Nurcan Kaya
Hükümetin bilmesi gereken şu ki hem gözaltına aldıkları arkadaşlarımız hem dışarıda kalan bizim gibiler için yılmamak ve mücadeleye devam etmek de çok ‘normal’.
Her gününe, hatta her saatine; toprağının her karışına ağır olan olmayan onlarca insan hakkı ihlali düşen bir ülkede yaşıyoruz maalesef. Muktedirler ara sıra değişirken, hak ihlalleri renk ya da ağırlık değiştiriyor sadece. Üstelik insan hakları ihlalleri sicili bu kadar kabarık olan bir ülkede ilkler dahi yaşanabiliyor.
5 Temmuz Çarşamba günü Türkiye’deki çeşitli sivil toplum kuruluşlarına (STK) üye olan sekiz insan hakları savunucusu ve yurtdışından gelen iki uzman bir eğitim toplantısındayken gözaltına alındı. Bu kişilerden biri Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi Direktörüydü. Daha önce derneğin yönetim kurulu başkanı Taner Kılıç da gözaltına alınıp tutuklanmıştı ve Uluslararası Af Örgütü temsilcileri Af Örgütü’nün kuruluşundan bugüne, ilk defa bir direktörlerinin ve yönetim kurulu üyelerinin aynı anda gözaltında olduğunu duyurdu. Böyle bir ilke imza atan bir ülkede yaşadığımız için ne kadar gururlansak az değil mi?
Gözaltına alınan sekiz kişi kimimizin arkadaşı, dostu; kimimizin farklı platformlarda bir araya geldiği, bir hak ihlali yaşandığında bir çare arayacaklarını bildiği, güvendiği insanlar. Bir eğitim toplantısı sırasında filmlerde gördüğümüz şekilde polisler aniden odaya dalıp ‘baskın yaparak’ onları gözaltına almışlar. Öyle bir baskın ki telefonlarından bir mesaj dahi atamamışlar yakınlarına. Saatlerce kimsenin gözaltına alındıklarından haberi bile olmadı bu yüzden. OHAL sağ olsun, 24 saati aşkın süre avukatları ya da yakınları ile temas kuramadılar. Nerede olduklarını bile bilemedik aynı süre zarfında. Daha avukatlar, üye oldukları STK’lar bile neyle suçlandıklarını bilmezken ‘basın’ kılıklı bir kuruluş ‘ajan avı’ diye başlık attı. Sonra öğrendik ‘silahlı terör örgütüne üye olmakla’ suçlandıklarını. Yine OHAL sağ olsun, gözaltı süreleri yedi gün daha uzatıldı. Bu arada haklarında akla ziyan, epey yaratıcılık gerektiren türlü türlü iftira ortaya atıldı.
Onları gözaltına alanlar da sorgulayanlar da çeşitli iftiralar atan sözde basın kuruluşları da bir yerden bunları ‘izlemekte olan’ muktedirler de bu suçlamaların doğru olmadığını gayet iyi biliyorlar. İnsanların önce gözaltına alınıp tutuklandığı, suçun sonradan üretildiği bir dönemde yaşıyoruz. Bu nedenle bir suç icat etmek onlar için zor değil elbet. Biraz hayal gücü, biraz vicdansızlık yeter. Kolluk, yargı ve basın kılıklılar el ele verince, olmayan ihbarlar bahane edilerek, gerçekte var olup olmadığı dahi bilinmeyen gizli tanıklar ile ne de güzel suçlar üretiliyor bu ülkede! Ama bu defa gözaltına aldıkları öyle kişiler ki insanları ve uluslararası kamuoyunu iddialarına inandırmaları zor olmanın ötesinde, mümkün değil.
Gözaltına alınan arkadaşlarımız Yurttaşlık Derneği’nden Nalan Erkem, Kadın Koalisyonu’ndan İlknur Üstün, Uluslararası Af Örgütü Türkiye Direktörü İdil Eser, İnsan Hakları Gündemi Derneği’nden Günal Kurşun ve Veli Acu, Eşit Haklar İçin İzleme Derneği’nden Nejat Taştan, Yurttaşlık Derneği’nden Özlem Dalkıran veHak İnisiyatifi’nden Şeyhmus Özbekli. Eğitim toplantısına moderatörlük yapan Ali Garawi ve aktivist Peter Steudtner de gözaltına alınanlar arasında. Her birinin biyografisini neyse ki hâlâ gerçek anlamda gazetecilik yapan kurumlardan biri olan BİANET derlemiş. Buyurun okuyun, tanıyın onları.
Çok üzgünüz, biraz şaşkınız ama arkadaşlarımızın neden böyle bir haksızlığa maruz kaldığını biliyoruz aslında. Türkiye’deki ve başka ülkelerdeki deneyimlerin bize gösterdiği şu ki, muktedirler en çok suç işledikleri dönemlerde, insan hakları savunucularına en yoğun baskıyı yapıyorlar. Türkiye’de de1980 darbesi sonrasında ve 90’lı yıllarda gördük bu pratiği. Devletin suçu arttıkça, insan hakları savunucularına yapılan baskı da arttı. Diğer anti-demokratik devletlerde olduğu gibi Türkiye’de de muktedirler serbestçe suç işlemek, bu suçlar görünmez kalsın ve kimse tepki göstermesin istedi. Mevcut hükümet de bu geleneği sürdürdü maalesef. Suçları büyüdükçe, telaşa kapıldıkça insan hakları savunucularına ve STK’lara uyguladığı baskı da arttı. Kuşku yok ki son iki yılda Türkiye’de yaşanan ağır insan hakları ihlallerini raporlaştıran, Türkiye’de ve uluslararası kamuoyunda farkındalık yaratan STK’lar hükümeti epey rahatsız etmiş durumda. Hükümet biliyor ki, Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı, uluslararası STK’lar ile yabancı basın ülkede yaşanan hak ihlallerine dair iki söz söylemişse, bu büyük oranda Türkiye’de faaliyet yürüten STK’lar ve insan hakları savunucularının çabaları sayesinde. Hükümetin suçlarının örtülmesi için bu suçları görünür kılanların gözaltına alınması, tutuklanması, derneklerin kapatılması ve insanların yılması için türlü baskılara başvurulması ‘normal’ tabi.
Ama hükümetin bilmesi gereken şu ki hem gözaltına aldıkları arkadaşlarımız hem dışarıda kalan bizim gibiler için yılmamak ve mücadeleye devam etmek de çok ‘normal’. Geçmişte insan hakları ihlalleri işleyenler bu suçlarıyla beraber anılıyorlar bugün. O dönemin insan hakları savunucuları ise saygıyla, şükranla, minnetle anılıyorlar. Bundan 10 yıl, 20 yıl sonra da aynı şeyin olacağından kuşkumuz yok. Bizim gücümüz, devletin tedirginliği buradan geliyor işte.
Şimdi yapmamız gereken şey insan haklarını savunan arkadaşlarımızı savunmak. Bir an önce özgürlüklerine kavuşmaları için elimizden gelen, aklımızın erdiği meşru her şeyi yapmak. Gözaltında oldukları sürece onları, STK’larını, arkadaşlarını, ailelerini yalnız bırakmamak. Birbirimize sahip çıkarak, dayanışmayla bugünlere kadar geldik; aynı şeyi yaparak daha iyi günlere beraber yürüyeceğiz. Ve mutlaka kazanacağız!
Bu yazı artı gerçek web sitesinde yayınlanmıştır.