlarını kupkuru bıraktığı Fransız, İngiliz ve Birleşik Devletler kültürüne ilaç gibi gelmiştir. Şaşılacak kadar çok sayıda edebiyatı beslerken aynı zamanda onlardan etkilenmiştir.”

Roman yazmamasının nedenlerinden birini gözlerinin görmeyişine bağlar ve ‘öyküyü kafamda tamamlayabiliyorum ama roman öyle değil’ der. Literatüre kazandırdığı Borgesvari yazmak tabiri, dünya edebiyatına kattığı yenilikçi ve fantastik bakış açısı onu ölümsüzleştirir. Borges gizlemeyi göstermeye tercih eder ve aldatmacaya bayılır. Gerçek zaman ile kurgusal mekân arasındaki sınırların bulanıklaşması Borges’de neredeyse edebi bir kuraldır.

Kum Kitabı’nda da belirttiği gibi Borges’in öyküleri ‘düşsel öyküler’dir. Alef hikâyesinde bir yazardan söz ederken sanki kendi yazım tarzını betimler: “her şeyi hayal gücünün akışına bırakıyor, sonra araç gereçlerini çıkarıp bunları törpülüyor.” “Bütün edebiyat, son tahlilde, otobiyografiktir.” Der. Ve hikâyelerinin ardındaki otobiyografik malzeme ya da kişisel duyguları izlemek için metaforlar geliştirir.

Borges’e göre dünyada yazılmış dört temel öykü kalıbı vardır. Tüm öyküler bu dört öyküden türer. Bize kalan, onları değiştirerek anlatmaktır.

1.      En eski olanı, yiğit adamların kuşattıkları ve savundukları kale kentin öyküsü.

2.      Bir dönüş yolculuğunun öyküsü.

3.      Bir arayışın öyküsü.

4.      Bir tanrının kurban edilişinin öyküsü.

Kum Kitabı Atölye’de okunması zor, hatta çalışılması gereken, göndermeleri çok bir kitap olarak tanımlandı.

Demokrasiyi “kendilerini soyup soğana çevirecek birini seçen 40 milyon embesil” şeklinde gören Borges kitapta “Rusya dünyaya egemen olmakta; demokrasi denen boş inançla güdümlenmiş Amerika bir türlü imparatorluk olamıyor” der. İronik olup olmadığı muğlak, “Ölü yıkama fırını dedi birisi. İçerde de bir ölü odası var. Bir insan severin bulduğunu söylerler adı sanırım Adolf Hitler’miş.”

Milliyetçiliğe karşı tavrını görürüz.  “Kolombiyalı olmak ne demek? Bilmem ki diye yanıtladım, bir inanç biçimi. Norveçli olmak gibi bir şey, diye vurguladı.”,  “ Türlü türlü diller olması, türlü türlü halklar hatta savaşlar olmasına yol açtı.”

Kızılderililer hakkındaki düşüncesini de göz önüne alarak savaşa yaklaşımı eleştirildi, “yerlilerin vahşiliği”, “Savaş yiğitlerin güzel dokusu, kan ise kılıcın suyu”, Şiir savaş duygularını yeterince coşturmadığı için eleştirirken “Ellerimiz yaya gitmedi”

Kadınlara yönelik tanımları eleştirildi. “Sahip olduğun ilk kadın sana ne verdi?”,”Thorgate otelinde senin olacağım.”

Ayrımcı tanımlamalar vardı. “Melez hizmetçi”, Yahudi”, “göçebeler”, “sakat bir işti”, “görme özürlü”, “Basklı” gibi.

28 Nisan 1980 tarihinde Buenos Aires’de yayınlanan La Prensa gazetesinin Madrid muhabirine “Terör ve baskıların ülkede yarattığı ciddi ahlaki sorunu göz ardı edemem. Bunca ölüm ve kayıp olayı karşısında sessiz kalamam,” demesini de son söz olarak koymak gerekir.

Did you find apk for android? You can find new Free Android Games and apps.
Share.

Comments are closed.